Medine’ye Hicretin Ba ş laması Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe bîatları ve yapılan anla ş malar, Müslümanlar önünde yep yeni emniyetli bir saha açıyordu. İ nançlarını burada serbestçe söyleyebilecek, ibâdetlerini serbestçe ifa edebilecek, dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi. Çünkü, Medine’nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Hazreç onlara kucaklarını açmı ş, her hal u kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını esirgemeyeceklerine dâir vaadde bulunmu ş lardı. İ slâm güne ş inin Medine’de bütün ha ş metiyle parlayaca ğ ı ş imdiden gözüküyor gibiydi.
Mü ş rikler, Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endi ş e duyarken, Resûl-i Ekrem, hızla İ slâmla ş an bu yeni yurdun bir an evvel İ slâm merkezi haline gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu. Mekke’de oldukça nazik bir devre ya ş anıyordu. Hz. Resûlullahın Medinelilerle anla ş ma akdetti ğ ini duyan mü ş rikler, Müslümanlara kar ş ı olan zulüm ve i ş kencelerini daha da arttırdılar. Mesele, âdeta bir ölüm kalım meselesi haline gelmi ş ti. Mekke’de hayat, onlar için bir azab; içilen su, teneffüs edilen hava, sanki yakıcı bir ate ş olmu ş tu. Müslümanlar bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber Efendimize arzettiler ve hicret için izin istediler. Resûl-i Ekrem, ilk önce, kendisine böyle bir müsâadenin henüz verilmemi ş oldu ğ unu belirtti. Ancak, bu açıklamasının üzerinden daha bir kaç gün geçmi ş ti ki, sevinç içinde hicret müsâadesinin verildi ğ ini Müslümanlara ş öyle bildirdi:
“Sizin hicret edece ğ iniz yurdun, iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir oldu ğ u bana gösterildi ve bildirildi. Mekke’den ayrılmak isteyen oraya gitsin. Medineli Müslüman kardeşleri ile birleşsin. Yüce Allah, onları size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur bulaca ğ ınız bir yurt kıldı.”1 Görüldü ğ ü gibi, Kurey ş li mü ş riklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı, İ slâmı “ya ş amak” ve “ne ş retmek” ş artlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ula ş ınca, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz hicrete izin vermi ş tir.2 Hz. Âi ş e’nin, “Mü’min dini için Allah’a veya Resûlüne hicret etmek zorunda idi. Zira, dinini ya ş amaktan menedilmesi korkusu vardı” sözü bu durumu ifâde eder.3 “ Ş u halde hicret, bazı kereler yanlı ş olarak ifade edildi ğ i gibi bir kaçı ş de ğ il, bir arayı ş tır. Dinin tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve tehlikelerden kurtarılarak ya ş atılmasına müsait vasatın aranmasıdır. “Din, kendisine gaye olarak, fiilen ya ş anmayı tesbit etmi ş tir. Bulunulan yerin ş artları, bu gâyenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise, oradan hicret etmek ş arttır; dinen vecibedir, vazifedir. Bu duruma dü ş en kimseleri, hicret etmedi ğ i takdirde Kur’an-ı Kerim mâzur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor.4 Bunlar, dinlerini ya ş ayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler.”5
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu müsâadeden sonra “dini ya ş ayıp ne ş redebilmek için müsâit yer arama gayreti” olan hicret hareketini inceden inceye dü ş ündü. Müslümanlara hicret ederken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih etti. Mü ş riklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola çıkmalarını tavsiye buyurdu. Peygamber Efendimizin bu müsaâde ve tavsiyelerinden sonra Müslümanlar, bu hareketlerine engel olacak mü ş riklerin dikkatlerini çekmeyecek ş ekilde birer iki ş er veya küçük gruplar halinde Medine’nin yolunu tuttular. Herkesten önce Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere ayrılan Sahabî Ebû Seleme İ bn-i Abdi’l-Esed idi. İş in farkına varan Mekkeli mü ş rikler, görebildiklerini ve yakalayabildiklerini geri çeviriyorlardı. İ slâm dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye ba ş vuruyorlardı. Öyle ki, gerekti ğ inde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç etmelerine kar ş ı çıkıyorlardı. Bazıları da hapsi boyluyordu. Fakat, dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme cihetine gitmek istemiyorlardı. Bunun dı ş ında akla hayâle gelecek her türlü eziyet ve i ş kencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye çalı ş ıyorlardı. Fakat Müslümanlar kat’i kararlarını vermi ş lerdi ve ne pahasına olursa olsun Medine’ye göç edeceklerdi. Nitekim her engeli a ş arak hicretlerine devam ettiler. Onlara nurlu ufuklar ş imdiden gülümsüyordu. Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara do ğ ru kanat açıyorlardı. Zaten, Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı.
Sâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken, Hz. Ömer kılıcını ku ş andı. Yayını, oklarını ve mızra ğ ını alıp Kâbe’ye gitti. Açıkça Kâbe’yi 7 sefer tavaf etti. Orada bulunan mü ş rik ele ba ş larına cesaretle ş öyle seslendi: “ İş te ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul bırakmak, anasını a ğ latmak, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa ş u vadide önüme çıksın!”1 Bu pervasızca sesleni ş ten sonra, yirmiye yakın Müslümanla gün ortasında Medine’nin yolunu tuttu. Mü ş riklerden hiç biri arkalarına dü ş me cesaretini gösteremedi. Böylece bir kaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine’ye yerle ş mek üzere Mekke’den ayrıldı. Geride Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ile yol tedâriki göremeyecek kadar yoksul olanlar, yolculuk yapmaya takatı bulunmayanlar ve mü ş rikler tarafından hapsedilenler kaldı. Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi. Fakat, bu hususta Cenab-ı Hakkın iznini bekliyordu. Hatta, Hz. Ebû Bekir Medine’ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe, “Sabret! Umulur ki, Allah Teâla, sana bir arkada ş ihsan eder”buyururdu.