RUKÛ ‘Rukû’’ sözlükte, iki büklüm olmak, eğilmek, beli bükmek demektir. Terim olarak, namazda özel bir şekilde eğilme fiiline denir. Namazda ayakta iken kıraat (Kur’an okuma) bittikten sonra, elleri dizlere koyarak, beli (ve başıyla sırtını) mümkün olduğu kadar düz tutarak eğilmektir.
‘Rukû’’ aynı zamanda saygı ve alçak gönüllülüğü de ifade eder ki, daha çok ibadet için olur. Mü’min kulun Rabbine hürmetinin, O’nun karşısında tezellül etmesinin (kendini aşağı görmesinin) bir ifadesidir. O, Rabbine olan aşırı saygısından dolayı O’nun önünde eğilir; âdeta iki büklüm olur. O’nun büyüklüğünü, azametini kabul eder. O’nun Rabliğini tasdik ettiğini O’nun önünde eğilerek ortaya koyar. ‘Rukû’’ tıpkı secde gibi, namazın en önemli rükünlerin- den/unsurlarından biridir ve farzdır. Secde gibi Allah’a hürmetin en yüce derecelerindendir ve secdeye bir başlangıçtır.
"Namazı ikame edin (tam kılın), zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin." (2/Bakara, 43) Âyetteki rükûdan murad, namazdır. Namazın en önemli erkânından biri olması yönüyle, cüz zikredilmiş, kül kast edilmiştir. Yahudilerin de mükellef oldukları ibadetin, müslümanların namazı olduğunu belirtmek için rükû zikredilmiş olmalıdır.
"Rükû edenlerle beraber rükû edin "Rükû edenlerle beraber rükû edin." İfadesi, namazın cemaatle edâ edilmesinin gereği/faziletine işaret ettiğinden, âyetin başındaki namazı ikame edin emrinden sonra, aynı ifadenin tekrarı değil; cemaatle edâ edilmesi anlamındadır.
Kur'an'da Rükû Rükû kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de 13 yerde geçer. Allah'ın huzurunda saygıyla eğilme, ibadet etme ve özellikle namaz kılma anlamında kullanılır. "...Rükû edenlerle beraber rükû edin." (2/Bakara, 43) "Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki felâha (kurtuluşa) eresiniz." (22/Hacc, 77)
"(Allah'la alış veriş yapanlar:) Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar(Allah için cihad edenler, seyahat edenler), rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanları, o mü'minleri müjdele!" (9/Tevbe, 112) "Sizin velîniz (dostunuz) ancak Allah'tır, Rasülü'dür, iman edenlerdir; onlar ki rükû ederek (Allah'ın emirlerine boyun eğerek) namazı kılar, zekâtı verirler." (5/Mâide, 55)
"Muhammed Allah'ın rasülüdür "Muhammed Allah'ın rasülüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün." (48/Fetih, 29) "O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline! Onlar, kendilerine 'rükû edin (Allah'ın huzurunda eğilin)' denildiği vakit rükû edip eğilmezler." (77/Mürselât, 47- 48) "Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır." (36/Yâsin, 8)
İnsanlar zaman zaman ya putlarının, ya krallarının (yöneticilerinin), ya da kendilerine geçimlik veren kişi veya makamların önünde boyun bükerler, iki büklüm olurlar. Hatta kimi kralların önünde secdeye kapanır gibi eğilirler veya el-etek öperler. Bu her ne kadar o kişinin bulunduğu makama bir saygı gibi yorumlansa bile, işin özü yönünden yanlış bir şeydir ve Allah’tan başkasına boyun eğmenin göstergesidir.
Böyle bir durumda önünde yerlere kadar eğilinen kişi ne o kadar yücedir, ne de onların önünde yerlere kapanan insan o kadar aşağıdır. İnsan ancak Yüce Allah’ın önünde bu kadar küçük bir pozisyona düşebilir. Bu da bir ibadetin, Allah’ı büyük tanımayı böylece ortaya koymanın göstergesidir. Yoksa Allah Teâla (cc) kulunu çok değersiz, âdi ve sürünmesi gereken bir varlık olarak değerlendirmiyor. Bunun aksine rukû’ ve secde edenler Allah katında yüce dereceler elde ederler.
Namaz kılan mü’min, kıyamda Allah’a hamdettikten sonra ‘Allahü ekber-Allah en büyüktür’ diyerek rukû’ya varır. Rukû’, Allah’a ta’zimin (O’nu büyük saymanın) ileri bir aşamasıdır. Rukû’ ile mü’min, zayıflığını, kul olduğunu, âcizliğini ortaya koyar, Allah’a karşı hürmetini gösterir. Konumuzla ilgili olan âyette şu emirler veriliyor:
“Namazınızı kılın, zekâtınızı verin ve rukû’ edenlerle beraber rukû’ edin.” (2/Bakara, 43). “Ey iman edenler! Rukû’ edin, secde yapın, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (22/Hacc, 77). Allah’ın önünde rukû’ etmek mü’minlerin en önemli ayırt edici özelliklerindendir. Kur’an bunu şöyle açıklıyor: “O mü’minler namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirler ve onlar rukû’ edenlerdir.” (5/Mâide, 55)
Mü’minler rukû’ ve secde ederek, Allah’ın lütfunu ve rızâsını isterler Mü’minler rukû’ ve secde ederek, Allah’ın lütfunu ve rızâsını isterler. Onlar, Allah’ın huzurunda rukû’ya vararak, hem kendi nefislerine, hem de bütün insanlara âdeta şöyle derler: "Allah’tan başka hiç bir kimsenin, makamın ve çıkarın önünde eğilmek mü’min kullara yakışmaz. Çünkü böylesine bir hürmet ancak Allah’a yapılır. Insanın böylesine tezellül göstermesi (kendi makamını aşağı/küçük görmesi) ancak Allah’ın Rabliği önünde olabilir.
" Yeryüzünde nice insan; yöneticilerinin, büyük saydıkları kimselerin, liderlerinin, menfaatlerinin ve hatta heykellerin önünde akılsızca eğilir, iki kat olurlarken; Allah’ın huzurunda rukû’ yapmaktan, secde etmekten kaçınırlar.“O gün yalanlayanların vay haline! Onlara, Allah’ın huzurunda rukû’ edin denildiği zaman, rukû’ etmezler.” (77/ Mürselât, 47-48) (2)
Namazla mi'râca çıkan, Allah'ın huzurundaki müslüman, başka hiç bir şeyin önünde eğmediği başını Allah'ın huzurunda eğer, iki kat olur, rükûa varır. Kâfirlerin Kur'an'da belirtilen özelliklerinden biri de onların rükû etmediği, Allah'a boyun eğme-dikleridir (77/Mürselât, 47-48). Müslüman, rükû ile onlardan ayrılır, O'na itaat etmeyenlerden uzaklaşır ve rükû edenlerin safında yer alarak, cemaatin/ümmetin bir ferdi olur; rükû edenlerle beraber Allah'a boyun eğer.
Namazda rükûa vararak Allah'ın huzurunda başını eğen mü'min, Rabbına şükür için tesbihâta başlar, "sübhâne Rabbiye'l azîm" der. Rükû eden mü'min, Allah'ın vahyinin dışında hiçbir şeye eğilmeyeceğini, sadece O'na kulluk edeceğini rükû ile ispatlamış olur. Allah'tan başka bir güç, bir otorite, bir tâğut önünde eğilmeyeceğini bu ameli ile göstererek, rükû etmeyenlerden, tâğutlardan uzaklaşır; sadece kendisi için rükûa vardığı Rabbine yakınlaşır.
Rükû halindeki tesbihinden Rabbi o kadar memnun olur ki, kulunun ağzından sıhhatli bir haber çıkar: "Semiallahü limen hamideh" (Allah, kendisine hamd edenin hamdini duyar, kabul eder.) Ne güzel bir müjde, ne güzel bir haber. Rükûdan başını kaldıran mü'min, hamdinin kabul edildiğini öğrenir öğrenmez, "Rabbenâ leke'l hamd" (Ey Rabbimiz, hamd sadece sana mahsus-tur" der. Artık kendisinden geçmiş, ruhunu kaplayan bir huzurun içine dalmış, daha fazla ayakta duracak mecali kalmamıştır; tattığı hazdan olduğu yere yığılır kalır, secdeye kapanır.
Secde, şükrün son haddidir Secde, şükrün son haddidir. Dünyadan tamamen soyulmanın gerçek ânı, mi'racın yansımasıdır. Şeytanı deliye çeviren bir amel, beşeri Âdem gibi adam eden haldir secde."Secde et ki (Allah'a yaklaşa-sın." (96/Alak, 19) (3) MUSAB