Döneminde Türkiye Ekonomisi

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
KAYSERİ İLİ İMALAT SANAYİ DURUM TESPİTİ ANKET ÇALIŞMASI BULGULARI KAYSO, HAZİRAN 2008.
Advertisements

Fiyat İstikrarı ve Büyüme
TÜRKİYE TIBBİ CİHAZ TEDARİKÇİ PROBLEMLERİ
TÜRKİYE EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARETİ
Bazı Ekonomilere İlişkin Büyüme Tahminleri
ULUSLARASI FİNANSAL PİYASALAR VE ARAÇLAR
Küresel Büyüme Oranları (%)
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 05 Eylül 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
SON EKONOMİK GELİŞMELER
Türkiye’nin Rekabet Gücü Üzerine Gözlemler
KIR ÇİÇEKLERİM’ E RakamlarImIz Akhisar Koleji 1/A.
Enflasyon Enflasyon, bir ekonomide para miktarının (nominal gelirin) yine o ekonomideki mal ve hizmet miktarına (reel gelire) göre daha fazla artması nedeniyle.
Döviz Piyasası ve Döviz Kurunun Belirlenmesi
Büyümenin Bileşenleri Yada Belirleyicileri
Durgunluk ve Maliye Politikası
Soru: Ülkemizin sanayi ihracatında, ilk üç sırayı hangi Sektörler alır? Yanıt: Otomotiv( milyon $-%17,3) Hazır giyim( milyon $-%14,6) Kimya(
YASED BAROMETRE 2006 AĞUSTOS.
Ekonomi Komisyonu Abant Müşterek Meslek Komitesi Toplantısı 22 Kasım 2014.
1 YASED BAROMETRE 18 MART 2008 İSTANBUL.
Toplam Talep ve Toplam Arz.
Makroekonomi ... ekonominin bütünüyle ilgilenir
Üniversite Hastanelerinin Finansal Yönetim Sorunları
Kamu Borç Stokun Yapısı ve Sorunları R. Hakan ÖZYILDIZ 2013.
GSYİH”NIN HESAPLANMASI VE HESAPLAMA YÖNTEMLERİ
22 Eylül 2006 TBB BANKACILIK ALT ÇALIŞMA GRUBU Nurhan Aydoğdu
GÜNCEL EKONOMİK GELİŞMELER VE 2008 OCAK-HAZİRAN DÖNEMİ MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE UYGULAMA SONUÇLARI KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 10 Temmuz 2008 T.C. MALİYE.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 5 Eylül 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
FİNANS SEKTÖRÜNDE YABANCI SERMAYE ARALIK TSPAKB 2 İSTİKRAR  Siyasi istikrar Uluslararası yatırımcıların güvenini sağlayan tek parti hükümeti 
MALİYE POLİTİKASININ DOĞUŞU
Ekonomi Nedir ? İnsan ihtiyaçlarını sonsuz bu ihtiyaçlar için gerekli olan kaynaklar sınırlıdır. Sınırsız ihtiyaçlar ile sınırlı kaynak arasındaki dengeyi.
AVRUPA BİRLİĞİ ORTAK TARIM POLİTİKASI Ortak Piyasa Düzenleri
Ülkemizde Uygulanan Ekonomik Politikaların Temel Amacı -Doğal ve beşeri kaynakları en iyi şekilde değerlendirebilmek.
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Küresel Piyasalardaki Gelişmeler Işığında Türkiye Ekonomisine ve Bankacılık Sistemine İlişkin Değerlendirmeler Hüseyin Aydın Yönetim Kurulu Başkanı 1 Şubat.
Küresel Kriz Sonrası Türkiye’de Finansal Sistem “Bankacılık Sektörü” Ekrem Keskin Mayıs 2010.
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri ve Beklentiler Raporu.
Toplam Talep ve Toplam Arz.
GENEL MAKRO EKONOMİK DEĞERLENDİRME VE 2008 YILI BÜTÇESİ HASAN BASRİ AKTAN MALİYE MÜSTEŞARI 3 Ocak 2008 – İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Bankacılık sektörü 2010 Ocak-Aralık dönemindeki gelişmeler Ocak 2011.
Bankacılık sektörü 2010 yılının ilk yarısındaki gelişmeler “Temmuz 2010”
Uluslararası İşletmecilik Kısım 3 Bölüm 9 – Ödemeler Dengesi
KPSS SORULARI KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ
REEL KONJONKTÜR TEORİSİ
Türkiye Bankalar Birliği 49. Genel Kurulu 1 Türkiye Ekonomisi ve Bankacılık Sistemindeki Gelişmeler Ersin Özince Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 15 Ekim 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Kamu Borç Stokun Yapısı ve Sorunları R. Hakan ÖZYILDIZ 2015.
MAKRO EKONOMİ POLİTİKALARI VE TARIM SEKTÖRÜ İLİŞKİLERİ
YÖNT 102 – İŞLETMEYE GİRİŞ II
MAKRO EKONOMİYE GENEL BAKIŞ
TÜRKİYE’DE TARIM VE HAYVANCILIK
Ders 8 Temel Analiz Hüseyin İlker Erçen
TÜKETİMİ DİĞER ETKİLEYEN FAKTÖRLER
MİLLİ GELİRİN HESABI.
PARA POLİTİKASI.
Soru 7 Gümrük Birliğinin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde etkilerini Türkiye’nin beklentileri ve gerçekleşenler üzerinden tartışınız?
1929 BUHRANI VE türkİye ekonomisi üzerİne etkİleri
2010 YILI BÜTÇE SUNUŞ KONUŞMASI (TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu) Mehmet ŞİMŞEK Maliye Bakanı 26 Ekim 2009.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 15 Ekim 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Mahmut BİLEN. Ders Değerlendirme Biçimi Vize %70 Ödev%10Dönem içi %50 Quizler%20 Final%50Dönem Sonu%50.
KONU BAŞLIKLARI BİLGİ EKONOMİSİ GELİŞİMİ BİLGİ EKONOMİSİ ÖZELLİKLERİ
Milli Gelir ve Fiyatların Genel Düzeyi: Toplam Talep ve Toplam Arz
İçerik PARA (PARANIN ÖZELLİKLERİ, FONKSİYONLARI, ÇEŞİTLERİ, PARANIN KIYMETİNİN ÖLÇÜLMESİ, ENFLASYON, DEFLASYON, DEVELÜASYON, REVALÜASYON, PARA POLİTİKASI)
Para, Banka ve Finansal Piyasaları Niye Çalışıyoruz?
2018 OCAK AYI TÜRKİYE VE MALATYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
Ekonomi Biliminin Doğuş Gerekçesi ; Kıtlık Kanunu Kaynakların;
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
Tarım sektörünün önemi
R. Hakan Özyıldız Kamu bankacılığı R. Hakan Özyıldız
Sunum transkripti:

1950-1960 Döneminde Türkiye Ekonomisi Beşinci Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz…

Dönemin Başbakanları Ali Adnan Ertekin Menderes 1. hükümet: 22.05.1950-09.04.1951 2. hükümet: 09.04.1951-17.05.1954 3. hükümet: 17.05.1954-09.12.1955 4. hükümet: 09.12.1955-25.11.1957 5. hükümet: 25.11.1957-27.05.1960

Yeni İktisat Politikasının Özellikleri ve Belirleyicileri Bu dönemde uygulanan iktisat politikaları, önceki dönemlerde uygulanan devletçi ve müdahaleci politikalardan oldukça farklıdır. DP daha muhalefetteyken, devletçiliği ve devletin iktisadi hayata müdahalesini eleştirmiştir. Bu çerçevede, iktidarın ilk yıllarında, liberasyonu artıracak önlemler almıştır.

İthalat 1950’de %60-65 oranında serbestleşmiş, Fiyat kontrolleri kaldırılmış, Özel kesimin daha rahat kredi alabilmesi için banka kredi faizleri indirilmiştir. Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (YSTK) 1951 ve 1954’te olmak üzere 2 defa düzeltilmiştir. Bundaki amaç, daha liberal bir mevzuat oluşturmak ve bu yolla yabancı sermaye girişini hızlandırmaktır.

1954 yılında Petrol Kanunu ile yabancı sermayenin petrol araması teşvik edilmiştir. Yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için oluşturulan bir diğer liberal kanun da “Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları A.Ş. Kanunu”dur. (28.02.1960) Liberalleşme adına verilen bir diğer söz de KİT’lerin özelleştirilmesidir. Ancak DP hükümetleri döneminde hiçbir KİT özelleştirilmemiştir.

Yine de, 1950-53 döneminde yeni bir KİT kurulmamış, mevcut KİT’lerin sermayeleri artırılmamış, KİT’ler aracılığı ile yatırım yapılmamış ve KİT’lerin kullandıkları krediler sınırlandırılmıştır. 1954’ten sonra KİT’ler yeniden önem kazanmıştır. Hükümet bu konudaki fikrini değiştirmek zorunda kalmıştır. Mevcut KİT’lerin sermayeleri artırılmış, yeni KİT’ler kurulmuştur.

1954-59 döneminde KİT’ler, kamu kesimine açılan kredilerin %49 1954-59 döneminde KİT’ler, kamu kesimine açılan kredilerin %49.4’ünü kullanmıştır. Oysa bu oran 1950-53 döneminde sadece %4.7’dir. KİT’lerin yeniden önem kazanma nedenleri şunlardır: Özel kesimde KİT’leri satın alacak kadar sermaye bulunmamaktadır. KİT’lerin ürünlerini ucuza almak, KİT’leri satın almaktan daha rasyoneldir. Artan iç talebi karşılama konusunda özel kesim yetersiz kalmıştır.

1950-60 döneminde özel kesimde küçümsenemeyecek gelişmeler olmuştur. Ancak kamu kesimi de genişlediği için, toplam ekonomik faaliyetler içerisinde kamunun payında bir azalma olmamıştır. Hatta dönemin sonunda ortaya çıkan ekonomik kriz, özel kesim yatırımlarının spekülatif alanlara kayması nedeniyle, kamu payının artması sonucunu doğurmuştur.

Kamunun sanayi sektöründeki sabit sermaye yatırım oranı, 1950-52’de %49.75 iken %59.3’e yükselmiştir. Kamunun sanayide yarattığı katma değerin oranı %59.1’e yükselmiştir. Özetle, ekonomik konjonktür gereği, kamu kesimi payı azaltılamamış hatta tam tersine artırılmıştır. Ancak mevcut hükümet bunu kendi isteğiyle değil, dönemin koşulları nedeniyle yapmıştır.

1950-60 döneminde yatırımların GSMH’ye oranı %14. 1 olmuştur. Bunun %6 1950-60 döneminde yatırımların GSMH’ye oranı %14.1 olmuştur. Bunun %6.8’i kamu ve %7.3’ü özel kesim tarafından yapılmıştır. Yatırımların sektörel dağılımında ciddi bir dönüşüm vardır. Tarım, karayolu yapımı, haberleşme ve enerji sektörlerine daha fazla kaynak ayrılmıştır. 1930’lu yılarda tarıma ayrılan yatırımlar %10 düzeyinde iken, 1950’lerde bu oran %21.7’lere ulaşmıştır. Neredeyse sanayi sektörüne ayrılan paya yetişmiştir.

Toplam yatırımların %44’ü üretken sektörlere, %56’sı alt yapı yatırımlarına ayrılmıştır. Altyapı yatırımlarına bu kadar ağırlık verilmesi, sanayileşme konusunun gerçekten de özel kesime bırakıldığını doğrulamaktadır. -- Tarım sektörüne gösterilen özen, Marshall yardımları çerçevesinde ülkeye gelen tarım makineleri ile birleşince, tarım sektöründe ciddi artışlar olmuştur. Makineleşme ile ekilen arazi miktarı artmıştır.

Taban fiyat uygulaması, destekleme alımları, tarım sektörüne verilen kredilerin artması gibi nedenlerle tarımsal üretim artışa geçmiştir. Tarım pazara açılmaya başlamış, Köyden kente göç başlamış, Tarımdaki işsizlik açık işsizliğe dönüşmüş, Şehirlerde gecekondular oluşmaya başlamıştır.

J. Morris’e göre, sanayide fabrikaların kurulması, ekilen arazilerin genişletilmesi, tarımsal ürünün artması, alt yapının gelişmesi ve enerji üretiminin artması hep büyümeyi uyarıcı etkiler yapmıştır. Ama bu gelişmelerin hiç birisi planlı değildir ve aynı zamanda uyumsuzdur. Bu gelişmeler ne “Kendine Yeterli Olma” ne de “Dengeli Büyüme” teorileri ile açıklanamaz!...

Yatırımların dağılımında, özellikle de yer seçiminde politik tercihler ağırlık kazanmıştır. KİT ürünlerinin fiyatlandırmasında politik ve keyfi davranılmıştır. KİT’ler keyfi istihdam depoları haline dönüştürülmüştür. KİT’lerin zararları bütçeden ve TCMB kaynaklarından karşılanmış, bu da enflasyonist baskılara yol açmıştır.

Bütçe denkliğine önem verilmemiştir Bütçe denkliğine önem verilmemiştir. Genişlemeci para ve maliye politikaları uygulanmıştır. İç borçlanma ve TCMB kaynaklarını kullanma olağan hale gelmiştir. Dönemin başlarında üretimdeki hızlı artışlar nedeniyle fiyat artışları pek hissedilmemiştir. Ancak dönemin sonlarında, iç talep artışıyla birlikte, genişlemeci politikalar birleşince, yüksek enflasyon ortaya çıkmıştır. 1954’de GSMH %3 oranında küçülmüştür.

Dönemin ilk yıllarında, söz verildiği gibi, dışa açık bir politika uygulanmıştır. 1950’de ithalat büyük ölçüde serbest bırakılmıştır. İkili antlaşmalardan ve clearing uygulamalarından vaz geçilmiştir. Liberal bir yabancı sermaye mevzuatı oluşturulmuştur. Bu liberasyonla birlikte dış ticaret açıkları artmaya başlamıştır. Beklenildiği kadar sermaye girişi olmadığı için, altın ve döviz rezervleri kısa sürede erimeye başlamıştır.

Bu liberasyon fazla sürmemiştir Bu liberasyon fazla sürmemiştir. 1952’de dış ticaret yeniden kontrol altına alınmış, 1953 yılında liberasyondan tamamen vaz geçilmiştir. 1950 öncesi müdahaleciliği eleştiren hükümet, 1956 yılında “Milli Koruma Kanunu”nu yeniden yürürlüğe koymuştur. Bu kanunla birlikte; İthalatta, toptan ve perakende ticarette kar marjlarını belirleme yetkisi hükümete verilmiştir, Fiyat kontrolleri yaygınlaşmıştır

Plansız devlet müdahaleciliği ve polisiye tedbirler ağırlık kazanmıştır. İthalat; kambiyo kontrolleri, kontenjanlar, ikili antlaşmalar ve gümrük tarifeleri ile sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu gelişigüzel müdahalecilik, 1960’lı yıllarda uygulamaya konulan “Planlı Kalkınma Dönemi”nin temelini oluşturmuştur. İthalatın kontrol altına alınması, yerli sanayi için mutlak bir koruma anlamına gelmiştir. Maliyetler her ne kadar yüksek olsa da, fiyatların da yüksek olması, sanayi sektöründe karlılığın artması sonucunu doğurmuştur.

Ancak ithalat kontrollerinin abartılmasının bir sonucu olarak, 1956 yılından itibaren sanayi sektörü hammadde ve ara mamul temininde zorlanmış, bu da sanayi sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir. -- Yabancı kaynak kullanımı bu dönemde de politika belirleyicilerden biri olmuştur. Yeniden yoğun bir şekilde dış borçlanma başlamıştır. Başlıca borç kaynağı ABD olmuştur.

Dış borçlanma ile dışa açılma politikası birlikte yürütülmüş, yabancı özel sermayeye teşvikler verilmiş, bütün bunlara rağmen, beklenildiği kadar yabancı sermaye girişi olmamıştır. YSTK çerçevesinde 1954-60 döneminde toplam 104 milyon $ sermaye girişi olmuştur. Bu dönemde dışarıdan temin edilen kaynakların büyük bir bölümü resmi krediler ve askeri yardımlar şeklinde olmuştur.

1946-50 döneminde, toplam 391 milyon $ dış kaynak kullanılmıştır. En çok dış kaynak ABD’den sağlanmıştır. ABD Türkiye’ye 177 milyon doları bağış, 117 milyon doları kredi şeklinde toplam 294 milyon dolar kaynak kullandırmıştır. Yabancı kaynakların toplam kaynaklar içindeki payı; 1948’de %4.6, 1949’da %3.9 ve 1950’de %2.3 olmuştur. Yabancı kaynak girişi ile birlikte ekonomiye dışarıdan müdahaleler artmıştır.

Nitekim verilen krediler büyük ölçüde proje kredileriydi ve serbestçe kullanımı olası değildi. Yabancı sermaye girişi ile birlikte yabancı uzman girişi de hız kazanmıştır. Bu uzmanlar ABD veya temsil ettikleri sermayeye bağlı olarak Türkiye ekonomisine yön vermek istemişler ve kısmen başarılı da olmuşlardır. Yabancı uzmanların görüş ve önerileri etkilidir, çünkü dış kaynağın devamlılığı bu görüş ve önerilere uymaktan geçmektedir.

1954 yılında bir Dünya Bankası uzmanı önerilerinde çok ileriye gidince, Dünya Bankası ile Türkiye ilişkileri gerginleşmiş, 1966’ya kadar Dünya Bankası’ndan kredi alınamamıştır. Türkiye’ye kredi açan uluslararası kuruluşlar, 1956’dan sonra bir istikrar programı uygulamamızı ve paramızı devalüe etmemizi istemişlerdir. Mevcut hükümet bunu kabul etmeyince, krediler düşürülmüş ve bu önerileri yapmaya mecbur bırakılmıştır.

Bu dönemde özel kesim ile kamu kesimi arasında belli bir işbölümü ve bütünleşme ortaya çıkmıştır. Hatta bazı sanayi dallarında özel kesim ile kamu kesimi ortak yatırımlar yapmıştır. 1950-60 döneminde kamu kesimi yatırımları; ulaştırma-haberleşme altyapısına, tarıma ve ara ve yatırım malları alt sanayine yönelmiştir. Özel kesim ise tüketim mallarına, özellikle de dayanıklı tüketim mallarına yönelmiştir.

Özel kesim sanayi kuruluşları, ara ve yatırım mallarını kamu kesiminden çok ucuza almışlardır. Hatta maliyetinden daha ucuza aldıkları da olmuştur. Bu durum kamudan özel kesime kaynak aktarıldığı anlamına gelmektedir. Kamudan yapılan tek kaynak aktarımı bu değildir. Kurulan ortak kuruluşlarda, kamu söz verdiği %49’luk sermayenin tamamını ödemiş, ancak özel kesim söz verdiği %51’lik sermayenin sadece %25’ini ödemiştir. Ancak yine de karın yarısını almıştır. Çünkü Ticaret Kanunu’na göre kar dağıtımı ödenmiş sermayeye göre değil taahhüt edilen sermayeye göre yapılmaktadır.

Özetlemek gerekirse, bu döneme devletin ekonomideki ağırlığının azaltılacağı vaadi ile başlanılmıştır. İlk birkaç yıl boyunca uygulanan bu liberal politikalar, iç ve dış etkenlerin devreye girmesiyle terk edilmek zorunda kalınmıştır. Müdahaleler ve kontroller artmıştır. Devletin ekonomideki payı küçülmemiş, tam tersine artmıştır.

Bu dönemin belki de tek olumlu gelişmesi, özel kesimin artık ciddi anlamda ayakları üstünde duracak kadar gelişmesi olmuştur. 1950-60 döneminde gerçekleştirilen sabit sermaye yatırımlarının yaklaşık %52.8’i özel kesim tarafından, %47.2’si kamu kesimi tarafından gerçekleştirilmiştir. Dönemin sonlarına doğru özel kesimin yatırımlardaki payının azalma nedeni, yaşanan krizdir.

1950-60 Döneminde GSMH’de Sektörel Hasılalarda ve Refah Düzeyinde Gelişmeler Bu dönemde GSMH, yıllık ortalama %6.3 artarak, 15867 milyon TL’den 26836 TL’ye yükselmiştir. Bu dönemi aslında 2 alt döneme ayırarak incelemek gerekmektedir. 1950-53 dönemini bazı iktisatçılar Türkiye ekonomisinin altın çağı olarak görmektedirler.

Gerçekten de bu ilk alt dönemde GSMH sabit fiyatlarla yıllık ortalama %11.3 oranında büyümüş, kişi başına gelir %8-8.5 oranında yükselmiş, 4 yıl içinde ihracat %48.8 oranında artarak 263.4 milyon dolar’dan 392 milyon dolar’a yükselmiştir. Bu gelişmenin nedenleri şunlardır: Üst üste 4 yıl boyunca iklim koşulları çok iyi gitmiştir. Tarımsal ürün çok olmuş, Türkiye dünyanın sayılı buğday, pamuk ve tütün ihracatçılarından biri olmuştur.

Kore Savaşı’nın yarattığı konjonktür tarımsal ürünlerin fiyatlarını %50 düzeyinde artırmıştır. Bu da bizim ihracat gelirlerimizi olumlu yönde etkilemiştir. Tarımsal gelirin ve ihracat gelirlerinin artması, iç talebin ve yatırımların artmasına yol açmış, ekonomi canlanmıştır. ABD’den sağlanan dış krediler de ekonomiyi canlandırmıştır. 1948-53 döneminde ABD’den 420 milyon dolar kredi alınmıştır. Bu rakam o zamanki GSMH’nin %3’ü civarındadır. Yatırımlar ve dış ticaret açıkları, büyük ölçüde bu şekilde finanse edilmiştir.

Dönemin başında sektörlerin GSMH içindeki payları şöyleydi: Tarım %42 Dönemin başında sektörlerin GSMH içindeki payları şöyleydi: Tarım %42.6, Sanayi %14.5 ve Hizmetler %42.9 İlk 4 yıl devam eden olağanüstü iyi hava koşullarına rağmen, tarım sektörü, sanayi ve hizmetler sektörü kadar artmamıştır. Yani sanayi ve hizmetler daha hızlı artmıştır. Bunun bir sonucu olarak tarımın payı %3.1 azalırken, sanayi %2.4 ve hizmetler %0.7 oranında artmıştır.

Bu yapısal değişime rağmen, tarım hala ekonomide ağırlık sahibidir Bu yapısal değişime rağmen, tarım hala ekonomide ağırlık sahibidir. Dönemin sonunda hala sanayi sektöründen elde edilen hasıla tarımdan elde edilen hasılanın yarısı kadardır. Tarımın ekonomi üzerindeki etkisi o kadar fazladır ki, kötü hava koşullarının yaşandığı 1954 yılında tarımsal hasıla %14 oranında azalmış, sanayi hasılası %9.2 ve hizmetler hasılası %5.2 artmasına rağmen, GSMH %3.2 oranında küçülmüştür.

1950-60 döneminde tarım sektörü GSMH’deki payı bakımından hizmetler sektörünün 4.8 puan gerisinde kalmıştır. Ancak tarım sektörünün istihdamdaki payı hala en büyüktür. 1950’de %85.7 olan oran 1960’da %75’e düşmüştür. Bu düşüşün nedeni; köyden kente göçün hızlanması ve sanayi ve hizmetler sektörlerindeki istihdamın artmasıdır. Tarım ve sanayi dışında kalan her alan hizmetler sektörüne dahil edilmiştir (Örn: inşaat, ticaret, ulaştırma, haberleşme, mali hizmetler, konut gelirleri, serbest meslekler, bankacılık ve hükümet hizmetleri vs)

Refah düzeyinde pek fazla veri bulunmasa da, elde edilen bazı verilerden yararlanarak uluslararası bir karşılaştırma yapılabilir. Y. S. Tezel’e göre Türkiye’de 1950’de kişi başına gelir 203 dolardır. ABD’de kişi başına gelir 11.61 kat, Yunanistan’da 1.48 kat daha fazladır. DİE verilerine göre 1958 yılında kişi başına gelir 265 dolardır. Aynı dönemde gelişmiş ülkeler ortalaması 1930 dolar, Güney Amerika ortalaması 210 dolar, Sovyet Blokunda 410 dolar ve az gelişmiş ülkeler ortalaması da 108 dolardır.

Bu dönemde Yunanistan’ın gerisinde Latin Amerika’nın ilerisinde olduğumuz açıktır. Her ne kadar sağlıklı veriler olmasa da 1950-60 döneminde kişi başına gelirin %35-40 civarında arttığı söylenebilir. Artan refahın nasıl paylaşıldığı konusunda açık bir kaynak mevcut değildir. Kitabınızdaki Tablo 5.3, tarımın destekleme alımları ve banka kredileri ile birlikte çok yoğun bir şekilde desteklenmesine rağmen, tarım sektöründeki büyümenin GSMH’deki yüzde artışın gerisinde kaldığını göstermektedir.

Kırsal kesimdeki nüfus dönem sonunda hala %75 civarındadır. Reel ücret endeksindeki gelişme 1950 = 100 iken 1960 = 127 olmuştur. Geçinme endeksi ise 1950 = 100 iken 1960 = 253 olmuştur. Yani ücretlerdeki artış, geçinme endeksindeki artışın ancak yarısı kadar olmuştur…

Ekonomide Yapısal Değişmeler -- Sanayi Sektörü -- İthal ikameci sanayileşme stratejisi devam etmiştir. Sanayi sektörü 1950-60 arasında toplamda %119.6 ve yıllık ortalama %8.3 büyümüştür. Bu büyüme GSMH artış oranından daha büyük olduğu için, sanayi sektörünün GSMH büyümesine nispi katkısı artmıştır.

Dönem başında GSMH’ye olan katkısı (1950-53) %13 Dönem başında GSMH’ye olan katkısı (1950-53) %13.7 iken dönem sonunda (1957-60) %16.9’a ulaşmıştır. -- Türkiye’deki sanayi sektörü o döneme kadar 1930’lu yıllarda kurulan ve ithal ikameci sanayileşme stratejisinin bir uzantısı olan temel tüketim malları üretimine yönelikti. Büyük ölçüde yerli tarımsal ve madeni hammaddeyi kullanmaya dayalıdır.

Sanayi sektörü 1950-60 arasında önemli bir gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin en önemli nedeni 1957’ye kadar olan iç talep genişlemesidir. İç talep genişlemesinin nedenleri ise şu şekilde sıralanabilir: Marshall yardımları ile tarımda hızlı makineleşme Tarımın piyasaya yönelik üretime başlaması

1950-53 arası iyi giden iklim koşulları nedeniyle tarımsal üretimin artması Kore savaşı nedeniyle tarım ürünleri fiyatlarının artmış olması Tarım sektörüne verilen kredilerin artmış olması Köylünün satın alma gücünün artmış olması ve Köyden kente göçün artması, iç talebi canlandırmıştır.

İç talebin artmasında hükümetin uyguladığı genişlemeci para ve maliye politikaları da etkili olmuştur. 1956’ya kadar ithalatta bir darboğaz yaşanmaması da etkilidir. İhtiyaç duyulan ara ve yatırım maddeleri kolayca ithal edilebilmiştir. Bu sayede sanayide arka arkaya ciddi büyüme rakamlarına ulaşılmıştır. 1950-57 arasında yıllık büyüme oranı ortalama olarak %9-10 civarındadır.

1954’te başlayıp 1956’da ciddi bir kriz halini alan istikrarsızlık ve döviz darboğazı, dış ticareti zora sokmuş bu da sanayi sektörünü olumsuz etkilemiştir. Ara ve yatırım malları ithal edilememiş, Enflasyonist baskılarla birlikte yatırımlar üretken sektörlerden uzaklaşmıştır. -- İthal ikameci politikanın amacı ekonomiyi dışa bağımlılıktan kurtarmaktır. Ancak bu amaca ulaşılamadığı görülmektedir. Tüketim malları açısından bağımlılık azalmış olmakla birlikte, ara ve yatırım malları açısından bağımlılık halen devam etmektedir.

1950’lerin ikinci yarısında, ithalatın %90’ı yatırım malları ve hammaddeden oluşmaktadır. Bu rakam ithal ikameci sanayileşme stratejisinin ve sanayileşme sürecindeki hızlanmanın doğal bir sonucudur. Dönemin sonlarında tüketim malları neredeyse tamamen ikame edildiği için, tüketim malları ithalatı %10’a kadar gerilemiştir.

1950’li yıllarda özel kesim her ne kadar büyük ilerleme göstermiş olsa da, artan iç talebi karşılama konusunda yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlik kamu kesimi tarafından karşılanmıştır. Bu nedenle kamu kesiminin payı küçültülememiştir. Ancak kamu kesiminin varlığı özel kesimi olumsuz etkilememiş, tam tersine özel kesim ile kamu kesimi arasında işbölümü ve bütünleşme sağlanmıştır.

Özel kesim yatırımlarına iç talep yön vermiştir. Özel kesim sanayileşmede öncü rol oynamak yerine, genelde bilinen alanlara yatırım yapmayı tercih etmiştir. Bilinen alanlara (şeker, çimento, tekstil vs) aşırı yatırım yapılması, bu alanlarda kapasite fazlalıklarının oluşmasına yol açmıştır. İç pazarın korunuyor olması, kapasite fazlasına rağmen karlılığı beraberinde getirmiştir. Sanayileşmenin ileri düzeylerini ifade eden sınai tesisler daha çok kamu kesimi tarafından kurulmuştur.

Bu tespit şunlara dayanılarak yapılmaktadır: Ara ve yatırım malları üreten alanlarda kamu kesimi yatırımlarının oranı oldukça yüksektir, Özel kesime ait işyerleri ise, genelde küçük ölçekli iş yerleridir. Kamu ile özel kesim arasındaki bu farklılık, işbölümü ve bütünleşme açısından yararlı bile olmuştur.

Özel kesim, kamu kesiminin ürünlerini satın alarak kamunun pazarı haline gelmiştir. Kamu ise ürünlerini maliyetinin altında satarak özel kesime parasal anlamda dışsal ekonomi sağlamıştır. -- 1950-58 döneminde toplam yatırımların %21.7’si sanayi sektörüne tahsis edilmiştir.

Bu yatırımlar büyük ölçüde ara ve tüketim malları üreten alanlara yoğunlaşmıştır. 1956’dan sonraki dönemde özel kesim yatırımları hem tüketim hem de yatırım malları üreten alanlarda azalmıştır. Bu azalmanın en büyük nedenleri: %20’leri bulan fiyat artışları ve İthalatın zorlaşmasıdır.

Bu dönemin karakteristik özelliklerinden biri, tüketim malları üretiminin ağırlığını korumasıdır. Tüketim malları üreten kuruluşların toplam sanayi kuruluşları içindeki payı, 1960’lara gelindiğinde hala %65 civarındadır. Bu oran 1950’de %73 idi. Asıl önemli gelişme ara malları üreten sanayi kuruluşlarında olmuştur. Bu alt grubun toplam içindeki payı artmıştır.

Buna karşılık, yatırım malları ve dayanıklı tüketim malları üreten alt grupların payında önemli bir değişiklik olmamıştır. Yani 1950-60 aralığında sınai üretimdeki genişleme, büyük ölçüde, temel tüketim malları ve ara malları üretimindeki artıştan kaynaklanmıştır. Yani özetlemek gerekirse, 1960’a yaklaşıldığında Türkiye, temel tüketim mallarının ikamesini tamamlamak üzeredir. Bu önemli bir aşamadır.

Sanayi sektöründe dönem itibariyle etkinlik artışı olmamıştır Sanayi sektöründe dönem itibariyle etkinlik artışı olmamıştır. Bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Kamu kesimi kuruluş yerlerinin seçiminde rasyonel davranılmaması, KİT ürünlerinin fiyatlandırılmasında politik baskılara maruz kalınması, Özel kesim işyerlerinde ölçeğin küçük olması Özel kesim işyerlerinde teknolojinin geri olması ve Özel kesim işyerlerinde sermayenin yetersiz olmasıdır.

Özel kesim yatırımları kapasite fazlası yaratacak şekilde belirli alanlara yoğunlaştığı için marjinal sermaye/hasıla oranı yükselmiştir. 1951-53 arasında 1.96 olan bu rasyo, 1955-60 arasında 4.56’ya yükselmiştir.

Tarım Sektöründe Gelişmeler Bu döneme kadar hızlı sanayileşme tutkusu, tarıma verilmesi gereken önemin önüne geçmiş, tarım ihmal edilmiştir. II. Dünya Savaşı yıllarında ise en büyük hasıla düşüşü bu sektörde olmuştur. Tarımla uğraşanların hayat standartları düşmüştür. Savaştan sonra Türkiye’nin tarımda çok büyük potansiyeli olduğu fark edilmiş ve bu alana yatırım yapılması gerektiği belirtilmiştir (Marshall uzmanları)

Hükümet (CHP) savaş sonrası dönemde tarımı geliştirmek için bazı girişimler yapmıştır. 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, kısa sürede dejenere edilmiş ve toprak reformu olma özelliğini yitirmiştir. Bu kanunun tek fonksiyonu, kamu arazilerinin topraksız çiftçilere dağıtılması sonucu, ekim alanlarının mera alanlarına göre daha fazla genişlemesine katkı sağlamak olmuştur.

Ekim alanlarının genişlemesi sadece bu kanunun bir etkisi değildir Ekim alanlarının genişlemesi sadece bu kanunun bir etkisi değildir. Marshall yardımları ile tarım sektöründe artan makineleşmenin de bunda etkisi vardır. 1948’de 1756 olan traktör sayısı, 1950’de 16 bin, 1955’te 40 binden fazla olmuştur. Traktör sayısı, ekim alanı artışı ve traktörle işlenen arazi miktarındaki gelişmeler Tablo 5.7’den takip edilebilir. 1953’e kadar iyi giden hava koşulları nedeniyle tarımsal ürün anormal şekilde artmıştır. Bu konudaki bilgilere de Tablo 5.8’den ulaşılabilir.

Bu dönemin tarım sektöründe en ilgi çekici gelişmelerinden biri de tarım sektöründe sermaye kullanımının artmış olmasıdır. Bu dönemde tarıma yapılan sabit sermaye yatırımlarının toplam içindeki payı %22’ye ulaşmıştır. 1956’daki krizin etkisi tarımda da hissedilmiş, tarım sektörüne yapılan yatırımlar yavaşlamıştır.

Tarımsal üretimin artmasına neden olan bir diğer etken ise, ortalama hektar verimindeki artıştır. (bkz: Tablo 5.8) Verimlilik artış nedenleri şu şekilde sıralanabilir: İyi hava koşulları, Tarımda makineleşme, Gübre ve ilaç kullanımı, Sulamanın yaygınlaşması

Tarımda makineleşme çok hızlı artmış olmasına rağmen, diğer girdilerdeki artış bu kadar olmamıştır. Köylünün teknik bilgi seviyesi aynı hızla gelişmemiştir. Bu nedenle bu makinaların büyük kısmı etkin bir şekilde kullanılamamış, büyük kısmı kısa süre içerisinde kullanılamaz duruma gelmiştir.

Bu dönemde tarım; taban fiyat uygulaması ve destekleme alımları gibi politikalarla desteklenmiştir. Bir yandan destekleme alımı kapsamına alınan ürün sayısı artmış, bir yandan da bu ürünlere yüksek taban fiyatlar uygulanmıştır. TMO alım yaparken çiftçinin kar edebileceği bir fiyat belirlemeye özen göstermiştir.

Bu fiyatlar çoğu zaman ürünlerin dünya fiyatları üzerinde olduğundan, kamu sık sık zarara uğramıştır. Bu zararlar hazineden ödenmiştir. Dönem içinde görülen enflasyonist baskının nedenlerinden biri de budur. -- Bu konuda çok farklı görüşler bulunmakla birlikte, dönem içinde iç ticaret hadlerinin tarım lehine değiştiği yönündeki bulgular daha ağırlıklıdır.

N. Keyder’in hesaplamalarına göre, 1937-41 = 100 alınırsa, iç ticaret hadleri 1947-51’de 120.1, 1952-56’da 129.2, 1957-61’de 148.9’a yükselerek tarım sektörü lehine değişmiştir. İç ticaret hadlerinin tarım aleyhine değiştiğini iddia eden yazarlar da mevcuttur. Kitabınızın yazarı da bunlardan biridir.

Taban fiyatı uygulaması bazı olumsuz gelişmelere neden olmuştur. Bazı ürünlerin üretim alanları aşırı genişlemiş, marjinal ekim alanlarına kaymıştır. Bu durum, meraların azalmasına, ortalama verimin düşmesine ve maliyetlerin yükselmesine yol açmıştır. Tarımda gelir dağılımını bozmuştur. Tarımla uğraşan ekonomik birimlere gelir transferi yapılmıştır.

Ekim alanı geniş olan çiftçiler taban fiyatından daha fazla yararlanmışlar, küçük ölçekli üretim yapan çiftçiler (öztüketimin yüksekliği nedeniyle) taban fiyat uygulamasından pek fazla yararlanamamışlardır. Bu durum tarım sektöründe gelir dağılımının bozulmasına yol açmıştır. Bu bozulmayı telafi edici artan oranlı bir vergi uygulanmamıştır. Halen de uygulanmamaktadır.

Bu dönemde her şeye rağmen, tarımsal üretim iklim şartlarının etkisinde kalmaya devam etmiş, iklim şartlarındaki değişmeler tarımsal hasılada ve GSMH’de önemli dalgalanmalara neden olmuştur. Bu dalgalanmalar sınai hasılayı etkilemiş ve ekonomide istikrarsızlığın önemli nedenlerinden biri olmuştur. 1954’deki %3.2’lik iktisadi küçülmenin en büyük nedeni iklim şartlarıdır ! ! ! ! !

Dış Ekonomik İlişkilerde Gelişmeler 1950-60 aralığında, iktisat politikalarındaki en önemli değişim, dış ticaret alanında olmuştur. DP iktidara gelir gelmez ithalatı %60-65 oranında libere etmiştir. Bu nedenle ithalat hızlı bir şekilde artmıştır. Kore Savaşı’nın oluşturduğu konjonktür,

Ve tarımda yaşanan olağanüstü üretim artışı, ihracatı da artırmıştır. Ancak ithalat ihracattan daha hızlı arttığı için, dış ticaret açıkları 1956’ya kadar artarak devam etmiştir. Başlangıçta ithalatın finansmanı döviz rezervleri kullanılarak karşılanmıştır. Ancak rezervler kısa sürede tükenince, ithalatın liberasyonundan vaz geçilmiş (Eylül 1953) ve Temmuz 1954’de ithalata yeni kısıtlamalar ve kontroller getirilmiştir.

Oluşan dış açıklar bir süreliğine alınan dış borçlarla kapatılmıştır. Ancak 1953-54’den itibaren bazı ithalat bedelleri ödenemeyince, “Gecikmiş Borçlar” veya “Satıcı Kredisi” adı altında yeni borçlanma yolları bulunmuştur. 1951-60 arasında bu şekilde 584 milyon $ borç alınmıştır. Bu borçlar ödenemeyince 1958 yılında OECD’nin kurduğu bir konsorsiyum tarafından konsolide edilip takside bağlanmıştır.

Tablo 5.10’dan da görülebileceği gibi, 1956’dan itibaren dış ticaret hacmi daralmaya başlamıştır. İç ve dış fiyatlar arasındaki farkın artması sonucu TL aşırı değerlenmiştir. TL’nin aşırı değerlenmiş olması ihracatımızı olumsuz yönde etkilemiştir. İhracat yapamaz hale gelmişiz. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, hükümet devalüasyon yapmaya ve istikrar tedbirleri uygulamaya yanaşmamıştır.

Türkiye’ye borç ve hibe veren ülkeler, istikrar tedbirleri uygulansın ve devalüasyon yapılsın diye, Türkiye’ye verdikleri kredi miktarını düşürmüşlerdir. Oluşan döviz darboğazı ithalatı azaltmıştır. İthalatın azalmış olması, ithal girdi kullanan sanayi sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir. Mal darlığı oluşmuştur. Mal darlığı zaten kendini hissettirmeye başlayan enflasyonu iyice körüklemiştir.

Enflasyon 1956’da %13. 2, 1957’de %19. 6 olmuştur Enflasyon 1956’da %13.2, 1957’de %19.6 olmuştur. Bu rakamlar o dönemler için oldukça yüksek rakamlardır ve ekonomide bir istikrarsızlık olduğuna işaret etmektedir.

1956-58 Krizi ve 1958 Devalüasyonu 1954’den başlayan bazı gelişmeler, özellikle de dış ticaret alanında yaşanan gelişmeler, krizin yaklaşmakta olduğunu göstermiştir. Hızlı ekonomik büyüme sağlayabilmek için, genişlemeci para ve maliye politikaları uygulanmış, iç talep körüklenmiştir. İthalatın libere edilmesi dış ticaret açıklarının artmasına yol açmıştır.

Hollis Chenery gibi bazı uzmanlar, ekonomiyi soğutmak ve istikrarı tekrar sağlamak için bazı önlemler alınması gerektiğini söylemiş olsalar da, hükümet bu uyarıları dinlememiştir. Ancak 1956 yılından sonra bazı önlemler alınmaya başlanmıştır. İthalata miktar kısıtlamaları getirilmiştir. 1956 yılında “Milli Koruma Kanunu” yeniden yürürlüğe konularak, iç piyasada fiyat kontrollerine gidilmiştir.

Faiz oranları yükseltilmiştir. Ticari banka kredileri sınırlandırılmıştır. İhracata ve döviz girişi sağlayan işlemlere prim verilmiştir. Son önlem fiili anlamda ikili kur uygulamasının başlangıcı olarak yorumlanır. Bu çoklu kur uygulaması 1958 istikrar tedbirlerinde de sürdürülmüş, Ağustos 1960’da kaldırılmıştır.

Bu tedbirler ekonomiyi düze çıkaramayınca, hükümet uluslararası kuruluşlardan yardım istemiştir. IMF’nin güdümünde OECD ile yapılan görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin ticari borçları konsolide edilmiş, vadesi gelen borçları ertelenmiş ve yeni kredi açılmıştır. Bu desteğin gelmesiyle birlikte 4 Ağustos 1958 istikrar tedbirleri yürürlüğe konulabilmiştir.

4 Ağustos 1958 İstikrar Tedbirleri Devalüasyon yapılmıştır. En son Eylül 1946’da devalüe edilen TL, döviz kıtlığı ve yurtiçi enflasyonun yurtdışı enflasyondan daha yüksek olması nedenleriyle, aşırı değerli hale gelmiştir. Paranın dış değerini bir prestij meselesi haline getiren hükümet, ısrarla devalüasyon yapmamıştır.

Sonunda Ağustos 1958’de çoklu kur rejimi genelleştirilerek, paramız %68.9 oranında devalüe edilmiştir. Ancak bu devalüasyon “de Facto” olmuştur. Yani rakamlara yansımamıştır. Resmi kur yine 1$ = 280 kuruş olarak kalmıştır. Fakat döviz alım satımlarına prim ödeme ve vergi uygulama yoluyla kur sanki 1$ = 9 TL gibi olmuştur.

9 Ağustos 1960’da resmi kur da değiştirilmiştir 9 Ağustos 1960’da resmi kur da değiştirilmiştir. Yani artık gerçekten de 1$ = 9 TL’dir. İthalata yeniden serbesti getirilmiştir. İthalat üçer aylık programlara bağlanmıştır. İthalat ve ihracat için gerekli olan bürokratik işlemler kolaylaştırılmıştır. Ara ve yatırım malları ithalatına öncelik verilmiştir.

Emisyon daraltılmış, banka kredilerine tavan konulmuş, çeşitli kesimlere açılacak krediler kotlarla belirlenmiştir. Kamu harcamalarının kısıtlanması ve bütçe dengesinin sağlanması kararlaştırılmış, ancak bu amaca ulaşılamamıştır. İç borçlanmaya gidilmiştir. 1956’dan beri uygulanmakta olan fiyat kontrolleri kaldırılmış, KİT ürünlerine yüklü zamlar yapılmıştır. Bundaki amaç KİT zararlarını ortadan kaldırmaktır.

Bu tedbirlerle birlikte dış ekonomik ilişkilerdeki tıkanıklıklar aşılmıştır. 420 milyon$ borç ertelenmiş, 359 milyon $ yeni kredi bulunmuştur. Dış kredilerin alınması ve ithalatın yeniden artmasıyla ekonomi bir miktar canlanmıştır. 1959’dan itibaren ihracat artmaya başlayınca, dış ticaret hacmi yeniden artmaya başlamıştır. Ancak ithalattaki artış ihracattaki artıştan daha fazla olduğu için, dış ticaret açıkları sürmüştür.

1948 yılından itibaren dış kaynak kullanımı Türkiye ekonomisinin vaz geçilmez özelliklerinden biri haline gelmiştir. 1923-47 aralığında kalkınmasını kendi kaynakları ile finanse eden Türkiye, bu tarihten sonra sürekli olarak dış kaynak kullanmaya başlamıştır. Her ne kadar alınan dış borçlar, üretimi ve hasılayı artırmış olsa da, dışa bağımlılığın artması gibi bazı sakıncalara da yol açmıştır.

1950-60 döneminde, borç ertelemeleri dışında, toplam 2311 milyon $ dış kaynak kullanımı söz konusudur. Bunun 1416 milyon $’ı kredi ve bağış, 895 milyon $’ı yabancı sermaye girişidir. Kredi bağışların 1107 milyon $’ı ABD’den alınmıştır. Bunun 728.2 milyon $’ı bağıştır. -- Sanayileşmede ulaşılan nokta, dış ticaretin kompozisyonunu da etkilemiştir.

1950-60 arasında toplam ithalatın yaklaşık %85’i yatırım malları ve hammadde, %15’i tüketim mallarından oluşmaktadır. Tüketim mallarının payı dönem başında %20-22 civarındadır. Bu oran daha sonraları %10’un altına doğru inmeye başlamıştır. Tüketim malları ithalatındaki bu düşüş, ithal ikameci strateji kadar döviz darboğazından da kaynaklanmıştır.

Yatırım malları ithalatı toplam ithalatın %50’sini aşmaktadır Yatırım malları ithalatı toplam ithalatın %50’sini aşmaktadır. Bunun da %39’u makine, %12’si yapı malzemeleridir. -- İthal ikameci sanayileşme politikası, düşünüldüğü gibi döviz tasarrufu sağlamamıştır. 1950-60 arasında yatırımların dışa bağımlılık katsayısı 0.284’tür. Yani 1000 TL’lik yatırım için 284 TL yatırım malı ithal etmek gerekmektedir.

Döviz tasarrufu sağlamak için getirilen ithal kısıtlamaları ise, talebin yerli ürünlere yönelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu da yurtiçinde; etkin olmayan, yüksek maliyetle çalışan ve tekel karları elde eden bir sanayi yapısının oluşmasına yol açmıştır. -- İhracat gelirleri halen tarım sektörüne bağlıdır.

Toplam ihracat gelirlerinin %80-85’i, sayıları 5-6 civarında olan tarımsal ürün ile elde edilmektedir. Sanayi ürünleri ihracatının toplam ihracat içindeki payı %5’i geçmemektedir. Hatta bu ürünler de çoğu zaman basit dönüşümlerden geçirilmiş tarımsal ürünlerdir. Madencilik ihracatının toplam ihracat içindeki payı %5 civarındadır.

Para ve Maliye Politikaları Bu dönemde para ve maliye politikaları çok önemli bir değişim göstermiştir. II. Dünya Savaşı yılları hariç, 1950’ye kadar sürekli olarak sıkı para ve denk bütçe politikaları uygulanmıştır. Paranın miktarı ile değeri arasındaki klasik görüşe sıkı sıkıya inanan dönemin para otoriteleri, paranın değerini istikrarlı tutmak için, para arzını da istikrarlı tutmuşlar, sadece büyüme oranı kadar para arzını artırmışlardır.

Para arzını sabit tutabilmek için kamu harcamalarına özen gösterilmiş, sadece elde edilen gelir kadar harcama yapılmaya özen gösterilmiştir. 1950’den sonra bu politikalar terk edilmiş, genişlemeci para ve maliye politikaları uygulanmıştır. Yüksek büyüme rakamları tutturabilmek için, iç ve dış kaynaklara baş vurulmuş, iç talep genişlemesine izin verilmiştir. Marjinal tüketim eğilimi artmıştır.

Altyapı yatırımları artmıştır, KİT zararları artmıştır, Destekleme alımları artmıştır, Destekleme alımlarının artması nedeniyle TMO zarar etmiş, (1950-60 arasında toplam 312.3 milyon TL) ve bu zararlar Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır, Diğer KİT zararları da Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır,

KİT’lerin zarar etmesini önlemek için KİT ürünlerine yüklü zamlar yapılmış, bu da enflasyonu artırmıştır, Destekleme alımlarında yüksek taban fiyat belirlenmesi, TMO’nun zarar etmesi ve bu zararların da MB kaynaklarından karşılanması, enflasyonun daha da artmasına yol açmıştır. -- 1950-53 döneminde toplam krediler içinde kamunun payı %10.6 iken özel kesimin payı %89.4’tür.

1954-60 döneminde kamunun toplam krediler içindeki payı artmış ve %21 1954-60 döneminde kamunun toplam krediler içindeki payı artmış ve %21.5 olmuştur. 1950-53 döneminde kamunun aldığı kredilerin sadece %4.7’si KİT’lere giderken, 1954-60 döneminde KİT’lerin payı %49.4’e ulaşmıştır. Bu artış KİT zararlarının banka kredileri ile karşılanmak istenmesinden kaynaklanmıştır.

Bu dönemde bankacılık sistemine kamu hakimdir. Bankacılık sistemi etkin çalışmamaktadır ve hizmet maliyeti yüksektir. -- Devletin ekonomiye müdahalesini küçültmeyi vaat eden hükümet bunu başaramamış, özel kesim üretimi iç talebi karşılayamadığı için yeni KİT’ler kurulmuştur.

Örneğin şeker, çimento, demir çelik tesisleri kurmak için devlet bütçesinden pay ayrılmıştır. Yeni KİT’lerin kurulması kamu harcamalarının artmasına neden olmuştur. Kamu harcamaları 1950-60 aralığında %606 oranında artmış ve 1682.3 milyon TL’den 10190.4 milyon TL’ye yükselmiştir. Kamu harcamalarının GSMH’ye oranı sürekli artmıştır. Dönem ortalaması %21.4’tür.

Kamu gelirleri ise kamu harcamalarından daha az artmıştır. 1952’den sonra bütçe açıkları sürekli olarak büyümüştür. 1950-60 aralığında toplam 15392.9 milyon TL kamu açığı oluşmuştur. Kamu gelirlerinin kamu harcamalarını karşılama oranı %70’dir. Bütçe açıkları MB kaynaklarından ve iç borçlanma yoluyla finanse edilmiştir.

Vergi sistemi (bugün de olduğu gibi) etkin değildi. Bu dönemde artan oranlı vergi uygulamasına geçilmek istenmiş, ancak bu başarılamamıştır. Vergi tabanı oldukça küçüktür. 1955 yılı rakamlarına göre, vergilendirilebilir gelirin %29’unu kazanan ücretli ve maaşlılar, vasıtasız vergilerin %40’ını öderken,

Vergilendirilebilir gelirin %24’ünü kazanan zengin çiftçiler ve toprak ağaları vasıtasız vergilerin sadece %2’sini ödemişlerdir. 1950-60 döneminde kamu gelirlerinin %72’si vergilerden, %11.2’si tekel kazançlarından oluşmuştur. Vergi gelirlerinin %40.3’ü vasıtasız vergilerden oluşurken, %57’si vasıtalı vergiler, gümrük vergisi ve harçlardan oluşmaktadır.

Mevcut vergi sistemi, ne devletin ihtiyacı olan geliri temini etmiş ne de vergi sonrası gelir dağılımında adaleti tesis etmiştir. 1950-60 döneminde kamu harcamaları kamu gelirlerini %29.3 oranında aşmış, bu açık MB kaynaklarından karşılanmıştır. -- 1949-60 döneminde emisyon 3.1 kat, banka mevduatları 4.4 kat, banka kredileri 4.1 kat artmıştır.

Parasal büyüme bu kadar büyükken, GSMH artışı sadece sadece 1 Parasal büyüme bu kadar büyükken, GSMH artışı sadece sadece 1.8 kat olmuştur. Parasal büyüme ile reel büyüme arasındaki bu fark doğal olarak enflasyonist baskı yaratmıştır. 1951-53 döneminde enflasyon %2.9’tur. 1954-56’da %11.7 1957-59’da %17.8 olmuştur. En yüksek yıllık enflasyon 1959’da %19.5 ve 1957’de %18.7 rakamlarıdır.

1958 İstikrar Önlemleri’nin uygulanması sonucu, 1960 yılı enflasyon oranı %5.3’e düşmüştür. Bu dönemdeki enflasyon üzerinde hiç şüphesiz para arzı artışlarının etkisi vardır. Ama tek neden tabii ki bu değildir. GSMH’deki düşük reel büyüme ve ithalattaki tıkanıklıklar da enflasyona neden olmuştur. Örneğin dönemin ilk yıllarında para arzı %16.5 oranında artmış olmasına rağmen, GSMH artışı %11’in üstünde olduğu için ve ithalatta tıkanıklık yaşanmadığı için enflasyon sadece %5.4 civarında kalmıştır.

1954’ten sonra GSMH artışı yavaşlamış, ithalatta tıkanıklıklar ortaya çıkmış, buna rağmen parasal büyüme sürmüştür. Bu da enflasyonun hız kazanmasına yol açmıştır. Enflasyonla mücadele konusunda 1958 yılına kadar sadece fiyat kontrolleri uygulanmıştır. Oysa asıl çözüm para arzını kontrol etmektir. 1958 İstikrar Önlemleri’nden sonra, para arzı ve banka kredileri kontrol altına alınmış, KİT ürünlerine zam yapılarak zarar etmeleri önlenmiş, dış kredi alınıp ithalattaki tıkanıklıklar aşılmış ve böylece enflasyon yeniden kontrol altına alınmıştır.