Dinlerin tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu ve her dinin farklı dönemlerde değişik toplumlarca farklı anlaşıldığını ve yaşandığını söyleyebiliriz. Diğer dinlerde olduğu gibi İslam tarihinde de birbirinden farklı din anlayışları ve yorumları ortaya çıkmıştır.
Mezhepler dinin anlaşılma biçimleri ile ilgili farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan beşeri oluşumlardır.
Mezhepler, *Sosyal değişme olgusu çerçevesinde, *Sosyo-politik, *Kültürel ve coğrafi ortamın özelliklerine göre şekillenmiştir.
Hz. Muhammed’in sağlığında sadece Müslüman insan vardı Hz. Muhammed’in sağlığında sadece Müslüman insan vardı. Herhangi bir mezhep, tarikat, cemaat ya da din anlayışını merkeze alan bir zümreleşme bir örgütlenme yoktu. Sonradan vücut bulmuş mezheplerin doğuşuna etki eden faktörler şunlardır:
Sosyal değişme ve hızlı kültür değişimi Siyasi sebepler İnsan faktörü Sosyal değişme ve hızlı kültür değişimi Siyasi sebepler Hilafet-imamet tartışmaları Hz. Osman dönemindeki Fitne Olayları Ali-Muaviye mücadelesi İslam’ın insana tanıdığı düşünce özgürlüğü ve Kuran’ın bazı özellikleri İslam’ın geniş coğrafyaya yayılması ve farklı kültür-medeniyetlerin etkisi.
“Hiçbir kültür ölmez, başka kültür ve medeniyetlerde farklı biçimlerde tekrar ortaya çıkarlar”
Bir düşüncenin mezhep olabilmesi için; Kelam ilminin ana konularından birkaçında farklı bir teoloji ortaya koyması gerekir. Ortaya koyduğu teoloji veya nazariyeyi ele alan temel eserler ortaya koyması gerekir. Ortaya konulan siyasî veya kelamî nazariyenin sadece eserlerde kalmayıp, bir toplum tarafından benimsenmesi gerekir.
Ortaya çıkan ilk mezhep Hariciliktir Ortaya çıkan ilk mezhep Hariciliktir. Daha sonra Mürcie, Şia, Mutezile gibi itikadı yönü ağır basan mezhepler oluşmuştur.
Fıkhî mezheplerin oluşumu ise H. II Fıkhî mezheplerin oluşumu ise H. II. Asır ve daha sonralarına rastlamaktadır.
Ehl-i Sünnet ise Haricilik, Mürcie, Şia ve Mutezile gibi büyük mezheplerin görüşlerini sistemleştirip Müslümanların çoğunluğundan farklı olduklarına inanıp, farklı oldukları hususları açıkça ortaya koymalarından sonra, geride kalan ancak çoğunluğu teşkil eden Müslümanların görüş ve düşüncelerini sistemli bir biçimde ifade edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Bütün mezhepler hangi zaman diliminde ortaya çıkmış olursa olsunlar “Fırkayı Naciye” yani “Kurtuluşa Ermiş Fırka” olduklarını kanıtlayabilmek için Hz. Muhammed’in yaşadığı zaman dilimiyle bir bağ kurma yoluna gitmişler, ilkelerini Kuran’la temellendirmek istemişlerdir.
Mezheplerin ana ilkelerini Kuran’la temellendirmek istemeleri, bütünüyle sosyal içerikli bazı hususların din gibi telakki edilmesine yol açmıştır.
“Hiçbir mezhep veya din anlayışı, mutlak doğru veya mutlak yanlış değildir”.
Peygamberden sonra vahiy kapısı kapanmış olduğu için, hiç kimsenin genel geçer nitelikli, doğruluğu tartışılamayacak, Allah katından gelen özel bilgi sahibi olduğunu iddia etme hakkı İslami açıdan mümkün değildir. (Bu mezhep imamı, tarikat veya cemaat lideri olabilir)
İslam tarihi boyunca ortaya çıkan her mezhep, kendisinin İslam’ı en iyi temsil eden, en doğru, en sahih mezhep olduğunu iddia etmiştir. İnsanlar kendi mezheplerini ön plana çıkartabilmek için diğer mezhepleri kötülemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Öyle ki mezheplerin lehine ve aleyhine hadisler uydurulmuştur.
Her mezhep mensubu kendilerinin hak mezhep, diğerlerinin de batıl mezhep olduğuna inanmıştır. Hâlbuki Kuran ilkelerine ters düşmeyen mezheplerin, isimleri, görüş ve düşünceleri ne olursa olsun, İslam dairesi dışına itilmesi İslam’a uygun bir davranış biçimi değildir.
“Bir mezhebin hak veya batıl olduğunun tek ölçüsü Kuran-ı Kerim’dir”.
“Mezhepler dönemin şartlarına göre ve insanların o günkü ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir”
“Mezhepler dönemin şartlarına göre ve insanların o günkü ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir”
İslam’da vücut bulmuş mezhepler, esas itibariyle Müslümanların İslam’ı her çağda en iyi şekilde anlamak ve yaşamak arzularının doğal sonucudur. Ne var ki bir zenginlik belirtisi olan din anlayışındaki farklılaşmaların zaman içinde kumsallaşması ve statik nitelik kazanması hem din anlayışını dondurmuş hem de mezhepler dinin bir takım fonksiyonlarını üstlenmiştir.
Büyük mezhep imamlarının hiç birisi başlangıçta bir mezhep kurucusu olarak ortaya çıkmış değildir.
Her Müslüman’ın her zaman İslam’ı en iyi şekilde anlama ve yaşama hakkı vardır. İslam, hiçbir kimsenin ya da hiçbir mezhebin veya cemaatin tekelinde değildir.
Din insan için gelmiştir, bir amaç değil araçtır Din insan için gelmiştir, bir amaç değil araçtır. Amaç insanın insanlığını en iyi şekilde gerçekleştirmesi, gerçek saadeti hak etmesidir.
Tarihi akış içerisinde Müslümanlar İslam’ın evrensel ilkelerini esas alarak, içinde yaşadıkları zaman dilimine göre, vahyi öze uygun anlayış biçimi geliştirmeye çalışacakları yerde, hayatın bütün ayrıntılarını bir anlamda dinleştirmişlerdir.
Bugün karşımızda 14 asırlık İslamî nitelikte beşer ürünü olan muazzam bir birikim bizleri beklemektedir. Geçmişi iyi anladığımız ve geleceğe neleri taşıyacağımızı bilmediğimiz zaman bizim geleceğimizi şimdi olduğu gibi geçmiş ve dış faktörler belirlemeye başlar.
Geçmişi anlamayan ve sağlıklı bir şekilde değerlendirmeyen kimseler onu olduğu gibi geleceğe taşımak isterler.
Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre, din anlayışında özgün bir boyut kaçınılmazdır. Üstelik bu özgün boyut sevgi, saygı ve hoşgörü ortamında muazzam bir zenginlik sağlayabilir.
İnsanın sosyal bir varlık oluşundan kaynaklanan doğal örgütlenme arzusu, siyaset, ekonomi, sosyal değişme kısaca insanın yapısından ve içinde yaşadığı koşullardan kaynaklanan birtakım sebepler, farklılaşmayla başlayan süreci kurumlaşma aşamasına doğru sürüklemektedir. Sonuçta yüzlerce mezhep ortaya çıkmaktadır.
“Hiçbir mezhebin görüşlerinin insanlık için kıyamete kadar geçerli olduğunu ve İslam’ı bütün yönleriyle temsil ettiği iddiasında bulunması ve kendini İslam’la özdeşleştirmesi doğru değildir”.
Mezhepler dinin anlaşılma biçimleriyle ilgili tezahürler olduğu için her ne sebeple olursa olsun mezhep ve din kavramlarının özdeşleştirilmesi mümkün değildir.
İslam dini ilahi bir dindir İslam dini ilahi bir dindir. İslam’ın anlaşılması planında ortaya çıkan her türlü oluşum insan ürünüdür, beşeridir. Hz. Peygamberin vefatını müteakip ortaya çıkan dini nitelik taşıyan bütün oluşumlar İslam’ın anlaşılma biçimleridir.
Bütünüyle beşeri olan oluşumların İslam’la özdeşleştirilmesi hem İslam’ın evrenselliğine hem de insan gerçeğine aykırıdır. Artık dinin anlaşılma biçimleri söz konusudur. İnsanlar içinde bulundukları ortama göre, bilgi birikimlerine göre, Kur’an’ın öngördüğü istikamette İslam’ı anlamaya ve yaşamaya çalışmak durumundadır.
Beşeri nitelik taşıyan bütün olgu ve oluşumlar tabiatı gereği her türlü tahlil ve tenkide açık olacağı için her ne sebeple olursa olsun dinin anlaşılma biçimlerinin din gibi mütalâa edilmesi geleneğin din haline getirilmesi dinin etkinlik alanının daralması anlamına gelecektir.
İslam’ın bir din olarak teşekkülü Hz İslam’ın bir din olarak teşekkülü Hz. Muhammet’in yaklaşık 23 yıl süren peygamberlik dönemiyle sınırlıdır. Hz. Peygamber vahiy ve aklı birlikte etkin kılarak İslam’ın anlaşılması ve sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi konusunda sağlam bir model ortaya koymuştur.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlara düşen bu sağlam modelden yararlanarak vahyi eksen alarak zamana ve zemine en uygun insan fıtratıyla çelişmeyen sağlıklı din anlayışına ulaşmaktır.
Kuran’ın inanç noktasında kurumsallaşmaya pek sıcak bakmadığı, her insanın aklıyla ve hür iradesiyle imana ulaşacağını, hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenemeyeceğini ısrarla belirtmektedir.
Bir kimse Allah’a, Ahiret gününe, Hz Bir kimse Allah’a, Ahiret gününe, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanıyorsa İslam dairesi içerisindedir.
Hiçbir kimse bir kimsenin Müslüman olup olmadığını belirleme hakkına da sahip değildir. İslam dini bireysel kurtuluşu esas alır. İslam’ın Kuran’da belirtilen temel ilkelerine inanan her insan hangi mezhepten olursa olsun İslam dairesi içerisindedir.
“Bir konunun inanç esası olabilmesi için Kuran’da açıkça yer alması gerekir”
İnsan sürekli oluş halinde bir varlıktır İnsan sürekli oluş halinde bir varlıktır. İnsan her an yeni bir insandır. Bu oluş süreci hem fizyolojik hem de ruhsaldır. Sürekli değişen bireylerin oluşturduğu toplumda sürekli yenilenmektedir.
Birey olarak da toplumsal olarak da sürekli bir değişme ve yenilenme söz konusudur. Bu değişme süreci içerisinde ister istemez din anlayışı da değişmekte, öne çıkan öğeler zamana zemine göre farklılıklar arz etmektedir.
“İnsanlar kendi mizaç ve tabiatlarına uygun dini hareketlere yönelirler” Bu sebeple Müslümanlar, Tepkisel-kapilevi, Akılcı-hadari, Gelenekselci-muhafazakar, İnzivacı-Keşifci, Politik-karizmattik liderci din anlayışları geliştirmişlerdir.
Her insan yaradılış itibarıyla “tek”tir Her insan yaradılış itibarıyla “tek”tir. Her insan başlı başına bir dünyadır. Bu sebeple insanların din olgusu konusunda farklı anlayışlara ve tutumlara ulaşmalarının kaçınılmaz olduğu söylenebilir. İnsanların birey olarak tekliği herkesin eşyayı, olgu ve olayları öncelikle kendi acısından görmesi sonucunu doğurmaktadır.
Görüş, düşünce ve kanaatler, her insanın yeteneklerine, bilgi birikimine, içinde yetiştiği ortama ve kapasitesine göre değişmektedir.
İşin içine dinin inanç boyutu girdiği zaman farklılaşmalar, kendiliğinden bir kat daha olacaktır. Çünkü inanç alanının görünen kısmı yani başkalarıyla ortak olan yönü çok azdır. Her insan sadece kendisi inanır, inancının niteliğini derinlemesine kendisi bilir.
Kuran ısrarla insanın düşünmesini, aklını kullanmasını, ibret almasını istemektedir. Düşünen insan ister istemez farklı görüşlere farklı değerlendirmelere gidecektir. İslam hiçbir alanda insan düşüncesine ket vurmamıştır. İnsanın olduğu her yerde akıl ön planda olmak durumundadır.
Kur’an din anlayışındaki farklılaşmaların bir zenginlik belirtisi olarak kabul edilmesini istemektedir. Ancak bunların kurumlaşarak düşünce gelenekleri oluşturmasını “atalarının dini zihniyeti” adı altında şiddetle eleştirmektedir.
Vahyin muhatabı vahyi anlayacak olan akıldır Vahyin muhatabı vahyi anlayacak olan akıldır. İslam’ın akıllı insanları sorumlu tutması boşuna değildir. Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre her insanın farklı düşünmesi, farklı din anlayışına sahip olması normaldir.
Bir başka üzerinde durulması gereken husus ise Kuranın siyasi meseleleri insana bırakmış olmasıdır.
Kuran siyasi meselelerle ilgili olarak, evrensel nitelik taşıyan genel ilkelerin dışında herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir.
Bu genel ilkeler; İşlerin ehline verilmesi, İnsanlar arasında adaletle hükmedilmesi, Allah’a, peygambere ve mümin emirlere itaat edilmesi, Bilinmeyen şeyin peşine düşülmemesi, Şura sisteminin oluşturulması, şeklinde sıralanabilir.
Kuran, insanı ilgilendiren siyasi sorumluluğu temel ilkeleri vererek insana bırakmıştır.
“Bizler tek bir din olan İslam’ın onlarca farklı yorumu ve anlayış biçimi ile karşı karşıyayız”.
İslam dünyasındaki farklı din anlayışları, mutlaklık iddiasında bulunmadığı ve kendisini İslam’ın temsilcisi başkalarını “öteki” olarak görmediği sürece bir zenginlik olarak kabul edile bilinir.
İslam’da temel haklar kolektif varlıklara değil ferde, bireye verilmiştir. Kişiye verilen haklardan biri de dini anlama, yaşama ve inanma hakkıdır.
MEHMET AKİF’DEN “Böyle gördük dedemizden” sözü dinen merdut Acaba saha-i tatbiki neden na-mahdud? Çünkü biz bilmiyoruz dini, evet bilseydik Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun Onun hesabına birçok hurafe uydurdun Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
“Kadermiş” öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru Belanı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de Yoksa bir maksat aranmaz mı ayetlerde Lafzı muhkem yalnız anlaşılan kur’an’ın Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına İnmemiştir hele Kur’an hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.
Kıyam-ı haşre kadar içtihat eder ulema Evet, şeriatı mevcut olunca insanda Ne kaldı men edecek içtihadı meydanda İlelebet yetişir müçtehit bu ümmetten Şu var ki; çıkmalı ferda-yı nura zulmetten.
Sonuç olarak; Müslümanlar Kuran’a rağmen, uzlaşmaz kamplara ayrılmaları bilmeye, anlamaya dayalı bir ayrılık değildir. Bilen insanların uzlaşmaları her zaman daha kolay olur.
Kuran’ın Allah kelamı olduğuna inanan Müslümanlar, “dinler arası diyalog” un yoğun bir biçimde propagandası yapıldığı günümüzde kendi aralarında pekâlâ diyalog yapabilir ve uzlaşılabilecek ortak zeminleri kolayca bulabilirler.
Artık entelektüel düzeyde “mezhepler üstü düşünme” zamanı da gelmiştir, diyebiliriz. SAYGILARIMLA.