YİTİRDİM YUSUF’U KEN’AN İLİNDE… YUSUF BULUNUR, KEN’AN BULUNMAZ”
Ne çok şey değişti! İklimden iklime…. Devirden devire… Yıldan yıla … Babadan çocuğa… Çok şey değişti. Değişimin gücü inanılmazdı ve insanı avuçlarının arasında çevirdi durdu. Bir devirden öbürüne, bir iklimden diğerine, bir medeniyetten bir başkasına, bir çağdan bir çağa, babadan çocuğa… Yıldan yıla… Ne çok şey değişti.
Oysa sıla yerli yerinde, gurbet karlı dağın ardında kaldı hep Sıla ana kucağı, yarin göğsü, tüten ocak, güven. Sıla ! Asıl vatan… Gurbet dağların ardı, çöllerin ötesi, şehirlerin en güzeli… Ama “sıla” yerliyerinde durdu hep, “gurbet” de karlıdağın ardında. Sıla anakucağı idi, sıla yârin göğsü, sıla cennet pınarı… Tüten ocak, gülen çocuk, sıcak döşek… Bir güven tütsüsü, varoluş
Gurbet okun düştüğü yerdi, sıla oku savuranın durduğu yer Sıla değişmeden duran sığınılan liman, gurbet gel gel edip kaçan… Gurbet okun düştüğü yerdi. Oku savuranın durduğu yer sıla. Savrulan okun arandığı her yerdi gurbet. Dağların ardı, çöllerin ötesi, şehirlerin en güzeli, içimizin pırpırı… Sıla değişmeden duran, sığınılan limandı… Gurbet gel gel edip de kaçan…
Şimdi bu devir, bu iklim, bu çağ… “anlam göçleri” çağı Değişimin büyüsü kabusa dönüştü …gerçeklik artık bir karabasan… Ama bu devir… Bu iklim… Bu medeniyet… Bu çağ “anlam göçleri” çağı. Değişimin büyüsü kâbusa dönüştü bu çağda. Çünkü “anlam dünyası” değişti. Yayılan, saçılan anlamların bizi getirdiği bu dünyadaki gerçeklik, bir karabasan gibi.
“aidiyet duygumuz, dilimiz ve içimizde taşıdığımız mitler hala varlıklarını koruyor; ancak bunlar artık hayatlarımızın anlamını garanti etme kapasitesine sahip olan “kökenler” ya da “otantiklik” işaretleri değiller”. Chambers 1995
“kabuk kurumlar” ulus, aile, çalışma, gelenek, doğa… aynı adla anılsalar da farklı bir anlamla yüklüler Giddens 1999 Giddens’ın (1999) “kabuk kurumlarına” dönüştü ulus, aile, çalışma, gelenek, doğa gibi kavramlar. Aynı adla anılsalar da içlerindeki karakterler değişmiş, geçmiştekinden farklı bir anlamla yüklenmiş durumdalar.
Oysa nasıl da yerli yerinde idi her şey daha önce
“gurbette olmak” belirsizliği, riski, yabancılık duygusu ile bizi tehdit edici bir ortamda yapayalnız bıraksa da; umudu, yeniyi, farklıyı ufkumuza getiriyordu “Gurbette olmak” arzularıyla, beklentileriyle umudu, yeniyi, farklıyı ufkumuza getiriyordu; her ne kadar belirsizliği, riski, yabancılık, yurtsuzluk duygusu ile bizi tehdit edici bir ortamda, yapayalnız bıraksa da.
Bildiğimiz tanıdığımız bir dünyaya, sılaya, “var kalımımıza” güven ipi ile bağlanırken; yeniye, farklıya, değişime yönelerek gelişme olanağı buluyorduk İnsanoğlu, bildik tanıdık bir dünyaya, sılaya, “var kalımına” güven ipi ile kendisini bağlarken, yeniye farklıya, değişime yönelerek kendini geliştirme olanağı buluyordu.
Gurbet- sıla ikilemi sağlıklı bir gelişme,olgulaşma süreciydi Bu sarmalın içinde belirli bir hızda yolculuk ediyorduk İnsan olmanın hazzını yaşayacak hızda Sağlıklı bir gelişme, olgunlaşma süreciydi bu gurbet-sıla ikilemi. İnsan bu morfogenezis-morfostazis sarmalının içinde belirli bir hızda yolculuk ediyordu. Tam da insan olmanın hazzını yaşayacak hızda. “
Morfostazisin rahatlığı ve güvenliğinde yeni iklimlere yol alıyorduk Risk sözcüğü “cesaret” duygusundan köken alıyor, heyecan ve macera için enerji sağlıyordu Riskle güven birbirini tamamlıyordu Morfostazisin” rahatlığı ve güvenliğinde topladığı güçle “yeni diyarlara, yeni iklimlere” yol alabiliyordu. Risk sözcüğünün köken aldığı “cesaret” duygusu, heyecan ve macera için enerji sağlıyordu (Giddens 1999). Riskle güven birbirini tamamlıyordu
Artık ne zaman ne de mekanımız var morfostazisi sağlayacak “yere sağlam bastığımızı” sandığımız anlarda, yer ayaklarımızın altından kaymakta Ne var ki günümüz insanının morfostazisi sağlayacak ne zamanı, ne de mekanı kaldı. Zamanla mekanın bağları kopalı aynı yerde kalmamız olanaksızlaştı artık. “Yere sağlam bastığımızı” sandığımız anlarda bile “yer ayaklarımızın altından” kaymakta.
“özgür, otonom, bağımsız bireyler” olduk Gelenekleri yitirerek, Sıladaki anlamları terk edip, “gurbetin yeni anlamlarını” iç dünyamıza taşıyalı beri “her yerin yabancısıyız” artık “özgür, otonom, bağımsız bireyler” olduk Gelenekleri yitirerek, “eylem özgürlüğüne” kavuştuk Giddens 1999 Sılayı, sıladaki anlamları terk edip, “gurbetin yeni anlamlarını” iç dünyamıza taşıdığımızdan beri “her yerin yabancısıyız” artık. Küreselleşen dünyanın akımlarıyla “özgür, otonom ve bağımsız bireylere” dönüştük. Yaşamın sürekliliğini ve biçimini veren gelenekleri yitirdikçe “eylem özgürlüğüne” kavuştuk (Giddens 1999).
Bağsız, yersiz, yurtsuz kalmanın dehşetine kapıldık Ayıldığımızda fark ettik “sıla”mızı kaybettiğimizi, dönülecek evimiz olmadığını Bağsız, yersiz, yurtsuz kalmanın dehşetine kapıldık Ne var ki bu “özgürlük” sarhoşluğundan ayıldığımızda “sıla”mızı kaybettiğimizi, artık dönülecek evimiz olmadığını farkettik. “Bağsız, yersiz ve yurtsuz” kalmanın “dehşetine” kapıldık. Boşluk ve hiçlik düşüncesinin, belirsizliğin, hiçbir şeyin bilinemezliğinin yarattığı bu “dehşet duygusu” ile baş etmek için çareler geliştirdik.
Doğa ve gelenek bitti! …ve yaşamımızı sürdürdüğümüz usulleri yeniden yapılandırmak durumunda kaldık Doğanın ve geleneğin bitmesinden sonra yaşamımızı sürdürdüğümüz usulleri yeniden yapılandırmak durumunda kaldık (Giddens 1999).
Yaşamımıza “bildik bir düzen” getirmeye çalıştık Ya bilebileceğimiz yeni şeyler yarattık, ya da bildik eski şeylere sığındık Çalışmak, egzersiz yapmak, yemek yemek hatta aşık olmayı alışkanlıklara dönüştürdük “Ancak bir şeyin bilinmesiyle dünyanın bilinebileceği” paradoksuna yakalandık(Rotman 1987). Ya bilebileceğimiz yeni şeyler yarattık ya da bildik eski şeylere sığındık. Kimimiz toplumsal geleneklerin yerini bireysel alışkanlıklarla doldurmaya, yaşamımıza “bildik bir düzen” getirmeye çalıştık. Çalışmayı, eksersiz yapmayı, yemek yemeyi, aşık olmayı bile alışkanlıklara dönüştürdük(Giddens 1999).
“hiçbir şeyin net olmadığı, belirsizliğin hüküm sürdüğü bu kaos ortamında etnisite, köktendincilik ve milliyetçilik gibi yapılanmalara “sıla” niyetine sarıldık “ Chambers 1995 Kimimiz ise “hiçbir şeyin net olmadığı, belirsizliğin hüküm sürdüğü bu kaos ortamında etnisite, köktendincilik ve milliyetçilik gibi yapılanmalara “sıla” niyetine sarıldık (Chambers 1995).
Geçmişin düşünce ve davranış biçimlerini tekrarlayarak, geçmişin duygu iklimini yeniden yaratabiliriz sandık. Geçmişle kurulan ilişkinin her daim yeniden yapılandırıldığı gerçeğini dikkate almadık… Assmann 1997 Geçmişin duygu iklimini, geçmişin düşünce ve davranış biçimlerini tekrarlayarak yeniden yaratacağımızı sandık. Geçmişle kurulan ilişkinin, her uyaranla değişikliğe uğrayan bilinç aracılığı ile her daim yeniden yapılandırıldığı gerçeğini (Assmann 1997) dikkate almadık.
Hızla değişen anlamların dünyayı algılama ve tepki verme biçimlerimizi şekillendirdiğini göz ardı ettik. Özümsenmeden yüzeyde yaşanan anlamların, yapay, abartılı, yadırgatıcı tepkilerle sonuçlandığını hesaba katmadık Hızla değişen anlamların daha biz özümsemeden zihinlerimize sızdığını, kaçınılmaz bir şekilde dünyayı algılama ve tepki verme biçimlerimizi şekillendirdiğini göz ardı ettik. Özümsenmeden yüzeyde yaşanan anlamların, derindeki çağrışımlarıyla, duygularla buluşmadığı için yapay, abartılı, yadırgatıcı tepkilerle sonuçlandığını hesaba katmadık
Şimdi geçmişte hoşgörü ve sıcak bir kabulle karşıladıklarımızı, öfke ve nefretle karşılar olduk Yitirdiğimiz Yusuf’u bulsak da, Ken’an ilinin, eski Ken’an olmadığını fark etmedik bile.
Oysa nice oldu sılayı kaybedeli… …risk “tehlike” ye dönüşeli …kendi yarattığımız riskler dışardan gelenlerden daha tehlikeli olalı… Giddens 1999 Oysa nice oldu sılayı kaybedeli. Kendimizi güvende hissetmeyeli, tehditlere açık hale geleli. Risk “tehlike”ye dönüşeli, kendi yarattığımız riskler dışarıdan gelenlerden daha tehlikeli olalı (Giddens 1999).
Ken’an ili tehlikeli bir yer oldu, şiddet varlığını daha çok hissettirmekte Antisosyal özellikler kişiliklere, radikal özellikler kimliklere damgasını vurmakta… “Kenan” ili tehlikeli bir yer olalı beri şiddet varlığını daha çok hissettirmekte. Antisosyal özellikler kişilik yapılanmasına, radikal özellikler kimliklere damgasını vurmakta
Kenan ili baba ocağında, ana kucağında hissettiğimiz , kaybetmememiz gereken sığınaktı… Giderek parçalara ayrılan dünyayı, zihinlerimizi birleştirecek sihirli bir tutkaldı “Kenan” ili kültürel biçimlendirmeyi aşan yapısıyla kaybetmememiz gereken bir sığınaktı. Kendimizi baba ocağında, ana kucağında olduğu gibi güvende hissettiren bir duygu iklimiydi. Sıcak bir karşılama beklentisiydi. Giderek parçalara ayrılan dünyayı ve zihinlerimizi birleştirecek sihirli bir tutkaldı.
Sılanın olmadığı bir dünyada yaşayabilir miyiz ? Uğruna ölünecek bir şey kalmazsa, yaşamın anlamı kalacak mı? Giddens 1999