Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

TEFSİR DERSİ METİN NOTLARI

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "TEFSİR DERSİ METİN NOTLARI"— Sunum transkripti:

1

2 TEFSİR DERSİ METİN NOTLARI
GÜLÇİÇEK HATUN KIZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ TEFSİR DERSİ METİN NOTLARI İSRA SÛRESİNİN ÂYETLERİNİN TEFSİRİ

3 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا (22) وَقَضى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا (23) وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا (24) رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابينَ غَفُورًا (25) وَاتِ ذَا الْقُرْبى حَقَّهُ وَالْمِسْكينَ وَابْنَ السَّبيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذيرًا (26) اِنَّ الْمُبَذِّرينَ كَانُوا اِخْوَانَ الشَّيَاطينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه كَفُورًا (27) وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلًا مَيْسُورًا (28) وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا (29) اِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه خَبيرًا بَصيرًا (30) وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْأً كَبيرًا (31) وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبيلًا (32) وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتى حَرَّمَ اللّهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَنْ قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّه سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِفْ فِى الْقَتْلِ اِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا (33) وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتيمِ اِلَّا بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ حَتّى يَبْلُغَ اَشُدَّهُ وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلًا (34) وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقيمِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا (35) وَلَا تَقْفُ مَالَيْسَ لَكَ بِه عِلْمٌ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُلًا (36) وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ الْاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا (37) كُلُّ ذلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا (38) ذلِكَ مِمَّا اَوْحى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ فَتُلْقى فى جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا (39)

4 İSRA SÛRESİNİN 23. ÂYETİNİN TEFSİRİ
وَقَضى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا. 23-"Rabbin, “Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererse onlara "öf (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel söz söyle. (İsra,23)

5 BU AYETDE GEÇEN KELİMELER
قَضىَ : Hükmetti, Emretti; اِيَّاهُ : Ancak ona; يَبْلُغَنَّ : Ererse,Ulaşırsa; اَلَّا تَعْبُدُوا : Kulluk etmeyin; بِالْوَالِدَيْنِ:Anne Babaya; اَلْكِبَرَ : İhtiyarlığa; كِلَاهُمَا : Her ikisi; فَلَا تَقُلْ :Deme, Söyleme; وَقُلْ لَهُمَا :Ve onlara söyle; اُفٍّ: Yazıklar olsun, Yeter artık, Yuh, Canımı sıkıyorsun, Rahatsız ediyorsun, Sinirlendiriyorsun; لَا تَنْهَرْ : Azarlama; قَوْلًا كَرِيماً : Çok güzel söz.

6 Anne babaya iyilik hakkında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur
Anne babaya iyilik hakkında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlar­dan birisini Tirmizî ve Hâkim, Ebu Hureyre ile Enes (r.a.)'ten rivayet etmekte­dirler. Buna göre Rasulullah (s.a.v.) minbere çıktı, sonra üç defa "Âmin, âmin, âmin" dedi. "Ey Allah'ın Rasûlü, ne diye âmin dedin?" diye sorulunca şöyle dedi: "Bana Cebrail geldi ve Ey Muhammed, dedi. "Yanında adın anıldığı halde sana salatü selâm getirmeyenin burnu yere sürtünsün: Âmin de," dedi ben de âmin dedim. Sonra: "Ramazan ayına erişip de Ramazan ayı çıkıp gittiği halde kendisine mağfiret olunmayanın burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi; ben de âmin dedim. Sonra; "Anne babasına yahut onlardan birisine yetişip de bu durumun kendisini cennete sokmadığı kişinin de burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi ben de âmin dedim."

7 Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün." Kimin ey Allah'ın Rasûlü? Diye sorulunca şöyle dedi: "Anne babasından birisinin yahut da ikisinin yaşlılığına yetişip de cennete giremeyen kimsenin."

8 İSRA SÛRESİNİN 24. ÂYETİNİN TEFSİRİ
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا 24- Onlara acıyarak tevazu kanadını indir ve "Ya Rabbi, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet eyle" de! (İsrâ. 24).

9 BU AYETDE GEÇEN KELİMELER
وَاخْفِضْ : İndir; جَنَاحَ الذُّلِّ :Tevazu kanadını; مِنَ الرَّحْمَةِ: Merhametten; اِرْحَمْهُمَا : Onlara merhamet eyle; كَمَا رَبَّيَانىِ صَغِيرًا : Beni çocukken nasıl terbiye ettilerse.

10 İSRA SÛRESİNİN 25. ÂYETİNİN TEFSİRİ
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابينَ غَفُورًا. 25- Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız, şüphesiz ki, Allah da daima kendine dönenleri cidden bağışlayıcıdır." (İsrâ. 25).

11 BU AYETDE GEÇEN KELİMELER
فِى نُفُوسِكُمْ :Sizin içlerinizdekini; اَعْلَمُ:Bilir; اِنْ تَكُونُوا :Olursanız; صَالِحينَ:İyi kimseler; فَاِنَّهُ: Şüphesiz o, Gerçekten o; لِلْاَوَّابِينَ : Daima kendine dönenleri; غَفُورًا : Cidden bağışlayıcıdır.

12 İmanın Alâmetlerinden olan şey ve onun Şartları:
Bil ki Allah Teâlâ, bir önceki ayette, iman hususunda en büyük rükün olan şeyi zikredince, bunun peşinden de imanın alâmetlerinden olan şeyi ve onun şartlarını zikretmiştir ki bunlar birkaç çeşittir:

13 ALLAH'I BİR TANIMA İnsanın, Allah'a ibâdetle meşgul olması ve Allah'tan başkasına ibadetten alabildiğince sakınması ki, işte Cenâb-ı Hakk'ın, وَقَضى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ "Rabbin, "Kendinden başkasına kulluk etmeyin..." diye hükmetti" ayetinden murad edilen de budur. Bu hususta iki bahis vardır: Allah'a ibadet etmenin farz olduğuna ve Allah'dan başkasına kulluktan men ettiğine delâlet ettiğini söylüyoruz ki, bu doğrudur. Çünkü ibâdet, sonsuz tazimi içeren bir sözdür. Sonsuz tazim ise, ancak, kendisinden sonsuz nimetlerin sudur ettiği kimseye uygun düşer. Sonsuz nimetler vermek ise, mahlûkatı var etmek, onlara hayat, kudret, şehvet ve akıl vermekten ibarettir.

14 Bütün bunları verenin ise, başkası değil, Allah Teâlâ olduğu delillerle sabittir. Bütün nimetleri veren başkası değil de Allah olunca, ibadete müstehak olan da, hiç şüphesiz başkası değil, Allah olmuş olur. Böylece, aklî delil ile de, Cenâb-ı Hakk'ın, "Rabbin."Kendinden başkasına kulluk etmeyin..."diye hükmetti" buyruğunun yerinde olduğu kesinleşir.

15 ANA-BABA HAKKI BU AYETLE İLGİLİ BİRKAÇ MESELE VARDIR.
Cenâb-ı Hak, "...Ana ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa eterlerse, onlara "Öf" (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını indir ve "Yâ Rabbî, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet eyle" de! Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız. Şüphesiz ki, Allah da daima kendine dönenleri cidden bağışlayıcıdır" buyurmuştur. BU AYETLE İLGİLİ BİRKAÇ MESELE VARDIR.

16 SIRALAMADAKİ HİKMET Allah Teâlâ, önce kendisine ibadet etmeyi emretmiş, peşinden de ana-babaya itaati emretmiştir. Kendisine ibadet etmeyi emretmesiyle ana-babaya itaati emretmesi arasındaki münasebeti birkaç yönden izah edebiliriz: Birinci Vecih: İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah Teâlâ'nın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahirî sebebi ise, onun anne-babasıdır. Böylece Cenâb-ı Hak, ilk önce pek çok sebebe tazim edilip saygı duyulmasın, bunun peşinden de zahirî sebebe tazim edilmesini emretmiştir.

17 İkinci Vecih: Mevcûd, var olan, ya kadîmdir, ya da muhdes
İkinci Vecih: Mevcûd, var olan, ya kadîmdir, ya da muhdes. Binâenaleyh, insanın, kadîm ilâh ile olan muamelesinin tazîm ve kulluk ile muhdes ile olan muamelesinin de, ona karşı şefkatini ortaya koyarak tezahür etmesi gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.v)'in اَلتَّعْظِيمُ لِاَمْرِ اللهِ وَالشَّفَقَةُ عَلَى خَلْقِ اللهِ "Allah'ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek" şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahlûk ise, ana- babadır. Çünkü onların, o insana karşı in'âm ve lütufları son derece fazladır. O halde, "Rabbin, "kendinden başkasına kulluk etmeyin..." diye hükmetti" buyruğu, Allah'ın emrine itaat edip tazîm göstermeye; "Ana ve babaya iyi muamele edin" buyruğu da, Allah'ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir.

18 EBEVEYNİN EVLAT ÜZERİNDEKİ HAKKI
Üçüncü Vecih: Nimet verene şükretmekle meşgul olmak vâcibtir. Gerçek nimet veren ise Allah Teâlâ'dır. İnsanlardan birisi de sana in'âmda bulunmuş olabilir. O halde ona da teşekkürde bulunmak gereklidir. Çünkü Hz. Peygamber, مَنْ لَمْ يَشْكُرِ النَّاسَ لَمْ يَشْكُرَ اللهَ “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez" buyurmuştur. (Tirmizi, Birr,35 (4/339); Ebu Davud, Edeb, 12 (4/255) Hâlbuki insan üzerinde, ana-babanınki kadar hiç kimsenin bir nimet ve iyiliği bulunmamaktadır. Bunu da birkaç bakımdan izah edebiliriz: 1) Çocuk, ana-babanın bir parçasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) فَاطِمَةُ بِضْعَةٌ مِنِّى "Fatıma benden bir parçadır'' buyurmuştur. 2) Ana-baba çocuğuna, alabildiğince şefkat duyar ve onların, çocuklarına her türlü iyiliği yapmadaki çaba ve gayretleri tabii bir haldir.

19 Yine onların, çocuklarına herhangi bir zarar vermekten kaçınmaları da tabii bir haldir. Bunun için, her ne zaman, ona hayır ulaştırmaya vesile olan sebepler çok ve bol; engeller de o nisbette bertaraf edilmiş olursa, hiç şüphesiz, o çocuğa sayısız iyi ve güzel şeyler ulaşmış olur. Dolayısıyla, ana babanın, çocuklar üzerindeki lütuf ve ihsanlarının, İnsanlardan başkasına ulaşan nimetlerden çok çok fazla olması gerekir. 3) İnsan, son derece zayıf ve son derece aciz olduğu o çocukluk devresinde, ana-babanın in'am ve iyilikleriyle kuşatılmıştır. Bundan dolayı o vakitte, ana-babanın muhtelif nimet ve lütufları o çocuğa ulaşmıştır. Yine, o çocuğun o vakitteki acıma duygusu ana-babaya ulaşmakta, vasıl olmaktadır. Bunun için, bu tarz üzere yapılan lütuf, in'âm ve İhsanın değerinin çok büyük olacağı malûmdur.

20 4) Bir kimsenin bir başkasına yapacağı iyilik, bazen, o kimseden göreceği iyilik münasebetiyle olabilir. Bu maksada, bazen başka gayeler de karışabilir. Hâlbuki çocuğa iyilik yapmak, sadece bu maksattan dolayı (o da bana baksın diye...) olmaz. Bunun için, bu hususta yapılan iyilik (karşılık gözetilmeksizin yapıldığı için), daha tam ve daha mükemmel olur. Böylece, hiç kimsenin, insan üzerinde, ana-babası kadar hakkının, nimetinin ve iyiliklerinin bulunmadığı kesinlik kazanmış olur. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak sözüne, yaratanın nimetine şükretmeyi emretmekle başlamıştır ki, bu O'nun, "Rabbin, "Kendinden başkasına kulluk etmeyin..." diye hükmetti" buyruğudur. Daha sonra bunun peşinden de, ana-babanın iyiliklerine teşekkürde bulunmayı getirmiştir ki, bu da O'nun, "Ana ve babaya iyi muamele edin" ayetidir. Bunun sebebi, daha önce de beyan ettiğimiz gibi, yaratan ilâhın in'âm ve lütfundan sonra, nimetlerin en büyüğünün, ana-babanın yaptığı iyilikler olmasıdır.

21 DÜNYAYA GELME ÖNEMLİ MİDİR?
Eğer şöyle denilirse ki, "Ana-baba, ancak kendi şehevî-nefsî hazlarını tatmin etmek için bunu yapmışlar ve arzulamışlardır. Bunun neticesi olarak da, çocuk bu dünyaya gelmiş ve böylece, korkular ve âfetler âleminde var olmuş olur. Bunun için, ana- babanın çocuğu üzerinde hangi in'âm ve lütfu vardır ki?"Anlatıldığına göre, hikmetle (nüktedanlığı ile) meşhur olan birisi, babasını dövüyor ve: "Beni bu kevn-u fesad (oluş ve bozulma) âlemine getiren; beni ölüme, fakirliğe, körlüğe ve kötürümlüğe maruz kılan budur" diyordu. Ebu'l-Âlâ el- Ma'arrî'ye "Kabrinin üzerine ne yazalım?" diye sorulduğunda o, Onun üzerine şunu yazın: هَذَا مَا جَنَاهُ أَبِي عَلَيَّ وَمَا جَنَيْتُ عَلَى أَحَدٍ "Bu, babamın benim aleyhimde irtikâb ettiği cinayettir! Fakat o cinayeti hiç kimse hakkında işlemedim."

22 Yine o, evlenmeme ve çoluk-çocuğu terk etme hususunda da şöyle demiştir:
وَتَرَكْتُ اَوْلاَدِى وَهُمْ فِى نِعْمَةِ الْعَدَمِ الَّتِى سَبَقَتْ نَعِيمَ الْعَاجِلِ وَلَوْ اَنَّهُمْ وُلِدُوا لَعَانَوْا شِدَّةً تَرْمِي بِهِمْ فِي مُوبِقَاتِ الْاَجِلِ “Çocuklarımı ben, bu geçici dünyanın nimetinden önce bulunan ''yokluk (el-ademu) nimeti içinde oldukları halde bırakıverdim. Şayet onlar doğsalardı, onları gelecek (ahiret) hayatının helak edici sıkıntıları içine atacak olan nice meşakkatlere katlanmak zorunda kalacaklardı?” Ancak ne var ki, çocuklarının varlık âlemine girmesinden itibaren ileri yaşlara ulaşıncaya kadar, onların her türlü hayrı o çocuklarına ulaştırıp her türlü belâyı da onlardan savuşturma hususunda gösterdikleri itina ve gayretleri, tahayyül edilebilecek her türlü hayır ve iyiliklerden daha büyük değil midir? Böylece bu şüpheler sakıt olmuş oldu. Allah en iyisini bilendir.

23 EBEVEYNE İHSAN EMRİ Cenâb-ı Hak, وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا "Ana ve babaya iyi muamele edin" buyurmuştur. Dilciler şöyle demişlerdir: "Ayetin takdirî manası, "Senin Rabbin Allah'tan başkasına ibadet etmemenize ve ana-babanıza da iyilikte bulunmanıza اَنْ تُحْسِنُوا hükmetti" şeklindedir. Veyahut da, ayetin takdirinin şöyle olduğu söylenebilir: "Rabbin, kendisinden başkasına ibadet etmemenize hükmetti. Ana- babanıza da iyilik edin وَاَحْسِنُوا Keşşaf sahibi şöyle der: بِالْوَالِدَيْنِ kelimesinin başındaki bâ harf-i Cerri’nin ihsânen lafzına taalluk etmesi caiz değildir. Çünkü masdarın mef'ûlü, kendisinden önce bulunamaz." Keşşaf, masdarın mef’ûlünün kendisinden önce bulunmasının caiz olmayacağına dair delil de zikretmemiştir.

24 Kaffâl şöyle der: fiili, bazen bâ, bazen da ilâ harf-i cerriyle müteaddit olur. Nitekim Cenâb-ı Hak da, وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا وَقَالَ يَا اَبَتِ هذَا تَاْويلُ رُءْيَاىَ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبّى حَقًّا وَقَدْ اَحْسَنَ بى اِذْ اَخْرَجَنى مِنَ السِّجْنِ وَجَاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنى وَبَيْنَ اِخْوَتى اِنَّ رَبّى لَطيفٌ لِمَا يَشَاءُ اِنَّهُ هُوَ الْعَليمُ الْحَكيمُ “Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Yusuf. 100) buyurmuştur.

25 GAYEYİ GERÇEKLEŞTİREN LAFZI UNSURLAR
Ben derim ki: Ayetin lafzı, her biri ebeveyne alabildiğince iyilik etmeyi gerektiren pek çok kaydı kapsamaktadır: a) Allah Teâlâ önceki ayette, وَمَنْ اَرَادَ الْاخِرَةَ وَسَعى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُولئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا "Kim de mü'min olarak âhireti diler, onun için bir gayretle çalışırsa, işte onların çalışmaları makbul olur." (İsra, 19) buyurmuş, bunun peşinden de, sayesinde, ahiret mutluluklarının elde edileceği amelleri kapsayan bu ayeti getirmiş, ana-babaya İtaat edip iyilikte bulunmayı da bu amellerden birisi olarak zikretmiştir ki, işte bu zikrediş, bu tâatin (ana-babaya itaatin), âhiret mutluluklarını kazandıran temel ve aslî taatlerden olduğuna delâlet eder. b) Allah Teâlâ önce tevhidi; ikinci olarak, kendisine itaati; üçüncü olarak da ana-babaya itaati emretmiştir ki, bu, ana-babaya itaatin ne denli büyük ve önemli olduğu hususunda yüce bir mertebe ve ileri bir ifadedir.

26 c) Allahu Teâlâ, وَ اِحْسَاناً بِالْوَالِدَيْنِ dememiş, tam aksine وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً buyurmuştur. Bunun için, "ana-baba" ifadesinin önce zikredilmesi, onlara alabildiğince itinâ göstermek gerektiğine delâlet eder. d) Cenâb-ı Hak, nekire olarak اِحْسَاناً buyurmuştur. Bir şeyi nekire, belirsiz getirmek, o şeyin yüceliğine (tefhîm ve tazîm) delâlet eder. Buna göre ayetin manası. "Rabbin, ana-babanıza, büyük ve mükemmel bir şekilde iyilikte bulunmanızı emretti" şeklinde olur. Bu böyledir; zira onların sana karşı olan lütuf ve iyilikleri, hadsiz bir dereceye varınca, senin de onlara yapacak olduğun lütuf ve ihsanının bu şekilde olması gerekir. Sonra, her ne olursa olsun, bu iyilikte bir denklik de bulunamaz. Çünkü onların sana olan iyilik ve lütufları, herhangi bir maksat ve gaye gözetilmeksizin yapılmıştır. Meşhur olan bir darb-ı meselde şöyle denilmektedir: "İyiliği ilk başlatanın iyiliğine denk olan bir iyilik yapılamaz."

27 اِمَّا LAFZI HAKKINDA Daha sonra Cenâb-ı Hak, اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا "Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse..." buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: BİRİNCİ MESELE اِمَّا , اِنْ ile مَا lafızlarından meydana gelmiştir. Hem اِنْ , hem de مَا lafızları şart edatıdır. Meselâ, مَا şart edatı olduğunun misali Cenâb-ı Hakk’ın مَا نَنْسَخْ مِنْ اَيَةٍ (Bakara, 106) ayetidir.

28 Bunun için, Cenâb-ı Hak bu kelimede iki şart edatını bir arada getirip zikredince, bu, şart manasını tekidi ifâde etmiştir. Ancak ne var ki, fiilin sonuna şeddeli tekîd nûnu geldiği için, cezm alâmeti gözükmemiştir. Çünkü muzari fiilin sonuna tekîd nûnu bitiştiğinde, fiil mebnî olur. Ben derim ki: Bir kimse şöyle diyebilir: "Tekîd nûnu, ancak, bahsedilen hükmün en kuvvetli bir biçimde tekîd, takrir ve isbat edilmesinin gerektiği yere uygun düşmektedir. Ancak ne var ki böyle bir tekîd buraya pek uygun düşmez.”

29 AYETTEKİ KIRAATLER Kıraat imamlarının ekserisi ayeti, اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا şeklinde okumuşlardır. Bu okuyuşa göre, يَبْلُغَنَّ fiil, اَحَدُهُمَا onun faili, اَوْ كِلَاهُمَا kelimesi de, اَحَدُهُمَا kelimesine atfedilmiş olur.

30 KİLÂ LAFZI HAKKINDA Ebu'l-Heysem er-Razî, Ebu'l-Feth el-Mavsılî ve Ebû Ali el-Cürcanî şöyle demişlerdir: "Kilâ lafzı tesniye anlamında müfred bir isim olup, bunun vezni fiil veznidir. Onun lame'l- fiili de, tıpkı, حَجِىَ (lâzım oldu, gerekli oldu), رَضِىَ (razı oldu, hoşnut oldu) fiilleri gibi illetlidir. Bu, işte bu kalıb üzere vaz' olunmuş ve kendisiyle sadece tesniyelerin tekîd edildiği bir kelimedir. Bu, devamlı muzâf olarak kullanılır.

31 YAŞLI EBEVEYNİN HAKLARI: “ÖF!” DENİLMEMESİ
Ayet-i kerimedeki يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا ifadesinin manası, "Onlar, zayıflık ve acizlik çağına ulaşırlar da, böylece senin yanında, ömürlerinin nihayetinde, tıpkı dünyaya gelişlerinin başlangıcındaki gibi... olurlarsa..." demektir. Allah Teâlâ, bu cümleyi zikredince, insana, ana-babası hakkında şu beş şeyi teklif ederek, onu bunlardan sorumlu tutmuştur: 1) Cenâb-ı Hakk'ın, فَلاَ تَقُلْ لَهُمَا اُفِّ "Onlara "öf deme..." buyruğunun ifade ettiği -husustur. Bununla ilgili birkaç mesele vardır:

32 ÜFF KELİMESİNDEKİ KIRAATLER
a). Zeccâc şöyle demektedir: اُفِّ kelimesi, yedi şekilde okunmaktadır: Fâe'l-fiilinin kesresi, dammesi ve fethasıyla (üffin, effin, iffin...). Bütün bu üç kullanılışı da, tenvinli ve tenvinsiz olarak okursan, bu durumda bu, altı çeşit okuyuş eder. (Üffin-üffi; effin-effi ve iffin-iffi). Yedinci okuyuş şekli ise, yâ ile olmak üzere اُفِّى şeklindedir."

33 b). İbn Kesir ve İbn Âmir, tenvinsiz olarak, fâ'nın fethasıyla, "üffe" şeklinde okurlarken, Nâfi ve Hafs, fâ'nın kesresi ve tenvin ile "üffin" okumuşlardır. Diğer kıraat imamları da, fâ'nın kesresi ve tenvinsiz olarak "üffi" şeklinde okumuşlardır ki, bütün bunlar değişik kullanışlardır. Aynı ihtilaf, اُفِّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ "Yuh size ve Allah'ı bırakıp taptıklarınıza!" (Enbiya, 67) ve اُفِّ لَكُمَا "Öf size... " (Ahkâf. 17) ayetlerindeki ifadede de söz konusudur.

34 ÜFF LAFZININ ANLAMI Âlimler, bu lafzın tefsiri hususunda, şu izahları yapmışlardır: a) Ferrâ şöyle der: "Araplar, "Falanca, duyduğu kokudan dolayı öflenmeye, öf demeye başladı" derler ki, bunun manası, "Öf, öf!..." dedi" demektir." b) el-Esmaî şöyle der: "Uff" kelimesi, "kulak kiri"; "tuff" kelimesi de, "tırnak kiri" anlamına gelir. Bu kelimeler, bir şeyden tiksinildiği zaman söylenilir. Daha sonra bu kelime yaygınlaşarak, Araplar bunu, eziyet duydukları her şey için kullanır oldular." c) Bazıları, bu kelimenin manasının, "kıllet, azlık" olduğunu söylemişlerdir ki bu, Arapların, "az şey" anlamında kullandıkları "efîf" tabirlerinden alınmıştır. "Tuff" kelimesi de, "İtbâ" kabilinden kullanılır. Bu, Arapların tıpkı, "Şeytânun leytânun; habîsun-nebîsun" (Şeytan meytan; kötü mötü, vb...) demeleri gibidir.

35 d) Sa'leb, İbnu'l-A'rabî'den, bu kelimenin, can sıkıntısı anlamına geldiğini söylediğini rivayet etmiştir. e) Kudbi şöyle der: "Bu kelimenin aslı şudur: Senin üzerine toprak veya kül düştüğünde, sen onu izâle etmek için, ona üflersin. O üfleme esnasında meydana gelen ses, işte senin "üf, üf..." demendir. Daha sonra Araplar bu kelimenin kullanış sahasını genişleterek, bu kelimeyi, kendilerine gelen her kötü hal sırasında söylemeye başladılar." f) Zeccâc bu kelimenin manasının, "kokmak, kokuşmak" olduğunu söylemiştir ki bu, Mücâhid'in görüşüdür. Çünkü Mücâhid, Cenâb-ı Hakk'ın فَلاَ تَقُلْ لَهُمَا اُفِّ hitabına “Onlar, sen horlarken, sen altına pislerken, senden tiksinmedikleri gibi, sen de onlardan tiksinme” manasını vermiştir. Mücahit’den gelen bir başka rivayette de, onun bu ayete “Sen onlardan, hoşuna gitmeyecek bir koku duyduğunda, sen onlara “öf” deme!” manasını verdiği zikredilmiştir.

36 1- ÖF DEMEME Bir kimsenin, “Falancaya öf deme!” sözü, onu az ya da çok olsun, dokunabilecek her türlü eziyetten korumak için getirilmiş olan bir darb-ı meseldir. Örf ehli,“Falancaya öf deme!” dediklerinde, onlar bu ifadeleriyle“ o kimseye, hiçbir eziyet ve ürkütücü şeyle sataşma…”manasını kastetmişlerdir.

37 2- AZARLAMAMA Cenâb-ı Hakk'ın, kullarını, ana-babaları hakkında mükellef tuttuğu şeylerden ikincisi, وَلاَ تَنْهَرْ هُمَا "Onları azarlama" emridir. Arapça'da, bir kimse bir kimseyi azarlayarak karşıladığında, nehere ve intehere fiilleri kullanılır. Nitekim Cenâb-ı Hak وَ اَمَّا السَّائِلَ فَلاَ تَنْهَرْ "Dilenciyi de azarlayıp kovma" (Duhâ, 10) buyurmuştu: Hak Teâlâ'nın, "Onlara "öf (bile) deme" hitabı ile insanın az veya çok canının sıkıldığını göstermesinden menedilmesi kastedilmiştir. Ama "Onları azarlama" hitabı ile ise, reddetmek ve yalanlamak suretiyle, onların sözlerine ve görüşlerine karşı muhalefet etmekten menetme manası kastedilmiştir.

38 3- TATLI SÖZ Bu, ayetteki وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا "Onlara çok güzel söz söyle" emri ile anlatılan husustur. Bil ki Allah Teâlâ insanı, önceki hitabı ile ana-babasına eziyet veren ve onları rencide edecek şeylerden nehyedince, bu, güzel söz söylemeyi emretmek yerine geçmez. İşte bu sebeple, bunun peşinden insana, ebeveynine güze! Ve hoş söz söylemesini emrederek, "Onlara çok güze! Söz söyle" buyurmuştur ki bununla, "Onlara saygı ve hürmet dolu sözlerle hitab etme" kastedilmiştir. Hz. Ömer (r.a), bunun, insanın ana-babasına, "Babacığım, anacığım" şeklinde hitab etmesi manasında olduğunu söylemiştir. Ayette bahsedilen tatlı sözün ne demek olduğu Sa'îd b. Müseyyeb'e sorulduğunda o, "suçlu bir kölenin, katı kalbli-taş yürekli efendisine karşı kullanacağı üslûb" demiştir. Ata’dan, ana-babaya şöyle konuşulması gerektiği rivayet edilmiştir:

39 "Onlarla konuşurken, sesini onların sesinden daha yüksek çıkarmaman ve onlara sert bakmamandır. Bu böyledir, çünkü bu iki şey, ayette bahsedilen "güzel söz söylemeye” terstirler." Eğer denilirse ki: "Hz. İbrahim (a.s) sabır, kerem, edeb ve akıl bakımından en ileri insanlardandır. O halde, وَ اِذْ قَالَ اِبْرَاهِيمُ لِاَبِيهِ اَزَرَ (Enam, 74) ayetindeki "Âzer" kelimesini ötüreli okuyanlara göre, o babasına, "Doğrusu ben, seni ve kavmini, apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" (Enam. 74) demiş ve ona ismiyle "Ey Âzer" demiştir. Bunu nasıl diyebilmiştir? Bu, babasına eziyet verecek bir ifadedir. Daha sonra da hem onun hem kavminin dalalette olduğunu söylemiştir ki, yine bu da en eziyet verici sözlerden birisidir." Böyle denilirse, biz cevaben deriz ki: Ayetteki, “Rabbin, "Kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin" diye hükmetti" ifadesi, Allah'ın hakkının, ana-babanın hakkından önce olduğuna delâlet eder. Bundan dolayı Hz. İbrahim (a.s)'in bu eziyet verici İfâdeyi kullanmış olması Allah’ın hakkını ana-babasının hakkından önce tutmasından ötürüdür.

40 4- TEVÂZÛ Bu, ayetteki وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ "Onlara, acıyarak tevâzû kanadını indir" buyruğunun anlattığı husustur. Bununla, onlara karşı alabildiğine tevâzû gösterilmesi gerektiği kastedilmiştir. Kaffâl (r.h) bunu, şu iki şekilde izah etmiştir: a) Kuş, yavrusunu büyütmek için bağrına basmak istediğinde, onun üzerine kanatlarını gerer. İşte bu sebebten ötürü, "üzerine kanatlarını germe" deyimi, "güze yetiştirme ve bakıp büyütme" manasında bir kinaye olmuş olur. Bunun için

41 Bunun için Cenâb-ı Hak sanki evlâda, "Tıpkı sen çocuk iken ana-babanın sana yaptığı gibi, şimdi de sen onları bağrına basarak onlara kol kanat ger, sahip çıkıp, gör gözet" demiştir. b) Kuş, uçmak ve yükselmek istediğinde, kanatlarını açar, ama uçmamak ve yükselmemek istediğinde, kanatlarını kapatır. İşte bu açıdan, kanatları indirme ifâdesi, alçalma, tevâzû gösterme manasında bir kinaye olur. Ayetteki مِنَ الرَّحْمَةِ "rahmetten" ifadesi, "Senin tevazu kanatlarını, ana-baban üzerine indirişin, onlara olan aşırı acımandan, büyük ve güçsüz oldukları için, onlara karşı şefkatinden dolayı olsun" demektir.

42 5- RAHMET DUASI Ayetteki وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا "Ya Rabbi, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet eyle" de" hitabının anlattığı husustur. Bu ifâde ile ilgili birkaç bahis var: a)- Kaffâl (r.h) şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, ana-babaya tatlı söz söylemeyi öğretmekle yetinmemiş, buna bir de fiilî olarak nasıl iyi davranılacağını ilave etmiştir. Bu da evlâdın, ana-babası için Allah'ın rahmetini dua edip istemesi ve "Ya Rabbi, onlara merhamet et" demesidir.

43 Rahmet sözü, hem dinî hem dünyevî hususlardaki her türlü hayrı içine alan bir sözdür. Hak Teâlâ sonra da, evlâda ''Onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse", yani "Ya Rabbi, onlar beni eğitip büyütürlerken, bana nasıl iyi davrandılarsa, sen de onlara öylece lütufkâr davran" demesini emretmiştir." Terbiye, büyütmek demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, فَاِذَا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ “Fakat biz onun üstüne suyu (yağmuru) indirdiğimiz zaman, o harekete gelir kabarır” (Hacc. 5) ayeti de bu manadadır.

44 BU AYETİN HÜKM b)- Müfessirler bu ayetle ilgili şu üç değişik izahı yapmışlardır: 1- Bu, Hak Teâlâ'nın مَا كَانَ لِلنَّبِىِّ وَالَّذِينَ اَمَنُوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُوا اُولىَ قُرْبىَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَحِيمِ "(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara." (Tevbe, 113) ayeti ile neshedilmiştir. Bundan dolayı müslüman için, eğer ana-babası müşrik iseler, onlara istiğfar etmesi yakışık almaz ve onlar için, "Ya Rabbi, o ikisine merhamet et" denemez.

45 2- Bu ayet, mensûh değildir, fakat müşrikler hakkında tahsis edilmiş (yani müşrik olan ana-baba bu hükmün dışında bırakılmıştır. Bu görüş birincisinden daha evlâdır, çünkü ayeti "tahsîs" etmek, neshetmekten daha evlâdır. 3- Bu ayette ne nesh ne de tahsis söz konusudur. Çünkü ana-baba kâfir oldukları zaman da, evladın onlar için, Cenâb-ı Hakk'tan hidâyetini ve irşadını istemesi, iman etmelerinden sonra da, merhamet-i ilâhiyeyi taleb etmesi mümkündür.

46 EBEVEYNE OLAN VAZİFESİNİN ASGARİSİ
c)- Emrin zahiri, vâcib oluşu ifade eder. Ayetteki, "Ya Rabbi, onlara merhamet eyle" de" ifadesi de bir emirdir. Emrin zahiri ise, tekrarı (tekrar tekrar yapmayı) ifade etmez. Bu ayetin muktezasına göre, bu sözü bir defa söylemek (emrin gereğini yerine getirme bakımından) yeterli sayılır. İnsanın, ana-babasına ne kadar günde mi, ayda mı yılda mı böyle bir kere duâ etmesi gerektiği hususu Süfyan'a sorulmuş, o da: "İnsanın, ana- babasına namazlarındaki tahiyyatlarının sonunda yapacağı duaların yeterli olacağını umarız" demiştir. Bu tıpkı, Cenâb-ı Hakk'ın, اِنَّ اللّهَ وَمَلئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا “Şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber'e destek verirler/onun şanını yüceltirler. Ey inananlar! Siz de ona destek olun/onun şanını yüceltin ve ona içtenlikle selam verin.” (Ahzab, 56) buyurup,

47 âlimlerin de, namazdaki tahiyyatlarda okunan salât-u selamların, bu emri yerine getirme bakımından yeterli sayılacağını kabul etmeleri ve yine Cenâb-ı Hakk'ın, وَاذْكُرُوا اللّهَ فِى اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ تَعَجَّلَ فِى يَوْمَيْنِ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَا اِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنِ اتَّقىَ وَاتَّقُوا اللّهَ وَاعْلَمُوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ"Allah'ı sayılı günlerde anın. Kim hemen iki gün içinde işini bitirirse ona günah yoktur. Kim de bunu geciktirir-ertelerse, sakınıp korunduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz O'nun huzurunda haşredileceksiniz." (Bakara. 203) emri hususunda, namazların ardısıra okunan teşrik tekbirlerinin yeterli olacağını kabul etmeleri gibidir.

48 Allah Teâlâ, sonra رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فِى نُفُوسِكُمْ "Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir" buyurmuştur. Bu, "Biz, size bu ayette ibadetlerinizi sırf Allah için yapmanızı ve ana- babanıza iyi davranmanızı emrettik. Taatlarınız hususunda ihlâslı olup-olmadığınıza dair, gönüllerinizde sakladığınız niyet ve düşünceler, Allah'a saklı değildir. Biliniz ki Allah, sizin içlerinizi de bilir. Hatta O, bu şeylerinizi sizden daha iyi bilir. Çünkü insanın bilgisine bazen unutkanlık, yanılma ve tam kavrayamama karışır. Ama Allah'ın ilmi bütün bu hallerden münezzehtir. Durum böyle olunca, O, kalblerinizde olanı daha iyi bilir" demektir. Bundan murad, insanları ihlâsı bırakmaktan sakındırmaktır. Cenâb-ı Allah, sonra اِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابِينَ غَفُوراً "Eğer siz iyi kimseler olursanız" şüphesiz ki Allah da dâima kendine dönenleri bağışlayıcıdır.” (İsra, 25) buyurmuştur.

49 Bu, "Sizler, kalblerinizin halleri bakımından, fesatlardan berî (uzak) olursanız, bütün işlerinizde Allah'a başvuranlar ve O'na yönelenler olursunuz. Allah'ın, böyle olanlar hakkındaki âdeti, onları bağışlamak ve günahlarını affetmektir" demektir. "Evvâb", âdeti ve alışkanlığı, Allah'ın emrine başvurmak ve O'nun fazlına sığınıp, kendilerine şefaatçi (yardımcı olacağı zannı ile müşriklerin, Allah'dan başka cansız varlıklara tapmaları gibi, hiçbir şefaatçinin şefaatine başvurup güvenmeyen kimse demektir. Bu ayetin maksadı şudur: İlk ayet, ana-babaya her bakımdan itaat ve saygı göstermenin vâcib olduğuna delâlet edip, sonra da evlâddan, nâdiren de olsa, onlara karşı itaati zedeleyecek şeyler zaman zaman sudur edeceği için, Cenâb-ı Hak, "Rabbiniz sizin içlerinizdekini en iyi bilendir" buyurmuştur. Yani, "O, sizin kalblerinizin hallerini bilir. Eğer bu kusur ve sürçmeler, ana- babanıza âsî olmak niyetiyle değil de, beşerî zaaf ve yaratılışınız gereği ortaya çıkmış ise, bunlar affedilebilir" demektir. Allah en iyi bilendir.

50 ANNE BABA HAKLARI İLE İLGİLİ HADİSLER
وعنه عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « رغِم أَنْفُ ، ثُم رغِم أَنْفُ ، ثُمَّ رَغِم أَنف مَنْ أَدرْكَ أَبَويْهِ عِنْدَ الْكِبرِ ، أَحدُهُمَا أَوْ كِلاهُما ، فَلمْ يدْخلِ الجَنَّةَ » رواه مسلم . 319. Yine Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun” Müslim, Birr 9, 10 AÇIKLAMALAR Anne ve baba hangi yaşta bulunursa bulunsun, evlâdın onlara karşı görevlerini yapması gerekir.

51 Anne, baba varlıklı olabilir; evlâdının parasına puluna ihtiyaç duymayabilir. Hatta kendilerine bakan, işlerini gören hizmetkârları da bulunabilir. Bu durumda evlâda düşen görev, onların gönlünü almak; isteklerini yerine getirmektir. Çünkü paranın her şeye gücü yetmez. Sevgi dolu bir bakış, candan bir davranış, muhabbetle kucaklayış parayla alınabilecek şeyler değildir. Hadisimizde hayırsız bir evladın acıklı âkıbetinden söz edilmektedir. Anne ve babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanına yetişip de kendilerine evlâtlık vazifesini yapamadığı için cennete giremeyen bir zavallının acıklı sonu anlatılmaktadır. Böylesi bir kimse anne ve babasına veya onlardan birine şefkat ve merhamet göstermediği, elindeki imkânı onlarla paylaşmadığı için Allah Teâlâ’nın merhametini kaybetmiş, sonuç itibariyle zillete ve sıkıntıya düşmeyi, perişan olup gitmeyi hak etmiştir.

52 Evlât çocukluk günlerinde güçsüzdü
Evlât çocukluk günlerinde güçsüzdü. Ne karnını doyurabilmek için parası, ne de yiyeceklerini ağzına götürebilecek idrâki ve kuvveti vardı. Anne ve baba sâyesinde büyüdü, gelişti, iş güç sahibi oldu. Şimdi evlat güçlendi; fakat ilâhî takdirin gereği, bu defa anne ve baba güçsüz kaldı. Sadece güçsüz kalmadı; tıpkı o evlâdın idrâkten ve anlayıştan yoksun olduğu günlerdeki gibi idrâkleri zayıfladı; büsbütün çocuklaştılar. Anne ve babası veya onlardan sadece biri bu durumda olan evlât, vaktiyle onların kendisine gösterdiği anlayışın yarısı kadar hoşgörülü olsaydı, şüphesiz ondan hem anne ve babası, hem de Allah Teâlâ râzı olacaktı. Ne yazık ki evlâdın anlayışlı olmaması ve bu sebeple görevini lâyıkıyla yapmaması, ona, ayağına kadar gelmiş olan cenneti kaybettirdi. Şayet kendisinden bahsettiğimiz kimse iyi bir evlat olsaydı, nice sıkıntılarına katlanarak kendisini yetiştirenlere vefa borcunu öder, sonra da el açıp âyet-i kerîmede tavsiye edildiği üzere şöyle niyâz ederdi:

53 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
“Rabbim! Onlar beni küçüklüğümde nasıl koruyarak büyüttülerse, şimdi sen de onlara öyle merhamet et!” [İsrâ sûresi (17), 24]. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1. Anne ve baba hangi yaşta olursa olsun, onlara iyilik etmelidir. 2. Yaşlandıkları zaman yardıma ve himâyeye daha çok muhtaç oldukları için kendilerini dâimâ kollayıp gözetmelidir. 3. Anne ve babaya karşı gelmek, onlara fena davranmak, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını çekecek büyük günahlardan biridir.

54 وعنه رضي اللَّه عنه قال : جَاءَ رَجُلٌ إلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فقال : يا رسول اللَّه مَنْ أَحَقُّ النَّاسِ بحُسنِ صَحَابَتي ؟ قال : « أُمُّك » قال : ثُمَّ منْ ؟ قال: « أُمُّكَ » قال : ثُمَّ مَنْ ؟ قال : « أُمُّكَ » قال : ثُمَّ مَنْ ؟ قال : « أَبُوكَ » متفقٌ عليه . وفي رواية : يا رسول اللَّه مَنْ أَحَقُّ الناس بِحُسْن الصُّحْبةِ ؟ قال : « أُمُّكَ ثُمَّ أُمُّكَ ، ثُمَّ أُمُّكَ ، ثمَّ أَباكَ ، ثُمَّ أَدْنَاكَ أَدْنَاكَ » .  « والصَّحابة » بمعنى : الصُّحبةِ . وقوله : « ثُمَّ أباك » هَكَذا هو منصوب بفعلٍ محذوفٍ، أي ثم برَّ أَباك وفي رواية : « ثُمَّ أَبُوكَ » وهذا واضِح .

55 318. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Anan!” buyurdu. Adam: Ondan sonra kimdir? diye sordu. “Anan!” buyurdu. Adam tekrar: Ondan sonra kim gelir? diye sordu. “Anan!” dedi. Adam tekrar: Sonra kim gelir? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Baban!” cevabını verdi. Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Vesâyâ 4; Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 1 Bir rivayete göre o adam: Ey Allah’ın Resûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Anan, sonra anan, daha sonra yine anan, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban” buyurdu.  Müslim, Birr 2

56 AÇIKLAMALAR Peygamber Efendimize bu soruyu yönelten kimsenin veya yöneltenlerden birinin Muâviye İbni Hayde adlı sahabe olduğu anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz kendisine en iyi davranılması gereken kimsenin ana olduğunu söylemekte, hatta onun bu iyi muameleyi, babaya nispetle üç misli daha fazla hak ettiğini belirtmektedir. Çünkü anne babaya kıyasla çocuğu karnında taşıma, dünyaya getirme ve emzirme gibi üç farklı ve pek sıkıntılı işi üstlenmiş durumdadır. Ayrıca çocuğu yetiştirip terbiye etme konusunda babadan hiç de geri kalmamaktadır. İşte bu ve benzeri sebepler, evlâdın saygısına, iyilik ve ikrâmına annenin daha fazla lâyık olduğunu göstermektedir. Bazı İslâm âlimleri, kendilerine iyilik yapma ve iyi davranma konusunda anne ile baba arasında fark bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Mâlik İbni Enes’in bu konudaki bir tavsiyesi, böyle düşünenleri cesaretlendirmiştir. Bir adam İmâm Mâlik’e sormuş:

57 Babam beni yanına çağırıyor, annem de gitmeme engel oluyor
Babam beni yanına çağırıyor, annem de gitmeme engel oluyor. Hangisinin sözünü tutayım? İmâm Mâlik de: Babanın sözünü dinle, annene de karşı gelme! Cevabını vermiş. Anne ile babaya aynı derecede iyilik edilmesi sonucunu İmâm Mâlik’in bu ifadesinden çıkarmak kolay değildir. Aynı soru İmâm Mâlik’in akrânı, hatta ondan beş yıl önce vefat eden büyük muhaddis Leys İbni Sa’d’a sorulmuş, o da: Annenin sözünü dinle; çünkü o iyilik ve ikrâma üçte iki nisbetinde daha fazla hak sahibidir” cevabını vermiştir. Üçte iki dediğine göre, belliki “anan” sözünün iki defa tekrarlandığı rivayetlere bakarak böyle cevap vermiştir. Hadisimizin sonundaki “sonra da sana en yakın olan akraban” ifadesini nasıl anlamak gerektiğine şu rivayet bir ölçüde ışık tutmaktadır: “Annene, babana, sonra kız kardeşine ve erkek kardeşine...” (Ebû Dâvûd, Edeb 120).

58 Dede ile kardeşten hangisi daha yakındır
Dede ile kardeşten hangisi daha yakındır? Sorusu tartışılmış, dedenin daha yakın olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1. Kendisine en fazla iyi davranılması, iyilik edilmesi gereken kimse annedir. Zira çocuğun dünyaya getirilmesinde ve büyütülmesinde en fazla çile çeken odur. 2. Saygıya, iyilik ve itâate anneden sonra en fazla lâyık olan babadır. 3. Akrabaya iyilik ve ikram edilirken yakından uzağa doğru bir sıra gözetilmelidir.

59 عن أبي عبد الرحمن عبد اللَّه بن مسعود رضي اللَّه عنه قال : سأَلتُ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: أَيُّ الْعملِ أَحبُّ إلى اللَّهِ تَعالى ؟ قال : « الصَّلاةُ على وقْتِهَا » قُلْتُ : ثُمَّ أَيُّ ؟ قال: «بِرُّ الْوَالِديْنِ » قلتُ : ثُمَّ أَيُّ ؟ قال : «الجِهَادُ في سبِيِل اللَّهِ » متفقٌ عليه . 314. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber aleyhisselâm’a: Allah’ın en çok beğendiği amel hangisidir? diye sordum. - “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi. - Sonra hangi ibadet gelir? dedim. - “Ana ve babaya iyilik ve itaat etmek” buyurdu. - Daha sonra hangisi gelir? diye sordum. - “Allah yolunda cihâd etmek” buyurdu. Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51

60 AÇIKLAMALAR Allah Teâlâ’nın en fazla beğendiği ibadetlerden üçünü bu hadîs-i şeriften öğrenmekteyiz. Bunlar: Vaktinde kılınan namaz, ana babaya itaat ve Allah yolunda cihaddır. Vaktinde kılınan namazın öncelikle zikredilmesinin sebebi, bu ibadetin önem sırası bakımından imândan hemen sonra gelmesidir. Namaz dinin direğidir. Namazı kılmayan ve namazı önemli bir ibadet olarak görmeyen kimseden, Allah’ın diğer buyruklarına saygı göstermesi de beklenemez. Bu hadise göre bir namazın Allah katında en makbûl ibadet olabilmesi, vakti girince kılınmasına bağlıdır. Vaktinde kılınmayan, ihmâl edilerek son vaktine bırakılan bir namaz, kabul edilmekle beraber, Allah Teâlâ’nın en çok sevdiği bir ibadet olma özelliğini kaybeder.

61 Ana babaya itaat, Cenâb-ı Hakk’ın pek önem verdiği ve kendisine şirk koşulmamasını istedikten hemen sonra tavsiye ettiği önemli bir görevdir. Çocuğunu binbir sıkıntı ile dünyaya getiren, hayata atılacağı zamana kadar yıllar boyu onun eziyetini çeken ana ile baba, şüphesiz her iyiliğe ve en üstün saygıya lâyık insanlardır. Bu sebeple Allah Teâlâ onlara “of!” bile denmemesini emretmektedir. Kendisine sayılamayacak kadar çok iyilik yapmış olan ana ile babanın haklarına saygılı olmayan bir kimsenin, diğer insanların haklarına saygılı olması elbette düşünülemez.

62 Allah yolunda cihâd, dini bilmeyenlere onu öğretmek, bu saâdeti tatmayanların ayağına kadar giderek Allah’a kul olmanın gerçek bahtiyarlık olduğunu anlatmak, İslâm’ın şan ve şerefini devam ettirmek, canla ve malla fedakârlık yapmaya bağlıdır. Sağlığı yerinde, varlığı yolunda olan mü’min, Allah’ın dinine hizmeti en önemli görev kabul etmelidir. Allah’ın dinini lâyık olduğu en yüce mevkie yükseltmek ve kendi tattığı saâdeti başkalarına da taddırmak için gayret etmeyen kimse, Allah rızasını kazanmaya sebep olan diğer ibadetleri kolaylıkla terk edebilir.

63 Düşman maddî güçleriyle sınırlarımıza dayanmışsa veya mânevî yıkım vasıtalarıyla bizi içten çökertmek için evlerimize girmişse, işte o zaman hem malımız ve mülkümüz, hem de dinimiz, imânımız ve namusumuz tehlikede demektir. Maddeten ve mânen ayakta durmak, malımızı ve canımızı ortaya koyarak düşman güçleriyle savaşmaya bağlıdır. Bu durumda “Allah yolunda cihâd etmek” en önemli ibadet olur. 1076 ve 1289 numarayla tekrar okuyacağımız hadisimizi açıklamayı bitirmeden önce şu iki soruya da cevap arayalım: Allah Teâlâ’nın beğendiği ibadetler, acaba bunlardan mı ibarettir?

64 Bu hadisin yukarıda kaydedilen bazı rivayetlerinde Abdullah İbni Mes’ûd’un şöyle dediği belirtilmektedir: - Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana işte bunları söyledi. Eğer ondan daha fazlasını söylemesini isteseydim, söylerdi. Demek oluyor ki, Allah katında makbûl ibadetler bunlardan ibaret değildir. Nitekim benzeri hadislerde: “insanlara yedirip içirmek”, “herkese selâm vermek”, “insanları eliyle ve diliyle rahatsız etmemek”, “içine günah ve riya karışmamış makbûl bir hac yapmak” en değerli ibadetler olarak zikredilmiştir. İkinci soru da şu: Acaba hadisimizde zikredilen üç ibadet önem sırasına göre mi söylenmiştir? Diğer bir ifadeyle, bu sıra her zaman geçerli midir?

65 Peygamber Efendimiz “hangi ibadet daha üstündür
Peygamber Efendimiz “hangi ibadet daha üstündür?” şeklindeki sorulara genellikle soranın durumuna, sorunun sorulduğu zamana göre cevaplar vermiştir. Soru soran kimsenin bir konuda ihmâli varsa, onun mânevî hastalığını bilen Efendimiz, ihmâl ettiği ibadeti veya ahlâk esasını öncelikle söylemiştir. Sorunun sorulduğu zamanı da dikkate almıştır. Düşmanın kapıya dayandığı bir sırada nâfile ibadetle uğraşmak uygun olmayacağı için böyle durumlarda “Allah yolunda cihâd” etmenin daha sevap olduğunu söylemiş, kıtlık zamanında ise insanları yedirip içirmeyi öncelikle tavsiye etmiştir.

66 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki haklarının en üstünü, ona imândan sonra namaz kılmaktır. 2. Kul haklarının en büyüğü, ana baba hakkıdır. 3. Fedakârlıkların en üstünü, Allah yolunda cihâd etmektir.

67 وعن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « لا يَجْزِي ولَدٌ والِداً إِلاَّ أَنْ يَجِدَهُ مملُوكاً ، فَيَشْتَرِيَهُ ، فَيَعْتِقَهُ » رواه مسلم . Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını ödemiş olur.” Müslim, İtk 25. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 8; İbni Mâce, Edeb 1

68 AÇIKLAMALAR Hadîs-i şerîf baba hakkının büyüklüğünü ve bu hakkı ödemenin hemen hemen mümkün olmadığını ifade etmektedir. Peygamber Efendimiz bu hakkın önemini, hayatta kolay meydana gelmeyecek bir olaya bağlayarak anlatmaktadır. Nasıl ki bir insanın köle edilen babasını arayıp bulması ve onu sahibinden satın alıp hürriyetine kavuşturması pek duyulmadık bir olay ise, babasının yaptığı iyilik ve fedakârlıkları bir evlâdın ödemesi de aynı derecede zordur.

69 Evlat babasına ihsanda bulunamaz
Evlat babasına ihsanda bulunamaz. Babasını el üstünde tutması, bir dediğini iki etmemesi, ona saygıda kusur etmemesi evlatlık görevidir. Bu görevini en iyi şekilde yapması, ona elbette hem sevap hem de Allah’ın rızasını kazandıracaktır. Fakat kazandığı bu sevap, bir başkasına yaptığı iyilikten ve fedakârlıktan dolayı elde ettiği sevap gibi değildir. Zira başkasına yaptığı iyiliği, mecbur olduğu için değil, sevap kazanmak için yapmıştır. Bu iyiliği yapmasaydı, kendisine niye yapmadın diye sorulmayacaktı. Evlatlık görevini ise mecbur olduğu için yapacak, yaptığı için de Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaktır. Bu görevi yapmadığı takdirde de hesaba çekilecektir. Meselenin hukûkî yönüne gelince: Şayet hadîs-i şerîfte anlatılan olay gerçek hayatta meydana gelir ve bir evlâd babasını köle olarak bulup satın alırsa, baba o andan itibaren hürriyetine kavuşur. Evlâdın babasını âzât ettiğine dair sözlü veya yazılı bir belgeye ihtiyaç yoktur.

70 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Babanın evlâdı üzerindeki hakkı, ödenemeyecek kadar büyüktür. 2. Evlâd köle olan babasını satın aldığı andan itibaren baba hürriyetine kavuşur. Evlâdın onu âzâd ettiğini ayrıca belirtmesine gerek yoktur.

71 وعن عبد اللَّه بن عمرو بن العاص رضي اللَّه عنهما قال: أَقْبلَ رجُلٌ إِلى نَبِيِّ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فقال: أُبايِعُكَ على الهِجرةِ وَالجِهَادِ أَبتَغِي الأَجرَ مِنَ اللَّه تعالى . قال: « فهَلْ مِنْ والدِيْكَ أَحدٌ حَيٌّ ؟ » قال : نعمْ بل كِلاهُما قال : « فَتَبْتَغِي الأَجْرَ مِنَ اللَّه تعالى؟» قال : نعمْ . قال : « فَارْجعْ إِلى والدِيْكَ ، فَأَحْسِنْ صُحْبتَهُما . متفقٌ عليه . وهذا لَفْظُ مسلمٍ  وفي روايةٍ لهُما : جاءَ رجلٌ فاسْتَأْذَنُه في الجِهَادِ فقال:« أَحيٌّ والِداكَ ؟ قال: نَعَمْ ، قال:« ففِيهِما فَجاهِدْ» .

72 Bir adam Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gelerek:
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Bir adam Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gelerek: - Hicret ve cihâd etmek üzere sana bîat ediyorum. Bunların sevabını Allah’tan dilerim, dedi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) : - “Ana ve babandan hayatta olanlar var mı?” diye sordu. Adam: Evet, her ikisi de hayatta, dedi. Resûlullah (S.A.V.) : “Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sordu.

73 Adam: Evet, deyince: “Öyleyse onlara hizmet etmeye çalış!” buyurdu.
Adam: Evet, deyince: “Ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurdu.  Buhârî, Cihâd 138, Edeb 3; Müslim, Birr 6 Bu rivayet Sahîh-i Müslim’den alınmıştır. Buhârî ile Müslim’in bir başka rivayeti ise şöyledir: Bir adam Resûlullah’ın yanına gelerek cihâd etmek üzere ondan izin istedi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) : “Anan, baban sağ mı?” diye sordu. Adam: Evet, deyince: “Öyleyse onlara hizmet etmeye çalış!” buyurdu. Buhârî, Cihâd 138; Müslim, Birr 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 2; Nesâî, Cihâd 5

74 AÇIKLAMALAR  Peygamber Efendimiz ashâb-ı kirâmdan dinin bazı esaslarına bağlı kalacaklarına dair zaman zaman söz alırdı. Bu söz alma ve söz verme işine biat denirdi. Meselâ sahabelerden namaz kılmak, zekât vermek, zina ve iftira etmemek gibi konularda, kadınlardan, özellikle ölünün arkasından bağıra çağıra ağlamamak konusunda biatlar almıştı (bk. 184, 188 ve 1664 numaralı hadisler). Bazen da sahabeler Efendimize gelirler ve meselâ: - Yâ Resûlallah! Müslüman olmak üzere sana biat edeceğim, derlerdi. O zaman Peygamber Efendimiz bu biatı ya aynen veya bazı şartlar ileri sürerek kabul ederdi. Meselâ:  - “Herkese iyi davranmak, herkesin iyiliğini istemek şartıyla biatını kabul ediyorum” derdi. O sahabe de bu esaslara uyacağına dair söz vermiş yâni biat etmiş olurdu.” Bu hadîs-i şerîfte Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelen sahabe, ona iki konuda biat etmek istediğini söylüyor. Biri Medine’ye hicret etmek, diğeri de Allah yolunda savaşmak.

75 O devirde bütün sahabeler, yeni kurulan İslâm devletini desteklemek üzere Medine’ye hicret etmek yâni oraya gidip yerleşmek zorunda idiler. Hicretin 8. yılında (629) Mekke fethedilinceye kadar hicret etme mecburiyeti devam etti. O tarihten sonra bu mecburiyet kalktı. Fakat cihâd yani Allah yolunda savaşma hâli devam edip gitti. Peygamber Efendimizin cihâd için izin vermeden önce bu sahabeye “Ana veya babadan biri sağ mı?” diye sorması cihâdın hicretten farklı olduğunu göstermektedir.

76 Cihâd başlıca iki türlüdür: Biri zorunlu olan cihaddır
Cihâd başlıca iki türlüdür: Biri zorunlu olan cihaddır. Devlet düşmana karşı savaş açmışsa, buna herkesin katılması gerekir. Savaşa bizzat katılmak zorunda olan kimselerin anne ve babalarından izin almaları gerekmez. Hatta onlar izin vermeseler bile savaşa giderler. Bir de zorunlu olmayan cihâd vardır. Devlet düşmana savaş açmadığı hâlde, Müslümanlar hudut boylarına gidip çıkabilecek bir savaşa katılmak üzere hazır kuvvet olarak bekleyebilir veya gönüllülerden oluşan birliklerle bazı ufak çapta cihadlar yapılabilir.

77 Hadisimizde sözü edilen cihâdın farz olmadığı anlaşılmaktadır
Hadisimizde sözü edilen cihâdın farz olmadığı anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, anne ve babaya hizmet etmek, onlara bakıp gözetmek bir nevi cihâddır. Anne ve babasını veya onlardan birini memnun eden kimse nâfile cihâd etmiş gibi sevap kazanır. Zira cihâda giden kimse savaş masraflarının tamamını bizzat temin etmek zorundadır. Diğer bir söyleyişle cihâd hem malla hem de bedenle yapılır. Anne ve babaya hizmetin cihâd sayılmasının bir sebebi de, onlara hem bizzat bedenle hizmet etmenin hem de malını onlar uğrunda harcamanın gerekli oluşudur.

78 Başka hadislerden öğrendiğimize göre, mecburi olmayan savaşlara katılarak sevap kazanmak isteyenlerin, hayatta olan anne ve babalarından izin almaları gerekir. Zira o sıralarda anne ve babanın bakıma ihtiyacı olabilir. Nitekim sahabelerden biri Yemen’den hicret ederek Medine’ye Efendimizin huzuruna gelmiş ve cihâda katılmak üzere ondan izin istemişti. Resûl-i Ekrem ile aralarında şöyle bir konuşma geçti: “Yemen’de kimsen var mı?”. Anam, babam var, yâ Resûlallah. “Onlar sana izin verdiler mi?” Hayır, vermediler. “Haydi, Yemen’e git; onlardan izin iste! İzin verirlerse gel, cihâd et! Vermezlerse, ananı babanı memnun etmeye çalış” (Ebû Dâvûd, Cihâd 31).

79 Hicret ederken bile anne ve babanın iznini ve rızasını almak gerekir
Hicret ederken bile anne ve babanın iznini ve rızasını almak gerekir. Vaktiyle sahabelerden biri Efendimizin huzuruna geldi ve: Ana ve babamı geride ağlar durumda bıraktım ve hicret etmek üzere sana biat etmeye geldim, dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu zâta şu son derece mânalı karşılığı verdi: “Hemen onların yanına dön! Onları ağlattığın gibi yüzlerini tekrar güldür!” (Ebû Dâvûd, Cihâd 31; Nesâî, Bey`at 10). Hicret ve nâfile cihâd için anne ve babanın izni şart olduğuna göre, umre yapmak, nâfile haccetmek ve bazı mübarek yerleri ziyaret etmek için mutlaka onlardan izin almak gerekir. Bu bilgiler bize gösteriyor ki, anne ve babaya hizmet etmek, evlâdın en önemli vazifesidir. Bir kimse anne ve babasına hizmet ederek, oturduğu yerde, tıpkı cihâd etmiş gibi sevap kazanabilir.

80 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Anne ve babaya itaat etmek farz, onlara karşı gelmek büyük günahtır. 2. İnsan anne ve babasına iyilik ve itaat ederek çok büyük sevaplar kazanır.

81 وعن عبد اللَّهِ بنِ عمرو بن العاص رضي اللَّه عنهما عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «الْكبائرُ : الإِشْراكُ بِاللَّه ، وعقُوق الْوالِديْنِ ، وقَتْلُ النَّفْسِ ، والْيمِينُ الْغَموس» رواه البخاري . « اليمِين الْغَمُوسُ » التي يَحْلِفُهَا كَاذِباً عامِداً ، سُمِّيت غَمُوساً ، لأَنَّهَا تَغْمِسُ الحالِفَ في الإِثم 339. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu: “Büyük günahlar şunlardır: Allah’a ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” Buhârî, Eymân ve’n-nüzûr 16, Diyât 2, İstitâbetü’l-mürteddîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (4) 6; Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 4

82 AÇIKLAMALAR Bu hadiste dört büyük günahtan söz edilmektedir. Bunlardan ilk ikisi olan Allah’a ortak koşmak ve ana babaya itaatsizlik etmek suçları, bir önceki hadiste de ilk iki sırada yer almıştı. Bu iki büyük günahın öncelikle ve yan yana zikredilmesinin sebebi şudur: Allah Teâlâ insanı ölümden sonra başlayacak ölümsüz bir hayatı ve orada gözlerin görmediği tükenmez nimetleri kazansın diye yaratmıştır. İnsanı yaratmak için de ana ile babayı birer vâsıta kılmıştır. Demek ki insan, yoktan vâredilmesine sebep olan varlıklara karşı minnet borçludur. Bu minneti unutup onlara nankörlük etmesi ise iki büyük günahtır.

83 “Haksız yere adam öldürmek”, sebep olduğu fenalıklar bakımından şirkten hemen sonra gelen bir günah olarak kabul edilmiştir. Allah Teâlâ’nın belirttiğine göre [Mâide sûresi, 32], haksız yere cana kıyan kimse, bütün insanları öldürmüş sayılır. Üstelik Allah’ın verdiği canı, hiçbir yetkisi olmadığı hâlde almaya kalkmıştır. Zira cana kıyanın canına kıyılması gerektiğine dair hüküm verme yetkisi, yeryüzünde bozgunculuk yapanı öldürme hakkı şahıslara değil, devlete verilmiştir. “Yalan yere yemin etmek”, tıpkı yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak gibi büyük günahlardan biridir. Hadisin râvilerinden şöhretli muhaddis Şa’bî’nin (ö. 103/721) açıkladığına göre yalan yere yemin, bir Müslüman’ın malını haksız yolla elde etmek için yapılan yemindir. Böylesi haksız yemin insanı önce günaha daldırdığı, ardından da cehenneme soktuğu için “yemîn-i gamûs” diye adlandırılmıştır. (bk numaralı hadis)

84 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Hadisimizde insanın önce Rabbine, sonra en yakını olan ana babasına, daha sonra da insanlara karşı kulluk, evlatlık ve insanlık görevlerini yapmamaktan kaynaklanan suçlar sıralanmıştır. Bu hadiste büyük günahlardan sadece dördünün sayılmasının çeşitli sebepleri olabilir. Bu dört günah, büyük günahların en ağırı olabilir. Belki de bu hadisin söylendiği yerde bulunan kimselerin durumu, kendilerine özellikle bu günahları hatırlatmayı gerektiriyordu. Öğretim kolaylığı sebebiyle o sırada sadece bunlar söylenmiş olabilir.  HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1. Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek en büyük günahlardır. 2. İnsana yakışan, bu tüyler ürperten suçlardan şiddetle kaçınmaktır.

85 وعنه أَن رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: «مِنَ الْكبائِرِ شتْمُ الرَّجلِ والِدَيْهِ ،» قالوا : يا رسولَ اللَّه وهَلْ يشْتُمُ الرَّجُلُ والِديْهِ ؟، قاـل : « نَعمْ ، يَسُبُّ أَبا الرَّجُلِ، فيسُبُّ أَباه ، ويسُبُّ أُمَّهُ ، فَيسُبُّ أُمَّهُ » متفقٌ عليه . وفي روايـةٍ : « إِنَّ مِنْ أَكْبرِ الكبائِرِ أَنْ يلْعنَ الرَّجُلُ والِدَيْهِ ، » قيل : يا رسـول اللَّهِ كيْفَ يلْعنُ الرجُلُ والِديْهِ ؟، قال : « يسُبُّ أَبا الرَّجُل ، فَيسُبُّ أَبَاهُ ، وَيَسبُّ أُمَّه ، فيسُبُّ أُمَّهُ».

86 Başka bir rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
340. Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahü anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: - “Bir kimsenin kendi ana babasına sövmesi büyük günahlardandır” buyurmuştur. Ashâb-ı kirâm: - Yâ Resûlallah! İnsan kendi ana babasına hiç söver mi? deyince: - “Evet, tutar birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Birinin anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu. Müslim, Îmân Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 4 Başka bir rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanın kendi ana babasına lânet etmesi en büyük günahlardandır” buyurmuştur. “Yâ Resûlallah! Bir kimse kendi ana babasına nasıl söver?” deyince: “Birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Adamın anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu.  Buhârî, Edeb 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120

87 AÇIKLAMALAR Ana babaya itaatsizlik etmenin en büyük günahlardan olduğu, bundan önceki iki hadiste de zikredildi. Burada ise yine itaatsizlik demek olan ana ve babaya sövme ve onlara sövülmeye sebep olma günahları ele alınmaktadır. Anasına veya babasına başkalarını sövdüren evlatlar çok olmakla beraber, terbiyesizlik çukurunun dibine indiği için onlara bizzat söven hayırsız evlatlar da vardır. Ebeveynine hakaret edilmesine imkân veren kimselerin bu yaptığı büyük günah sayıldığına göre, onlara bizzat söven evlatların suçu şüphesiz en büyük günahlardan biri olur. Ashâb-ı kirâm ana babaya bizzat sövecek evlatların bulunmasına pek ihtimal vermedikleri için, böyle hayırsızlar da olabilir mi diye sordukları zaman, Resûl-i Ekrem Efendimiz bu günahın dolaylı olarak yapılan yaygın şeklini hatırlatmıştır. Birine sövmenin doğuracağı kötülükler, âyet-i kerîmede bir başka açıdan ele alınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

88 “Allah’tan başkasına tapanlara (ve onların putlarına) sövmeyin
“Allah’tan başkasına tapanlara (ve onların putlarına) sövmeyin. Sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler” [En’âm sûresi (6), 108]. Hem bu âyet-i kerîme hem de hadisimiz günaha girilmesine imkân hazırlayan yolların kapatılmasını tavsiye etmektedir. İşte bu sebeple her günahı bir yılan gibi görmesi gereken mü’min, günahlardan uzak durduğu gibi, insanı günahlara götüren sebeplerden de uzak durmalıdır. Bu prensibi konumuza uygulayarak şöyle diyebiliriz: İnsan kavga ederken birinin yakınına sövdüğü zaman, onun da aynı şekilde hakaret edeceğini kesinlik derecesinde bilmeli ve kimseye sövmemelidir.

89 HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Ana ve babaya sövmek çok büyük bir günahtır. 2. Ana ve babaya sövülmesine imkân ve fırsat vermek onlara itaatsizlik etmektir. 3. Başkalarına sövüp hakaret eden kimse, kendi yakınlarına hakaret edilmesine sebep olacağı için bu kötü davranıştan vazgeçmelidir. 4. İnsan bir sözü anlamadığı zaman, ashâb-ı kirâmın yaptığı gibi, sorup öğrenmelidir.

90 KAYNAKLAR 2.Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân.
1.Fahreddin Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l-Gayb) 2.Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân. 3.Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir. 5.Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim Meâli. 6.Diyanet Vakfı Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli.

91 HAZIRLIYAN MUSTAFA GÜLEÇ BURSA MERKEZ ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ
MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENİ


"TEFSİR DERSİ METİN NOTLARI" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları