2. İnanca Bağlılığı
Peygamber Efendimiz Allah’a gönülden inanıp bağlanmış bir mümin, tavizsiz bir dava adamı idi. Dünya nimetlerinin, dünyadaki zevklerin ve heveslerin geçici olduğuna inanırdı. Dünyada tat aldığı şeylerin en başında Rabb’ine olan imanı ve sevgisi gelmekteydi.
Çünkü iman etmek ve dünya hayatında Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına göre yaşamak onun için dünyadaki her türlü zevk ve eğlenceden daha tatlı, daha lezzetliydi. Bu durumu şu sözünde dile getirmiştir:
“Şu üç şey kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resulü’nün kendisine her şeyden daha sevimli olması, sevdiğini sadece Allah için sevmesi, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına nefret etmesi.”
Peygamberimiz Allah’a olan muhabbeti sebebiyle, canını ortaya koyup onun yolunda mücadele etmekten asla çekinmedi. Bu uğurda hiç kimsenin kınamasından korkmadı. Bu inanç ve sevgi, Allah’ın inananlarla birlikte özellikle ona verdiği en büyük nimet idi. Bu büyük inanç ve sevgi sebebiyle yalnızca Allah’ı dost edinir, Allah’ın emirlerini dikkatle ve titizlikle yerine getirir, bu konuda asla taviz vermezdi
Peygamber Efendimizi inancından ve yolundan vazgeçirebilmek için putperestler çok büyük uğraşlar verdiler. Bunun için önce uzlaşma yoluna gittiler. Peygamber Efendimize gelip, “Bir yıl biz senin Rabb’ine kulluk edelim, bir yıl da sen bizim putlarımıza tap.” teklifinde bulundular.
Bir insanın kolay kolay hayır diyemeyeceği tekliflerle geldiler Bir insanın kolay kolay hayır diyemeyeceği tekliflerle geldiler. Ona Mekke’nin en zengin insanı oluncaya kadar aralarında mal toplayıp vermeyi önerdiler. Mekke’nin reisi yapma teklifinde bulundular. Peygamber Efendimiz Kur’an’ın diliyle onlara şu kesin cevabı verdi:
“De ki: Ey gerçeği inkâr edenler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam “De ki: Ey gerçeği inkâr edenler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz. Ben sizin taptıklarınıza asla tapmayacağım. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Bu durumda sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
Mekkeli müşrikler ne yaptılarsa olmadı Mekkeli müşrikler ne yaptılarsa olmadı. Bir gün Ebu Talip’e gelip onu tehdit ettiler: “Ey Ebu Talip! ... Sen ya yeğenini yolundan vazgeçirirsin yahut da iki taraftan biri yok oluncaya kadar onunla da, seninle de savaşırız!” dediler
Ebu Talip bu sefer zor durumda kalmıştı Ebu Talip bu sefer zor durumda kalmıştı. Kavmi tarafından terk edilmek istemezdi. Ama yeğeninden de vazgeçemezdi. Derin derin düşündükten sonra, Peygamberimizi yanına çağırarak, “Ey kardeşimin oğlu, kavminin ileri gelenleri bana başvurarak senin onlara dediklerini bana bildirdiler.
Ne olursun, bana ve kendine acı Ne olursun, bana ve kendine acı! İkimizin de altından kalkamayacağı işleri üzerimize yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten artık vazgeç.” dedi.
Peygamberimiz amcasını dinledikten sonra, bir müddet mahzun mahzun düşündü. Mekkeli müşriklere karşı en büyük destekçisi ve koruyucusu olan amcası da mı onu yalnız bırakacaktı? Amcasının da zor durumda olduğunu biliyordu.
Bu kısa duraksamadan sonra, koruyucusunun Allah Teâlâ olduğunu bilmenin gönül rahatlığı içinde amcasına şu kesin cevabı verdi:
“Ey amca! Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler yine de bu davadan dönmeyeceğim. Ya Allah bu dini üstün kılar ya da ben bu uğurda ölüp giderim.”
Peygamberimizin, davasından asla vazgeçmeyeceğini anlayan Ebu Talip, yeğeninin boynuna sarıldı ve “İşine devam et, istediğini yap. Allah’a yemin olsun ki, seni asla herhangi bir şeyden dolayı kimseye teslim etmeyeceğim.” dedi.
Peygamberimiz hayatı boyunca inancından hiç taviz vermedi Peygamberimiz hayatı boyunca inancından hiç taviz vermedi. Aldığı her nefesinde Rabb’ini hatırında tuttu, hayatını bu yola adadı. Çünkü çok sevdiği Allah Teâlâ’nın ona verdiği görev bunu gerektiriyordu: “De ki: “Dua ve yakarışlarım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabb’i olan Allah içindir! onun ortağı yoktur! İşte, bana emredilen budur….”
Peygamberimizin Allah Teâlâ’ya olan bağlılığı ve sevgisi zoraki ve korkudan kaynaklanan bir sevgi ve bağlılık değildir. O kendisine gönderilen vahye gönülden iman etmiş, Rabb’inin varlığını ve birliğini bütün benliğiyle özümsemişti. Peygamberimizin ve ona iman eden sahabenin bu durumunu Allah Teâlâ Kuran’da şu şekilde dile getirmektedir:
“Peygamber, Rabb’inden kendisine gönderilen her şeye iman etmiştir, müminler de öyle… Onların hepsi de, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar. “Biz onlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyiz. İşittik ve boyun eğdik, bağışla bizi ey Rabb’imiz, dönüşümüz elbet sanadır!” dediler.”