LOUIS PASTEUR (1822-1895)
Louis, Fransız Devrimi’yle özgürlüğüne kavuşan bir kölenin torunuydu Louis, Fransız Devrimi’yle özgürlüğüne kavuşan bir kölenin torunuydu. Babası, Napolyon Ordusu’nda üstün atılım gücüyle «Legion de Honour» alan bir astsubaydı. Jean-Joseph, eşi Jeanne-Etiennette ile evlendiği zaman 25 yaşlarında bulunuyordu. Oğulları Louis 27 Ocak 1822 günü Doley’de doğdu. Aile kendilerine kalan bir miktar miras ve kıt kanaat yaşayarak sağladığı birikimiyle; Cuisance ırmağı üzerinde küçük bir tabakhane alma olanağına kavuşmuştu.Oldukça gelişmiş bir kasaba olan Arbois’e taşındılar.
ÇOCUKLUĞU Pasteur ailesi birbirine çok sıkı sevgi bağları ile bağlanmış insanlardı. Baba Jean-Joseph eşi ya da çocuklarıyla çok ilgiliydi.Ama özellikle Louis, onun adeta birlikte büyüdüğü, düşünce ve ülküleriyle kaynaştığı bir ikinci varlığı gibiydi. Bütün bildiklerini ona öğretiyor ve onun hedeflediği her şeyi ele geçirmesi için oğluyla birlikte çalışıyordu.Yol gösterici olmaktan çok çocuğuyla birlikte öğrenen bir arkadaş gibiydi. Louis en çok resim ve portreler çizmekten zevk alıyordu. Louis hayvan avlayanları izleyemeyecek kadar da duygusal ve sevecen bir insandı. Hatta daha da fenası onun bu hali bazı kimseler tarafından bir aptallık olarak ta değerlendiriliyordu.
Louis’in annesi günlük ev işleriyle uğraştığı gibi tabakhanenin muhasebe hesaplarını da tutan bir ev kadınıydı. Bunun en çarpıcı tavrı ise eşi ve oğluna hayranlığıydı. Ailenin ilk çocuğu olan kızları ancak birkaç ay yaşamıştı.1818 yılında yine bir kızları olmuştu. Bu abladan başka 2 tane daha küçük kız kardeş bulunuyordu. Onun için tek oğul olan Louis’in ailede özel bir yeri vardı. Kuşkusuz ki bu özel durum Louis’e azımsanmayacak bir özgüven sağlıyordu.
İlköğretimde fazla bir başarı gösterememişti İlköğretimde fazla bir başarı gösterememişti. Buna karşılık okuma konusunda dikkati çekecek bir merak ve isteğinin bulunduğu da bir gerçekti. Okula başladıktan kısa bir süre sonra aldığı ödüllerle kendisini bir zamanlar saflıkla eleştiren komşularını mahcup etmekte de gecikmemişti. Nihayet Arbois Koleji’nin orta kısmına gelmiş olan parlak öğrencisini okul müdürü daha şimdiden iyi bir öğretmen olarak değerlendiriyor ve onda bu mesleğe katkıları olacak bir karakter sağlamlığı görülüyordu. Okul müdürünün bu düşüncesi zamanla tüm ailenin ve Louis’in benimsediği bir hedef oldu.
Pasteur’ün bu dönemde çizdiği portreler bugün Pasteur Enstitüsü’nde sergilenen bu resimler gerçek bir sanat eseri sayılacak nitelikteydi. Bu konuda belediye başkanından ödüller de alıyordu. Kısa süre sonra bu sıradan günler onu sıkmaya başlamıştı. Nihayet çevresinin de özendirmesiyle Yüksek Öğretmen Okulu’nun giriş sınavlarına katılmak için yüksek bir istek duymaya başladı. Louis, 1840 da yapılan sınavda derece kazanarak Besançon Krallık Koleji’ne girme hakkı elde etmişti. Ancak kolej müdürü bu başarılı öğrenciye okulun alt sınıflarında öğretmenlik önerince; aynı okulda hem öğrenci hem de öğretmenlik yapmak gibi zor erişilir bir başarıya ulaşmıştı. Louis artık 18 yaşını tamamlamış bir gençtir.
GENÇLİĞİ Genç Louis 1841 yılından itibaren öğretmenlikten para da kazanan ciddi bir meslek sahibi olmuştu. Nitekim zamanla tüm ailenin genel ismi kendisine özgünlenmeye başlandı. İnsanlar onu Pasteur olarak tanımaya başladı. Şimdi Pasteur ağır başlı, saygın ve otoriter bir kimliğe bürünmüştü. Yakın arkadaşının desteğiyle Paris’e giden Pasteur hem Saint-Louis Lisesi’ndeki derslere devam ediyor hem de Sorbonne Üniversite hocalarından kimya derslerini izleyebiliyordu. Aylarca yoğun çalışma ve sıkıntılarla geçen günlerden sonra nihayet 1843 yılında yapılan sınavı kazanarak Ecol Normale Superieure adı ile anılan yüksek öğretmen okulunda okuma olanağına kavuştu.Bu tarih Pasteur için bilim adamı olma döneminin başlangıcını işaret ediyordu.
ÖĞRENİMİ Pasteur uzun zamandır öğrencisi olmayı düşlediği yüksek öğretmen okuluna girmekle yaşamının en büyük fırsatını ele geçirdiğine inanıyordu. Artık bilim ve araştırma yaşamı Pasteur için başlıca amaç haline gelmişti. O kadar ki Paris’ten ailesine yazdığı mektuplarda bile bilgilerini babası ve kız kardeşine öğretmeye çalışıyor ve onlara kimya konusunda uzun uzun dersler vermeye çalışıyordu.
Ne var ki; 1848 yılı Pasteur için çelişkili duygulara neden olacak olaylarla geçiyordu. O yıl okulunu bitirdiği gibi felç geçiren annesini kaybetti. Aynı yıl hiç beklemediği bir şekilde Dijon Lisesi Fizik öğretmenliği ile görevlendirildi. Laboratuar ve çalışmalarından uzak kalmasına neden olacak bu göreve sevinmediği kuşkusuzdu. Ama daha sonra özellikle hocaları Dumas ve Biot’un önerileri üzerine Strasburg Üniversitesi kimya profesörlüğüne atanmakla , bunca üzüntü arasında sevindirici bir olayı da yaşamış oldu. Henüz 27 yaşında olan Pasteur böylece öğrencilik yaşamını tamamlayarak hocalık dönemine başlamış oldu.
EVLİLİĞİ Strasburg Üniversitesi’ne atanmasından önce Pasteur’ün evlenmek gibi bir niyeti yoktu. Ne var ki; yeni atama yerinde, Rektör M.Laurent’i ilk ziyareti sırasındaki rastlantılar , bazı şeyleri olduğu gibi evlilik konusundaki düşüncelerini de değiştirmeye yetmişti. Pasteur rektörün genç ve sevimli kızı Marie’ye adeta yıldırım aşkı denilebilecek bir sevgi yoğunluğuyla tutulmuştu. Öyle ki; bu görüşmeden ancak 15 gün sonra genç profesör çok ağır başlı ve saygılı dinle yazdığı bir mektup göndererek rektörden kızını resmen istedi.
Saklamama gerek yok, tümüyle yoksul bir kimseyim tek varlığım sağlığım, yürekliliğim ve üniversitedeki ismimdir…Geleceğim şimdiki eğitimim değişmezse kimyasal araştırmalara adanmış olacaktır. Çalışmalarımda beklediğim sonucu alırsam ileri de Paris’e yerleşmeyi düşünüyorum. İsteğimi olumlu bulursanız resmi evlenme önerisi için babam hemen Strasburg’a gelecektir. Pasteur’ün bu resmi ancak içten mektubu rektör ailesince sevinçle kabul edilir. Gerekli usul ve merasimden sonra iki genç 29 Mayıs 1849 günü yaşamlarını birleştirdi. Bayan Pasteur’ün en büyük özelliği kocasına olan aşkından çok ona olan hayranlığıydı.
Pasteur’un bu mutlu aile yaşantısındaki tek karanlık nokta 4 kızından 3 ünü küçük yaşlarda, salgın hastalıklarla kaybetmesiydi. Pasteur’ün bulaşıcı hastalıklara karşı başlattığı amansız savaşta bu büyük acıların da etkisinin de olduğu muhakkaktır. Ayrıca ipek böceği hastalıklarını önlemek için mikroplara karşı en yoğun mücadeleleri de bu yıl yapmıştır. Louis’in oğlu 20 yaşında iken 1870 de Almanlara esir düşer. Pasteur bilimsel çalışmalarını bir yana iterek eşiyle birlikte oğlunun dönüşünü bekler. Fransa’nın yenilgisiyle cepheden kaçan binlerce genç arasında oğlunu aramaya koyulur. Bulduğunda oğlu bitkin ve ağır yaralıdır. Pasteur Almanları hiçbir zaman bağışlamadı. Öyle ki yıllar sonra bilimsel başarıları için Alman hükümetinin önerdiği madalyayı kabul etmedi.
KARAKTERİ Temizlikteki titizliği dikkati çekecek ölçüde bulunuyordu. Görünüşü ne kadar temiz olursa olsun yemekte kullanacağı bardak ve tabak gibi sofra eşyasını önce mutlaka temizliği yönünde incelerdi. Bunları kendisi de bir kez silmeden önce kesinlikle kullanmazdı. Hatta sofraya kadar elden ele geçirilerek gelen ekmeğin kabuk kısmını kazıyarak temizlemeden önce yemezdi. Pasteur’un özelliklerinden biride çok renkli ve geniş bir hayal gücüne sahip olmasıydı. Henüz 10 yaşlarında iken kuduz bir köpek tarafından ısırılmış küçük bir çocuğun yarsının dağlanarak tedavi edilmesine tanık olduğu için kuduz aşısının araştırmada insan üstü bir gayret göstermiştir.
OLGUNLUK 1859 yılında deneysel fizyoloji ödülünün Pasteur’e verilmesi oy birliğiyle kararlaştırıldı. Bu arada Pasteur gelişen araştırmalarıyla alkol ve laktik asitle mayalanmanın havayla ilişki halinde daha da hızlandığını saptamıştı. Bu ise onu, havada kokuşmalara ve mayalanmaya neden olan bazı mikroorganizmaların bulunduğu kanısına vardırdı. Pasteur mikroorganizmalar aleminde kendiliğinden türeme şeklinde bir olgunun bulunmadığı tezini ortaya atmak ve savunmaktan çekinmemişti. Sonuçta ortaya koyduğu deney ve bulgularla tezini bütün bilim insanlarına kabul ettirdi.
Nitekim 8 Aralık 1862 gününde yapılan toplantıda Pasteur’e Paris İlimler Akademisi üyeliği verildi. Mayalanma konusunda yaptığı araştırmalar şarabın bozulmasında Mycoderma Aceti’nin etkili olduğunu saptadı. Şarap hastalıklarının özel mayalanmalar nedeniyle ortaya çıktığını buldu. Daha sonra şarapların bozulmasına neden olan mikroorganizmaların belli bir sıcaklığın üstündeki ısılarda öldüğünü anladı. Örneğin 55 °C derece üstündeki sıcaklıklarda ısıtılmakla, şarapların bozulmaktan kurtulduklarını kanıtladı. Bu ise ona sonradan Pastörizasyon denen yöntemi esinlettirdi.
Pasteur kurmayı tasarladığı İlim Dostları Derneği ile insanları tedavi edecek bir kurum oluşturma çalışmalarına girmişti. Nihayet Fransız Bilimler Akademisi Pasteur’ün bu düşüncesini Paris’te bir Pasteur enstitüsü kurulması kararını aldı. 14 Kasım 1888 günü yapılan görkemli açılışıyla sağlık dünyasına kazanılan bu büyük kuruluşun başına geçmiş olmanın mutluluğunu da yaşadı.
PASTEUR ENSTİTÜSÜ
ÖLÜMÜ Pasteur, 1886 yılından beri rahatsızdı. Zaten geçirdiği ilk felç hastalığından beri isteği ve coşkusunu kullanarak çalışabiliyordu. 1893 yılında ağır üre krizinden sonra kendisini bir türlü toparlayamadı. 1894 Ekim’de artık kendisini bitkin ve çökmüş hissediyordu. 1895 Sonbaharında artık iyice yaşlanmış ve kendisini için için kemiren hastalığın etkisini daha çok duyumsamaya başlamıştı. Tekrar eden beyin kanaması nedeniyle felç gittikçe artıyor ve konuşmakta bile güçlük çekiyordu. 28 Eylül 1895 günü ailesi, öğrencileri ve sevenleri arasında sakince bir şekilde vefat etmiştir.
BULUŞLARI Kristaller: Pasteur’ün ilk çalışmaları kristaller üzerinde olmuştur ve ilk buluşuda kristallerin yapılarıyla ilgiliydi. Pasteur henüz 25 yaşlarında okulu yeni bitirmiş genç bir kimyager iken kimi kristallerin polarize ışığın düzlemini sağa veya sola döndürme yeteneği olduğunu buldu. Pasteur kristaller üzerine yaptığı bu çalışmaları ve buluşları sonunda modern biyokimya ve bakteriyolojinin kurucularından biri olmayı başardı.
Mayalanma:. Pasteur için; canlılar ile madde arasında birtakım bağlantılar kurmaya çalıştığı dönemde; fermantasyon onun dikkatini çeken olguların başında geliyordu. Lille’deki görevi sırasında kendisinden, şeker pancarından alkol elde edilmesi işlemlerinde ortaya çıkan bazı mayalanma bozulmalarının çözümü istekleri gelince; büyük bir memnunlukla kabul etmişti.
Bu son buluşlarıyla Pasteur; Lille’de kendisinden istenilen çözüme ulaşarak mayalanmanın sırrını gösteren doğal yasayı ortaya koyarken; aynı zamanda mayalanmayı engelleyen nedenleri de saptamakla; bu hastalığın önlenmesi ve bu hastalıktan korunma yollarını da belirlemiş bulunuyordu.
Kendiliğinden türeme: Pasteur; yıllarca süren çalışmalar, sabırla yapılan gözlemler ve çok zekice düşünülen ve büyük bir ustalıkla uygulanan deneylerle konuyu aydınlamaya girişti. Bütün bu deneyler sonunda Pasteur; Kendiliğinden türeme şeklinde bir olayın olmadığını; kokuşmuş ya da mayalanmış cisimlerdeki değişimlerin, bu cisimlere hava yoluyla ulaşan mikrop denilen mikroorganizmaların eseri olduğunu ilan etmiş bulunuyordu.
Mikrop kuramı: 1865 de hocası Dumas’ın; Pasteur’den, hemşehrilerini büyük zarara sokan ipekböceği hastalığının önlenmesi için bir çare bulmasını istemesi bu konu üzerinde derinlemesine araştırma yapması için fırsattı. Ne var ki; Pasteur’ün sağlıksız böcekleri ayırmaları halinde iyi ürünler alacağı önerisine uyan ipekböceği yetiştiricilerinin böcekleri gelecek yıl aynı hastalığa yakalanınca araştırmalarını derinleştirmek zorunda kalacaktı. Pasteur yaptığı ve 6 yıl süren araştırmalarının sonucunda ise; parazitlerin, böceklere dışarıdan gelerek bulaştıklarını anladı.
Pastörizasyon: Pasteur; şarap mayalanmalarını incelerken; bozulmaya neden olan mikroorganizmaların ısıyla denetlenebileceklerini bulmuştu. Keza belli bir derecenin üstüne çıkan sıcaklıkta; mikropların öldürülebileceği anlaşılmıştı. Sütün 65 °C de yarım saat ısıtılmasıyla, havadan gelen ve kesilmeye neden olan spesifik basillerin yok edildiğini ortaya koyarak «Pastörizasyon» olayını bulmuştu. Bu yöntem; süt, meyve suları, bira, şarap gibi içeceklerde olduğu gibi; bazı katı yiyeceklerin saklanmasında da kullanılır. Pastörizasyondaki ısıda bekletme süreleri; sıcağa en çok dayanan verem sporu’nun ölmesine yetecek zamana göre saptanır. Pasteur’ün bulduğu bu yöntemin; sağlıklı beslenme ve besinlerin korunması yönünden büyük bir devrim niteliğinde olduğu açıktır.
Tavuk kolerası aşısı: Kümes hayvanlarında görülen tavuk kolerası; sık sık salgınlar yapan ölümcül bir hastalıktır. Tavuk kolerası mikrobunu, saf bir kültürde üreten Pasteur; yaptığı deneylerinde; bir aşı geliştirmeyi tasarlamıştı. Asistanlarının da katıldığı çalışmalar sonunda, aşı bulundu. Tavuk kolerası aşısı; Pasteur’un genel aşı kuramının bulunması sürecinde elde edilmişti. Onun bulduğu ilk aşıydı.
Şarbon aşısı: Şarbon hastalığı; çift tırnaklı hayvanlara musallat olan bir bulaşıcıydı.. Pasteur şarbon hastalığını yeryüzünden silecek bir deneye girişmişti. Yaşamının 6 yılını bu amaç için kullandı. Şarbon aşısının bulunduğunun, Fransız Bilimler Akademisi’ne bildirilmesinden sonra, bu büyük keşif bilim tarihine de tescil edilmiş oldu. Ama geleneksel tıp taraftarları ile, Pasteur’u çekemeyen bir grup araştırmacı, hekim ya da veteriner; onun bu buluşuna itiraz etnekte gecikmedi.
Kuduz aşısı: Pasteur kuduz aşısını bulmak için çalışmalara 1880 yılında başlamıştı. Bu yıllarda kuduz henüz çaresiz bir hastalıktı.. Kuduz hayvanın ısırmasından sonra alınabilecek tek önlem; yaranın kızgın demirle dağlanmasıydı. Pasteur araştırmalarına kuduz virüsünün, hastalığı sinir merkezlerine yayılmak suretiyle ortaya çıkardığını bulmuştu. Bunun içindir ki; Pasteur ve ekibi kuduz araştırmalarında; hasta hayvanın beyin ve omuriliklerini başlıca çalışma alanı olarak belirlemekte gecikmemişti.
Yardımcılar köpeği hareketsiz tuttukları sırada Yardımcılar köpeği hareketsiz tuttukları sırada. Pasteur dudaklarının arasında ince bir tüp, başı köpeğin ağzı üzerine eğilmiş olduğu halde birkaç damla salya çekiyor ve bu içinde virüsler kaynayan sıvıdan elde edilen bulaşıcı madde, hazırda bekletilen diğer köpeklerin açılmış kafataslarındaki beyinlerine ya da tavşanların omuriliklerine zerk ediliyordu. Daha sonra hastalanarak ölen tavşanlardan alınan omurga parçaları 23 °Cderecelik bir sıcaklıkta kurutuluyor ve böylece kuduz virüsünün hastalandırma gücü her geçen günle biraz daha azaltılıyordu. Kurumaları için 14 gün bekletilen omurgalardaki virüslerin ise artık hastalandırma gücü kalmamış oluyordu. Bu aşamadan sonra kuruyan omurga bir miktar saf suyun içinde ezilerek eritiliyor ve elde edilen sıvı sağlam köpeklere zerk ediliyordu.
Önce 13 günlük ve sonra da sırasıyla 12,11,10 ve daha aşağı günlük sürelerde kurutulmuş omuriliklerden elde edilen eriyikler, en uzun süre kurutulmuşlardan başlayarak ve sırayla, sağlam köpeklere zerk edilmekteydiler. Kuruma gün sayısı azaldıkça, içindeki virüsün hastalandırma gücü fazlalaşan bu omurilik eriyiklerinden bir günlük olanları; hastalık yapma bakımından en güçlü olanlarıydı. Halbuki; daha önce hastalık güçleri azaltılmış ilik eriyikleri verilmiş olan köpekler; bu bir günlük eriyiklerin zerkinde olduğu gibi; hasta köpekler tarafından ısırıldıklarında bile kuduz olmuyorlardı. Bu bulgular, kuşkusuz ki kuduz hastalığına karşı aranmakta olan, etkili bir aşının bulunduğunun ilk işaretleriydi.
Pasteur; 6 Temmuz 1885 günü, iki gün önce bir kuduz köpeği tarafından ısırılan dokuz yaşlarında bir çocuğun annesiyle laboratuarına gelip, kendisini kurtarması için yalvarmasına kadar; aşının insan üzerinde denenmesine cesaret edememişti. Elinde insanlar üzerinde denenmemişte olsa; çocuğu kurtarabilecek bir olanak bulunan Pasteur; bütün sorumluluğu üzerine alarak; dünyada ilk kez, kuduz aşısını çocuk üzerinde uygulamaya karar verdi.
En eski; 14 günlük yani içinde hiç virüs gücü olmayan ilikten elde edilen eriyikten başlanarak ve giderek güçlü dozlardaki eriyiklerin zerki suretiyle aşı uygulandı. Günlerce süren heyecanlı bekleyiş ve umut ile umutsuzluk arasında geçen dakikalardan sonra, çocuğun kurtuluşu laboratuarda olduğu gibi bütün dünyada da büyük mutluluklarla kutlandı. Böylece insanlık tarihinde bir efsane olay daha gerçekleşmiş oldu.
Büyük bir bilim adamı olan Pasteur, ölmeden önce hayat görüşürünü şu şekilde özetlemişti: Hiç şüphem yok ki, Bilim ve Barış; cahilliği ve savaşı sonlandıracaktır. Milletlerin yok etmek ve yıkmak, için değil, hayatı yüceltmek için birleşeceğine, istikbalimizi bu uğurda, mücadele edenlere borçlu olacağımızı düşünüyorum.
232040 ESRA ÇAVDAR 232075 DİLARA ALTUN 3-A II.ÖĞRETİM