ÇEVRE POLİTİKASI VE YÖNETİMİ Doç.Dr. Ahmet MUTLU
1.2. Uluslararası Politikalar Çevre sorunlarının insanlık gündemine gelmesinde uluslar arası çabaların rolü belirleyici olmuştur. Gerek küresel, gerekse ulusal çevre politikalarının ortaya çıkışında başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, çeşitli uluslar üstü kurumların öncü çalışmaları önem taşımıştır. Uluslar arası topluluk, çevre politikaları konusunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) yaşama geçirilmesinden bu yana küçümsenmeyecek bir yol almıştır. Çevre sorunlarının uluslar arası topluluğun gündemine girmesi, 1960’ların sonunda başta öğrenci hareketleri ve diğer toplumsal hareketler olmak üzere, Barış Hareketleri, Anti-nükleer Hareketler ve Kadın Hareketleri ile olmuştur.
1.2.1.1. Küresel Kamuoyunu Biçimlendiren Çalışmalar Çevre sorunları hususunda kamuoyu oluşumunun ilk önemli adımlarından birisi, sanayici, bilim adamları ve aydınlardan oluşan bir sivil toplum örgütü olan Roma Klübü oluşturur. 1970 yılında “Ekonomik Büyümenin Sınırları” adlı rapor. Dünya, 150 yıla kadar “yaşanabilirlik” niteliğini kaybedecek. Kaçınılmaz son ile karşılaşılmak istenmiyorsa büyüme sıfıra indirilmelidir. Rapor, toplumda bir şok etkisi yaratmıştır. İlerleyen zamanda Roma Kulübü tarafından “Dönüm Noktasındaki İnsanlık” adını taşıyan ikinci bir rapor yayınlamıştır. Bu rapor, önceki raporda yer alan “Sıfır Büyüme” tezi yerine “organik büyüme” ya da “farklılaşmaya dayalı büyüme” yaklaşımı öne sürülmüştür.
1970’lerde yayınlanan önemli eserlerden birisi de E. F 1970’lerde yayınlanan önemli eserlerden birisi de E.F. SCHUMACHER’in yazmış olduğu “Küçük Güzeldir” adlı kitaptır. “Küçük Güzeldir” adlı eserde, egemen üretim ve tüketim sistemleri ayrıntılı biçimde incelenmekte ve kapitalist ekonomik sistemin tüketimi körükleyerek, doğanın sonunu hazırlamakta olduğu vurgusu yapılmaktadır. Doğal kaynakların yanı sıra kullanılan enerji sistemlerini de irdeleyen eserde, ilk kez nükleer enerjinin risklerine dikkat çekilerek, uygarlığın mevcut ilerleyişinin sorgulanması ve orta ve küçük ölçekli, insan yüzlü teknolojilerin geliştirilmesi gerekliliği ileri sürülmektedir
1. 2. 1. 2. Uluslararası Toplantı ve Konferanslar 1. 2. 1. 2. 1 1.2.1.2. Uluslararası Toplantı ve Konferanslar 1.2.1.2.1. Stockholm Çevre Konferansı 1972 yılında sorun, Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü tarafından düzenlenmiş olan BM Stockholm İnsan Çevresi Konferansı’nda ele alınmıştır. Refah durumu farklı kategorilerdeki 100’den fazla ülkenin katıldığı konferansta, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında, ülkelerin çevreyi kirletme açısında sorumluluk payları ile farklı gelişme seviyesindeki ülke halklarının gereksinimleri konusunda uzun tartışmalar yapılmıştır. Toplantının sonunda tarafların üzerinde uzlaştıkları “İnsan ve Çevresi” adında bir bildirge yayınlanmıştır. Bildirge’deki iki önemli karar: zengin ve yoksul ayırımı yapılmadan tüm katılımcı ülkeler tarafından, küresel çevre sorunları tehdidinin tüm insanlığa yönelik olduğu kabul edilmiş ve bu yolda sorumluluğun paylaşılmasında uzlaşılmıştır. her insanın sağlıklı bir çevrede yaşama ve çevre korumaya ilişkin kararlara katılma hakkı olduğu vurgulanmıştır. Toplantı sonunda Birleşmiş Milletler Çevre Programı (United Nations Enviromental Program- UNEP) kurulmuştur.
1.2.1.2.2. Akdeniz Eylem Planı 1975 yılında BM Çevre Programı tarafından Barselona’da bir konferans toplanmış ve konferansta Akdeniz’e kıyısı olan 16 ülke hükümetinin Akdeniz’in korunmasına yönelik eylem planını kabul etmesidir. Başta Avrupa Ekonomik Komisyonu, BM Sınai Kalkınma Teşkilatı, BM Gıda ve Tarım Teşkilatı, Dünya Sağlık Örgütü ve UNESCO olmak üzere, çeşitli uluslar arası örgütler tarafından desteklenen “Akdeniz Eylem Planı” ile; Akdeniz ülkeleri hükümetleri arasında imzalanmış bağlayıcı çeşitli anlaşmaları; Akdeniz’de kirlenmeyi izleme ağının kurulması; k alkınma öncelikleriyle sağlıklı bir Akdeniz çevresini bağdaştıracak bir sosyo-ekonomik programın hazırlanması öngörülmüştür. Bu plan, bugün 21 Akdeniz ülkesi ve AB tarafından yürütülmektedir.
Plan, 1992 yılında düzenlenen Rio Konferansı sonrasında Akdeniz Bölgesi’nde sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen bir plan halini almıştır. Bu bağlamda belirlenen temel amaçlar; Deniz kirliliğini incelemek ve kontrol etmek Doğal kıyı ve liman alanlarında sürdürülebilir yönetimi sağlamak Çevreyi sosyal ve ekonomik kalkınmaya entegre etmek Deniz çevresinde ve kıyı bölgelerinde kirliliği önlemek ve azaltmak, kara ve deniz kaynaklı kirliliği mümkün olduğunca engellemek Doğal ve kültürel mirası korumak Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında iş birliğini güçlendirmek Hayat kalitesinin artırılmasına katkıda bulunmak olarak belirlenmiştir.
1.2.1.2.3. Brundtland Raporu BM Genel Kurulu, 1983 yılında Norveç Başbakanı G.H. BRUNDTLAND başkanlığında kurulan bir grubun hazırladığı “Ortak Geleceğimiz” adlı bir raporu yayınlamıştır. “Brundtland Raporu” adıyla da anılan ve 1987 yılında tamamlanıp yayınlanan Rapor, devletlerin çevreye ilişkin sorumluluklarının dayandığı ilkeleri içermekte ve bütün insanlığın sağlıklı ve yeterli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu vurgulamaktadır. Böylece ilk kez “çevre hakkı”nın dile getirildiği Rapor, çevre sorunlarının gelişmiş ya da azgelişmiş bütün ülkelerin orta sorunu olduğuna, dünyadaki krizlerin birbiriyle bağlantılı olduğu ve dolayısıyla çevre sorunlarının diğer sorunlarla ilişkili olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca Rapor’da mevcut gelişme biçimi çerçevesinde kalkınmanın belli bir dönem sonra duracağı belirtilmiş ve ilk kez “sürdürülebilir kalkınma” önerisi dile getirilmiştir. Raporda sürdürülebilir kalkınma kavramı “Bugünün ihtiyaçlarını gelecek nesillerin de kendi ihtiyaçlarını karşılamalarında ödün vermeden karşılamak” biçiminde tanımlanmaktadır.
sürdürülebilir kalkınmanın üç içeriği vardır: Mevcut büyümenin sürdürülemezliği, Bugünün ihtiyaçlarının karşılanması, Gelecek nesillerin yaşam kalitesinin ve refahının güvence altına alınması Rapor’un temel yaklaşımı; çevre ve kalkınma arasındaki dengeyi sağlamak, çevre üzerindeki baskıyı artırmadan ve kaynakları tüketmeden ekonomik büyümeyi sağlamak.
1.2.1.2.4. Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı Sürdürülebilir kalkınma düşüncesi, 1992 yılında gerçekleşen BM Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın da temel gündemini oluşturmuştur. Devlet ve hükümet başkanlarının Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde bir araya geldiği Konferans’ta “Rio Deklarasyonu” adıyla bir bildirge kabul edilmiştir.
Bildirge’de çeşitli ilkeler benimsenmiştir. İnsanlar doğa ile uyumlu sağlıklı ve yaratıcı bir yaşam hakkına sahiptirler. Sürdürülebilir kalkınma elde etmek için çevre koruması kalkınma sürecinin önemli bir parçasını teşkil etmelidir. Bütün devletler ve insanlar yaşam standardındaki eşitsizliği azaltmak ve dünya üzerindeki insanların çoğunluğunun ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için sürdürülebilir gelişme için vazgeçilmez bir gereksinim olarak yoksulluğun yok edilmesi için işbirliği yapmalıdırlar. Devletler, dünyanın ekosisteminin sağlık ve bütünlüğünü korumak, kollamak ve iyileştirmek için işbirliği içinde olmalılar. Barış, gelişme ve çevresel koruma birbirine bağlı ve bölünemezdir.
Bunlar içinde Gündem 21 öne çıkmaktadır. Ayrıca Rio Zirvesi sonunda, Deklarasyon’da yer alan ilkeler doğrultusunda hazırlanmış dört ayrı hukuk belgesi benimsenmiştir. Gündem 21 adını taşıyan Eylem Planı, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve Orman İlkeleri Bunlar içinde Gündem 21 öne çıkmaktadır. sürdürülebilir kalkınma bağlamında yapılması gerekenleri içeren ve “Gündem 21”, sürdürülebilir kalkınma düşüncesinin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır. BM kuruluşlarının, devletlerin ve bağımsız sektörlerin yapması gereken faaliyetleri tanımlayan bir eylem planı olan Gündem 21, 2000 yılına kadar olan programları kapsamaktadır,
sürdürülebilir gelişme için öngörülen yaşamın tüm alanlarına yönelik bütüncül nitelikler yer almaktadır. Bunlar: Kararların alınmasında vatandaşların etkin katılımını sağlayacak bir siyasal sistem, Kendi çabasıyla ve sürdürülebilir biçimde üretim fazlası ve teknik bilgi sağlayabilecek bir ekonomik sistem, Uyumsuz kalkınmadan doğan gerilimlere çözüm bulabilen bir sosyal sistem, Kalkınma için gerekli ekolojik tabanı korumaya saygı gösteren bir üretim sistemi, Durmadan yeni çözümler arayabilecek bir teknolojik sistem, Ticaret ve finansmanda sürdürülebilir düzenleri destekleyen bir uluslararası sistem, Esnekliğe, kendini düzeltme yeteneğine sahip bir yönetim sistemidir
1.2.1.2.5. Kyoto Protokolü Sürdürülebilir gelişme düşüncesinin etkisiyle daha sonra düzenenen en önemli toplantılardan birisi Kyoto Protokolü ile sonuçlanan toplantıdır. Rio Konferansı’nda hazırlanan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde sera gazı emisyonlarının azaltılması için ülkelerin tedbirler alması gereği ortaya çıkmıştır. Ancak bu sözleşmenin herhangi bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden üç yıl sonra 1997 yılında BM’nin Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlediği toplantıda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içerisinde katılımcı hükümetler tarafından “Kyoto Protokolü” imzalanmıştır
Protokol’a göre ülkeler iki gruba ayrılmıştır: Gelişmiş ülkeler (Ek-I ülkeleri) ve Gelişmekte olan ülkeler (Ek-I’de yer almayan ülkeler). Gelişmiş ülkeler sera gazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 yılı seviyesinden %5,2 aşağıya çekmekle sorumludurlar. Protokol, ancak Rusya’nın da katılımıyla 2005 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Tüm dünya emisyonunun %24’ünü tek başına gerçekleştiren ABD protokolü imzalamaya yanaşmamakta, sadece az gelişmiş ülkelerden emisyon ticareti yapmayı savunmaktadır.
Sözleşmeye göre; Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5,2'ye çekilecek Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek Fosil yakıtlar yerine örneğin biodizel yakıt kullanılacak Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler ve teknolojiler devreye sokulacak Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
1.2.1.2.6. BM Binyıl Zirvesi sürdürülebilir gelişme düşüncesi, günümüzde çevre sorunları konusundaki küresel politikaların temel yönlendiricisi durumundadır. Rio Zirvesi’nden on yıl sonra 2002 yılında Johannesburg’da “Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi (Rio+10)” düzenlenmiştir. Johannesburg Zirvesi’ne 104 devlet ve hükümet başkanının yanında heyetler ve sivil toplum kuruluşlarından geniş bir katılım gerçekleşmiştir. Johannesburg Zirvesi, 1992 Rio Konferansı’nın son on yıllık değerlendirmesini yapmak amacı taşımaktadır.
Johannesburg Zirvesi’nde sürdürülebilir gelişme önünde engel teşkil eden sorunlar tanımlanmış ve sürdürülebilir gelişmenin temel unsurları olan yoksulluğun giderilmesi, sağlık, eğitim, tarım, suya erişim ve çevrenin korunması gibi öncelikli konularda ileriye dönük hedefler ile çalışma takvimi belirlenmiştir. Ayrıca ülkelerin zengin ve fakir olarak ayrılması ve gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki makasın giderek açılmasının, küresel refah, güvenlik ve istikrar için tehdit oluşturduğu teyit edilmiş; çevresel sorunlar ele alınmış; küreselleşmenin ekonomik etkilerinin orantısız biçimde dağıldığı kabul edilmiş ve küresel adaletsizliğin giderilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Zirve sonunda Johannesburg Deklarasyonu ve Uygulama Planı olmak üzere iki belge hazırlanmıştır.
Rio Zirvesi’nin 20. yıldönümünde, 2012 yılında BM tarafından Rio’da yapılan toplantıda, katılımcı devlet ve hükümet başkanları ile yüksek düzeydeki öteki temsilcilerin uzlaştıkları “İstediğimiz Gelecek” adlı belge ortaya çıkmıştır. BM Genel Kurulu’nun desteklemesi talebiyle sunulan belgede çevrenin iyileştirilmesi ve korunması çalışmalarına tüm sivil toplum örgütlerinin katılımı, sürdürülebilirliğin sağlanmasına bağlılık vurgulanmış ve insanlığın yoksulluk ve açlıktan kurtarılmasının acil bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. Bildiride demokrasi, iyi yönetim ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle birlikte, yaşanabilir çevre koşullarının hem ulusal hem de uluslararası düzeylerde sürdürülebilir gelişmenin temel dayanakları olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca bildiri, Rio Zirvesi’nin üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen benimsenmiş olan ilkelerin yaşama geçirilmesinde tutarlı bir ilerleme sağlanamadığı değerlendirmesi yapılmaktadır.
1.2.1.3. Uluslar Arası Kuruluşlar 1.2.1.3.1. Birleşmiş Milletler Çevre sorunlarının küresel gündeme yerleşmesinde ve uluslararası boyut kazanmasında etkili olan en önemli kurumlardan birisi Birleşmiş Milletler’dir. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün çevre için almış olduğu kararlar, devletler için bağlayıcı bir nitelik taşımamaktadır. Ekonomik ve Sosyal Konsey, Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Sekretarya ve Vesayet Konseyi olmak üzere altı temel organ ve bunlara bağlı uzmanlık kurumlarından oluşan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün, çevre sorunlarının uluslararası düzeyde tanınırlığını sağlayan toplantıları düzenlemiştir. 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı; 1987 yılında hazırlanan Brundtland Raporu (Ortak Geleceğimiz); 1992 yılında BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio Zirvesi); 2000 yılında gerçekleştirilen BM Binyıl (Milenyum) Zirvesi; 2002 yılında düzenlenen Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi (Rio+10) ve nihayet 2012 yılında BM tarafından yayınlanan “İstediğimiz Gelecek” adlı bildirge olarak sıralanabilir.
Bm’nin çevreyle ilgili en önemli birisi kuruluşlarından birisi olan BM Çevre Programı (UNEP)tir. 1972 yılındaki İnsan ve Çevre Konferansı’ndan sonra başlatılan UNEP tarafından ve sözleşmeler yapılmıştır. Küresel ölçekli düzenlemelerden bazıları şunlardır: Gemilerden Deniz Kirlenmesi (MARPOL, 1973) Atmosfer Kirliliği (Cenevre, 1979), Ozon Tabakasının Korunması (Montreal, 1987), Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınması ve Bertarafı (Basel, Lome 1989, Bamako) Küresel İklim Değişikliği (Rio, 1992), Biyolojik Çeşitliliğin Korunması (RAMSAR, 1971, CITES, 1973, CBD, 1992).
1.2.1.3.2. Dünya Bankası Uluslararası çevre politikasını yönlendiren aktörlerin başında gelen Dünya Bankası'nın çevre sorunlarına duyduğu ilginin, 1980’lerden sonra oluşmaya başladığı ileri sürülmektedir. Banka, kuruluş amacına uygun olarak, önceliği kalkınma yatırımlarına vermiş, çevre değerlerini koruyucu nitelikteki projeleri ise cılız biçimde desteklemeyi yeğlemiştir. Sözgelimi, 1998 yılı verilerine göre, Banka'nın, enerji, madencilik ve ulaştırma gibi çevre üzerinde baskıda bulunacak projeler için öngördüğü kredilerin tutarı toplamın yaklaşık 1/4'ünü bulurken, çevre koruma amacını taşıyan krediler toplamın ancak %1.02'sine denk gelmekteydi
1.2.1.3.3. Avrupa Birliği Uluslararası çevre politikalarının oluşmasında en etkili kurumun Avrupa Birliği olduğu söylenebilir. Avrupa Birliği, birlik üyesi ülkelerde yaşam kalitesini artırmak amacıyla doğal çevrenin korunması, çevre sorunlarının mevcut ülke sınırlarını aşması ve benzeri sebeplerle çevre sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır. Gerek dünyada gerekse Avrupa’da çevre sorunlarının önem kazanmasına paralel olarak, zaman içinde çevre, Avrupa Tek Senedi ile üzerinde ciddi biçimde durulan bir konu haline gelmiştir. Avrupa Tek Senedi’nin 130. Maddesi’nde (o zamanki adıyla) Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) amaçları şöyle yer almaktadır: Çevrenin kalitesini korumak ve geliştirmek, Kişi sağlığının korunmasına katkıda bulunmak, Doğal kaynakların dikkatli ve akıllı kullanımını gerçekleştirmek AB’de çevre politikalarının oluşturulmasında çeşitli aktörler etkili olmuş, bunlar tarafından belirlenmiş hedef ve ilkeler ortaya konulmuştur.
AB’nin çevre politikası esas olarak bazı ilkeleri: Bütünleyicilik ilkesi: Bu ilke, üye devletlere sadece Birlik çevre politikasının uygulanması bakımından yükümlülükler getirmekle kalmayıp, aynı zamanda diğer Birlik politikalarını uygularken çevre menfaatlerini de göz önünde bulundurmayı gerektirir. Yüksek Seviyede Koruma İlkesi: Birliğin tüm kurumlarını bağlayan bu ilke çerçevesinde, Birliğin farklı bölgelerindeki çevre koşullarını da dikkate alarak, yüksek seviyede çevre korumasını amaç edinmelidirler. Önleme ilkesi: Bu ilkeye göre çevre kirlenmesinin hiç doğmaması için alınabilecek önlemlere öncelik verilecektir. Örneğin; çöplerin, henüz ortaya çıkmadan, hiç çöp oluşmaması için yapılabileceklerin saptanması gibi. İhtiyat İlkesi: Maastricht Antlaşması’yla bu ilkeyle ilişkili olan ihtiyat (tedbir) ilkesi benimsenmiştir. Tedbir ilkesi, önleme ilkesinden farklı olarak, çevre kirlenmesi olasılığının daha az olduğu, fiil ile sonuç arasındaki nedensellik bağının daha gevşek olduğu hallerde de önlem almaya yönelik ilkesel bakışı içermektedir. Kaynağında Önleme İlkesi: Bu ilke çevre kirliliğinin hiç doğmaması için alınacak önlemlerle değil, kirliliğin oluştuğu yerde hemen ortadan kaldırılabilmesi için alınacak önlemlerle ilgilidir. Kirleten Öder ilkesi: Bu ilkeye göre ise çevreye doğrudan veya dolaylı olarak zarar veren veya böyle bir zararı doğurmaya elverişli olan koşulları yaratan kişi kirleten olarak nitelenir ve gerçek veya tüzel kişi olabilen kirleten, bu kirlenmenin ortadan kaldırılması veya topluluk ve üye ülkeler tarafından belirlenmiş olan düzeye indirilmesi için gerekli önlemleri almak zorundadır. Bu ilke maddi bir sorumluluk normu olmaktan çok masrafları kimin karşılayacağı konusunda düzenleme getirir
1.2.1.3.4. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), sanayileşip zengin olmuş ülkelerden oluşan bir örgüttür. Halen 33 tam üye ülkeden oluşmaktadır. Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır: Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standardının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması, Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi, Uluslararası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi, OECD'ye üye veya bu örgüte üyelik talebinde bulunan ülkeler, sosyo-politik ve ekonomik yaşamda, aşağıda belirtilen üç ilkeyi vazgeçilmez değerler olarak benimsemişlerdir, Demokrasi, İnsan haklarına ve yurttaş özgürlüğüne bağlılık.
1.2.1.3.5. Kuzey Atlantik Teşkilatı (NATO) 1949’dan 1991’e kadar geçen dönemde NATO stratejisini esas itibarı ile “savunma” ve “caydırıcılık” olarak tanımlamak mümkündür. 1991’den sonra ise “işbirliği” ve “güvenlik” kavramlarının da kabul edildiği daha geniş bir yaklaşım benimsenmiştir. NATO’nun son döneminde benimsediği işbirliği ve güvenlik yaklaşımı çerçevesinde çevre öne çıkan bir nitelik taşımaktadır. Bu çerçevede, kritik çevresel ve kaynak sınırlamaları, sağlık riskleri, iklim değişiklikleri, su kıtlığı, artan enerji gereksinimleri NATO’nun ilgi sahasındaki güvenlik ortamını şekillendirmiştir.
1.2.1.3.6. Diğer Kuruluşlar Yukarıdaki uluslar arası kurum ve kuruluşların yanısıra uluslararası çevre politikalarının oluşmasında etkili olan diğer uluslararası kuruluşlardan bazıları da; Uluslararası Atom Enerjisi Teşkilatı, Sivil Havacılık Teşkilatı, Avrupa Konseyi, Avrupa Belediyeleri Konseyi, Yerel Yönetimler Uluslararası Birliği ve Bölgesel Yönetimler Konferansı olarak sıralanabilir.
2. Çevre Yönetimi Çevre yönetimi, toprak, su ve hava gibi doğal kaynakların çevresel bakımdan kabul edilebilir uygulamalar yoluyla kullanılmasıdır. Çevre yönetimi, sağlıklı ve dengeli bir yaşam çevresinin oluşturulmasını ve korunmasını amaçlamaktadır. Bu amaçlara, sürdürülebilir gelişmenin gerçekleştirilmesiyle ulaşılması hedeflenmekte ve bu amaçla çevre ve ekonomi arasında bir denge gözetilmektedir.
2.2. Çevre Yönetiminin Aşamaları, Yöntemleri ve Ölçütleri Çevre yönetimi denilen kurumsal bir yapıyı oluşturmakla; Çevreye zarar verilmesini önlemek ve verilmiş olan zararları ortadan kaldırmak, Çevre araştırmalarını, yönetim ve denetim sürecinde görev almış olanları desteklemek, İlgili birimleri ve yurttaşları uyarmak, Bireylerin ve toplulukların yaşam kalitesini yükseltmek, Bireylerin davranış kalıplarını ve tüketim alışkanlıklarını, etik değerlerini geliştirmek gibi amaçlara hizmet edilmesi amaçlanır
Çevre yönetiminde etkinliği sağlamaya yönelik çeşitli ölçütlerden de söz edilebilir: Çevresel ögelerin ve özelliklerin korunması ve geliştirilmesi için siyasal iradenin varlığı, Çevre eğitiminin yeterliliği, Çevresel kalite hedeflerinin saptanması, Çevre politikalarının gelişmişlik düzeyi, Stratejilerin belirlenmesi, Çevre yönetimi için teknik, yönetsel, ekonomik ve hukuksal işlevlerin gelişmişlik düzeyi, Çevre planlaması ve çevresel denetçilik çalışmalarının yeterlilik düzeyi, Çevresel örgütlenmenin yeterlilik, etkililik ve verimlilik düzeyi, Kamu otoritelerine tanına yetkilerin gelişmişlik düzeyi, Çevresel etki değerlendirmesi sürecinin kurumsal ve uygulama açısından gelişmişlik düzeyi, Teknolojik alt yapı ve donanımın yeterlilik düzeyi, Finansman kaynaklarının yeterlilik düzeyi, İnsan gücü planlamasının yeterlilik düzeyi, Vatandaşların çevre bilinci düzeyi ve kararlara katılım olanakları ve araçlarının yeterliliği, Hedefe yönelik yönetim anlayışını benimseme ve uygulama düzeyi.
2.3. Çevre Yönetimini Gerektiren Nedenler Uygulamadan kaynaklanan (pragmatik) nedenler: Çevre sorunlarının yarattığı korku ve insanların sağduyusu, sorunları önleme bilincini yaratması nedeniyle pragmatik sebep olarak görülebilir. Maliyetlerden kaçma isteği: Çevre sorunlarını ortaya çıkmadan engellemenin, ortaya çıktıktan sonra tedavi etmekten daha az maliyetli oluşu, yüksek maliyetlerden kaçma isteği duyan yöneticiler ve vatandaşlar bakımından çevre yönetimini motive eden bir gerekçedir. Rıza gösterme: Vatandaşlar, yerel ve merkezi yönetimler ve kuruluşlar, kendilerini, çevreyi korumak üzere oluşturulmuş uluslararası anlaşmalara ve yasalara uymak zorunda hissetmektedirler. Yasaların yaptırımlarla desteklenmesi, bireylerde rıza gösterme biçiminde çevre yönetimi sürecini destekleyen bir etki yaratmaktadır. Etik yaklaşımların değişmesi: Bilimsel araştırmalar, medyanın etkisi ve çeşitli çevreci grup ve bireylerin etkinlikleri; yeni davranış kalıplarının yaratılması ve bu doğrultuda yeni anlaşmalar ve yasalar yapılmasına sebep olabilir. Bu durum da insanların etik ilgi alanlarına çevresel değerler ve çevre koruma bilincinin girmesini sağlayarak, çevre yönetimi sürecine katkı sağlar.
2.4. Çevre Yönetiminin Sorunları ve Açmazları Karmaşık süreçlerin bütünü olarak çevrenin yönetilmesi çabalarının karşı karşıya kaldığı bazı temel sorunlar ve açmazlar şöyle sıralanabilir Etik açmaz: Balina avcısı mı yoksa balina mı korunacaktır? Kabul edilebilirlik açmazı: Çevre tahribatı hangi sınıra kadar kabul edilebilir? Adalet açmazı: Çevre yönetimi kararlarından kim yararlanıyor? Maliyeti kim ödüyor? Özgürlük açmazı: Çevreyi korumak için insanların özgürlükleri ne ölçüde sınırlandırılmalıdır? Kesin olmama açmazı: Kesin bilgi ve veri olmaksızın, çevre yönetimi kararlarını verirken, eylemin yönünü nasıl belirleyeceğiz? Değerlendirme açmazı: Farklı tercih ve eylemlerin farklı etkinliklerini nasıl karşılayacağız?
Ders bitti