Fotoğraf ve Fotoğrafcılık Tanımlama Tarihce
TANIMLAMA Fotoğraf sözcüğü, eski yunanca φῶς, fos, φωτός, fotos, “Işık (Gök cisimlerinin)”, “Aydınlık” ve γράφειν, grafein, “Çizmek”, “Kazımak”, Resim yapmak”, “Yazmak” sözcükleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Kelime anlamı, ışık yardımı ile iz bırakmaktır. Yani ışıkla yazmak anlamına gelmektedir. Fotoğrafçılık uluslararası bir dildir ve modern hayatta üçüncü bir göz vazifesi görür. Fotoğrafçılık bakmakla görmenin ayrı ayrı şeyler olduğunu kanıtlar. Fotoğraf bugünkü gelişme devrinde bir bilim ve diğer bilim kollarının da hiç şüphesiz ki en büyük yardımcısıdır.
Fotoğraf cisimlerden yansıyan elektromanyetik radyasyonun toplanıp odaklanmasıyla oluşturulur. En yaygın rastlanan fotoğraflar insan gözünün görebileceği kalıcı görüntüler yaratan dalga boylarıyla elde edilen fotoğraflardır. Fotoğraf, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışığın duyarlı yüzey üstüne düşmesi ve duyar kat üstünde sabitlenmesi işidir. Fotoğraf, doğada mevcut gözle görülebilen maddi varlık ve şekilleri, ışık ve bazı kimyasal maddeler yardımıyla ışığa karşı duyarlı hale getirilmiş film, kağıt veya her hangi bir madde üzerine saptayan fiziksel ve artık günümüzde kimyasal ve elektronik-sayısal bir işlemdir.
Bir yüzey üzerinde optik yardımıyla görüntünün oluşturulması fizik bilimiyle, bu görüntünün çeşitli kimyasal maddeleri kullanarak bir yüzeye kaydedilmesi ve sabitlenmesi de kimya bilimiyle ilgilidir. Günümüzde digital fotoğraf makinalarının yaygınlaşması sebebiyle artık, elektronik ve elektromekanik ve bilgisayar teknolojileri ile bilgisayar yazılımlarının da konunun içinde ve doğrudan yer aldığını ifade etmek gerekir.
Fotoğraf makinesinde, belgelenmek istenen objeden yansıyan ışık; objektifte ulaşır ve odaklanır, sonra,hemen objektifin içinde bulunan ve adına diyafram denen diske ulaşır. Bu diskin amacı; gelen ışığın şiddetinin ayarlanabilmesidir. Bu işi ise ortasında bulunan ve kullanıcı tarafından ayarlanabilen bir delik sayesinde yapar. Objektifte toplanan ve odaklanan ışık diyaframdan geçerek örtücüye ulaşır. Örtücü perde çekim sırasında önceden seçilen bir süre boyunca açık kalarak, ışığın film üzerine düşmesini sağlar.
TARİHCE Fotoğraf sanatının başlangıç tarihini kesin olarak saptamak mümkün olmamaktadır. 965-1038’de Karanlık Kutuyu (Camera Obscura) ilk kullanan, ortaçağda güneş tutulması sırasında güneş ışınlarını incelemek isteyen zamanının ünlü optik bilgini Ali el-Hasan ibn el Haytam’dır (Basralı Hasan). Daha sonra Roger Bacon, 13.yüzyıl Arap yazmalarından öğrendiği "Karanlık Kutunun" ayrıntılı bir tanımını yapmıştır.
1460-1472 döneminde Leon Battista Alberti ve Leonardo da Vinci de ‘Karanlık Kutu’dan yararlanarak cisimlerin görüntülerini yansıtmayı başarmışlardır. Leonardo da Vinci, “Karanlık bir odanın duvarına açılacak bir deliğe, bir mercek yerleştirildiği takdirde dışarıdaki manzaranın görüntüsü karşı duvara ters olarak yansır” diyerek en basitinden en gelişmişine kadar, bütün fotoğraf makinelerinin optik kurallarını ortaya koymuştur.
Camera Obscura, Reinerus Gemma-Frisius, 1544
( Bu yüzden Karanlık Kutunun ilk mucidi sayılır) Rönesans döneminin genç İtalyan bilim adamlarından Giovanni Battista Della Porta (1535-1615) Doğa Büyüsü ("Magiea Naturalis Libri IV" 1553) adlı eserinde, iğne deliği yerine mercek yerleştirerek daha net ve keskin görüntü elde edileceğinden söz etmiş, Karanlık Kutuyu etraflıca anlatmıştır. ( Bu yüzden Karanlık Kutunun ilk mucidi sayılır) Della Porta, (1538-1615)
Dört tarafı kapalı bir karanlık odanın, bir duvarının tam orta noktasına iğneyle bir delik açıp ve deliğin karşısına gelen duvara, odanın içinden, ipek perde asıldığında ortaya çıkan sonuç şudur: İğne deliğinden giren güneş ışığı, ipek perdeye yansır ve iğne deliğinin önündeki nesnelerin görüntüsü, sağ-sol ve alt-üst ters olarak ipek perde üzerinde görülür. İğne deliği fotoğraf makinesi diye adlandırılacak olan bu ilkel aygıt, günümüzde hala en basit şekilde fotoğraf elde etme yöntemi olarak kullanılmaktadır. İğne deliğinden giren ışık, kuşkusuz net ve keskin bir görüntü oluşturmuyordu. On altıncı yüzyılın ortalarında karanlık kutuya mercek eklendi.
1568'de Danillo Barbaro, karanlık kutunun ışık gören deliğine bir mercek yerleştirmiş ve görüntü kalitesini belirgin bir biçimde artırmıştır. Işığın, değişik renkler üzerindeki etkisi çok eski zamandan beri biliniyordu. 1614’de Hollandalı Angelo Sala gümüş tuzları ile baskı denemeleri yapıyordu, gümüş nitratın güneş ışığında renk değiştirmesini belirlemişti. Angelo Sala (1576-1637)
Bu nedenden ötürü fotoğraf sanatının başlangıcını optik icatlar ve görüntü sabitleme üzerine geliştirilen ilk buluşları anlatarak tanımlayabiliriz. Zaman içinde karanlık kutuya bazı eklemeler yapıldı. Önce mercek eklendi ve daha sonra günümüzün refleks fotoğraf makinelerinde olduğu gibi merceğin arkasına 45 derece açıyla duran bir ayna yerleştirilerek, görüntünün merceğin arkası yerine doğrudan yukarıya yansıtılması sağlandı.
Karanlık kutu mercekle birleştikten sonra hızla yaygınlaştı, özellikle taşınabilir karanlık kutular sanatçılar tarafından çok kullanıldı. Ressamlar, resmetmek istedikleri doğa manzaraları için karanlık kutudan yararlandılar.
1727’ de Alman doktor, Johann Heinrich Schulze, tebeşir tozu ve gümüş nitrat sürülmüş bir kağıt üzerine bir şekil konulup, güneşe tutulduğu takdirde, kağıt üzerinde bu şeklin görüntüsünün meydana geldiğini ispatlamıştır. O zamana kadar gümüş tuzlarının ışık etkisi ile değil, ısıtılmakla değişime uğradığını düşünüyorlardı. Johann Heinrich Schulze (1687-1744))
1777'lerde Scheele, mavi ve mor ışınların kırmızı ışınlardan daha etkin oldukların kanıtladı 1780 Johann Kaspar LAVATER'in Silüet Makinası.
Thomas Wedgwood (1771-1805) ilk kez ışığı kullanarak, yani pozlama yoluyla bir nesnenin görüntüsünü yüzey üzerine kaydetmeyi başardı. 1802 yılında iki İngiliz bilgini Davy ve Wedgwood üzerine gümüş nitrat eriyiği sürülmüş ıslak kağıt ve deriyi saydam bir orijinalle pozlayarak ilk fotoğrafı elde etmişlerdir. Fakat bu fotoğraflar “tespit banyosu” denebilecek bir işleme tabi tutulmadığı için kalıcı olamamıştır. Thomas Wedgwood, (1771-1805)
Aynı dönemde, litografi (taş baskı) adı verilen yeni bir yöntemle görüntüler kopya edilerek çoğaltılmaya başlandı. Kireç taşının kimyasal özelliklerinden yararlanılarak geliştirilen taş baskı tekniği, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da yayılmaya başladı.
Niépce, taş baskı tekniğiyle çeşitli denemeler yaptı. Bu yöntem, fotoğrafın öncülerinden Joseph Nicéphore Niépce’nin (176-1833) dikkatini çekti. Niépce, taş baskı tekniğiyle çeşitli denemeler yaptı. Mürekkep ve çeşitli vernikleri kimyasal yollarla karıştırdı ve gümüş tuzlarıyla duyarlı hale getirilmiş bir vernik alaşımını kullanarak gravür kopyalamayı başardı. Niépce,(1765-1833)
1813'de Joseph Nicepore Niepce ışığa duyarlı bir levha üzerinde, kalıcı görüntüler elde etmeyi başarmıştır. Niépce, 1815’te duyarlı yüzeyi karanlık odada pozlandırma düşüncesini geliştirdi. 1816’da Niépce, ilk sonuçlarını aldı; konunun koyu bölümlerini açık, açık bölümlerini de koyu olarak yüzey üzerine kayıt etmeyi başardı. Böylece Niépce, Wedgwood’tan habersiz karanlık kutuyu kullanarak görüntü kayıt etmeyi başardı. Niépce’nin elde ettiği bu görüntü daha sonraki yıllarda fotoğrafçılıkta çok sık kullanılacak olan negatif görüntüydü. 1826'da aynı işlemi Karanlık Kutuya da uygulamıştır.
1827 yılında ise fotoğraf makinesini kullanarak tarihin bilinen ilk fotoğrafı olarak evinin ahırını resmetti. Niépce, bu fotoğrafı sekiz saat gibi çok uzun bir süre pozlayarak çekti.
1829'da kendisi gibi Karanlık Kutu da meydana gelen görüntüleri tespit etme yolları üzerinde çalışan Louis-Jacques-Mande Daguerre ile birleşerek bir ortaklık kurmuştur. Niépce,(1765-1833) Daguerre, ( 1787-1851)
1834-1835’te İngiliz William H. Fox Talbot isimli İngiliz bir fizikçi gümüş bileşenleri eriyiğini kullanarak kağıdı, ışığa duyarlı hale getirmiştir. Negatif kağıt resimleri balmumu ile yarı geçirgen hale getiriyor ve klorlu gümüş kağıtlara pozitif baskı alıyordu, genel olarak bulduğu yöntem bugünkü baskı yöntemi ile aynıdır.
1837 yılında Louis Jacques Mande Daguerre gümüş kaplanmış bakır levhaları küçük bir kutu içerisinde iyot buharına tutarak; ışığa hassas olan iyotlu gümüş tabakası meydana getiriyordu. Bu tabaka üzerinde fotoğraf makinası ile fotoğraf çekiliyordu. Tekrar küçük bir kutu içerisinde civa buharına tutularak çekilen resim meydana çıkarılıyor ve hiposülfit ile sabitleştiriliyordu.
Daguerre yöntemi olarak adlandırılan bu yöntem ile elde edilen fotoğraflar bir tane oluyor ve kopya edilemiyordu ve sadece ışığın belirli bir yönden gelmesi ile görünebiliyordu. Daha sonraları iyotlu gümüş yerine bromlu gümüş kullanılarak poz süresi kısaltıldı ve bu yönteme “Daguerreotypie” adı verildi.
Buzlu camın arkasında 45 derece eğimli duran bir ayna vardı. Daguerre’nin Paris’te yaptığı ve daha sonraları başkalarının benzerlerini yaptığı ilk fotoğraf makinası, birbiri içine giren iki kutu idi. Kutunun birinde ince kenarlı basit mercekten oluşan objektif, diğerinde de buzlu cam var idi. Bu kutular içiçe sürülerek uzaklık değiştiriliyor ve netlik ayarı yapılıyordu. Buzlu camın arkasında 45 derece eğimli duran bir ayna vardı. Buzlu camda baş aşağı olan hayal, aynada doğru görünüyordu. Giroux Daguerreotype Camera ( 1839 – 1851)
1837'de fizik bilgini Francois Arago tarafından Daguerre'in metodunun (Daguerrotype) esası, bir gümüş levhayı, iyot buharına tutarak, üzerinde bir gümüş iyödür tabakası elde etmek ve bu levhayı karanlık kutuda uzun süre ışığa tuttuktan sonra, civa buharıyla tutarak banyo yaptırmaktan ibaret olduğunu açıkladı. Daguerrotype metodunda kopyası elde edilen tek kopya görüntü aynadaki görüntünün tersiydi. Karanlık kutudaki görüntünün kalıcı olması, bir yüzey üzerine zapt edilmesi için kimya bilimiyle ilgili bazı temel gelişmeleri beklemek gerekecektir.
1839-1840'da William Hanry Fox-Talbot gümüş tuzlarına batırılmış bir kağıt kullanarak elde edilen negatif görüntülerden, yine aynı usulle hazırlanmış kağıtlara istenilen sayıda pozitif fotograf basmayı başarmıştır.
1847 Albumin, 1851 Kollodyum ve 1873 Jelatin usulleri duyar tabakayı bir cam levha üzerine dayandırdılar ve kağıt yerine de saydam ince bir film kullandılar. 1888'de John Curbult gerçek anlamda (selüloit levha üzerine ışığa duyarlı madde kaplanmış) ilk fotoğraf filmini hayata geçirdi.
Bunu takip eden yıllarda George Eastman roll film kullanan yeni bir kamera tasarladı.
1895 Lumiere kardeşler saniyede 16 kare gösterim kapasitesine sahip sinema makinasını tanıttılar. A. Lumière (1862-1954) L. Lumière (1864-1948)