Avrupa Enerji Güvenliği ve Türkiye
ENERJİ VE ENERJİ GÜVENLİĞİ Ulaştırma, elektrik, ısınma, yiyecek koruma ve yemek pişirme, aydınlatma, iletişim, ticari ve sınai süreçleri gibi yaşamımızın kalitesini artıran ve ekonomik ve sosyal gelişmeyi mümkün kılan birçok hayati hizmetin temel muhteviyatı enerjidir. Sürdürülebilir kalkınma için bir öncelik olan enerjinin güvenli bir biçimde temin edilmesinin bazı gereklilikleri bulunmaktadır. Bunlar; Yeterli Maliyeti karşılanabilir Güvenli Zamanında Temiz Kesintisiz
Enerji hizmetlerinin tesliminde birtakım kesintiler yaşanabilmektedir Enerji hizmetlerinin tesliminde birtakım kesintiler yaşanabilmektedir. Bunların sebepleri; Siyasi müdahaleler (yaptırımlar, işgaller) Terörist saldırıları (sabotajlar) Yatırım eksiklikleri (arama, üretim ve arıtma gibi) , yatırımlardaki gecikmeler Ekonomik sorunlar (ödeme sıkıntısı gibi) Yetersiz oluşturulmuş pazarlar Kazalar Fırtınalar, kasırgalar Diğer
Enerji güvenliği için göz önünde bulundurulması gereken temel unsurlar; Kaynak esası (kaynaklar yeterli mi?) Kaynakların dağılımı (coğrafi olarak kime ait?) Fosil kaynakların hakimiyeti Yatırım, arıtma ve taşıma maliyetleri Büyük yatırım ihtiyacı Jeopolitik boyut, güç mücadelesi Tıkama noktaları, korkunç boğazlar Arz çeşitliliği Arz-Talep senaryoları
Alternatif kaynaklar Yeni ve yenilebilir kaynaklar için maliyet/fiyat Yeni teknolojiler Enerji muhafaza etme, enerji verimliliği Enerji politikaları Enerji güvenliğinin çok boyutlu bir bakış açısına ve uluslararası işbirliğine gereksinimi vardır. Enerji güvenliği, ulusal sınırlarda da durmamalı ve doğrudan doğruya nihai müşteriye gitmelidir (sağlayıcıdan aracılar aracılığıyla müşteriye). Enerji güvenliğinin dış (jeopolitik), iç (operasyonlar ve yatırım) ve geçici (kısa ve uzun dönem) parçaları enerji sistem kesintilerinden korunmak için çok boyutlu (ve uluslararası) bir politika yaklaşımını gerektirmektedir.
Enerji güvenliğini kısa vadede sağlamak için aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi gerekmektedir; Acil önlemler (enerji stoklarının ortak kullanımı, geçici kesintiler, yeniden yönlendirilen arz akışları en çok ihtiyaç duyulan yerlere tahsis ederek ekonomik kesintileri azaltabilir). Orta ve uzun vadede ise yapılması gerekenler; Enerji verimliliğini artıracak politikalar geliştirmek Yakıtları ve kaynakları çeşitlendirmek Kesintilere genel olarak maruz kalmayı sınırlandıracak şekilde yeterli rezerv marjinlerini sağlamak ve esnekliği artırmak
Tehlikeli bir dünyada enerji güvenliğine bakıldığında aşağıdaki şu tespitleri yapmak mümkündür; Enerji yoğunluğu düşmeye devam edecektir. Küresel enerji talebindeki artışın üçte ikisi gelişmekte olan ülkelerden gelecektir. Talep ve ticaret büyüdükçe petrol arz modelleri değişiklik gösterecektir. Petrol fiyatlarındaki gelecek eğilimler, ekonomiler için belirsizliğin ve kırılganlığın ana kaynağını oluşturmaktadır. Konvansiyonel enerji kullanımının daha etkin ve çevresel açıdan gelişmiş yolları uygulanmaya devam edecektir.
Enerji güvenliği ulusal güvenlik ve ekonomik güvenlikle çok yakından alakalıdır. AB Enerji Yeşil Kitabı’ndaki öncelikler ve Javier Solana’nın hazırladığı ilgili rapor Avrupa Komisyonu tarafından 8 Mart 2006 tarihinde “Sürdürülebilir, Rekabetçi ve Güvenli Enerji için Bir Avrupa Stratejisi” adlı bir Yeşil Kitap yayımlanmıştır. Bu Yeşil Kitap’ta; Avrupa’nın enerji politikasının üç tane temel hedefi olması gerektiği belirtilmiştir. Bu hedefler; sürdürülebilirlik, rekabetçilik ve arz güvenliğidir. Yeşil Kitap; bu üç hedefe ulaşılabilmesi için birtakım somut teklifler ortaya koymuştur. Bunlar; Avrupa Birliği’nin gaz ve elektrik iç pazarlarını tamamlamaya ihtiyacının olması, Avrupa Birliği’nin kendi enerji iç pazarının arz güvenliğini ve üye devletler arasında dayanışmayı sağladığına emin olma gerekliliği, Topluluğun, iklim değişikliğine olan maliyetleri ve katkıları kapsayan ve genelde hepimizin AB’nin enerji birleşiminin arz güvenliği, rekabetçilik ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini yerine getirmeye emin olunmasına olanak tanıyan, farklı enerji kaynakları üzerine gerçek bir Topluluk çapında tartışma ihtiyacı,
Avrupa’nın kendi Lizbon Stratejisi’ne uygun olarak iklim değişikliğinin getirmiş olduğu zorluklarla ilgilenmeye yönelik bir strateji ortaya koyması gerekliliği, Stratejik bir enerji teknoloji planı Ortak bir dış enerji politikası AB Komisyonu’nun Avrupa Konseyi için hazırladığı ve 15 Haziran 2006 tarihinde yayınlanan “Avrupa’nın Enerji Çıkarlarına Hizmet Etmek için Bir Dış Politika Oluşturulması” adlı belgede, AB’nin ve dünyanın güvenli, maliyetine sürdürülebilir enerji akışlarına ihtiyacı olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca bunun ekonomik gelişme ve Lizbon hedeflerinin gerçekleştirilmesi için temel bir unsur olduğu da ifade edilmiştir. Enerji güvenliği, sürdürülebilirlik ve rekabetçilik arasında kesin bir bağlantı olduğu tespitine de yer verilmiştir.
Bu belgede yer alan “Temel Prensipler” başlığı adı altında AB’nin dış enerji kaynak güvenliğinin sağlanması amacıyla aşağıdaki hedefleri sürdüren ortak bir bakış açısının öneminden söz edilmiştir. Karşılıklı faydaya, açık, şeffaf, ayrımcı olamayan ve enerji yatırımı ve ticareti istikrarlı yasal şartlara dayanan bir ortam oluşturmayı hedefleyerek üçüncü ülkelerle enerji sektöründe ortaklık kurmak yoluyla enerji sektöründe şeffaflığı sağlamak ve yönetişimi artırmak Üretici ülkelerdeki üretim ve ihracat kapasitelerini geliştirmek ve üretici ve transit ülkelerdeki enerji taşıma altyapısını geliştirmek ve seviyesini yükseltmek 3. Üçüncü ülkelerde Avrupa firmalarının yatırımları için ortamı geliştirmek ve enerji kaynaklarının üretimini ve ihracatını AB sanayisine açmak 4. Ayrımcı olmayan geçiş ve ihracat boru hattı altyapısına üçüncü tarafların erişimini sağlamak yoluyla enerji ticareti için koşulları geliştirmek 5. Enerji altyapı güvenliğinin yanı sıra fiziksel ve çevresel güvenliği de geliştirmek
Enerji verimliliğini, bioyakıtların kullanılmasını da içeren yenilenebilir enerjilerin kullanılmasını, düşük karbon teknolojisi ve dünya çapında enerjinin rasyonel kullanılmasını teşvik etmek İlgili Kyoto Protokolü mekanizmalarını yerine getirmek Enerji ithalatlarını ürün ve ülke olarak çeşitlendirmek Silahsızlanma taahhütleri çerçevesinde ve EURATOM Antlaşması’nın şartlarını göz önünde bulundurarak, nükleer seçeneği seçen ülkelerle zenginleştirilmiş uranyum sağlamak için uluslararası bir rejim kurmak 10. Stratejik rezerv stokları düzenlemek ve ortak ülkelerle ortak stok holdingi oluşturmayı teşvik etmek Avrupa Birliği günümüzde enerji konusunda birtakım problemler yaşamaktadır. Bunlar enerji arzının güvenliği ve kaynak çeşitliliği yaratılmasıdır. Burada öncelikle AB’nin enerji tüketim profiline bakmak yararlı olacaktır.
Avrupa Birliği, kullandığı enerjinin %40 Avrupa Birliği, kullandığı enerjinin %40.8’ini petrolden, %24,7’sini gazdan, %17’sini kömürden ve %6,1’ini ise yenilenebilir kaynaklardan sağlamaktadır. Bu verilerden anlaşılabileceği gibi AB, tükettiği enerjinin büyük bir kısmını dışarıdan karşılamaktadır. Çünkü petrol ve doğalgaz kaynakları kendi bulunduğu coğrafya içerisinde sadece Norveç’te bulunmaktadır. Bu bağımlılığın önümüzdeki yıllarda daha da artacağı öngörülmektedir. Avrupa Birliği’nin gaz ithal ettiği bölgeler Rusya, Afrika, Ortadoğu ve Hazar’dır. Petrol ithal ettiği bölgeler ise; Rusya: %27, Norveç: %16, Ortadoğu: %19, Kuzey Afrika:%12, Diğer bölgeler: %5 ve %21’ini yerli kaynaklardan karşılamaktadır. Avrupa Birliği’nin artmakta olan enerji ihtiyacını aşağıdaki grafikten anlamak mümkündür;
Çeşitlendirme: AB enerji güvenliği, transit rotaların çeşitlendirilmesi kadar enerji kaynaklarının ve coğrafi orijinin de çeşitlendirilmesi yoluyla artırabilir. AB, yeni altyapıların geliştirilmesinin yanı sıra AB için hayati öneme sahip komşu ülkelerdeki var olan enerji altyapılarının da korunmasını ve geliştirilmesini kolaylaştırmalıdır. Şu anda ya kararlaştırılmış ya da planlamanın ileri bir aşamasında olan çok sayıda yeni gaz projeleri bulunmaktadır (Kuzey Afrika, Orta Doğu, Hazar Bölgesi, Rusya ve Norveç). Eğer bunlar bitirilirse, AB için yeni gaz koridorları oluşturmasının yanı sıra AB’nin mevcut gaz tüketiminin önemli bir miktarına tekabül edecek oranda bir ithalat kapasitesinin oluşmasına da neden olacaktır. Buna ilaveten, LNG terminalleri arz güvenliğine önemli bir katkı sunmaktadırlar. Burada hayati olan başka bir konu da Hazar bölgesi ve Orta Asya’dan AB’ye petrol sevk etmek için ana uluslararası petrol boru hatlarının geliştirilmesidir. Bu çerçevede, bölgesel seviyede ve çok taraflı inisiyatifler geliştirilmelidir. Bu belgede, ikili seviyede inisiyatifler çerçevesinde Türkiye ile ilgili olan değerlendirmede Türkiye’nin önemli bir enerji transit geçiş noktası olması potansiyelinin tam olarak kullanılmasının sağlanması ve özellikle Enerji Topluluğu Antlaşması’na hemen uyumunun sağlanması hususu da yer almaktadır. Avrupa Birliği bu çerçevede, var olan bağımlılığını azaltmanın ve enerji kaynaklarını ve de enerji temin ettiği rotalarını çeşitlendirme çalışmalarına hız vermiştir. Bu bağlamda enerji kaynaklarının yoğun olarak bulunduğu yerler ve bunların geçiş güzergâhları üzerinde olan ülkelerle ilişkilerine ayrı bir önem vermiştir. Burada, en fazla önem verilen ülke Türkiye olmuştur. Türkiye’nin enerji kaynaklarının yoğun olarak toplandığı bölgelerle olan yakın ilişkileri ve buralarla olan coğrafi yakınlığı Avrupa Birliği’nin gözünden kaçmamıştır.
TÜRKİYE’NİN ENERJİ STRATEJİSİ Bu stratejinin ayrıntılarına girilmeden önce Türkiye’nin enerji konusundaki önceliklerine yer verilecektir. Bu öncelikler; İyi dengelenmiş bir kaynak çeşitleme yoluyla ithalat bağımlılığının olumsuz etkilerini azaltarak enerji temin güvenliği faaliyetlerine öncelik vermek; Üretimi ve verimliği artırmak ve de şeffaflığı sağlamak suretiyle enerji sektörünü reforme etmek ve serbestleştirmek; Çevresel endişeleri göz önünde bulundurarak enerji kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını sağlamak ve enerji zincirinin bütün aşamalarına yatırımda bulunmak; “Enerji Koridoru” konsepti çerçevesinde hidrokarbon kaynakların taşımasında önemli bir rota ve ticaret merkezi rolünü üstlenmek; Enerji teknolojilerinde araştırma ve geliştirmeyi yoğunlaştırmak.
Türkiye, başta Orta Doğu ve Hazar Havzası olmak üzere, dünyanın ispatlanmış gaz rezervlerinin % 71,8’inin ve ispatlanmış petrol rezervlerinin %72,7’sinin bulunduğu bir bölgede yer almaktadır. Bu nedenle, Türkiye, kaynak ülkeler ile tüketici pazarları arasında doğal bir köprü işlevi görmekte ve kaynak ve güzergâh çeşitlendirilmesi yoluyla enerji güvenliğinin sağlanmasında önemli bir ülke olarak ön plana çıkmaktadır. Bu hususlar günümüzde Avrupa’da daha da önem kazanmıştır. Avrupa’nın enerji arzı güvenliğine katkı sağlayacak olan tamamlanmış ve halen gerçekleştirilmekte olan önemli boru hattı projeleri, Avrasya enerji ekseninde önemli bir transit ülke ve bölgedeki enerji merkezi olarak Türkiye’nin oynamakta olduğu rolün önemini arttırmaktadır. Bu hedeften hareketle, Türkiye, geniş Hazar Havzası hidrokarbon kaynaklarının doğrudan Batı pazarlarına ulaştırılmasını öngören ve 21. Yüzyılın İpek Yolu olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun gerçekleştirilmesine ön ayak olmuştur. Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boru hattı projeleri, bölgenin Batı ile entegrasyonu açısından yararlı olacaktır. Güvenli ve ticari açıdan kârlı boru hatları, bölgeye istikrar ve refahın getirilmesine katkı sağlayacaktır.
Operasyonel ve Proje Halindeki Petrol ve Doğalgaz Boru Hattı Projeleri Türkiye’nin anılan projeler aracılığıyla Norveç, Rusya ve Cezayir’den sonra Avrupa’nın doğal gaz tedarikinde dördüncü ana arter olma hedefi, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir işbirliği alanının ortaya çıkmasına neden olacak ve Avrupa’nın Asya ile bağlantılarını daha da güçlendirecektir. Kuzey-Güney ekseninde ise, Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattının ardından Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı ile Türkiye-İsrail Enerji Koridoru projelerine yönelik çalışmalara devam edilmektedir. Bu projelerin ve diğerlerinin tamamlanmasıyla, 2012 yılı itibariyle, dünya petrol arzının % 6 ila 7’sinin Türkiye üzerinden geçeceği ve Ceyhan’ın önemli bir enerji dağıtım merkezi ve Doğu Akdeniz’in en büyük petrol satış terminali olacağı tahmin edilmektedir. Bu gelişmeler, dünyanın ekonomik merkezleri ve enerji kaynakları arasında Türkiye’nin önemli bir geçiş yolu olma iddiası doğrultusunda artan stratejik önemini doğrulamaktadır. Operasyonel ve Proje Halindeki Petrol ve Doğalgaz Boru Hattı Projeleri Avrasya ülkelerinden Batı’ya petrol aktarımında öncellikle kullanılan yollardan biri Türk Boğazlarıdır. Türk Boğazları aracılığıyla yıllık 150 milyon ton petrol taşınmaktadır. Fakat bu trafiğin artması ve yıldan yıla bu taşımanın çeşitli faktörlere (kazalar) bağlı olarak tehlikeli bir hale gelmesi Türkiye’yi ve doğal olarak çevresindeki ülkeleri yeni taşıma güzergâhları oluşturmaya yöneltmiştir.
Avrasya’da Petrol Rezervleri ve Üretimi
Avrasya’da Doğalgaz Üretimi ve Rezervleri
Türkiye’nin Çevresindeki Petrol ve Doğalgaz Boru Hattı Projeleri
Doğu-Batı Enerji Koridorunun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı, Azeri-Çırak-Güneşli (AÇG) sahasından başlayarak, Azerbaycan Gürcistan üzerinden, çevresel açıdan hassas Karadeniz ve Türk Boğazlarını by-pass ederek, Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’daki terminale ulaşmaktadır. Günde 1 milyon varil (yaklaşık olarak dünya petrol arzının % 1,5’i) petrol ihraç kapasitesine sahip boru hattı, 1760 km ile en uzun ikinci boru hattı olmak özelliğini taşımaktadır. BTC boru hattından ilk petrol 4 Haziran 2006 tarihinde, Ceyhan’da tankere yüklenmiştir. 5 Ocak 2009 tarihi itibariyle BTC üzerinden 653 tankere yaklaşık toplam 520 milyon varil petrol yüklemesi yapılmıştır. 16 Haziran 2006 tarihinde, Kazakistan BTC petrol boru hattı projesine resmi olarak katılmıştır. Bu amaçla, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev arasında anılan tarihte, Almatı’da Ev Sahibi Ülke Anlaşması imzalanmıştır. Kazak ham petrolü, Hazar Denizi’nden tankerlerle Bakü’ye getirilerek, BTC boru hattıyla Ceyhan’a 2008 Kasım’dan itibaren pompalanmaya başlanmıştır.
Bakü – Tiflis – Ceyhan Petrol Boru Hattı
Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı ise Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun ikinci bileşeni olup 3 Temmuz 2007 itibariyle faaliyete geçmiştir. Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasında üretilecek doğal gazı Gürcistan üzerinden Gürcistan-Türkiye sınırına ulaştıracak olan boru hattından yılda 6,6 milyar m3 doğal gaz ihraç edilmesi öngörülmektedir. BTE Doğal Gaz Boru Hattı aynı zamanda, Türkmenistan ve Kazakistan’da yer alan dünyanın dördüncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin ilk ayağı olarak değerlendirilmektedir. Güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesine ilave katkılarda bulunacak olması nedeniyle Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi özel bir ivedilik kazanmıştır. Arz güvenliği perspektifinden, Kazakistan ve Türkmenistan’ın doğal gaz ve petrollerini Batı pazarlarına ihraçlarında tek bir ülke veya güzergâha bağımlı kalmamaları da önem taşımaktadır.
Güneydoğu Avrupa Gaz Ringi Projesi çerçevesinde Türk, Yunan ve İtalyan doğal gaz boru hatları şebekelerinin enterkoneksiyonu gibi projelerle Hazar petrol ve doğal gaz kaynaklarının çoklu boru hatları ile Avrupa’ya taşınması, Avrupa’nın enerji çeşitlendirme çabalarının da temel bileşenlerinden birini teşkil edecektir. Projeye ilişkin “Türkiye Yunanistan–İtalya Doğal Gaz Ulaştırma Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin Anlaşma” üç ülkenin Enerji Bakanları tarafından Roma’da 26 Temmuz 2007 tarihinde imzalanmıştır. Türkiye’nin enerji şebekesinin AB ile bütünleşmesi Şubat 2003’te imzalanan Türkiye Yunanistan Enterkonektörü Hükümetlerarası Anlaşması ve Aralık 2003 tarihinde BOTAŞ ile DEPA arasında imzalanan Alım-Satım Anlaşması ile sağlanmıştır. “Türkiye- Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Ulaştırma Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin Hükümetlerarası Anlaşma” ise üç ülkenin Enerji Bakanları tarafından Roma’da 26 Temmuz 2007 tarihinde imzalanmıştır. Türkiye üzerinden Yunanistan’a 3 milyar m3, İtalya’ya ise 8 milyar m3’e doğal gazın ulaştırılması beklenmektedir. Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Boru Hattı, 18 Kasım 2007 tarihinde İpsala’da iki ülke başbakanlarının katılımıyla düzenlenen açılış töreniyle hizmete girmiştir. 2012 yılında devreye alınması hedeflenen Yunanistan-İtalya bağlantısıyla projenin tamamlanması, AB enerji arz güvenliğine ve AB’nin enerji kaynak ve güzergâh çeşitliliğinin sağlanması hedefine katkıda bulunacaktır.
Hazar havzasındaki doğalgaz kaynaklarını Avrupa’ya ulaştırmayı amaçlayan Türkiye Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı (ITGI) için mutabakat zaptı, BOTAŞ, Edison ve Depa tarafından 18.06.2010 tarihinde imzalandı. Hazar havzasındaki doğalgaz kaynaklarını Avrupa’ya ulaştırmayı amaçlayan Türkiye Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı (ITGI) ITGI projesinin tamamlanmasını hızlandıracak anlaşma ile üç şirket arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve transit konuların tanımlanması amaçlandı. Türkiye-Yunanistan-İtalya Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (Interconnector Turkey-Greece Italy-ITGI), AB’nin öncelikli projeleri içerisinde yer alan ve kısa zamanda gerçekleştirilebilmesi için teşvik edilen Dördüncü Doğal Gaz Arz Koridoru’nun en önemli unsurlarından biri olarak gösteriliyor. Projeye en son katılan ülke Bulgaristan olurken, Bulgaristan’la birlikte Sırbistan ve Romanya’nın da dolaylı ve doğrudan projeye entegre olabileceği de ifade ediliyor. Projenin 2015’te tamamlanması planlanmaktadır. “Toplam 2-2,5 milyar Euro’ya mal olacak projenin 1-1,5 milyar Euro’luk kısmı Türkiye’de bulunacak. Azerilerle gaz konusunda anlaşma sağlandığı anda inşaat başlayacak. Azeriler bu yıl karar vereceklerini açıkladılar. Bu proje şu anda en hızlı ilerleyen boru hattı projesi. Türkiye’nin transit ülke olma hedefinde ilk adım.”
Doğal gazın Türkiye–Bulgaristan-Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya taşınmasını öngören Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’ne ilişkin çalışmalar ise devam etmektedir. Burada özellikle, Nabucco projesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Bu proje Haziran 2006’da tüm dâhil taraflarca onaylanmıştır. Bu hat şu ülkeler üzerinde olacaktır: Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan Avusturya. Bu projede ayrıca Maşrık ülkeleriyle de işbirliğinde bulunularak Mısır’dan, Irak’tan ve İran’dan Avrupa Birliği’ne doğalgaz getirilmesi de öngörülmektedir. Bu proje bu kaynaklara güvenli erişimi sağlamanın yanında bunların Avrupa Birliği Tek Pazarı’na güvenli bir şekilde taşınmasına da yardımcı olacaktır. Nabucco, 13 Temmuz 2009 günü Ankara’da imzalanan anlaşma hayat bulmuştur. ABD ve AB tarafından desteklenmekte olan bu projenin büyük kısmı Türkiye’den geçecek olan 3300 km uzunluğunda boru hatları ağından oluşmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre taşınacak gaz miktarı 31bcm/yıl, tahmini harcama miktarı da 7,9 milyar Euro olarak planlanmıştır. Projenin ortakları şu şirketlerden oluşmaktadır; BOTAŞ A.Ş. Bulgarian Energy Holding EAD, MOL Plc, OMV Gas & Power GmbH, RWE AG ve TRANSGAZ SA
Nabucco’nun Ocak 2009’daki Bükreş Deklarasyonu’na bakıldığında, kaynak çeşitlendirilmesi temel hedef olarak belirlenmiştir. Kaynak çeşitlendirilmesinin sebepleri olarak aşağıdaki hususlar ortaya konulmuştur. Enerji piyasalarının, Daha güvenli hale gelmesi, Şeffaflaştırılması, daha öngörülebilir olması, sürdürülebilirliği, piyasa ekonomisi şartlarının daha kolay oluşması. Deklarasyon ile projenin hem üretici hem tüketici hem de transit ülkelerin faydasına olacağı hususu belirtilmiştir. Projeye üye ülkeler, projenin AB’nin son dönemdeki enerji konusundaki temel prensip ve politikaları ile de uyumlu olduğunu ifade ederek AB’nin Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’ya yeni bir enerji koridoru açmayı amaçladığını vurgulamışlardır. Proje, gazı Kazakistan, Irak, İran, Mısır ve Türkmenistan’dan almayı hedeflemektedir. Burada esas problem, ilk aşamada hattın bağlanacağı Azerbaycan’ın boruları doldurup dolduramayacağı konusudur. Özellikle Türkmenistan gazında ciddi şüpheler göz önünde bulundurulduğunda Azeri gazının kapasitenin çok altında olacağı belirtilmektedir.
AB yetkilileri, Türkmenistan’da şu andaki verilerin çok ötesinde gaz olduğunu tahmin etmekte ve çalışmalarını da buna göre sürdürmektedirler. Öte yandan Türkiye projede Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın özel bir yere sahip arzu etse de sadece bu ülkelere güvenerek yola çıkmak istememekte, boruları dolduracak gaz için Katar, İran, Irak ve diğer Ortadoğu ülkelerini de devreye sokma çalışmalarında bulunmaktadır. Bu çerçevedeki önemli bir gelişme ise 7 Haziran 2010 tarihinde iki yıldır süren Azeri gazı müzakereleri dün atılan imzalarla sona erdi. Türkiye, Azeri gazına eskisi gibi düşük tarife ödemeyecek ancak Avrupa’ya Azeri gazını ihraç edebilecek. Azeri gazının Türkiye'ye maliyetinin yılda 1,1 milyar dolar civarında arttığı öne sürülmektedir. Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesini hedefleyen protokoller nedeniyle sekteye uğrayan Azeri gazı pazarlığının uzlaşmayla sonuçlanması, Nabucco gibi Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğalgaz taşıyacak boru hattı projelerinin de hayata geçmesini kolaylaştıracaktır. Enerji Bakanları Taner Yıldız ve Natık Aliyev ile BOTAŞ Genel Müdürü Fazıl Şenel ve Socar Başkanı Rövnag Abdullayev’in imzaladığı belgelerle Türkiye’nin Şah deniz I’den aldığı doğalgazın fiyatı artırıldı, 2016-2017’de devreye girmesi beklenen Şah deniz II’ den alınacak gazın yılda 6 milyar metreküp olacağı kesinleşti. Ayrıca Şah deniz II gazı Türkiye’den Avrupa’ya taşıma tarifesi de netleşti. Bu bağlamda, Rus gazından ucuz olacaktır.
2008’de Azerbaycan, petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle Türkiye’ye bin metreküpünü 120 dolara sattığı doğalgazın fiyatının yukarı revize edilmesini talep etmişti. Yetkililer, yeni tarifenin ne olduğunu açıklamazken Yıldız, “Gizlilik anlaşması olduğu için fiyatları açıklayamayacağım... Alınacak gazın fiyatı Rusya’dan dan daha makul olacak” dedi. Uzmanlar, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı gaza bin metreküp başına yaklaşık 330 dolar ödediğini belirtiyor. Nabucco Uluslararası Doğalgaz Boru Hattı Limited Şirketi Genel Müdürü Reinhard Mitschek, Türkiye ile Azerbaycan arasında Avrupa’ya doğalgaz taşınmasıyla ilgili şartların belirlendiği anlaşmanın imzalanmasını memnuniyetle karşıladıklarını, Nabucco projesinin inşaatının 2011’de başlamasını beklediklerini söyledi. Mitschek yaptığı yazılı açıklamada, “Nabucco, Güney Koridor’un amiral projesidir. Projenin inşasının 2011 yılında başlaması beklenmekte” dedi.
NABUCCO PROJESİ
İran ile Türkiye arasında yıllık kapasitesi 10 milyar m3 olan bir doğal gaz boru hattı bulunmakta olup, İran’la mevcut işbirliğinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar da devam etmektedir. İran devlet televizyonu, Güney Pars havzasındaki doğalgazı Türkiye ve Avrupa’ya ulaştıracak 1850 kilometre uzunluğundaki doğalgaz boru hattının yapımına başlandığını duyurdu. Üç yılda tamamlanması planlanan ve 1,3 milyar Euro’ya mal olması beklenen boru hattının günlük 110 milyon metreküp doğalgaz aktarabilecek kapasitede olduğu kaydedildi. Öte yandan, Mısır doğal gazını Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye ve Avrupa’ya ulaştıracak olan yıllık 10 milyar metreküp kapasiteli bir hat olan Arap Doğal Gaz Boru Hattı’nın 2009 yılında yapımının tamamlanması ve işler hale getirilmesi planlanmaktadır. Planlanan bir diğer proje ise Mısır gazının Türkiye’ye ulaştırılmasını ve bunun Nabucco’ya bağlanarak Avrupa pazarlarına ulaştırılmasını hedefleyen bir projedir. Mavi Akım: Rusya’dan Türkiye’ye Karadeniz geçişli 1200 km uzunluğunda olan doğalgaz boru hattı, Rus ve İtalyan (Gazprom ve ENİ) ortaklığıdır. 17 Kasım 2005 tarihinde faaliyete geçmiştir. Mavi Akım projesi, Ankara ile Moskova arasında 1997 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde 25 yıl süreyle Türkiye’nin Rusya’dan yılda 16 milyar metreküp doğalgaz satın almasını öngörmektedir.
Mavi Akım 2 Hattı’yla Rus gazını getirmekte olan Mavi Akım Hattı’nın yanına yeni bir hattın yapılması planlanmaktadır. Batı Doğalgaz Hattı: Rusya’dan başlayan Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’nin Trakya bölgesine ulaşan ve 8 milyar metreküp doğalgaz taşıyan bir hattır. Trans Anadolu Ham Petrol Boru Hattı Projesi olarak da bilinen Samsun- Ceyhan Hattı ile Orta Asya ve Hazar Havzası petrollerinin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmaktadır. Çeşitli bypass projeleri arasında Türk Hükümeti Trans- Anadolu (Samsun-Ceyhan) Bypass Petrol Boru Hattı’nı desteklemeye karar vermiştir. Trans-Anadolu Boru Hattı’nın temel atma töreni 24 Nisan 2007 tarihinde Ceyhan’da gerçekleştirilmiştir. Bu projenin alternatiflerine göre avantajları şu şekilde özetlenebilir: Samsun’un Karadeniz’in doğusundaki petrol çıkış noktalarına olan yakınlığını, Karadeniz’de denizyolu ile petrol taşımacılığını en aza indirgeyecektir. 2. Ceyhan’da hâlihazırda mevcut enerji altyapısı, yeni ve maliyetli altyapı yatırımları yapılması zorunluluğunu ortadan kaldıracaktır. 3. Çevresel olarak en yönetilebilir by-pass seçeneğini oluşturmaktadır.
Son olarak da, Trans Adriyatik Boru Hattı projesi olarak adlandırılan bir projeyle İran gazının Avrupa taşınması planlanmaktadır. Arnavutluk üzerinden Adriyatik Denizi’ni alttan geçerek İtalya’dan İsviçre’ye ulaşacak olan proje, Türkiye’nin de ilgilendiği projeler arasında yer almaktadır. Şimdi ise Türkiye’nin Avrupa enerji güvenliği oynadığı ve oynayabileceği rollerle ilgili yapılan bir değerlendirmeye yer verilecektir. Bağımsız Türkiye Komisyonu’nun Eylül 2009’da hazırlamış olduğu, “Avrupa’da Türkiye: Kısırdöngüyü Kırmak” başlıklı raporda şu tespitlere yer verilmektedir; “Türkiye’nin coğrafyası, ana enerji hatlarının geçtiği ülke olarak Türkiye’yi Avrupa’nın enerji güvenliği için zaten çok önemli bir ülke yapmaktadır. Bu hatlar arasında boğazlardan geçen tankerler, Irak ve Azerbaycan’dan Akdeniz’e giden petrol boru hatları ve Rusya, Azerbaycan ve İran’dan gelen doğalgaz boru hatları yer almaktadır. Doğalgaz batıda Yunanistan’a bağlanmıştır ve devamında İtalya’ya bir bağlantı yapılması planlanmaktadır. Başlangıçta bu boru hatlarını birer hayal olarak görenler vardı ama bağlantılar hızla gelişmektedir.
Avrupa tarafında da Nabucco konusunda bir niyet eksikliği söz konusudur. Hükümetler arası anlaşmanın Temmuz ayında imzalanması ileriye dönük atılmış önemli bir adımdır. Türkiye’nin enerji merkezi olarak oynayabileceği rol göz önüne alındığında, Kıbrıs’ın katılım müzakerelerinde AB’yi Enerji başlığının açılmasını bloke etmeye zorlaması anlaşılmazdır. Hem Türkiye hem de AB, Rusya’nın çok miktardaki petrol ve gaz rezervlerine açıkça muhtaç olmaya devam edeceklerdir ama Avrupalı liderler bu tip projelerin fonlaşmasına ve Türkiye ile olan ilişkilerinde tutarlılığa daha çok önem vermeye hazır olurlarsa Ankara enerji açısından AB için kilit bir ortak olabilir. Bugüne kadar bu konudaki isteksizlik sadece Rusya’nın işine yaramıştır”.
SONUÇ Türkiye’nin Avrupa Enerji Güvenliğine yapacağı katkı ve oynayacağı rolün yadsınamaz olduğu aşikârdır. Avrupa Birliği, kullanmış olduğu enerji kaynaklarının neredeyse tamamını Rusya ve Ortadoğu gibi istikrar konusunda sorunları olan yerlerden temin etmektedir. Bu aşırı bağımlılığın önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceği öngörülmektedir. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan Rusya-Ukrayna, Rusya-Moldova, Rusya-Gürcistan, Rusya-Azerbaycan, Rusya-Beyaz Rusya (Belarus), Gaz OPEC’inin kurulmasına yönelik girişimler, Türkmenistan’da yaşananlar, İran ile ilgili yaşanan kriz ve Irak’taki mevcut durum Avrupa Birliği’nin eğer ortak bir enerji politikası oluşturamazsa bu türden sıkıntıları yaşayacağını ortaya koymuştur. Buradaki başka bir sorun da Rus devlet şirketi Gazprom’un piyasadaki tekel konumunun sağladığı avantajları sonuna kadar kullanmasıdır. Yaşanan bu sıkıntılar Avrupa Birliği’ni ortak bir enerji politikası oluşturma çabalarına hız vermesini de beraberinde getirmiştir. Avrupa Birliği, bu politikasının oluşturulmasında yeni ortaklar aramaya başlamıştır.
SONUÇ (DEVAM) Türkiye, Avrupa Birliği’nin enerji kaynaklarını temin ettiği ve gelecekte temin etmeyi planladığı bölgelere coğrafi açıdan bir yakınlığa sahip olup bu bölgelerdeki ülkelerin büyük çoğunluğuyla da her açıdan iyi ilişkilere sahiptir. Bu da Türkiye’nin önemini Avrupa Birliği açısından bir kat daha arttırmıştır. Hatta bunu Avrupa Birliği’nin Enerji ve Ulaştırmadan sorumlu Komiseri’nin yardımcısı Loyola de Palacio şu şekilde ifade etmiştir “Türkiye Avrupa Birliği’nin Enerji Köprüsü rolünü alabilir”. Son olarak şunu belirtmek istiyorum; eğer AB kendi enerji temin güvenliğini gerçekleştirmek istiyorsa diğer avantajlarının yanı sıra yukarıdaki veriler ışığında Türkiye’nin üyeliğinin önemini kavramalıdır.
Tartışma Konuları 1. Türkiye, Avrupa enerji güvenliği çerçevesinde artan rolünü AB ile olan ilişkilerinde stratejik bir koz olarak kullanabilir mi? Avrupa Birliği, kendi enerji güvenliğini sağlama konusunda Türkiye ile işbirliği yapmaya gerçekten istekli midir? Türkiye ve Rusya arasında gelişen ilişkiler, Avrupa enerji güvenliği açısından bir fırsat mı ya da bir tehdit mi oluşturmaktadır? Türkiye’nin; Rusya, Nijerya ve Cezayir’den sonra Avrupa’nın dördüncü büyük ana gaz arteri olma hedefi Türkiye’nin mevcut enerji politikaları düşünüldüğünde gerçekçi bir hedef midir? Rusya, sahip olduğu petrol ve doğalgazı dış siyasette bir baskı aracı kullanmaktadır? Gelecekte de bu politikasını devam ettirebilir mi?
AB neden bir Ortak Enerji Politikası geliştirmeye gerek duymuştur? Enerji, Avrupa Birliği için stratejik öneme sahip bir konudur. AB’de Enerji Politikası’nın gelişimine bakıldığında, 2. Dünya Savası sonrasında, Fransa ile Almanya’nın demir-çelik kaynaklarının devletler üstü bir otoritenin yönetimine devredilmesi ve bu sayede gerek uluslararası güvenlik gerek ekonomik büyüme açısından anahtar konumda bulunan demir ve çelik kaynaklarındaki çıkarların birleştirilerek Avrupa’da yeni bir savaşın önlenmesi anlayışının hakim olduğu görülmektedir. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), böyle bir anlayışla, 1951 tarihli Paris Antlaşması ile kurulmuştur. Böylece, bugüne kadar sürmüş olan Avrupa ekonomik ve politik bütünleşmesi de başlamıştır. Bu tarihten yedi yıl sonra, 1958'de, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu'nu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) kuran Antlaşmalar imzalanmıştır. O zamandan beri, Enerji Politikası, ekonomik bütünleşmeye paralel bir biçimde, kademeli olarak gelişmiştir.
Enerji AB’nin en eski ortak politika alanlarından birisidir Enerji AB’nin en eski ortak politika alanlarından birisidir. Ortak Enerji Politikası’nı belirleyici nitelikteki yaklaşımları etkileyen önemli değişiklikler yaşanmıştır: Örneğin, 1973'teki ilk petrol bunalımından önce, AB üyesi ülkeler, gelişmiş ülkelerin çoğu gibi, enerji tüketimlerinde tutumsuz davranmanın yanı sıra ithalata da aşırı bağımlıydılar. Petrol bunalımı, enerji arzını dış şoklardan koruyacak bir stratejiye ihtiyaç olduğunu göstermiştir. 1980'lerle birlikte çevre, bir başka ilgi konusu olarak ortaya çıkmıştır. Üretimden kullanıma kadar, mevcut enerji sisteminin küresel çevreye çok zararlı olduğu genel olarak kabul edilmiş, çevreyi tehlikeye atmadan enerji sistemlerinin nasıl yeniden yönlendirilebileceği konusu önemli bir soru haline gelmiştir. 1980'lerin sonunda ise, Avrupa Birliği, bu defa, enerji piyasalarının serbestleşmesi yönünde yeni bir eğilimle karşı karşıya gelmiştir. Bu bağlamda, ülkeler arasında parçalanmış mevcut piyasaların bütünleştirilmesinin gerektiği anlaşılmış ve enerji iç pazarı, artan rekabetin odağı haline gelmiştir. Bütün bu düşünceler, 1995 yılında kabul edilmiş olan ve AB enerji iç pazarı için genel ilkeleri ve hedefleri ortaya koyan "Avrupa Birliği İçin Bir Enerji Politikası" başlıklı Beyaz Kitap’ta yansıtılmıştır. Enerji arzının güvenliği, çevrenin korunması ve genel rekabet gücü, günümüzde AB Enerji Politikası’nın en önemli hedefleri olarak belirlenmiştir.
AB’nin Enerji Politikası’nın temel hedefleri nelerdir? AB Enerji Politikası’nın temelinde birey bulunmaktadır. Tüketicilere daha ucuz enerji, daha yüksek kalitede ve kesintisiz bir hizmet sağlanması AB Enerji Politikası’nın esas hedefini teşkil etmektedir. Bir yandan enerji iç pazarının tamamlanması, bir yandan arz güvenliğinin sağlanması, diğer yandan ise etkin talep yönetimi ile ilgili konular dikkate alınmakta, tüm bunlara ilaveten, enerjinin çevre boyutu da bu yöndeki çalışmaları yakından etkilemektedir. AB Enerji Politikası’nın hedefleri, rekabet gücü, enerji arzının güvenliği ve çevrenin korunması arasında bir dengeye varmak, toplam enerji tüketiminde kömürün payını korumak, doğalgazın payını artırmak, nükleer enerji santralleri için azami güvenlik şartları tesis etmek ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırmak olarak açıklanabilir.
Enerji sektöründe İç Pazar’ın oluşturulmasına yönelik çalışmalar hangi aşamadadır? Avrupa Komisyonu, 13 Mart 2001’de doğalgaz ve elektrik piyasalarının 2005 yılında tamamen serbestleştirilmesine yönelik bir tedbirler paketi önermiştir. Buna göre, doğalgaz ve elektrik piyasalarının rekabete açılması, bu kapsamda tüketicilerin tedarikçilerini seçebilme özgürlüğüne kavuşması öngörülmüştür. Komisyonun önerileri arasında sınır ötesi tarife belirleme kurallarının benimsenmesi, elektrik ve doğalgaz için bir Avrupa altyapı planının geliştirilmesi ve AB'nin komşularıyla elektrik piyasalarını karşılıklı açma anlaşmaları için müzakerelerin başlatılması da bulunmaktadır. Avrupa Birliği'nde geçtiğimiz yıllarda telekomünikasyon ve ulaşım sektörlerinde yaşanan liberalizasyon süreçlerinden sonra elektrik pazarı da rekabet kurallarına ayak uydurmak durumunda kalmıştır. Bu değişim neticesinde AB elektrik sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin rekabet otoriteleri nezdindeki durumlarının da yeniden tanımlanması gerekmiştir. Birliğin Rekabet Politikası, üye ülkelerin kendi iç pazarlarını etkileyen politikaları tamamlayıcı niteliktedir. Komisyon, elektrik pazarının en verimli şekilde rekabete açılmasını sağlamak için Topluluğun rekabet kurallarını kullanmaktadır. Söz konusu liberalizasyon, elektrik endüstrisi için yeni açılımlar yaratmaktadır. Bu yeni oluşumla, pazarda faaliyet gösteren üreticiler ve pazarlayıcılar bölgesel ve ulusal pazarlar haricinde Topluluk bazında ekonomik avantajları değerlendirebileceklerdir. Ayrıca, bu durum firmaların kültürel değişimlerine de yardımcı olacaktır. Firmalar yeni müşterilere açılarak çok daha iyi bir konum elde edebileceklerdir. Bu durumda, Topluluğun Rekabet Politikası’nın birinci görevi, bu yeni oluşumun yaratacağı fırsatlardan faydalanarak müşterilerine daha iyi hizmet sunmak isteyen kuruluşlara, karşılaşacakları güç durumlarda yardımcı olmaktır. Komisyon’a düşen görev, pazarın yeni girişimcilere açık olduğunu ve tekelci yapılanmanın sona erdiğini göstermektir.
Rekabete açılmanın önemi: Rekabet, bir kamu hizmet politikasıyla eşgüdüm içinde, verimlilik artısına, yeniliğe, müşteriler için seçme hakkına, hizmetlerin iyileşmesine, daha düşük fiyatlara ve enerji kaynaklarının daha iyi kullanılmasına yol açmaktadır. Yeni bir elektrik iç pazarı: AB'de elektrik üretimi, on yıllar boyunca, tekelci üretime ve ayrı ulusal pazarlara dayalı olmuştur. Zaman içinde teknolojik değişim nedeniyle, önemli ve temel kamu politikası hedeflerini muhafaza ederken, sektörün gelişmesi için rekabete izin verilmesinin mümkün olduğu anlaşılmıştır. 19 Şubat 1996'da, AB'nin her yerinde elektrik ticareti ve üretimi için, rekabet istisna değil kural haline gelmiştir. Elektrik iç pazarını kuran bu mevzuat, rekabetin adil ve şeffaf bir şekilde gelişebileceği asgari şartları belirlemektedir. Yeni çerçeve, herhangi bir üreticinin, AB içinde herhangi bir yerde yeni bir enerji santralı kurmasına ve elektrik üretmesine izin vermektedir. Büyük ve orta boy elektrik tüketicileri, elektriği nereden alacaklarını seçme imkanına sahip olmuş ve elektrik ağına sahip olmayanların erişimi de güvence altına alınmıştır. Elektrik iç pazarında temel unsur seçme hakkıdır. Enerji iç pazarında AB içinde altyapılar ortak olacağından, tüketiciler diledikleri tedarikçiden elektrik alabilecek ve tedarikçiler arasında altyapı açısından herhangi bir farklılık olmayacaktır.
Yeni bir doğalgaz iç pazarı Elektrik sektörü gibi, doğalgaz piyasası da uzun yıllar boyunca üye devletlerin ulusal piyasalarına dayalı olmuş ve ülkeler çok çeşitli doğalgaz tekelleri yaratan farklı özellikler geliştirmiştir. Bu çerçevede merkezi ve merkezi olmayan sistemler, kamu mülkiyetli veya özel mülkiyetli tekeller bir arada bulunmuştur. Doğalgazın şu andaki pazar payı %23’tür, ancak, talebin en hızlı büyümesinin beklendiği enerji kaynağıdır. Aralık 1997'de, Enerji Konseyi bir "doğalgaz iç pazarı" kurulmasını kararlaştırdığında bütün bu düşünceler hesaba katılmıştır. Piyasaların çeşitliliği nedeniyle, doğalgaz piyasası için yeni ortak çerçeve, esnek bir düzenlemeye dayanmaktadır. Bu sektöre ilişkin siyasi mutabakat da, elektrik piyasasında geçerli olan ilkelere dayanmaktadır. Yeni çerçeve, doğalgazın depolanması, iletilmesi, arz edilmesi ve dağıtımı konularında ortak kurallar getirmektedir. Doğalgaz sektörünün örgütlenişi ve isleyişi hakkında ayrıntılı kurallar belirlenmiş, lisans verme kriterleri ve prosedürleri tanımlanmıştır. Yeni doğalgaz iç pazarı ile, çevresel avantajlar da elde edilmiştir. Doğalgaz iç pazarında AB içinde altyapılar ortak olacağından, tüketiciler diledikleri tedarikçiden doğalgaz alabilecek ve tedarikçiler arasında altyapı açısından herhangi bir farklılık olmayacaktır..
Petrol sektörü: Petrol sektörünün de İç Pazar'da önemli bir yeri vardır. AB’nin enerji tüketiminin %38’i petrolle karşılanmaktadır. AB Enerji Politikası, petrolü başka enerji biçimleriyle ikame etmeyi hedef almaktadır. Ancak, bu enerjinin önemi nedeniyle, AB yerli hidrokarbon kaynaklarının aranması ve işletilmesini de teşvik etmektedir. Özellikle petrol ürünleri üzerindeki tüketim vergileri ve lisanslama konularında önemli tedbirler alınmıştır. AB, 1994'ten beri, Avrupa Ekonomik Alanı içinde hidrokarbon arama, keşif ve üretim faaliyetlerinde (üçüncü ülke şirketleri dahil) bütün şirketlere ayrımcı olmayan erişim imkanı sağlamıştır. Petrol ürünleri üzerindeki tüketim vergileri, enerji iç pazarının temel taşlarından biri olarak kabul edilmiştir. Çoğu ürünler için, asgari vergi düzeyi, ürünün yakıt olarak veya ısınma amaçlı olarak kullanılmasına göre değişmektedir.
Kömür sektörü: AB'de ilk enerji iç pazarı, 1952 yılında AKÇT Antlaşması ile kurulmuş olan kömür pazarıdır. Bu Antlaşma’nın süresi, 23 Temmuz 2002'de sona ermiştir. 1952'ten beri, AB ülkeleri arasında kömür ticareti herhangi bir kısıtlamaya tabi olmamıştır. Katı yakıtlar, AB'de elektrik üretiminin %30'a yakın bir bölümünü sağlamaktadır. Arzın bolluğu ve düzenliliği ve fiyatların rekabetçi olması dikkate alınırsa, katı yakıtlar çok önemli bir rol oynamaya devam edecektir. AB, kömür kullanımını teşvik etmeyi ve yurt içi üretim kapasitesini daha rekabetçi kılmayı hedeflemektedir. AB içinde halen kömür üreten altı ülke vardır: İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti. İthal kömür yerli kömürden çok daha ucuz olduğundan, üretim giderek azalmaktadır. Düşük kömür fiyatları, doğalgaz gibi diğer rakip yakıtların fiyatlarını düzenleyici bir rol oynamaktadır. Doğalgaz kullanımının yaygınlaşması nedeniyle AB'de kömür tüketimi bir azalma içindedir.
AB düzeyinde ‘enerjide kendine yeterlilik’ kavramından ne kastedilmektedir? AB’nin enerjide kendine yeterlilik seviyesi nedir? AB enerji kaynakları bakımından fakir değildir. 1992 Körfez Savası gibi bazı olaylar, Topluluğun enerji sisteminin sağlam olduğunu ve küçük krizler ve dış etkenlere bağlı sorunlar ile basa çıkabildiğini göstermiştir. Bununla beraber, tüketilen enerjinin yarısı üçüncü ülkelerden ithal edilmektedir. Bu oranın 2030 yılında %68’e çıkması beklenmektedir. AB Enerji Politikası’nın hedeflerinden biri, arzın kesintiye uğramasını önlemektir. Birlik tarafından en çok ithal edilen enerji kaynağı petroldür. 2030 yılına ilişkin öngörüler de petrolün enerji tüketimindeki rolünün azalmayacağını göstermektedir. AB-15'de tüketilen petrolün %78'i ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Bunu, %36 ile doğalgaz ve %32 ile diğer yakıtlar takip etmektedir. Avrupa'nın enerji tüketimi arttıkça bu bağımlılık da artmaktadır. Enerjide kendine yeterliliğe ilişkin yaklaşımlardan biri, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek olmuştur. Kullanılan enerji kaynakları ne kadar çeşitli olursa, AB ithalata o kadar daha az bağımlı olacaktır. AB yeni enerji kaynakları geliştirmekte, hidroelektrik enerji, güneş ve rüzgar enerjileri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını teşvik etmektedir. Yine arz güvenliğini sağlamak amacıyla, Birlik, Avrupa Enerji Şartı gibi bazı anlaşmalar yaparak üçüncü ülkeler ile uluslararası enerji işbirliğini güçlendirmiştir. Dış bağlantıların geliştirilmesi ve sürdürülmesi de arz güvenliğinde bir başka temel unsurdur. Trans-Avrupa Enerji Ağları bu amaçla kurulmuştur. Ancak, enerji taleplerini azaltmak hala önemini korumaktadır. AB, rasyonel enerji kullanımını ve bir enerji tasarrufu kültürünün gelişmesini teşvik etmektedir.
Enerji arzı güvenliğine yönelik AB girişimlerinden en önemlileri şunlardır: Avrupa Enerji Şartı: Avrupa Enerji Şartı, 1991 yılında Lahey'de imzalanmış olup, 38 ülke ve AB tarafından onaylanmıştır. Şart'ın başlıca hedefleri arz güvenliğini artırmak, enerji üretimi, dönüşümü, taşınması, dağıtımı ve kullanımının verimliliğini en üst düzeye çıkarmak ve çevre problemlerini en aza indirmektir. Nisan 1998'de, Enerji Şartı Antlaşması ve Enerji Verimliliği üzerine bir Protokol yürürlüğe girmiştir. Trans-Avrupa Enerji Ağları (TEN-E): Enerji arzı güvenliğinin sağlanması için, enerjinin ayrımcı olmayan ve güvenilir bir şekilde taşınması gereklidir. İç Pazar’ın genişlemesini hedefleyen AB, sınır ötesi doğalgaz ve elektrik şebekeleri geliştirilmesine öncelik vererek, yeterli enerji bağlantı şebekeleri kurmayı amaçlamaktadır. Bazı Akdeniz ülkeleri, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Norveç ile bağlantılar yapılmıştır. Örneğin, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan'ı kapsayan CENTREL elektrik şebekesi, başlıca Avrupa elektrik şebekesi olan UCPTE'ye 1995 yılında bağlanmıştır. Eski Sovyetler Birliği devletleri için INOGATE programı çerçevesinde önemli bir çalışma yapılmıştır.
Petrol rezervi Enerji arzı güvenliği, talep planlamasına ve tedbirlerine bağlıdır. 1970'lerdeki petrol bunalımından sonra, stok tutma sisteminin geliştirilmesiyle gelecekteki bunalımların etkisinin sınırlandırılacağı kabul edilmiştir. AB üyesi ülkeler, asgari doksan günlük tüketime eşdeğer düzeyde petrol rezervi bulundurmak zorundadırlar. Birliğe 2003 Mart’ında adaylık başvurusu yapan ve 18 Haziran 2004’te adaylık statüsü verilen Hırvatistan için hazırlanan Müzakere Çerçevesi’nde Trans-Avrupa Ağları, enerji başlığından çıkarılarak ayrı bir başlık olarak belirlenmiştir.
AB’de alternatif enerji kaynaklarının devreye sokulması konusundaki çalışmalar istenen sonuçları vermiş midir? Alternatif enerjinin (rüzgar, su, güneş ve biyo-kütleden elde edilen enerji) gelişmesi Avrupa Komisyonu’nun Enerji Politikası’ndaki en önemli amaçlarından biridir. AB, alternatif (yenilenebilir) enerji kaynaklarına yönelerek hem çevre üzerindeki baskıyı hem de fosil yakıtlar nedeniyle oluşan dışa bağımlılığı azaltmayı hedeflemektedir. Avrupa Birliği’nin alternatif enerji kullanımı ile ilgili hedefi, Komisyon’un hazırladığı Beyaz Kitap’ta da belirtildiği gibi, alternatif enerjinin toplam enerji tüketimindeki payını 2010 yılı itibariyle %6’dan %12’ye (elektrik ve ısıtma), 2020 itibariyle de %22’ye çıkarmaktır. Bu amaca yönelik olarak üye ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek adına çeşitli politikalar uygulamaktadır. Eğer bu alandaki ulusal politika AB hedeflerine uyumlu değilse; Komisyon'un uyulması gereken zorunlu hedefler koyabileceği öngörülmektedir.
Alternatif enerji payının artmasına yönelik olumlu sinyaller vardır Alternatif enerji payının artmasına yönelik olumlu sinyaller vardır. Yenilenebilir enerjide hidroelektrik, %90’lık payıyla birinci sırada yer alırken, “yeni” yenilenebilir kaynaklar olarak da adlandırılan rüzgar ve güneş enerjisi özellikle Batı Avrupa’da önemli bir gelişme göstermiştir. AB genelinde rüzgar ve güneş enerjisinde Danimarka, Almanya ve İspanya’nın gösterdiği hızlı gelişme ile Avusturya, Yunanistan ve yine Almanya’nın özellikle güneş enerjisi alanındaki gelişmeleri bu alandaki önemli ilerlemelerdir. Komisyon tarafından yayınlanan “Avrupa’da Enerji ve Ulaşım: 2030’a Doğru” başlıklı araştırmada AB-15’de enerji kaynakları içinde yenilenebilir enerjinin miktarı %6 olarak gösterilmiştir. Aynı araştırma, bu oranın 2030 yılında ancak %8’e ulaşacağını öngörmektedir.
AB’de nükleer enerji konusu ne şekilde ele alınmaktadır? Nükleer enerji 25 üyeli Birliğin enerji üretiminde %32’lik bir paya sahiptir. Enerji üretmek için nükleer gücün kullanılması karbondioksit emisyonlarını azaltmaktadır. Ancak 1986 yılında Çernobil'de meydana gelen facia, nükleer enerjinin toplum tarafından kabul edilmesi için, taşıma, atık yönetimi ve devreden çıkarma konularında güvenlik standartlarının yükseltilmesine ve nükleer teknolojinin yayılmasını kontrol altına alma konusuna önem verilmesine ihtiyaç olduğunu göstermiştir. AB üyesi ülkelerden Almanya 2021’de, Belçika 2025’te nükleer reaktörleri kapatacağını açıklamıştır. Hollanda, İspanya ve İsveç ise tarih vermemekle birlikte reaktörlerin eskidiğinde kapatılacaklarını açıklamışlardır. Fransa ve İngiltere herhangi bir taahhüt altına girmezken, yeni bir nükleer santral yapma kararını alan yalnızca Finlandiya olmuştur. Yeni üye olan 10 ülke ile Bulgaristan ve Romanya’nın toplamda 22 nükleer santrali bulunmaktadır. Litvanya ve Slovakya’daki bazı nükleer santrallerin kapatılmasına ilişkin özel protokoller eklenmiştir. Ayrıca, katılım müzakereleri esnasında Avusturya ve Çek Cumhuriyeti arasında Temelin nükleer santraline ilişkin olarak yaşanan gerginlik, iki ülkenin Katılım Antlaşması’nda ortak bir deklarasyonda bulunarak teknik işbirliği yapılacağını ve acil durumlar için bir erken uyarı sistemi geliştirileceğini ifade etmesiyle çözümlenmiştir. Aday ülkelerden Türkiye yeni bir nükleer santral yapma niyetini ortaya koymuş, Birliğe yeni üye olan Polonya ise bu ihtimali değerlendirdiğini belirtmiştir.
AB üyesi ülkeler bu konuda farklı yaklaşımlara sahiptirler AB üyesi ülkeler bu konuda farklı yaklaşımlara sahiptirler. Üye ülkelerin bazıları nükleer enerjiye büyük ölçüde bağımlıyken, diğerleri nükleer enerjiden uzak bir Enerji Politikası izlemeyi tercih etmektedirler. Bu bağlamda, Avrupa kurumları, nükleer enerjinin geliştirilmesine izin veren Euratom Antlaşması çerçevesinde sorumluluk taşımaktadır. Yüksek düzeyde bir nükleer güvenlik, yayılmanın önlenmesi ve insan sağlığının yüksek düzeyde korunması gibi bazı ortak ilkeler kabul edilmiştir. Ancak, sonuçta, standartların belirlenmesi ve nükleer tesislere lisans verilmesi konusunda sorumluluk üye ülkelere aittir. AB’nin Enerji Politikası çerçevesinde oluşturduğu programlardan biri olan SURE Programı, nükleer enerji alanına ilişkindir. Birliğin “Enerji Çerçeve Programı”nın bir parçası olan SURE Programı’ndan, AB üyesi ülkelerin yanı sıra, TACIS Çerçeve Programı’na (2000-2006) katılan Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri de yararlanabilmektedir.
Enerji Politikası ve çevrenin korunması arasında nasıl bir ilişki vardır? Enerji tüketiminin her geçen gün arttığı, bunun için de bazı endişeler ve önemli çevre sorunlarının ortaya çıktığı, bunların gün geçtikçe de arttığı bilinmektedir. Enerjiye olan aşırı talep, ekonomiye ve çevreye yapabileceği etki düşünülmeden, her türlü enerji kaynağının kullanımına imkan tanımaktadır. Dolayısıyla, bir tarafta enerji ihtiyacı, diğer tarafta da ekolojik denge ve çevrenin korunması göz önünde bulundurulduğunda, uzun vadede artan enerji ihtiyacının karşılanmasında çevreye olası zararları önlenebilir kaynakların kullanımı önem kazanmaktadır. Bu yaklaşım enerjinin sürdürülebilir kalkınma anlayışı ile sağlanmasını gündeme getirmektedir. Bu çerçevede, enerji kaynaklarının taşıdığı çevresel riskler için gereken tedbirleri almak, enerji verimi ve tasarrufu tedbirlerini uygulayıp kaynak kaybını en aza indirmek, enerji arzının, ihtiyaçtan fazla artmasını engelleyici planlamalar yapmak ve atmosferi korumak gerekmektedir.
Enerji elde edilmesi ile ilgili en yaygın olarak bilinen kirlenme türü, fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Petrol, doğalgaz, kömür gibi yaygın olarak kullanılan fosil yakıt türleri, doğal kaynaktan çıkarılırken temiz çevre özelliği kaybolmakta, sürekli bir risk oluşturmaktadır. Fosil yakıtların kullanımları sırasında atmosfere bıraktıkları kükürt dioksit, karbon monoksit ve azot oksit emisyonları büyük ölçüde hava kirliliğine neden olmaktadır. Bu kirliliğin atmosferdeki etkileri ise bir taraftan küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine diğer taraftan da asit yağmurlarına yol açmaktadır. Avrupa Birliği, küresel karbondioksit emisyonlarını 2010 yılına kadar %15 azaltmaya başlayacak şekilde değiştirmeyi amaçlamaktadır. Birlik, çevrenin, enerji planlaması ve arzı ile bütünleştirilmesi ve çevre, Avrupa endüstrisinin rekabet gücü ve Birliğin enerji kaynakları arasında sürdürülebilir bir ilişkinin olabilmesini hedeflemektedir. Yenilenebilen enerji kaynaklarının kullanımı sırasında ise, diğerlerine oranla kıyaslanamayacak kadar az olmakla birlikte belli zararları ortaya çıkmaktadır. Hidrolik güç elde etmek için yapılan baraj gölleri altında kalan flora ve fauna olumsuz olarak etkilenmektedir. Rüzgar gücünü kullanıma çeviren ekipmanların çok fazla gürültü çıkarması da bir diğer çevre sorunudur. 20. yüzyılda kendisine hem çok umut bağlanan, hem de en çok tartışılan enerji türü olan nükleer enerji ise kaza durumunda etkisinin yüksek olması ve radyoaktif atıkların imhasının bazı güçlükler doğurması nedeniyle çevrecilerin eleştirilerine maruz kalmaktadır. Özellikle yakın geçmişte yaşanan Çernobil olayı, Fukuşima kazası enerji ile çevre korunması arasındaki ilişkinin önemini ortaya koymuştur.
Türkiye’nin enerji tüketiminin yarıya yakını petrole dayalı kaynaklardan karşılanmaktadır. Bu, Türkiye’ye önemli bir yük teşkil etmektedir. İşletme ve maliyet açısından kömüre dayalı termik santraller verimliliğini kaybetmektedir. Türkiye’nin, AB’nin Enerji Politikası’na uyumu enerji kaynaklarının çeşitliliğinin ve kalitesinin artırılması açısından son derece önemlidir. Türkiye enerji konusunda kilit role sahip, önemli bir hidroelektrik enerji üreticisi konumundadır. Türkiye’nin stratejik konumu, Türkiye’yi, Avrupa’ya petrol ve doğalgaz taşınması için geçit bir ülke haline getirmektedir. Türkiye’nin üyeliğinin Birliğe katacağı avantajlar arasında enerjiye ilişkin olanlar ön plana çıkmaktadır. Özellikle enerji konusunda Türkiye’nin üyeliği durumunda AB, dünyanın enerji bakımından en zengin bölgeleri ile komşu olacaktır. Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle, tam üyelikle birlikte AB enerji arzının güvenliğinde büyük rol oynayacak, petrol ve doğalgaz açısından önemli bir geçiş ülkesi olacaktır. Türkiye’nin katılımı, AB’ye, enerji tedariki açısından daha iyi nakil yolları sağlayabilecektir. Böylelikle hem AB enerji arzını koruyabilecek, hem de bu bölgeler enerji ürünlerine yeni pazarlar sağlayabilecektir. Türkiye’nin üyeliği ayrıca AB ve güney komşuları arasında karayolu, demiryolu, hava, deniz ve boru hattı bağlantılarını ciddi biçimde güçlendirecektir.”