KÖKLER Mustafa Süreyya SEZGİN BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu’lu mistik Osho diyor ki; “ Benim en büyük şansım küçükken tenha bir köye dedemin yanına gönderilmem oldu. Bu köyde yok denecek kadar az insan bulunması ve okul olmayışı düşünce mekanizmamım doğal kalarak, yoğun bir koşullandırılmaya uğramamasına neden oldu.
Osho’nun bu fikrini düşünüyorum ve bu düşünce bana çok doğru geliyor Osho’nun bu fikrini düşünüyorum ve bu düşünce bana çok doğru geliyor. Çünkü çoğu zaman okumuşlar kendini entel kabul eder ve bu yönlerini kanıtlamaya girişerek gülünç olurlar. Okumamışları küçümserler. Onların duygu ve düşünce dünyasına inmeyi düşünmezler bile.
Bu nedenle de gelişme çabası içindeki bizim gibi toplumlarda aydın geçinenler ve yönetime soyunanlar, genellikle geniş kitlelerden kopuktur. Oysa Sokrat ne güzel söylemiş ; “ Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir. “ diye.
Şimdi düşünüyorum da; acaba kendimle, yaşadığım bu dünya ve toplumla ilgili ne kadar bilgim var ? Böyle düşününce de işe yaramaz bir yığın bilgi üşüşüyor beynime.
Dünyada yaşayan insanların % 99’u kendilerine hazır olarak sunulmuş dogmatik inançlar nedeniyle birbirini boğazlama potansiyeli taşımakta ve boğazlıyorlar da.
Bence insanı ve dünyayı anlayış biçimimizi kökten değiştirme zamanı geldi ve geçiyor. Bunu benim gibi bir çok insanın da hissettiğini sanıyorum. Dünyamız; bir çok aptallıklar peşinde koşan bu insan sürüsünden kurtulmanın veya bunları kontrol edilebilir bir seviyeye getirmenin yollarını arıyor. Çünkü evrende canlı cansız her varlık birbiriyle sebep sonuç ilişkisi içindedir.
1992 yılında bir kitap okumuştum, okuduklarım bana uydurma ve saçma gelmiş fakat yazılanları da eğlendirici bulmuştum. Bu kitap kısaca şöyle diyordu; “ Dünyanın da içinde bulunduğu Güneş Sistemi evrende bir foton kuşağına girdi ve yol alıyor.
Foton kuşağı insan düşüncesinde yeni bir aydınlanma ile yeni bir çağ başlatacaktır. 2000’li yıllarda depremler ve iklim olayları artacak, su baskınlarında kitleler halinde bir çok insan ölecektir. Bu olaylar 2012 yılına kadar en üst seviyeye çıkacak ve 2012 yılının 23 Aralık gününde Dünya foton kuşağının merkezinden geçecektir. Bu geçişte 24 saat için güneş görünmeyecektir. Sonra yeni bir çağ başlayacak ve insanların bilinç düzeyi artacaktır.
Zaten Maya’ların ve Mısır’lıların takvimleri de 2012 yılında son bulmaktadır. “ 13 yıl önce bu okuduklarım beni hiç etkilemedi ve gülerek geçtim. Ancak şimdi 2012 yılı için bir çok şey söylenmeye başlandı. Bir gök taşından bahsediliyor, Dünyamızın manyetik alanının değiştiği söyleniyor ve bilim adamlarınca iklim felaketinin kapıda olduğu anlatılıyor.
Konuyu biraz daha araştırıp daha çok kaynaklara ulaştığımda aslında “ Kendini Bil” sözünün ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha gördüm. Geçmişimizle ilgili ne biliyoruz ki ? Geçmişimizle ilgili yazılı belgeler en fazla kaç bin yıllık ve insanın ortaya çıkışı kaç milyon yıl ?
İnsanoğlunu uygarlığa taşıyan birikimler son birkaç bin yıl içinde mi hızlandı ? 20.000 veya 50.000 yıl önce dünyamızda nasıl bir medeniyet vardı ? Atlantis ve Mu medeniyetleri gerçekten bir efsane mi ? Son günlerde bu konular daha çok ilgimi çekiyor.
Bu konuda araştırarak öğrendiklerimi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmayı arzuladım. Konuyu fazla bilimsel ve ciddi bir açıdan ele almayacağım, çünkü bilinmeyen bir geçmişten söz etmek için hayal gücüne her zamankinden daha fazla gereksinim duyabiliriz.
Amerika kıtası binlerce yıldır Atlas Okyanusunun ötesinde duruyordu ve eski kıtada yaşayan insanlar ancak Kristof Kolomb 513 yıl önce 1492 yılında büyük keşif yolculuğuna çıktığında bu kıtadan tesadüfen haberdar oldu. Yani bizden 7-8 nesil önce .
Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet’in domatesi görmediği ve tadamadığı söylenir. Oysa bu ülkede yaşayan ve büyük bir medeniyet kurmuş olan Maya’ların bir çok inanış, yaşam ve dil özellikleri Mısır ve Anadolu medeniyetlerinde 1492 tarihinden önce de görülmektedir.
Bu da bize okyanusun ötesinde yaşayan halklar ile eski kıta arasında çok eski yıllarda bir alış veriş olduğunu anlatıyor. Esasen bu iki kıta arasında sulara gömülen büyük bir kara parçası olduğu konusunda kuvvetli kanıtlar da mevcut.
Okyanus ötesi topraklardan gelen koloniciler, Mısır, Ege, Mezopotamya bölgesine doğal olarak kendi uygarlıklarını da taşımışlardır. Maya kelimesi aslında ana kök anlamında kullanılmaktadır. Türkçemizde de “ Mayası bozuk” deyimi kökü bozuk anlamında kullanılır.
Maya ülkesi göçmenleri Helenlerin ortaya çıkmasından çok önce Peleponez’i yurt edinerek Grek ulusunu getiren kabilelerden daha önce Ege adalarında koloniler kurdular ve yerli kabilelerle kaynaştılar. Grekçe büyük ölçüde Maya dilinden türemiştir.
Ege kıyılarına ve adalarına yerleşen Mayalar Atlasın kızı Maia’yı tanrıça yaptılar. Maia’nın tanrıçalığı uzun yıllar sürmüş olup, bugün bile İspanya, Fransa, İngiltere ve bir çok ülkede Mayıs Kraliçesi ( May Queen) festivalleri ve Anadolu’da Nevruz kutlamaları düzenlenmektedir.
Eflatun, M. Ö. Yaklaşık 400. yy da Mısırı ziyaret etmişti Eflatun, M.Ö. Yaklaşık 400 .yy da Mısırı ziyaret etmişti. Burada Sais’in rahibi Suçis ile görüşmeler yaptı. Suçis, Eflatun’a Mısır’a ilk kolonistlerin 23.000 yıl önce geldiklerini anlattı.
M.Ö. 9000 yıl önce ise Amerika ve Avrupa arasında Atlantis isimli büyük bir kara parçası vardı. Eflatun, Suçis’in anlattıklarını not eder ve daha sonra bunları Solon’a şöyle anlatır; “O günlerde okyanusta gemi yolculuğu yapılıyordu; Herakles Sütunlarının ( Cebel-i Tarık) önünde bir ada vardı. Bu ada Küçük asya ve Libya’nın tamamından daha büyüktü.
Bu adayı kullanarak okyanusun karşısındaki diğer büyük adalara gidilebiliyordu. “ Atlantis’in sulara gömülmesi olayı , Meksika’daki Xochhicalco Piramidi’ne düşülen kayıtlarda Zac ayının 13. Chuen günü olarak kazınmıştır.
Felaketten önce Afrika ve Avrupa’nın batı kıyılarını istila eden Atlantisliler güçlü ve istilacı bir ulustu; krallarının “ Deniz Kurdu”, “Moc” unvanını taşıdığını yine Meksika’daki piramit yazıtlarından öğreniyoruz. Atlantislilerin Akdeniz kıyılarında durdurulamaz ilerleyişi, Yunanistan’ı fethetmeye çalıştıkları sırada püskürtülmüştür.
Mısırlı rahip Sais’in ağzından Solon olayı şöyle anlatır; Tarihçiler, Avrupa’nın ve Asya’nın tümüne hırsla saldıran ve yenilmek bilmeyen bir iktidarın güçlerine sizin şehrinizin nasıl dur dediğini anlatırlar.
Bu iktidar Atlantik Okyanusundan gelmişti, çünkü o günlerde Atlantis’te gemiler boldu ve sizin Herakles Sütunları ( Cebel-i Tarık) dediğiniz boğazın önünde bir ada vardı. Bu büyük güç bizim ülkemizi, sizinkini ve Herakles Sütunları içindeki ülkelerin topraklarının tamamını bir kerede zaptetmeye çalıştı.
Senin ülken direndi ve onları püskürttü hatta yok etmek için kovaladı fakat şiddetli depremler ve su baskınları oldu savaşçılarınız tek bir vücut gibi yere battı; ve Atlantis adası da benzer şekilde yok oldu, ve denize gömüldü. ( Eflatun’un Diyalogları – Timaeus II, 517 )
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU