KONUTUN TARİHSEL GELİŞİMİ *Konut milyonlarca yıldan beri var olan bir olgudur.İlk insanımsılardan bu yana yaşama ve korunma amaçlı vardırlar. *İlk çağlardaki konutun amacı günümüzden farklı olarak aidiyat ve komfordan öte hayatta kalmayı gütmektedir. *İlk insan elinde teknoloji olmadığından ve çetin hayat koşullarından dolayı çok kırılgan ve ölümcül bir dünyada yaşamaktaydı. *Aslında bakıldığında ilk insan kendi konutunu kendi yapmamıştır çünkü onu yapabilecek teknoloji , akıl ve deneyime sahip değildi.
*Konuta kavramsal olarak yaklaşırsak bir canlının hayatını devam ettirmeye uygun koşullar sağlayabilen elverişli bir mekan demek uygun olur. *Bu yüzden konut algısının sadece insanlar için değil hayvanlar için de geçerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. *Yırtıcı hayvanlardan korunmak için yere inmeyen ağaçlarda yaşayan maymun türleri , modern çağımızda köpeklerden ve yağmurdan korunmak için araba altlarında günü geçiren kediler , ve çeşitli ağaç kovuklarında yaşayan kuş türleri konut adına verilebilecek başarılı örneklerdendir.
Şekil 1.1 : Yerdeki yırtıcı hayvanlardan korunmak için ağaç üstlerinde yaşayan maymun türleri Şekil 1.2 : Modern çağın kedilere sağladığı Şekil 1.3 : geçici konutlar
İlk insanlar da henüz kendi yapılarını yapabilecek deneyime ve teknolojiye sahip olmadıklarından dolayı tıpkı hayvanlar gibi içgüdüsel olarak kendilerini en iyi koruyacak doğal yapılarda günlük yaşamlarını geçiriyolardı. Bu yüzden mağaralar ilk insanımsıların konutları olmuşlardır.Neden mağaralar olduğu sorusuna gelinirse ise hem yerden daha yukarda yer almaları sebebiyle yırtıcı hayvanların ulaşamayacağı konumda olmaları hem de yağmur ve soğuk hava koşullarından koruma açısından çok daha elverişli olmaları başlıca sebeplerdendir.Antalyada bulunan Karain Mağarası ilk mağaralardan biri olarak tahmin edilmektedir.
*Şekil 2.1 Karain Mağarası ; Antalya
Şekil 2.2 Karain Mağarası , Antalya
Şekil 2.3 Karain Mağarası , Antalya
Şekil 2.4 Karain Mağarası , Antalya
Şekil 2. 5 KarainMağarası , Antalya
Şekil 2.6 Akıt Mağarası ; Van Gölü yakını
Şekil 2.7 İlk insanların yaşamlarından temsili bir resim
İlk insan hayat tarzı olarak toplayıcılık ve hayvancılıkla uğraşmaktadır.Hiç bir deneyimi olmayan ve genel olarak içgüdüleriyle yaşayan bu insan zamanla aklını kullanmaya başlamıştır. Alet yapmaya bile sonradan geçmiştir. Bir cismin ucunun sivri olunca zarar verebildiği ya da ateşin yakıcı olduğunu bile deneme yanılma metoduyla öğrenip torunlarına bu bilgileri aktarmıştır. İlk insanın genel geçim kaynağı avcılık olduğu için zamanla kendini geliştirmek zorunda kalmıştır ve hayvanları daha iyi avlayabilmek için çeşitli sivri aletler yapmayı akıl etmiştir.Böylece teknolojinin ilk kullanımı başlamış ve yapıya kadar devam eden bir sürecin temelleri atılmıştır.Protein ağırlıklı beslenmeye başlamasıyla birlikte biyolojik evrimi bile ilerlemeye başlamıştır.
Şekil 3.1 : Homo Erectus Avcısı ve şekillendirdiği av aleti
İnsanlar daha sonradan tesadüfü şekilde keşfetmesiyle birlikte kontrol altınada almaya başlamışlardır. Ateşin kontrolü ile aletlerin yapımı daha çok ustalaşmıştır ve besinlerini ısıtarak yemeye ve soğuk hava koşullarından daha iyi korunmaya başlamışlardır. İnsanoğlunun ilk zamanlarından buzul çağ yaşandığı için iklimsel şartlar çok zorlu olmaktadır. İnsanlar sadece avlancakları zaman aşağılara inip , geri kalan zamanlarını mağara içinde ateş yakarak geçirmektedirler.
Fakat iklimsel dengelerin değişmesi ile buzul çağı sona ermiştir ve insanoğlu mağaralarından çıkmaya daha rahat fırsat bulur hale gelmiştir. Ölümler azalmış uygun iklim koşullarıyla birlikte popülasyon artmıştır.Fakat sadece tüketicilik olarak avcılık insanoğlun yeterli gelmemeye başlamıştır. İnsan oğlu kuşlardan ve topladıkları meyvelerin dökülen tohumların tekrar yeşermesini gözlemleyerek tarıma geçmeye başlamışlardır.
Tarım yapabilmek için mağaralarından ayrılıp düzlük alanlara göç etmişlerdir artık silahları sayesinde yırtıcı hayvanlardan daha korunaklı hale gelmişlerdir. Fakat iklim sorunuyla başa çıkabilmek için ilk konutlarını yapmaya başlamışlardır. Ve insanlar basit dallardan ve sazlardan oluştuğu mekanlarla sığınmaya başlamaktadırlar. Yağmur sorununu halletmek için ise hayvan kemiklerinden oluşturduğu yapı taşıyıcılarının arasını yine hayvan derisiyle kapatmaya başlamışlardır.
Ekim 1965’te arkeolog Henry de Lumley tarafından, Fransa’nın Nice kentinde bulunan ve M.Ö. 400.000 ile 300.000 yılları arasında, bir grup “homo erectus” avcısı tarafından baharda kamp yeri olarak kullanılan, yerleşim bölgesi, bilinen en eski barınağın kalıntılarına sahiptir. Bu bölge daha sonra Latince “Sevgili Yurt” anlamına gelen “Terra Amata” sözcüğüyle adlandırılmıştır.
Şekil 4.1 Terra Amata , İlk Homo Erectus Yerleşimi , Nice Fransa
İnsanlara çok yakın bir tür olan ve gelişimini tam olarak sağlayamamış neandartel türlerine ait bulunun ilk konut tipleri de postlarla örülmüş ağaç çerçevesine sahip olasılıkla kubbe ya da konik biçiminde olan evler, masif mamut kemikleriyle ya da kafataslarıyla kuşaklanmışlardır.
Şekil 4.2 : Homo Sapiens konut örneği , Ukrayna
Fakat ilk insanın yapıları incelendiğinde planın ve formunun yuvarlak yada eliptik oluşu dikkatleri çekmektedir. Yuvarlak planın seçiminde uygulamanın basitliği ve dörtgen planlı yapılarda karşılaşılan köşe oluşturmak gibi sorunların olmayışı etkili olmuştur. Duvarlar ve çatıyı tek bir örtüye indirgeyen yuvarlak planlı yapılar o dönemdeki insanların eriştiği teknoloji ile yaptıkları ilk bilinçli yapılar olarak tarihe geçmiştir.
Yuvarlak plan uygulaması uzun bir süre devam ettiği bu dönemlerde yapılar yatmak ve sınırlı işleri gerçekleştirmek için kullanılırken , yapının ortasında veya önünde daha günlük işler yapılmaya başlanmıştır..Tarımın ilerlemesiyle ve yapım imkanlarının artmasıyla birlikte de yavaş yavaş yuvarlak şemadan vazgeçilmeye doğru gidilmiştir.
Neolitik Çağda Konut Günümüzden yaklaşık 15.000 yıl kadar önce, yerleşik yaşama geçen insanın, tarımla uğraşmasıyla başlayan Neolitik Çağ’da yerleşim, dünyanın her yerinde aynı zamanda ve aynı şekilde olmamıştır.
İskoçya’nın Orkney Adalarında bulunan ve 1850 yılındaki büyük bir fırtına sonucu ortaya çıkan Skara Brae Köyü, Neolitik dönemde Avrupa’da taş kullanarak inşa edilmiş bir yerleşim yeridir. Köy aralarındaki dar geçitlerle birbirlerine bağlanan on evden oluşmuştur. Bu evler tek odalıdır. Köydeki tüm ocaklar, yataklar, büfeler ve dolaplar taştan yapılmıştır Evlerin duvarları kısmen yıkılmış olmasına karşın bulunan balina kemiklerine bakılarak, çatıların balina kemiğinden merteklerle taşınan saman ya da kamıştan olduğu sonucuna varılmıştır.
Şekil 5.1 : Skara Brae Köyü , Orkney Adaları , İskoçya
Şekil 5.2 Skara Brae Köyü İskoçya
Şekil 5.3 Skara Brae Köyü , İskoyça
Şekil 5. 4 Skara Brea Köyü
Şekil 5.5 Skara Brea Köyü , İskoçya
Şekil 5.6 Skara Brea Köyü , İskoçya
Şekil 5.8 Skara Brea Köyü ; İskoçya
Neolitik Çağ’a ait en eski yerleşim merkezlerine Anadolu’dan bir örnek ise günümüzde Türkiye sınırları içerisinde yer alan Çatalhöyük’tür. Tarihi M.Ö. 9000 yıllarına kadar dayanan kent Orta Anadolu’daki Konya Ovası’nda yer almaktadır. Toplu yerleşimi zorunlu kılacak herhangi bir neden görülmeyen bölgenin, alüvyon yelpazesinde bulunması sebebiyle tercih edildiği varsayılmaktadır.
Bina yapımında kerpiç, ağaç ve kamış kullanılmıştır Bina yapımında kerpiç, ağaç ve kamış kullanılmıştır. Sıvalı duvarlar arasındaki ağaç dikmeler, kamış üzerine sıkıştırılmış killi topraktan yapılan çatıyı taşımaktadır. Duvarlar inşa edilirken tuğlaların arasına küçük heykelcikler yerleştirilmiştir. Dikdörtgen planlı evler tek katlıdır ve duvarları birbirlerine bitişik olmasına rağmen her evin kendine ait duvarları vardır. Ulaşım düz çatıların üzerinden sağlanmaktadır. Evlere giriş de çatının üzerinde yer alan bir delikten merdiven yardımıyla yapılmaktadır.
Resim 6.1 Çatalhöyük , Konya
Resim 6.2 ÇatalHöyük , Konya
Şekil 6.3 Bir artistin bulgulardan ÇatalHöyük Çizimi
Bu çağın bir diğer önemli merkezi Kıbrıs’ta yer alan ve 250 metre çapında bir alana yayılmış olan Kirokitia Köyü’dür. M.Ö. 6020 yılında inşa edilen köyde, 48 tane tonos tipi ev bulunmuştur. Elde edilen veriler ışığında köyün binlerce kişinin yaşadığı büyük bir merkez olduğu sanılmaktadır. Genellikle çift duvarlı inşa edilen evlerin çapları 3,7 ve 8 metre arasında değişmektedir. Binaların yapımında yerli kireç taşı kullanılmıştır. Çatı örtüsü olarak taş, tuğla ya da daha hafif malzemeler tercih edilmiştir. Evlerde duvara bitişik alçak sedirler, ocak ve zahire çukurları bulunmuştur. Yağmur ve çamurdan korunmak amacıyla kapı eşiği yüksek yapılmıştır. Bölgede, mutfakların, dükkânların ve evlerin bir arada bulunduğu yapı grupları bulunmuştur. Bazı evlerin avluları taş döşelidir.
Şekil 7.1 Krikikotoria Köyü , Kıbrıs
Şekil 7.2 Khikikorita Köyü , Kıbrıs
Şekil 7. 3 : Khikikorita Köyü , Kıbrıs Şekil 7 Şekil 7.3 : Khikikorita Köyü , Kıbrıs Şekil 7.4 : Khikikorita Köyünün Tahmini Resimi
URUK KENTI Çamur tuğla kullanılarak Sümerler tarafından M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya’da inşa edilen Uruk kentindeki konutlar da yerel malzemeyle yapılan sade planlı konutlara bir başka örnek teşkil etmektedir. Dörtgen veya dikdörtgen merkezli bir 12 avlu etrafına inşa edilen Sümer evleri de oldukça sade bir planlamaya sahiptir. Giriş kapısından zemini taş döşeli bir antreye, antreden evin ortasında yer alan üstü açık bir avluya geçilmektedir. Düz çatılı evlerin sokağa bakan cepheleri sağırdır. Bazı evler iki katlıdır ve avlunun köşesindeki üst kata çıkan tuğla merdivenin arkasında kanalizasyon borusu ile pişmiş topraktan bir lavabo yer almaktadır. Ocak ve fırın mutfağın yerini belirtmektedir.
Şekil 8.2 Uruk Kenti Çizimi
Şekil 8.3 Uruk Kentinden Kalıntılar
*Şekil 8.6 Sümer Evi Çizimi Şekil 8.4 Uruk Kenti Restorasyonuna Dair *Şekil 8.5 Uruk Kentine Dair Kalıntılar
MISIR MİMARLIĞI VE KONUT Günümüz mimarlığı, kendisinden önceki uygarlıkların mimari geleneklerinin değişip gelişmesinden ortaya çıkmıştır. Örneğin Yunan ve Roma Uygarlıkları’nın, Avrupa’daki uygarlığın ve mimarinin temelini oluşturdukları kabul edilmektedir. Yunan ve Roma Uygarlıkları kadar ön plana çıkmamasına karşın, mimarlığın asıl başladığı yer Mısır’dır. M.Ö. 3050 yılında kurulan Mısır Uygarlığı’nın günümüz mimarlığının temeli sayılacak kadar gelişmesi, Mısır’ın bulunduğu coğrafi konumla ilişkilidir. Mısır doğuda ve batıda çölle, güneyde çavlanlar ve dağlarla, kuzeydeyse Akdeniz’le korunuyordu. Dünyanın geri kalanıyla etkin bir ticari ilişkisi olmasına karşın Mısır coğrafi olarak yalıtılmış haldeydi; bu şekilde korunan Mısırlılar oldukça erken bir dönemde yaklaşık üç bin yıl kadar yaşayacak bir uygarlık geliştirmişlerdir.
Şekil 9.1 Mısır Haritası
Geç dönemlere kadar düzenli bir ordusu bulunmayan Mısır, işgal tehditlerinden doğal konumu sayesinde korunmuş, savunma amacıyla sarf edeceği çabayı mimari ve sanatın ilerlemesinde kullanmıştır. Mısır’da mezar yapılarında ve tapınaklarda taş, konut yapımında ise genellikle samanla pekiştirilmiş çamur tuğla kullanılmıştır. Bu konutların kalıntıları günümüze ulaşmamıştır. Mısır Mimarlığına ait en önemli eserler olan piramitlerin içine konulan “ruh evi” olarak da bilinen iki boyutlu modellerden ve duvar resimlerinden eski döneme ait konutlar hakkında fikir edinilebilmektedir. Şekil 10.1 Ruh Evi
Şekil 10.2 Ruh Evi’nin Öğrenci Maketi Çalışması
Şekil 10.4 Ruh Evi Maketi Şekil 10.3 Ruh Evi Maketi
*Şekil 10.6 Ruh Evi Maketi Şekil 10.5 Ruh Evi Maketi
Bu resim ve modellerde zenginlerin evlerinde avlular, bahçeler, çeşmeler, sivrisinekleri uzak tutan süslü balık havuzları ile birçok oda grubu bulunmaktadır. Evlerin çevreleri çamur tuğla kullanılarak inşa edilen yüksek duvarlarla çevrilmiştir. Vezir Nakt evi, zengin evlerine örnektir. Ev haremlik ve selamlık olmak üzere iki ana bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin yanı sıra evde hizmet bölümü de denilebilecek çalışanların kaldığı üçüncü bir bölüm ile ahırlar, depolar ve fırınlar da bulunmaktadır. Eve yan taraftaki bahçeden girilir. İlk olarak bir vestibüle (giriş), oradan 8 sütunlu bir sofaya ulaşılır. Diğer bölümlerden daha yüksek olan sofa pencerelerle aydınlatılmıştır. Sofadan büyük oturma odasına geçilir. Oturma odasının bir tarafında sedir, sedirin önünde bir ocak, karşısında bir yıkanma köşesi yer alır. Selamlık büyük salonundan harem bölümüne geçilir. Harem büyük salonunun etrafında yatak odaları yer alır. Harem bölümünden sora hizmet mekânlarına ulaşılır. Şekil 11.1: Vezr Nakt Evi.
YUNAN MIMARLIĞI VE KONUT Minos ve Miken medeniyetlerinden başlayarak 1000 yılı aşkın süre boyunca gelişen Yunan kültürü ve mimarlığı günümüz Avrupa mimarisinin temelini oluşturmuştur Yunan mimarlığı, Batı Avrupa geleneğinde yapılmış estetik açıdan en mükemmel kütleler ile dünyanın pek çok yerinde kendinden sora gelen sanat akımlarının temelini oluşturmuştur Yunan mimarisinin saflığı, esnekliği, sadeliği ve doğayla bütünleşmesi mimarideki klasik düzenin gelişmesinde katkılı olmuştur. Net ve parlak güneş ışınlarının yarattığı güçlü gölgeler, doğadaki saf ve güçlü biçimleri vurgulamıştır. Yapı malzemesi olarak kullanılan yerel kireç taşı ve mermer de bu etkiyi güçlendirmiştir”. Şekil 12.1 Megaron
Miken Medeniyeti’nde kullanılan konut tipi günümüz konutunun temeli sayılan “Yunan Megaronu”dur. Yapımı M.Ö. 1250 yılına dayanan, bir salon ve bir giriş holünden oluşan bu basit planlı konutlar, ileriki tarihlerde inşa edilecek birçok evin ve kalenin ana bileşenini oluşturmuşlardır. Şekil 12.1 : Megaron Yunan Mimarlığı içerideki odalarda değil dışarıdadır. Tapınaklar, agora (kamusal açık alan) ve pazar yeri gibi bütün yapılar dışarıya yönelik mimarlığın örneğidir“. Bu sebeple günümüze kadar ayakta kalmayı başaran ve yunan uygarlığında sosyal hayatın merkezi olan bu yapılara daha çok önem gösterilirken, konut mimarisine aynı önem gösterilmemiştir. En zengin yunan evleri dahi ahşap veya kuru taş gibi ucuz malzemelerden yapıldığı için günümüze çok az iz kalmıştır
Şehir planlamasının başladığı Helenistik Dönem’de konutlar hafif malzeme kullanılarak dörtgen plan üzerine inşa edilmiştir. Konutlardaki zemini taş döşeli avluların “megarona” açılan kısmında revak yer almaktadır. Daima avluya açılan “megaronun” etrafına dizilen ikinci dereceli odalar düzeni tamamlamaktadır. Prien’de yapılan kazılar sonucu ortayan çıkarılan Helenistik Çağ’a ait Prien evleri bu sözünü ettiğimiz yapım ilkeleri kullanılarak inşa edilen konutlara örnektir. Hepsi asimetrik planlı inşa edilmiş Prien evlerinde, dört daireden meydana gelen bloklarda dahi “megaron” elemanı bulunmaktadır. Sütunlu revakı olan “megaron”, güneye doğru iç avluya açılır ve buradan yan yana dizilmiş odalara geçilebilmektedir. Evlerde tavan yüksekliği genellikle 6 metre civarındadır. Küçük taşlarla inşa edilmiş evlerinin bazılarının duvarlarının üst kısımları kerpiçtendir. Evlerin caddeye bakan dış cephelerinde oldukça bir düzgün taş işçiliği gözlenmektedir. Şekil 13.1 Prien Evi Planı
Şekil 13.2 Prien Evi
Şekil 13.3 Prien Evi Aksonometrik Çizimi
ROMA MİMARLIĞI VE KONUT Antik Roma Medeniyeti, M.Ö. 10. yüzyılda İtalyan Yarımadası’nda küçük bir tarım şehrinden, Akdeniz’i çevreleyen büyük bir imparatorluk haline gelmiştir. İmparatorluk M.S. 395 yılında Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrılmış, 1453 yılında Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar varlığını sürdürmüştür. Efsaneye göre M.Ö. 753 yılında Romus ve Remulus kardeşler tarafından kurulan Roma Krallığı, ilk olarak monarşi (bir hükümdarla yönetilme), daha sonra M.Ö 509 ile M.S. 68 yılları arasında demokrasi ve en son olarak M.S. 68 yılından itibaren otokratik (yönetimin babadan oğla geçmediği bir çeşit monarşi) bir imparatorluk olarak yönetilmiştir.Roma Mimarlığı’nın Yunan Mimarlığı’yla beraber günümüz Avrupa sanatının ve mimarisinin temelini oluşturduğu kabul edilmektedir. Roma sanatı, İskenderiye, Antakya, Atina, Efes ve Roma gibi büyük merkezlerde gelişti ve bilhassa Roma’nın kendi aracılığıyla çağın bütün bilinen dünyasına yayılarak, Ortaçağ Avrupa ve Anadolu sanatlarına bir temel hazırlamıştır. Yunanistan’da uzun sürede, az ve kaliteli binalar yapılırken, kalabalık bir nüfusa sahip Roma’da, kısa sürede, büyük ve kaba inşaatlar yapılmıştır. “Yunanlılar, insanın evrenle olan uyumunu ifade etmek için, evrensel sanat yaklaşımlarını, insanların en saf düşünceleri kadar iyi yansıtan soyutlamalar yapmaya çalışıyorlardı. Kurallar koyan, mühendislik ve ülke yönetimi alanında son derece başarılı olan Romalılar ise, oldukça keskin bir mantığa sahiplerdi ve böyle bir düşünceciliğe ayıracak zamanları yoktu.
Roma Uygarlığındaki kentlerde, kısa sürede inşa edilen konutların yanı sıra yollar, köprüler, su kemerleri, tüneller, kanalizasyon sistemleri ile büyük ölçekli binalar inşa edilmiştir. Bu yapıların inşası sırasında, Roma Mühendisliğinin kat etti ilerlemelere bağlı olarak, Yunanlıların kullandığı kolon kiriş sistemine bağlı kalınmamıştır. Roma konutları, genel özellikleri bakımından çağımızda Akdeniz bölgesi kasabalarında görülen beyaz duvarlı, sokağa penceresiz, düz çatılı ve bazen iç avlusu olan binalardı. Bir tanesi diğerlerinden daha büyük olan odalar avlunun çevresinde yer alırdı. Roma uygarlığında konutlar “domus”, “insulae” ve “villa” olmak üzere üç tipe ayrılırdı. Roma Uygarlığı’nda erken dönemlerden başlayarak kentin içinde yer alan dikdörtgen planlı özel evler yapılmıştır. “Domus” adı verilen bu evlerde genellikle ortada üstü açık bir “atrium“ (üstü açık avlu) ve bu “atriumun” çevresinde odalar ile mutfak yer alırdı. (Şekil 2.16) Ülkede zenginlik arttıkça konut planına sokak kapısına doğru bir “vestibül” (giriş) ilave edilmiştir. Bazen “tablinum”un (geniş, açık oda) arkasında Yunan evlerindekine benzer sütunlu revaklı bir avlu da bulunurdu. (Mutlu, 1996) Zenginlerin evlerinde banyonun üzerindeki bir kazandan sıcak su elde edilirdi. Evlerde bireysel tuvaletler bulunurdu. Isınmak için odan odaya taşınan kömür mangalları kullanılırdı.
Şekil 14.1 Domus Tipi Roma Evi
Resim 14.2 Donus Tipi Ev İşlev Şeması
Roma kentindeki bir diğer ev tipi yoğun nüfusu barındırmak amacıyla inşa edilen “insulaelar” yani çok katlı kira evleriydi. “İnsulaelardaki” yaşam standartları “domus”a nazaran oldukça düşüktü. M.S. 300 yılında Roma’da yapılan nüfus sayımına göre, “insulae” ve ucuz apartman gruplarında oturan 46.602 çalışan kişi için, hayat şartları daha az lükstü. Zemin katında umumi bir tuvalet bulunursa şanslı sayılırlardı ve suyu sokaktaki bir musluktan temin ederlerdi. Genellikle üç ya da dört katlı inşa edilen “insulae”ların yüksekliği bazı yerlerde beş hatta altı kata kadar çıkabiliyordu.. Bu binaların inşasında genellikle tuğlayla kaplanmış beton bazense ahşap kullanılıyordu. “İnsulae”lar dört ila on dört odalı ve balkonlu yapılardı. Dairelerde baca ve ocak bulunmadığından ısınma ve yemeklerin mangal ya da sobayla yapıldığı düşünülmektedir. Kente kemerlerle getirilen su üst kata ulaştırılamadığından tuvaletler yalnızca zemin katta bulunurdu. Şekil 15.1 Ostia Antik Kentinden Bir İnsulea Örneği
Şekil 15.2 İnsulea **Şekil 15.3 İnsulea
Zenginlerin yaşam standartları, temel ihtiyaçların karşılanmasının ve fakirlerin aldıkları güvenlik önlemlerinin çok ötesindeydi. M.S. 79 tarihinde, Vezüv Yanardağı’nın iki gün süren faaliyeti sonucunda volkanik kül ve cürufun altına gömülerek yok olan Antik Pompeii kenti bu yüksek yaşam standartlarını yansıtan bir örnektir. Kent taş döşenmiş sokakları, mozaik duvarların üzerinde yer alan çeşmeleri, aslan başı şeklindeki muslukları, dükkânları, meyhaneleri ve duvar resimleriyle süslenmiş zarif evleri ve sıra sütunlarla çevrilmiş avlularıyla bir zenginlik ve ihtişam abidesiydi. Zenginlerin Roma’nın gürültüsünden kurtulmak için kullandıkları ve ev sahibinin yokluğunda bir görevli tarafından yönetilen villalar, kendi kendine yeten arazilerde inşa edilmiştir.Roma villa’ları yıkanmak için kullanılan ya da süs balıklarının bulunduğu bir havuz olan “impluvium”un bulunduğu “atrium”a bakarlar. Binadaki kırmızı kiremitli çatı, yağmur suyunun “impluvium”da toplanmasını sağlardı. “Atrium”dan yemek odasına, çalışma odasına, kütüphaneye, misafir ve ev sahibinin yatak odalarıyla tuvaletlere geçilirdi. Büyük evlerde sütunlarla çevrili bir açık avlu bulunurdu.
Şekil 16.1 Vetii Villası , Pompeu İtalya
Şekil 16.2 Vetii Villası , Pompeu İtalya
a Şekil 16.3 Vetii Villası , Pompeu İtalya