Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
1 ARALIK DÜNYA AİDS GÜNÜ.
Advertisements

Hazırlayan: Dr. Ayça Çitoğlu Abbott Laboratuarları İşyeri Hekimi
TÜKÜRÜK YOLU İLE BULAŞAN HASTALIKLAR
ADANA VEREM SAVAŞI DERNEĞİ VEREM HAFTASI ETKİNLİKLERİ OCAK 2012
DOMUZ GRİBİ NEDİR Domuz gribi, A (H1N1) tipi virüsten kaynaklanan, insanlarda hastalığa yol açan viral bir hastalıktır. Hastalık ilk kez Meksika ve ABD’de.
BULAŞICI HASTALIKLARDAN KORUNMA YOLLARI
ŞEHİRLER VE ETKİ ALANLARI
 BAŞKENTİ-KONSTANTİNOPOLİS  RESMİ DİLİ-LATİNCE  DİNİ-391 yılına kadar Antik Roma Dini, Sonra Ortodoks Hristiyanlığı ve Hristiyanlık  YÖNETİM-OTOKRASİ.
Balkanlar Balkanlar güneyde Akdeniz,kuzeyinde Tuna, Sava ve Kupa nehirleri, doğusunda Karadeniz, güneydoğusunda Ege ve Marmara Denizi ve güneybatısında.
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
06-12 OCAK VEREM HAFTASI HALK SAĞLIĞI MÜDÜRLÜĞÜ
ÜLkeLer Arası KöprüLer
ADIM ADIM TÜRKİYE.
TARİHSEL SÜREÇTE ŞEHİRLER
Dünyayı tehdit eden ölümcül virüs Ebola, ilk olarak bundan 38 yıl önce, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ortaya çıktı. Uzun bir aranın ardından 2013'te.
DOMUZ GRİBİ.
1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ HIV / AIDS Bulaşma Yolları / Korunma Yolları
TÜRKİYE’DE ULAŞIM:.
DÜNYADA NÜFUSUN ALANSAL DAĞILIŞI
BAHARAT YOLU İPEK YOLU KRAL YOLU
Arıcılığın Yeri ve Önemi
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE SAĞLIĞA ETKİLERİ
I.DÜNYA SAVAŞI
HAÇLI SEFERLERİ.
,.
Küçülen Dünya, Gelişen Yumurta Sektörü
NÜFUS ÖZELLİKLERİ VE NÜFUSUN ÖNEMİ
Sosyal Bilgiler BEYLİKTEN DEVLETE
AİT Ders - Çalışma Soruları
İSTANBUL’ UN FETHİ.
ANADOLU KAPLANLARI. Anadolu Kaplanları 1980'li yıllardan günümüze Türkiye ekonomisindeki ve sanayi üretimindeki payları dikkat çekici ölçüde ve hızda.
GRİP Adıyaman Halk Sağlığı Müdürlüğü
20 Maddede 1.Dünya Savaşı Berat Köse.
20 Maddede 1.Dünya Savaşı Berat Köse.
FatImi Tarihi Berat Köse.
COĞRAFYA PROJE ÖDEVİ:.
BULAŞICI HASTALIKLARLA MÜCADELE Koruyucu hekimlik hizmetleri, kişiye ve çevreye yönelik olarak ikiye ayrılır. KİŞİYE YÖNELİK HİZMETLER - Bağışıklama hizmetleri.
Bir devletin kalkınmasında ticaret yapılan yollara ve denizlere yakın olmasının rolü nedir?
Anadolu ve Mezopotamya
DÜNYA ÜZERİNDEKİ ÖNEMLİ BOĞAZLAR VE KANALLAR.
Nuran BOYRAZ Tarih Öğretmeni HAÇLI SEFERLER İ (1096–1270) XI. yy.'ın sonlarından XIII. yy.'ın sonlarına kadar Hıristiyanların güçlenen Müslüman dünyasına.
Küresel Ticaretin Üç Elemanı
AVRUPA ‘ NIN SÖMÜRGECİLİK FAALİYETLERİ
ŞEHİRLERİN FONKSİYONLARI VE ETKİ ALANLARI
EDİRNE’NİN KÜLTÜR VE TURİZM POTANSİYELİ Balkan Yarımadası'nın güneydoğu kesimindeki Trakya Bölgesinde yer alan Edirne, Doğu-Batı ulaşım yolları üzerindeki.
NEREDE, NİÇİN YAŞIYORUZ? NEREDE, NİÇİN ÜRETİYORUZ?
İPEKYOLUNDA TÜRKLER.
Avrupa’da, hangi savaşın sonucunda, Haçlı Düşüncesi ortaya çıkmıştır?
ÜLKEMİZDE NÜFUS / Nüfusumuzun Dağılışı
1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ HIV / AIDS Bulaşma Yolları / Korunma Yolları
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA ÇOCUK SAĞLIĞININ DURUMU
TÜRK TARİHİNDE YOLCULUK / Anadolu’nun Türk Yurdu Oluşu
I.BALKAN SAVAŞI.
ÜLKEMİZDE NÜFUS / Nüfusumuzun Özellikleri
III. Ahmet LALE DEVRİ Yenilikleri Yenilikleri Nedim hazırlayıcısıdır?
UZAKTAKİ ARKADAŞLARIM
Eğitimcilere başarılar diler.
Dünyada Veteriner Hekimliğinde Okullaşma Süreci
TAR İ HTEK İ BÜYÜK GÖÇLER. İlk insanların yeryüzüne nasıl yayıldıkları hakkında elimizde kesin bir bilgi yoktur. Tarih Öncesi çağlarda Kuzey Kutbu’ndan.
TÜRKİYE NÜFUSUNUN ÖZELLİKLERİ —Nüfus artışı yüksektir — Genç nüfus fazladır. — Aktif nüfus fazladır.(çalışabilecek nüfus). Çalışma çağındaki nüfustur.
Osmanlı Siyasi Tarihi (Yıkılış Dönemi)
1. DÜNYA SAVAŞI VE SONUÇLARI
1. DÜNYA SAVAŞI. 1.DÜNYA SAVAŞI’NIN TARİHLERİ I. Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914'te başlayan ve 11 Kasım 1918'de sona eren Avrupa merkezli küresel savaş.
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
DEMOGRAFI.
Hazırlayan: Dr. Ayça Çitoğlu Abbott Laboratuarları İşyeri Hekimi
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
Doğadaki Dengenin Önemi Çevre sorunları doğadaki hassas dengeyi bozabilir. Şehirlerin kirliliği, denizlerimizdeki bilinçsiz avlanmalar, deniz kirliliği.
I.DÜNYA SAVAŞI Sebepleri: a-Almanya’nın siyasi birliğini tamamlayarak, sömürgecilikte İngiltere’ye rakip olması b -Fransa ve Almanya arasındaki Alsas-Loren.
Sunum transkripti:

ACİL YARDIM VE AFET YÖNETİMİ PROGRAMI AFETLER TARİHİ DOÇ.DR. DAVUT HUT

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 8. BULAŞICI HASTALIKLAR VE SALGINLAR TARİHİ Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz? 8.1. Tarih Boyunca Görülen Veba Salgınları ve Sonuçları 8.2. Tarihte Yaşanan Kolera Salgınları ve Sonuçları 8.3. Tarihte Görülen Diğer Bulaşıcı Hastalıklar ve Salgınlar

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular 1. Veba hastalığı ve salgınları ilk defa ne zamanda ve nerelerde görülmüştür? 2. Kolera hastalığı tarihte ilk defa nerelerde ve ne zaman görülmüştür? 3. Büyük sayıda insan kaybına ve afetlere yol açan bulaşıcı hastalıklar nelerdir? 4. Afetlere yol açan bulaşıcı hastalık ve salgınların insanlık tarihi açısından önemi ve sonuçları nelerdir? 5. Çağımızın bulaşıcı hastalıkları ve etkileri nelerdir?

Giriş Bu bölümde, insalık tarihi boyunca görülen önemli bulaşıcı ve salgın hastalıkların ortaya çıkışı, yayılmaları ve sonuçları anlatılacaktır. Bu bakımdan, başta veba ve kolera gibi, dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın ölmesine neden olan salgın hastalıklar ele alınacaktır. Ayrıca, grip ve çeşitleri ile insanlık tarihinde önemli rol oynamış diğer salgın hastalıklardan ve sonuçlarından da bahsedilecektir. Yukarıda adı geçen salgın hastalıklar, tarih boyunca dünyanın dört bir tarafındaki coğrafyalarda etkisini göstermiş ve siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelere sebep olmuştur. Dolayısıyla, geçmişte yaşanılan salgın hastalıklar, insanlık tarihinin pek çok açıdan şekillenmesinde son derece önemli bir yere sahip olmuşlardır.

8.1. Tarih Boyunca Görülen Veba Salgınları ve Sonuçları Geçmişte insanlığa korku ve dehşet saçan bulaşıcı ve salgın hastalıkların başında veba gelmektedir. Bulaşıcı olduğu için salgınlara da yol açan bir hastalık olan veba, yarattığı sonuçlar bakımında tarih boyunca görülen en önemli hastalık durumundadır. Nitekim, veba ismi, XIX. yüzyıla kadar ölüm oranı yüksek başka birçok salgın hastalık için de genel bir isim olarak kullanılmıştır.

Hastalık o denli önemli sonuçlar doğurmuştur ki, Avrupa’da birçok tıp tarihçisi Ortaçağ’ı bile VI.-XIV. yüzyıllardaki büyük veba salgınları ile başlatır ve bitirir. XIV. Yüzyılda Avrupa’da milyonlarca insanın ölümüne sebep olan büyük salgın sebebiyle “kara ölüm” ifadesi ortaya çıkmış ve yoğunlukla kullanılmıştır. Osmanlı’da ise veba yerine daha çok “taun” kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.

Farklı türleri olan ve bugün dahi bazı Asya ülkelerinde görülebilen veba, tarih boyunca görülen en ölümcül salgın hastalıktır. Hastalık, başta fareler ve pireler yoluyla olmak üzere hayvandan hayvana, yine hayvandan insana ve nihayetinde insandan insana bulaşma özelliğine sahiptir. Baş ağrısı, yüksek ateş, ishal ile koltukaltı, kasık ve boyundaki şişlikler, deri altında ve iç organlarda kanama ile birlikte ciltte siyah lekeler ile hastanın teri, idrarı ve ağzında kötü koku, hastalığın genel belirtileri arasında yer alır.

Veba hastalığı Eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında bilinmekteydi Veba hastalığı Eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında bilinmekteydi. Nitekim, Mısır’daki İsrailoğullarına ait Tevrat’ta geçen kayıtlar, hastalığa dair en eski bilgileri vermektedir. Bilinen ilk veba salgınları ise, Eski Mısır (M.Ö.1650’ler) ve Anadolu’da görülenler (M.Ö. 1300’ler, Hititler) ile yine Eski Çağ’da Filistin’de, 50 bin insanın ölümüne yol açtığı sanılan salgındır.

British Museum’da yer alıp Akadlar’dan kalan ve insanları vebadan koruyacağına inanılan bir nazarlık da hastalığın o dönemde varlığına işaret eder. Hastalığın Avrupa’ya ise ilk olarak, üç bin yıl önce ulaştığı tahmin edilmektedir. M.Ö. 430 yılında Habeşistan ve Mısır’dan Atina’ya ulaşan veba, binlerce ölüme neden oldu. M.S. 164’te Roma’da iki salgın kendini etkisini göstermiştir.

VI. Yüzyıl’dan günümüze, üç adet kıtalar arası veba salgını (pandemi) görülmüştür. Bunlardan ilki Mısır ile Bizans topraklarından buğday gemileriyle dünyaya yayılmış, ikincisi XIV. yüzyıl ortalarında Asya, Afrika ve özellikle de Avrupa’da çok büyük etki yaratmış, üçüncüsü ise XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Orta Asya ve Çin’den başlayarak dünyanın bazı bölgelerinde etkili olmuştur .

Bizans imparatorlarından Jüstinyen döneminde meydana geldiği için “Jüstinyen Vebası” olarak da adlandırılan ilk büyük salgın (pandemi), 541’de Mısır’daki Port Said ve İskenderiye’de etkili olmuştur. Buradan Filistin, Suriye, Antakya ve İran’a ulaşmış, 542 yılı ilkbaharında da Bizans başkentine (İstanbul) ulaşarak dört ay boyunca büyük can kaybına (şehir nüfusunun yarısı) sebep olmuştur.

Şehrin mezarlık alanları kısa sürede dolunca, yetkililer çareyi, bir kalenin kulelerini cesetle doldurmakta bulmuşlardı. Nüfusun azalması, şehrin gerilemesine de neden oldu. Bizans başkenti, 746-749 yılları arasında da benzer bir manzara yaşadı. Bu salgın, Anadolu’yu da kasıp kavurmuş, Avrupa’da ise İrlanda, İngiltere ve İskandinavya’ya kadar yayılarak milyonlarca kişinin ölümüne sebep olmuştur. VII. Yüzyıl’da Filistin’deki salgında binlerce kişi öldü. Yine VII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da, özellikle de İtalya ve Almanya’da görülen veba istilalarında çok sayıda insan ölmüştür.

Uzakdoğu ile Avrupa arasında ticaretin gelişmesiyle, bulaşıcı hastalıklar da kolayca yayılmıştır. Öte yandan, özellikle XIII. yüzyıldaki Moğol istilası, Hindistan menşeli veba mikrobunun Avrasya’ya bulaşmasına sebep olmuştur . 1331 veya 1338-39 yıllarında Orta Asya’da başlayan ikinci pandemide veba güneyde Hindistan ve Çin’e; batıda Kırım ve Kafkasya’ya, oradan da İstanbul ve Anadolu’ya ve nihayet Suriye ve Kuzey Afrika’ya sirayet etmiştir.

Tıp tarihindeki büyük salgınların en ölümcül olanı Avrupa’da “Kara Ölüm” denilen veba salgınıdır. Hastalık, ticaret kervanları sayesinde, 1346’da Altın Orda hâkimiyetindeki Kırım’a ulaşarak burada 90 bin ölü bırakmıştır. Venedik ve Ceneviz tüccarları vasıtasıyla da 1347 yılında Kırım’dan Avrupa’ya yayılmıştır. İlk olarak Sicilya’da görülen salgın sonra tüm İtalya’ya yayılırken, hastalıktan en fazla, 100 binden fazla can kaybının yaşandığı Floransa şehri etkilenmiştir.

1348’de Fransa’ya ulaşan hastalık, Marsilya’da 120 bin, Paris’te ise 50 bin insanın ölümüne yol açmıştır. Hastalığın Fransa’dan sonraki durakları Almanya, İngiltere ve Rusya (1352) oldu. Neticede, dört yılda Avrupa nüfusunun 1/3 veya 1/4’ünü (yaklaşık 25 milyon) kaybetti. Pandemi esnasında Asya ve Avrupa kıtalarında yaklaşık 50 milyon insan ölmüştür. “Büyük veba salgını (1347-1352)” olarak adlandırılan bu dönemde “kara ölüm” ve “kara veba” tabirleri de ortaya çıkmıştır. Büyük salgında Avrupa’da kraliçeler, başpiskoposlar, şair ve edipler öldü.

Kuzey Afrika’ya ulaşan veba, aynı dönemde Kahire ve Mısır nüfusunun 1/3, 1/4’ünün ölmesiyle büyük can kaybı yaşatmış; ülkeye büyük zarar vermiştir. Mısır’da, 1491 ve 1513 yıllarında da yine yüzbinlerce insanın öldüğü çok şiddetli veba salgınları yaşandı. İkinci pandemiyle zirve yapan veba, etkisini sonraki yüzyıllarda da sürdürmüştür. Örneğin, Moskova’da 1570’da (200 bin), İtalya’da 1629-1631’de, Prag’da 1661’de (83 bin), Viyana’da “Büyük salgın” 1679’da (76 bin) ve Marsilya’da 1720-22’deki (87 bin) ve Moskova’da 1770-71’deki salgınlarda büyük can kayıpları yaşanmıştır.

XVI. Yüzyıl içerisinde Milano, Roma, Napoli, Venedik ve Milano gibi İtalyan şehirleri ise, nüfuslarının yaklaşık üçte bir ile yarısını bu salgınlarda kaybetmiştir. Moskova’da 1770’teki salgında hastalar karantinaya alındığından işsizlik ve açlık artınca halk sokaklara dökülmüş ve her yeri yakıp yıkarak karantinaya karşı isyan başlatmıştı.

Avrupa’daki büyük salgından sonra, Britanya Adası ve özellikle de Londra’da 1406, 1479, 1500 yıllarında ve XVI. Yüzyıl’ın genelinde olmak üzere birçok veba salgınları görülmüştür. 1603 (35 bin) 1625 (40 bin) ve 1665 (70 bin) yıllarındaki salgınlarda da büyük can kayıpları yaşandı. “Fukara Vebası” olarak da bilinen bu son salgın (1665-Büyük Londra salgını) 6 ay kadar sürdüğünden, kral dahi çareyi başka bir şehre kaçmakta bulmuştu.

Ancak, Londra’da on binlerce ahşap evin kül olmasına neden olan 1666 yangınından (Büyük Londra Yangını) sonra tuğla evlerin inşa edilerek farelerin yaşam alanlarının daraltılması, olumlu bir gelişme olarak vebayı geriletti. Etkili karantina tedbirleri de alındığından, ülkede ve Londra’da bu tarihten sonra önemli bir veba epidemisi görülmedi.

Üçüncü veba pandemisi, 1855’lerde Çin’de belirmişse de, 1894 yılından itibaren şiddetlenip yayılmaya başlamıştır. Vebaya karşı etkili önlemler artmasına rağmen, Hong Kong’da kısa bir sürede 100 bin kişinin (nüfusun %75’i) ölmesi ilginçtir. Aynı yıl hastalık, Bombay ve Hindistan’a ulaşarak yüz binlerce insanı öldürmüştür. Hastalık, 1899 sonlarında Hindistan, Avustralya, Kuzey ve Güney Afrika, Güney Amerika ve Hawaii’de etkili olmuştur.

Veba, I. Dünya Savaşı sürdüğü sırada da etkisini Uzakdoğu ve Çin’de göstererek onbinlerce ölüme yol açmıştır. 1920’lere gelindiğinde Rusya’da bir kez daha beliren veba, 1945’te Peru ve Arjantin’de görülüp 1959’da da ortadan kayboldu. Üçüncü pandemideki ölü kaybı, Hindistan’da 7 milyona yakın, Mançurya’da 60 bin olmuştur. Son veba salgını ise, 2006’da Afrika’da Kongo’da görüldü. , Veba o kadar etkili bir hastalık idi ki, Japonlar 1940’ta Çin şehirlerine, savaş uçaklarından veba mikrobu taşıyan pireler atmıştı.

Veba Salgınlarının Etkileri ve Sonuçları Tarih boyunca üç kıtayı da adeta kasıp kavuran veba getirdiği sonuçlar bakımından, XIV. yüzyılın ortalarından itibaren pek çok yerde ve özellikle de Avrupa’da zirveye ulaşmıştır. Öncelikle, on milyonlarla ifade edilen çok büyük nüfus kaybına yol açıp sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürdüğünden, Avrupa nüfusunun artışını durdurmuştur.

Salgından önce 500 milyon olduğu tahmin edilen dünya nüfusu 400 milyona düştü. Avrupa’nın nüfusu 75’ten 50 milyona; Afrika’nın nüfusu 80’den 70 milyona; Çin’in ise 123’ten 65 milyona geriledi. Avrupa salgından ancak iki yüz yıl sonra toparlanabildi. Vebaya maruz kalmış toplumlar, kitlesel ölümlerin derin etkisi altında kalarak hastalığın sebeplerini anlamaya çalışmışlardır. Zira, XIX. Yüzyıl’ın ortalarına kadar insanlar veba mikrobundan haberdar değildi.

Doğal afetlerde olduğu gibi veba da, öncelikli olarak, etkisini gösterdiği Hıristiyan, Musevi veya Müslüman toplumlar nazarında, işlenen günahlara karşılık Tanrı’nın gönderdiği ilâhî bir ceza olarak görülmüştür. Veba, Avrupa’da Yahudi karşıtlığına da (Anti Semitizm) konu olmuştur. Şöyle ki, vebadan sorumlu tutulan Yahudilerin su kuyularını zehirlemesi ve havayı kirletmesi sebebiyle insanların öldüğüne inanılıyordu.

Bu yüzden, ikinci pandeminin sürdüğü XIV Bu yüzden, ikinci pandeminin sürdüğü XIV. Yüzyıl’da, Avrupa’da zaten vebadan dolayı sayıları azalan Yahudiler bir de Hıristiyanlar tarafından canlı canlı yakılarak öldürülmekteydi. Sonuçta, bir kısmının Polonya ve Rusya’ya kaçıp gitmesinden sonra Ortaçağ Avrupa’sında Yahudi nüfus hemen hiç kalmamıştı. Ayrıca, deri hastalığı olanlar, cüzzamlılar, çingene ve dilenciler de kentlerin dışına atılmıştı.

Kara ölümden sorumlu tutulan Yahudilerin Avrupa’da diri diri yakılması

Veba, Ortaçağ Avrupası’nın yönetim şeklinde önemli bir kurum olan feodaliteyi de derinden etkilemiştir. Kitlesel ölümlerle birlikte çalışan insan sayısı azalmış; bu ise angaryada çalışan köylünün ve emeğinin değerlenmesine sebep olmuştur. Dahası, büyük toprak sahibi derebeyler kendi arazilerini bölerek köylülere kiralamışlar, bu da derebeylerin zayıflamasına yol açmıştır. Katolik kilisesi de veba salgınlarından nasibini almıştır. Ruhban sınıfından ölenlerin çok olmasının yanı sıra, kilisenin hastalığa karşı hiçbir şey yapamaması da kilisenin saygınlığına ciddi bir darbe olmuştur.

Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Anadolu ve Çevresindeki Veba Salgınları Veba, XI. yüzyıldan itibaren Selçuklular döneminde, Anadolu ve çevresinde de etkisini göstermiştir. Örneğin, 1047 yılında Bağdat ve Musul’daki veba, ciddi ekonomik sıkıntılar doğurmuş; 1063 ve 1084’teki salgınlar ise İran ve Suriye’de çok etkili olmuştur.

Ayrıca, 1092-93 yıllarında Anadolu’nun tamamında; 1098’de Antakya’da; 1141’de Malatya’da ciddi veba salgınları görülmüştür. XIV. Yüzyıl’dan itibaren ikinci kıtalar arası salgının devam ettiği yıllarda, Ortadoğu coğrafyasındaki salgınlarda tabut, kefen ve hoca kıtlığı yaşanması; cami, ev ve dükkânların ölülerle dolup taşması; cesetlerin yollarda yığınlar oluşturması, hastalığın buralardaki şiddetini göstermesi açısından önemlidir.

Veba ya da Osmanlıların tabiriyle taun, çok geniş ülkeleri bünyesinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu’nda da zaman zaman etkisini göstermiştir. Bununla birlikte, veba salgınları hakkında özellikle kuruluş dönemine ait bilgiler oldukça sınırlıdır. Fetihlere ve iskan politikasına paralel olarak gittikçe kalabalıklaşan ve gelişen yerleşimler, vebanın yayılması için uygun ortamlar oluşturmuştur. Osmanlı’da vebanın dâimi ve geçici olarak görüldüğü yerler vardır. Nitekim, Urfa, Diyarbakır, Bitlis, Van, Musul, Süleymaniye, Kerkük, gibi Osmanlı şehirleri, yüzyıllar boyunca dâimi bir veba kaynağı ve odağı durumundaydı.

Eflak-Boğdan, Balkanların batısı, İstanbul, Anadolu ve Mısır, Osmanlı’daki geçici veba odakları olmuştur. Başkent İstanbul ise, Osmanlı Devleti’nde vebanın en önemli dağılma merkezi ve odağıdır. Osmanlı kuruluş dönemi beylerinden Orhan Bey, 1362 yılında vebadan ölmüştür. 1348’de ikinci pandeminin Avrupa’yı kasıp kavurduğu sırada Rumeli de bundan nasibini almıştır. Henüz Bizans başkenti olan İstanbul da bundan şiddetli olarak etkilendi, hatta imparatorun oğlu Andronikos ve Osmanlı Şehzadesi Kasım Çelebi de aynı hastalıktan öldü.

1402’de meydana gelen Ankara Savaşı’yla birlikte Ege’ye kadar ilerleyen Timur’un vebalı ordusu, hastalığı Anadolu’ya da yaymıştır. I. Mehmed’in oğullarından Yusuf ve Mahmud Çelebiler vebadan ölmüş; 1416-17 yıllarında İstanbul ve çevresinde, saraya kadar sirayet eden bir salgın daha yaşanmıştır. İstanbul’da (1420), Edirne’de (1434), Mora ve Patras’ta (1431, 1440) vebalar görülmüştür. II.Mehmet (Fatih), Rumeli ve İstanbul’daki veba salgınlarından korunmak için sık sık yer değiştirmiş ve büyük çaba göstermiştir. İstanbul’daki 1466 vebasında günde ortalama 600 kişi ölmüş; 1470 yılındakinde ise ticari hayat durmuştur.

Veba salgınları, XVI. yüzyılda daha çok görüldü Veba salgınları, XVI. yüzyılda daha çok görüldü. 1572-1589 yıllarındaki salgın kısa aralarla Mısır, Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’da etkisini gösterirken, 1539, 1573, 1576, 1578, 1584, 1586, 1591, 1592 ve 1596 yıllarındaki salgınlar İstanbul’da büyük can kayıplarına yol açmış ve 1591’dekinde padişah sarayını terk etmek zorunda kalmıştır.

XVII. yüzyılda, yine İstanbul’da 1615, 1617, 1620, 1625, 1637 (Büyük Taun), 1650 ve 1655 (Şiddetli Taun) salgınları meydana gelmiştir. Aynı yüzyıl içerisinde, çok sık olarak Kuzey Afrika’da Cezayir ve Mısır’da; Bolu, Eskişehir, İzmir, Aydın, Manisa, Muğla, Alanya, ve Konya ile Osmanlı Balkan topraklarının tamamında şiddetli veba salgınları görüldü.

XVIII. Yüzyılın başından XIX XVIII. Yüzyılın başından XIX. Yüzyıl ortalarına kadarki 150 yıllık dönemin toplam 94 yılında İstanbul’da; 80 yılında da İzmir’de veba salgınları görülmüştür. Liman kenti olma konumuyla İstanbul, en çok veba salgınının görüldüğü yer olmuştur. 1778 yılındaki veba, günde 1.000’den fazla, toplamda da 200 bine yakın insanın ölümüne sebep oldu. Veba o kadar şiddetliydi ki, ölü bir şehir haline gelen İstanbul’daki Avrupalılar uzaktaki Boğaz köylerine kaçmış, şehrin ticareti de bir kez daha durma noktasına gelmiştir.

1801, 1803, 1811, 1812, 1815, 1822 ve 1836-37 (20-30 bin ölü) yıllarında, veba İstanbul’da günlük ortalama 2 bin ölüme (1811-12) neden olarak şiddetli salgınlar hâlinde görülmüştür. Şehre genellikle gemiler vasıtasıyla dışardan gelen hastalık, Galata’dan yayılarak, özellikle kalabalık ve sağlıksız ve farelerin bol olduğu mekanlarda etkili olmaktaydı. Salgının zinanın arttığı mekânlardan kaynaklandığı düşünüldüğünden, bazı yerledeki bekâr odalarıyla, gemici barınaklarının çoğu yıkılmıştır.

XVIII. ve XIX. Yüzyılın ilk yarısında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Selanik, Edirne, Bulgaristan, Sırbistan-Eflak ve Boğdan (Romanya) gibi Osmanlı Balkan topraklarında ve ayrıca Girit, Rodos gibi Ege Adlarında da sık sık ve şiddetli veba salgınları yaşandı. Aynı yüzyıllarda Anadolu’nun hemen her bölge ve şehrinde onbinlerce ölüme sebep olan çok sayıda şiddetli veba salgını görülmüştür.

Aynı dönemde, liman kenti İskenderiye merkezli olmak üzere Mısır’da, Eskiçağlardan beri hastalığın hiç kaybolmadığı Güneydoğu Anadolu, Irak (Bağdat, Basra, Musul) ve Suriye taraflarında da çok sayıda şiddetli veba salgınları meydana geldi. II.Mahmut devrinde 1831 yılından itibaren, aynı tarihteki kolera salgınına da bir tedbir olarak gündeme gelen karantina (Usul-ı Tahaffuz) uygulanmaya başlanması, vebanın etkinliğini yitirmesinde önemli olmuştur.

Osmanlı topraklarının hemen her bölgesinde yüzyıllar boyunca görülen veba salgınlarının en önemli sonucu, şüphesiz büyük çapta can kayıplarıdır. Vebadan dolayı yaşanan göçler sebebiyle, vergi ve asker tedarikinde, zirai-iktisadi ve ticari hayatta ciddi sorunlar ortaya çıkmış; işgücü ve üretim azalarak fiyatlar yükselerek karaborsacılık artmış; bazı yerleşimler boşalarak harabeye dönüşmüş, bütün bunlar iktisadi ve toplumsal düzeni bozmuştur. Netice olarak, veba salgınları Osmanlı topraklarında büyük yıkımlar meydana getirdi.

8.2. Tarihte Yaşanan Kolera Salgınları ve Sonuçları Tarihte görülen enfeksiyon ve bulaşıcı/öldürücü hastalıklardan biri de koleradır. XIX. Yüzyılın en korkulan bulaşıcı hastalığı olan kolera, kusma, şiddetli ishal ve susuzluk, vücut ısısının düşmesi gibi belirtileri vardır. Barsak enfeksiyonuna sebep olan kolera mikrobu, kirli içme suları ve yiyecekler yoluyla alındıktan ve mideden geçtikten sonra barsaklara yerleşir. Pislikten ortaya çıkan kolera hastalığı, özellikle kirli sular yoluyla bulaşır. Kıtalararası salgınlara (pandemi) yol açabilen kolera, etkilediği ülkelerde ise yerel (endemik) seyir takip eder. Salgınlar (epidemi) daha ziyade sıcak aylarda görülür.

Koleranın kaynağı ve dünyaya yayıldığı yer ise, kirliliğiyle dikkat çeken Hindistan’ın Aşağı Bengal deltası üzerindeki Hintlilerin kutsal kabul ettikleri Ganj ve Brahmaputra nehirleri arasındaki bölgedir (Bangladeş). Bu alanda kolera, aslında çok eski çağlardan beri her zaman için mevcuttu. Yoksul ve aynı zamanda pek de temiz olmayan Hintlilerin dinî alıskanlıkları gereği nehirde yıkanmaları, koleranın bütün Hindistan’a ve oradan da Güneydoğu Asya’ya ulaşmasına sebep olmaktadır. Hastalık buradan da özellikle İngilizlerin bölgedeki savaşlarından kaynaklanan yer değiştirme ve göçler sayesinde bütün dünyaya yayıldı. Gemiler de mikrobu başka limanlara taşıyarak koleranın yayılmasına yardımcı oldu

Baslangıçta koleranın yayılması iki yönlü oldu Baslangıçta koleranın yayılması iki yönlü oldu. Birincisi Hindistan içindeydi ve sınırlıydı. Hindistan’ın kuzeyinde savaşan İngiliz askerleri ise, 1816-1818 yılları arasında, hastalığın karadan Nepal ve Afganistan’a yayılmasına yol açtılar. Dahası, İngiliz gemileri 1820-1822 yılları arasında kolerayı çok daha geniş bir alana, Seylan, Endonezya, Çin ve Japonya’ya ulaştırdı. Böylece İngilizler hastalığı hem yaydı ve hem de başka yerlere yayılacağı yeni kaynaklara ulaşmasını sağlayarak felaketin yayılmasına hizmet etti.

Hastalığın fark edilip bütün dünyada önem kazanması, XIX Hastalığın fark edilip bütün dünyada önem kazanması, XIX. Yüzyıl’ın ilk yarısında olmuştur. Kolera, Ganj deltasının dışına çıkarak 1830’ların başında ilk büyük salgın şeklinde Avrupa’ya ulaştı (Berlin, Paris, Londra). Korkunç bir hastalık olan kolera, âni ve hızlı gelişmesi nedeniyle saatler içerisinde ölüme sebep olabilen, dolayısıyla da kısa zamanda binlerce insanın ölümüne yol açabilen bir hastalıktı.

Yoğun nüfuslu liman ve ticaret şehirlerine uğrayan kolera Hindistan’dan başlayıp, kara ve denizyolları üzerinden ve üç koldan Avrupa’ya ulaştı. Hindistan’dan bu şekilde yayılan kolera, altı kez kıtalar arası salgın (pandemi) meydana getirmiştir. Bunlar 1817, 1829, 1852, 1863, 1873, 1881, 1892-3 ve 1899 yıllarında başlamıştır. 1832’de Fransa’da 100 binden fazla; 1854’te diğer bir salgında ise 140 bin insan ölmüştür. Hastalığa karşı, 1851 yılında Paris’te ilk milletler arası sağlık konferansı toplandı.

Koleranın Avrupa’yı derinden etkileyen beşinci pandemisinde, 1884 yılında büyük bir yıkım yaşayan İspanya’da 120 bin (toplamda 250 bin); 1884-1885 yıllarında da İtalya’da 18 bin; yine 1880 ve 1890’larda Amerika kıtalarında yaklasık 500 bin insan öldü. Osmanlılar 1822 yılında, İran ve Basra Körfezi üzerinden Bağdat yoluyla Anadolu ve Akdeniz limanlarına ulaşan kolerayla ilk kez tanışmış oldu. 1823 yılında Dicle ve Fırat nehirleri boyunca kuzeye ulaşan kolera böylece Diyarbakır, Urfa ve Halep’e sıçradı. Osmanlı başkenti İstanbul’da ilk karantina uygulamasına da sebep olan ilk kolera salgını ise, 1831 yılında görüldü ve toplamda 6 bin ölüme sebep oldu.

Zamanın hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi’nin padişah ve sadrazam nezdinde girişimde bulunarak yabancı gemilerin Büyükdere açıklarında karantinaya alınmasını sağlamıştı. Mustafa Behçet Efendi ayrıca koleradan nasıl korunacağını anlatan bir broşür de hazırlamış ve bu broşür halka ve askerlere dağıtılmıştı 1831’de hastalık Hicaz’a da sirayet ederek 20 bin insanın ölümüne yol açtı. Kolera Hac mevsiminde Mısır ve Tunus’a kadar ulaşmıştı.

Hicaz 1847’de bir kez daha kolera salgınına uğradı ve 15 bin insan öldü. Ayrıca Halep, Kars, Erzurum, Mus ve Trabzon da koleradan etkilendi. Dahası, Ekim 1847’de kolera Trabzon’dan İstanbul’a sirayet etti ve yaklaşık bir senede 9 binden fazla ölü bıraktı. 1850’lerin başında Bağdat ve Basra gibi yerlerde görülen kolera, Kırım Savaşı’nın sürdüğü 1854 yılında Fransız askerleri vasıtasıyla İstanbul’da tekrar görüldü.

1864 pandemisinin devamı olan 1865 yılındaki kolera ise çok etkiliydi 1864 pandemisinin devamı olan 1865 yılındaki kolera ise çok etkiliydi. Hintli hacılar vasıtasıyla ilk olarak Hicaz’da baş gösteren salgında 15-30 bin kişi öldü. Hicaz’daki salgın, yine hac mevsiminde Kızıldeniz ve Mısır (Süveyş, İskenderiye) üzerinden başta İzmir olmak üzere diğer Osmanlı şehirlerine ve bu arada Avrupa’ya yayıldı.

Üç ay hüküm süren salgın, Mısır’da 6 bin ölü bıraktı Üç ay hüküm süren salgın, Mısır’da 6 bin ölü bıraktı. Kolera, aynı yıl bir gemiyle İstanbul’a da bulaştırıldı. Dört ay devam eden ve binlerce ölü bırakan 1865 “İstanbul büyük kolerası”, şehrin maruz kaldığı en büyük afetlerden biridir. Alınan sıkı tedbirlere rağmen salgının sönmesinde, koleranın etkili olduğu çevrede yayılan ünlü Hocapaşa yangınının daha etkili olduğu söylenebilir.

1865 salgını, Doğu Akdeniz kıyılarında, bilhassa Halep, Tarsus, Adana, Şam, Kudüs, Beyrut, Nablus ve Yafa gibi göçebe aşiretlerin yoğun olduğu bölgelerde 40 binden fazla can kaybına sebep oldu. Osmanlı başkenti 1870’te Rusya üzerinden gelen ve 15 bin ölüme sebep olan yeni bir salgınla karşılaştı. Ertesi yılda başka bir şiddetli salgın daha yaşandı. ,

Günde 300 kişinin öldüğü hastalıktan çekinen Sultan Abdülaziz dahi Dolmabahçe Sarayı’nı terk ederek Yıldız’a geçmişti. 1876’da kolera bir kez daha İstanbul’dadır (7 bin ölü) ve bir sonraki yıl başlayan Doksanüç Harbi’nde de etkisini göstermiştir. 1881’den sonra, dünyada yaşanan yeni bir pandemi ile birlikte, Osmanlı’daki kolera istilaları Yemen, Bağdat-Basra-Musul, Dimyat- İskenderiye, Halep-Şam ve Hicaz’da yıkımlara yol açarak 1895’e kadar sürdü. Hicaz, koleranın en şiddetlisini 1893 yılı hac mevsiminde yaşayarak 30 binden fazla ölü verdi.

1893-95 yılları arasında Karadeniz bölgesi hariç, kolera salgını Anadolu’nun tamamında ve özellikle de Orta ve Doğu Anadolu’da etkili olmuş; yaklaşık 10 bin ölü bırakmıştır. 1893-95 kolera salgınları başkent İstanbul’u da etkilemiştir (1800’e yakın ölü). 1902’de Hicaz’da ortaya çıkan kolera, 1903’te Şam, Halep, Basra ve Bağdat’ta etkili oldu. Hastalık, 1907-1908 ve 1910’da tekrar Hicaz’da görüldü ve bundan sonra etkisini azalttı. 1910’da Rusya üzerinden bulaşan salgınlar Doğu ve Orta Anadolu’da etkili oldu. 1910-1911 yıllarında İstanbul’da koleradan yaklaşık 4 bin kişi öldü. 1911 yılında, Osmanlı Devleti’nde koleraya yakalananlardan 12 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Balkan Savasları’nın meydana geldiği 1912-13 yıllarında da kolera Osmanlı topraklarında ve ordusunda etkili olup, hatta savaş, koleralı askerler sayesinde hastalığın yayılmasını ve şiddetlenmesini sağlamıştır. Akabinde başlayan I. Dünya Savaşı’nda ise, Osmanlı ordusunda kolera ve sıtma, dizanteri, tifüs ve frengi gibi diğer salgın hastalıklardan ölen askerlerin sayısı, savaşırken ölenlerin sayısından daha fazlaydı. Türkiye’de en son ortaya çıkan kolera salgını ise, 1970’te Sağmalcılar-Esenler’de gerçekleşerek 50 kişinin ölmesiyle sonuçlandı.

Özellikle temiz içme suyu sıkıntısı çekilen Afrika (Kenya, Güney Sudan, Nijerya), Asya ve Orta Amerika ülkelerinde kolera günümüzde dahi yüzlerce kişinin ölümüne sebep olabilmektedir. Örneğin, Kasım 2010’da Haiti’deki salgında 643 kişi; Mayıs 2015’te Kenya’daki salgında ise bir haftada 65 kişi hayatını kaybetmiştir.

Koleranın Toplumsal Etkileri: Veba salgınlarında olduğu gibi, kolera da etkili olduğu bölgedeki toplumsal, askeri, zirâi ve ticari hayatı olumsuz yönde ve doğrudan etkilemiştir. Bununla birlikte, Osmanlı toplumu ile Avrupa toplumlarını farklı derecelerde ve yönlerde etkilediğini söyleyebiliriz. Kolera daha çok bir fakir-fukara ve cahil hastalığı olduğundan, özellikle alt-orta sınıfları ve ayrıca askerleri vurmuştur.

Ayrıca, diğer bulaşıcı hastalıklar gibi, bir ülkeyi kasıp kavurduğunda bütün topluma korku, dehşet ve panik hâli getirmiş; ülke yönetimlerini belli ölçüde sarsmış; sosyo-ekonomik, politik ve ahlâki sorunları günyüzüne çıkarmış; şüphe ve dedikodulara, bazen de toplumsal çatışmalara yol açmıştır. Bununla birlikte, başta devlet, padişah (özellikle II.Abdülhamit) ve hayırsever bireyler nazarında olmak üzere “sosyal yardım” anlayışının gelişmesinde koleranın olumlu etkisinden söz edilebilir.

Osmanlı idarecileri, hastalıkla mücadele konusuna ciddiyetle eğilmiş ve başta sıhhi şartlar ve halkın ihtiyaçlarının karşılanması olmak üzere birçok alanda tedbirler almıştır. Devlet ayrıca, Avrupa’dan geniş çapta teknik ve eleman desteği de almıştır. Bu ise, ikili ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamıştır. XIX. Yüzyıl’da Avrupa’yı etkisi altına alan kolera salgınları, kolerayla mücadele konusunda bilimsel ve teknik gelişmeleri hızlandırmış ve tam anlamıyla bir “sağlık uyanışı”na yol açmıştır.

Benzer şekilde, Osmanlı Devleti’nde de halk arasında sağlık bilincini uyandırmaya yönelik olumlu bir etkisi vardır. Kolera gibi felaketlerin, İlâhi takdirin bir sonucu olduğuna dair, hem Doğu ve hem de Avrupa toplumlarında dindar ve samimi bir inanç vardı. Nitekim, Avrupa’da, Tanrı’nın gönderdiği bu bela karşısında günahların affedilmesi için ibadet ve oruç günleri ilan edildi. Bu tavır, XIX. Yüzyıl’ın ortalarından itibaren Avrupa’da terk edilirken, Osmanlı’da hem maddi ve hem de “manevi” tedbirleri Müslümanlar ve Hıristiyanlar birlikte alıyordu.

8.3. Tarihte Görülen Diğer Bulaşıcı Hastalıklar ve Salgınlar Çavdar Hastalığı (1722): “Çavdar hastalığı” olarak bilinen bir hastalık, Rusya’ya kasıp kavurdu. Bu tarihte ölümcül bir mantar taşıyan çavdardan yapılmış ekmekleri yiyen 20 bin civarında Rus, korkunç bir hastalığa yakalandı. İnsanlarda sinir bozukluğuna neden olan hastalık, akli dengeyi bozarak büyük acılara ve nihayetinde de ölmelerine yol açıyordu. Kuş Palazı Salgını (1735-1740): ABD 1735’de başlayıp 5 yıl süren kuş palazı salgınında binlerce çocuk öldü. New England’ı kırıp geçiren hastalık, bazı kasabalarda çocukların büyük kısmının ölmesine sebep oldu.

Uyku Hastalığı (1900-1907): Uganda’nın Victoria gölü civarında 1900-1907 yılları arasında görülen “uyku hastalığı” salgını ise büyük can kaybına yol açtı. 1900 yılında insanlar, beyni etkileyen bir virüsün neden olduğu ve “uyku hastalığı” da denilen lumbe hastalığına yakalanarak ölmeye başladı. Bir çeşit sineğin yaydığı hastalıkta insanlar, baş ağrısı ve halsizlikten sonra uyuklamaya başlayıp, akli dengesizlik ve acılar içinde komaya giriyor ve ölüyorlardı. Kabilelerin başka bölgelere göçe ikna edilmesiyle önlenebilen salgın, 200 bin ölüme sebep olmuştu.

İspanyol Gribi: “Domuz gribi” veya “kuş gribi”ne sebep olan H1N1 virüsünün ölümcül bir türünün yol açtığı büyük grip salgınıdır. Salgın, ilk kez I.Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Mart 1918’de ABD’nin New Mexico eyaletinde tespit edildi ve yıl sonuna doğru, İstanbul (6400 ölü) ve Türkiye de dahil tüm dünyayı etkisi altına aldı. Salgın felaketinin I.Dünya Savaşı’nın sona ermesinde de etkili olduğu düşünülmektedir. Yaklaşık 500 milyon insana bulaşan hastalık, bir buçuk yıl içinde, büyük savaşta ölenlerin sayısından daha fazla, yaklaşık 60 milyon insanın ölümüne sebep olarak, tarihin bilinen en büyük salgınlarından biri oldu.

Diğer grip salgınlarından farklı olarak, genellikle 20-40 yaş arası genç ve sağlıklı insanlar zatürreden hayatını kaybetti. İnsanlar aniden denilecek bir hızda öldüklerinden, insanlık tarihinin yayılma hızı bakımından en hızlı toplu ölümlerine sebebiyet vermiştir. Hastalıktan korunmada maskenin önemi anlaşılmış; insanların topluluk oluşturması önlenmeye çalışılmıştır. Salgın ilk kez İspanyol basınında tartışıldığı için, İspanyol nezlesi olarak adlandırılmıştır.

Yalnızca Hindistan’da 17 milyon kişi (nüfusunun %5’i) ölmüştür Yalnızca Hindistan’da 17 milyon kişi (nüfusunun %5’i) ölmüştür. ABD’de 500-675 bin, İngiltere’de 250 bin, Fransa’da da 400 bin kişi öldü. Yeni Zelanda ise, nüfusunun yarısını kaybetti. Max Weber, Sir Mark Sykes, İspanya Kralı XIII. Alfonso ve Mustafa Kemal Atatürk gibi ünlü isimler de bu hastalığa yakalanmıştır.

Tarihte bilinen ve büyük miktarda insan kaybına sebep olan diğer büyük grip salgınları (pandemiler) şunlardır: Rus gribi (1889–1890), Asya gribi (1956–1958), Hong Kong gribi (1968–1969), Rus gribi (1977–1978), Domuz Gribi (2009) ise, domuzlarda görülüp domuzlar vasıtasıyla bulaştığı için bu adla anılmıştır. İspanyol gribi ile aynı türden (H1N1 virüsü) olan domuz gribi, 2009 yılında Meksika’da başlayıp bütün dünyaya yayıldı. 191 ülkede yaklaşık 800 bin kişide görülüp, 8238’i hayatını kaybetti.

SARS: Şiddetli solunum yolu sendromu anlamına gelen SARS virüsü, Kasım 2002-Temmuz 2003 döneminde, Asya, Kuzey Amerika ve Avrupa’dan bildirilmiştir. Nedeni henüz bilinmemekle birlikte, farklı bir zatürree türü olarak seyretmektedir. Hong Kong’da başlayan salgın sadece bir kaç haftada 37 ülkeye yayılarak salgına dönüştü. 8,422 kişide görülen salgın hastalıktan dolayı, 916 kişi öldü. Bununla birlikte, SARS’tan ölenlerin sayısı diğer salgınlara göre çok daha düşük kalmıştır.

Ancak, hastalığa yakalanma korkusu büyük bir panik yarattığı için SARS son yılların en korkutucu salgınları arasına girmiştir. Ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün hava alanlarına kurduğu güvenlik önlemleri sayesinde salgın sona erdi. Corona virüs enfeksiyonuyla ortaya çıkan Mers hastalığı ise, başta Suudi Arabistan olmak üzere Ortadoğu ülkelerinde 58 ölüme sebep olmuştur.

Tifüs salgını: Etkeni Rickettsia grubundan bir mikrop olup, hastalık vücutta hızla gelişir. İnsandan insana bitlerle bulaşır. Kolayca salgın haline dönüşür ve ölümlere yol açar. Nitekim Tifüs, tarih boyunca büyük salgınlara neden olmuş ancak, 1760’a kadar tifüs adı kullanılmamıştır. XVII, XVIII ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da birçok tifüs salgını yaşanmıştır. 1846’da hastalık göçmenler aracılığıyla Kanada ve ABD’ye taşındı. Daha çok, savaş dönemi hastalıklarından biri olan tifüs, I. ve II. Dünya Savaşlarında Rusya ve Batı Avrupa’da salgınlar hâlinde görüldü, II.Dünya Savaşı’nda özellikle Alman esir kamplarında yaygınlık kazandı.

Bütün savaş boyunca çoğu asker 3 milyon kişinin canını aldı Bütün savaş boyunca çoğu asker 3 milyon kişinin canını aldı. Salgın üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen bugün hala Afrika, Amerika ve Asya’nın dağlık bölgelerinde tifüs görülmektedir. Özellikle aşırı kalabalığın ve kötü hijyen koşullarının hakim olduğu cezaevleri ve mülteci kampları gibi yerlerde rastlanmaktadır. 7 Haziran 1943’te, tifüs salgını sebebiyle İstanbul’da bazı sinemalar kapatıldığı gibi eskicilerin satış yapması da yasaklanmıştı.

Tifüs salgınında ölen insanlar

Sıtma: Ateşli ve tedavi edilmezse ölümcül bir hastalık olan sıtma (Malaria), sivrisineklerle insanlara bulaşır. Sıtmanın, % 90 gibi bir oranla en çok görüldüğü kıta Afrika’dır. Nitekim, kıtada ölen her yüz çocuktan onunun sebebi sıtmadır. Çok eski zamanlardan beri mevcut olan hastalığı ilk defa bildirenler ise Antik Mısırlılar’dır. Eski çağlarda kitleler hâlinde ölüme yol açan hastalık, özellikle savaşlar ve doğal âfetlerde etkisini göstermiştir. Örneğin, Rusya’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra milyonlarca sıtmalıdan 60 bini ölmüştür. 1934’te Seylan’da 3 milyon sıtmalının 100 bini yaşamını yitirdi. Amerika’daki ilk salgın, Brezilya’da görüldü (1938) ve 14 bin ölü bıraktı.

1942’de, Mısır’ın sıtmaya elverişli Nil Vadisi’nde 12 bin; güneydeki Etiyopya’da da 15 bin can kaybı yaşandı. 1950’lerde yaklaşık 250 milyon insan sıtmaya yakalanmış, bunun 2,5 milyonu ölmüştür. 1963’te, Orta Amerika ülkelerinden Haiti’de 75 bin kişi sıtmadan can verdi. Günümüzde bile, her yıl yüzlerce milyon insan sıtmaya yakalanmakta ve yaklaşık 2 milyonu ölmektedir.

Çiçek: Eskiden büyük salgınlar yapan ve pek çok kişinin ölümüne yol açan çiçek, ateşli, ağır ve bulaşıcı bir hastalıktır. Özellikle, 20. Yüzyılda en ölümcül hâlini almıştır. Avrupalıların Amerika’ya göç etmesiyle bu salgın ortaya çıktığı için, salgını Avrupalıların başlattığı düşünülüyor. Çiçek salgını patlak verdiğinde, Amerika’daki yerli halkın büyük bir kısmı da yok olmuştur. Salgının birçok devlet başkanıyla birlikte, 60 milyondan fazla Avrupalıyı da öldürdüğü tahmin ediliyor. 1966’da Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun başlattığı kampanya ile tüm Dünya’da çiçek aşısı yapılarak hastalık kayboldu. Mektuplarıyla ünlü olan Lady Montagu (1689-1762), bu hastalığa yakalanarak güzelliğini kaybetmişti. Montagu, çiçek aşısını bir ara bulunduğu İstanbul’da öğrenerek İngiltere’de tanınmasını sağlamıştır.

AIDS ya da HIV: 20. Yüzyıl’ın korkunç hastalıklarından biri olan ve özellikle cinsel yolla bulaşan hastalık, ilk kez 1981 yılında ABD’de keşfedildi ve 1980’lerde zaman zaman salgın derecesinde görüldü. Bulaşıcı olan bu hastalık, bağışıklık sistemini çökerterek ölüme sebep olmaktadır. HIV virüsüne karşı henüz bir çözüm bulunamamış iken, hastalığa yakalanan insan sayısı da sürekli artmaktadır. BM’nin 2004 yılı raporuna göre, dünyada 38 milyon kişi HIV virüsü taşıyordu. 1981-2008 yılları arasında, yaklaşık 20 milyon kişi AIDS nedeniyle öldü. Tüm dünyadaki vakaların üçte ikisi ise, Sahra altı Afrika’dadır.

Ayrıca, kıtadaki bazı ülkelerde nüfusun %10’u HIV taşımaktadır Ayrıca, kıtadaki bazı ülkelerde nüfusun %10’u HIV taşımaktadır. Bu nedenlerle, virüsün ilk kaynağının Afrika kıtası olduğu tahmin ediliyor. Hastalık, Doğu Avrupa, Hindistan, Güney ve Güneydoğu Asya (özellikle Çin, Endonezya ve Vietnam), Latin Amerika ve Karayipler’de de hızlı bir artış göstermektedir. Batı Avrupa ve ABD’de de artış yaşanmaktadır. Nitekim, ABD’de 1 milyon kişi HIV taşımaktadır.

Tüberküloz (Verem): Tüberküloz, bakteriyel ve bulaşıcı bir hastalık olup, ülkemizde “ince hastalık” olarak da bilinmektedir. Dünya’da bugün en çok ölüme yol açan bulaşıcı hastalık konumunda olup, her ülkede görülmektedir. Yılda 8,5 milyon insan hastalığa yakalanırken, bunlardan yaklaşık 2 milyonu ölmektedir. Hastalık tedavi edilmezse % 80 oranında ölümcül olabiliyor. Dünya’daki bütün hastalıkların % 2,5’ini ve önlenebilir ölümlerin de % 26’sını oluşturmaktadır.

XX. Yüzyıl’da yaklaşık 100 milyon kişi bu hastalığa yakalanarak ölmüştür. Hastalığın en fazla görüldüğü yerler ise, Afrika, Asya ve Güney Amerika ülkeleridir. Türkiye ise, hastalığın orta derecede görüldüğü ülkeler arasında olup, her yıl ortalama 20 bin kişide görülmektedir.

Ancak, XX. Yüzyıl’ın ilk yarısında en önemli salgın hastalık olup, verem bir numaralı ölüm sebebiydi. Özellikle 1940’larda her bin kişiden 2-3’ü veremden ölmekteydi. Ancak, ilaç tedavileri sayesinde ölümler çok azalmıştır. Bununla birlikte, ülkemizde yaklaşık 20 milyon kişi tüberküloz mikrobu ile infekte olduğundan, tehlikeli bir potansiyele sahiptir.

Cüzzam: Öldürücü ve çirkinleştirici özelliklerinden dolayı çağlar boyu çok korkulan bir hastalık olan cüzzamın bulaşma kaynağı sadece insandır. Irsi özellikler de taşıyan hastalığın nedeni olan basil, 1873 yılında Norveçli Gerhard Armauer Hansen tarafından tanımlandı. Hastalık, yüzlerce yıl önce Norveç ve bazı Avrupa ülkelerinde salgın hâlinde iken, hiçbir tedavi uygulanmadan sosyo-ekonomik şartların düzelmesiyle kendiliğinden ortadan kalkmıştır.

Nitekim, günümüzde de hastalık gelişmiş ülkelerde görülmemekte olup, ekonomik ve hijyenik şartların kötü olduğu tropikal ülkelerde etkilidir. Cüzzam, birçok yazı ve sinema eserine konu oldu. 10-12 milyon cüzzam hastasının bulunduğu Dünya’da, her yıl yaklaşık 2 milyon insan da ölmektedir. Hastalığa yakalananlar 5-6 yıl karantinaya alınarak tedavi edilir. Türkiye’de ise, yaklaşık 4 bin hasta vardır.

Kızamık: Bulaşıcı bir çocukluk dönemi hastalığı olan kızamık, bugüne kadar yaklaşık 200 milyon insanın hayatına mâl olmuştur. Hastalığı ilk olarak 860 yılında İranlı hekim Razi bildirmiştir. Bu bakımdan oldukça eski bir hastalıktır. Sydenham ise XVII. Yüzyıl’ın ikinci yarısında hastalığı tarif etmiş ve XVIII. Yüzyıl’dan itibaren de kızamık salgınları görülmeye başlamıştır. Ürkütücü bir hastalık olmakla birlikte, basit bir aşıyla korunmak mümkündür.

Nitekim, kızamık hastalığı, aşı öncesi dönemde 2-3 yılda bir salgınlar yapan bir hastalık iken, aşılama ile birlikte salgınlar arası süre artmış ve hastalığa yakalanma yaşı da yükselmiştir Hastalık, daha çok geri kalmış ülkelerde etkili olmuştur. Türkiye’de 1970’lerden bu yana kızamık aşısı var olmasına rağmen, istenilen düzeyde aşılama oranlarına ulaşılamadığı için kızamık önemli bir sağlık sorunu olarak kalmıştır.

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti Bu bölümde, insanlık tarihi boyunca görülen ve salgın meydana getirebilen bazı bulaşıcı hastalıkların afet boyutu konu edilmiştir. Bu cümleden olarak, meydana getirdikleri yerel (endemik) ve kıtalar arası (pandemi) büyük salgınlar sonucunda yüz milyonlarca insanın ölümünbe sebep olan veba, kolera, grip ve türleri, sars, tifüs, sıtma, çiçek, tüberküloz, AIDS, kızamık ve cüzzam gibi önemli hastalıklar üzerinde durulmuş ve yarattıkları sosyo-ekonomik sonuçlar anlatılmıştır. Veba ve kolera gibi geçmiş çağların çok önemli salgın hastalıkların merkezi, genellikle Hindistan alt kıtası olmuştur. Her iki hastalığın da, tarihin çok eski devirlerinden beri burada mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

Buradan çeşitli yollarla Asya’nın geneliyle Avrupa ve Afrika’ya yayılan veba ve kolera, çok büyük sayıda can kaybına sebep olan ve afet meydana getiren hastalıklar olmuşlardır. O kadar ki, Ortaçağ’ın sonlarında Avrupa’da görülen vebanın, Avrupa’nın bütün nüfusunun üçte birini öldürmesi, kıta için tam bir felaket olmuş ve sonraki yüzyıllardaki gelişmeleri de etkilemiştir. Benzer şekilde, yine Hindistan’ın Ganj deltasından 19. Yüzyıl ile birlikte yayılan kolera da, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılarak aynı şekilde milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur.