Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Temmuz 2009. Bu 2. Bölümde: Emperyalistlerin Osmanlı – Anadolu Toprakları “Osmanlı – Anadolu Toprakları” üzerindeki eylemleri ele alınacaktır. NOT: Kullanılan.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Temmuz 2009. Bu 2. Bölümde: Emperyalistlerin Osmanlı – Anadolu Toprakları “Osmanlı – Anadolu Toprakları” üzerindeki eylemleri ele alınacaktır. NOT: Kullanılan."— Sunum transkripti:

1 Temmuz 2009

2 Bu 2. Bölümde: Emperyalistlerin Osmanlı – Anadolu Toprakları “Osmanlı – Anadolu Toprakları” üzerindeki eylemleri ele alınacaktır. NOT: Kullanılan “kelimelerin, kurulan cümlelerin ve verilen rakamların 1975’e ait olduğu” dikkate alınarak okunmalıdır.

3 Batılı’nın ilk emperyalist saldırıları önlendi ise de; Batılı’nın ilk emperyalist saldırıları önlendi ise de; yağmacılık istekleri hiç önlenemedi… TARİHTEN KESİTLER zengin doğuyu yağmalama Anadolu’dan ve İberik yarımadasından Hıristiyanlığı kıskaca alan İslâm; Avrupa insanı için ümit ışığı olmaya başlamıştı. Çünkü İslâm’ın ekonomik ve sosyal yapısı, ezilen aç insanların dikkatini çekiyordu. Bu durum, köhneleşmiş kilise teşkilatını krallara ve topluma baskı yapmaya zorladı… Kilisenin “Kutsal Kudüs şehri geri alınmadıkça, Avrupa’ya bolluk gelmeyecektir” şeklindeki propagandası fazla etkili olmadı; ama, “zengin doğuyu yağmalama” teşvikleri “Haçlı Seferleri”ni başlattı. “Çabucak zengin olma ve Kudüs’ü geri alma” istekleri 600 bin Avrupalıyı Anadolu’ya yürüttü… 1097’deki ilk haçlı ordusu, Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan’ın 150 bin kişilik ordusu tarafından gerilla harbiyle yok edildi. Çok azı Kudüs’e varabildi… Sonrasında da İrili ufaklı nice Haçlı Orduları Anadolu toprağında yok olup gittiler. 1308’de son Selçuklu Sultanı’nın ölümü, Anadolu birliğini bozdu. Osmanoğulları “birliği yeniden kurmak” için çok çalıştılar… Doğu’dan gelen Timur felaketi bu birliği tekrar bozdu… Yaraların sarılması ise uzun zaman aldı. “Oğlum! Allah buyruğundan gayri iş işlemeyesin. Bilmediğini şeriat ulemasından sorup anlayasın!.. Sana itaat edenleri hoş tutasın… Alemi adaletle şenlendir ve cihadı terk etmeyerek beni şad et!... Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.” Dünya tarihinin en muhteşem devleti “Osmanlı Devleti”nin Kurucusu Osman Gazi, vasiyetinde özetle şöyle diyordu. Bu vasiyetname: 600 senelik Osmanoğulları yönetiminin temel ilkesi olmuştur.

4 Haçlı seferleri, askeri yönden Avrupa’nın hezimetidir. Haçlı seferleri, askeri yönden Avrupa’nın hezimetidir. Onların üç kıtaya yayılışları hep İslâm içindi. Onlar, asrın değer ölçülerinin çok ilerisinde adaletle idarecilik yaptılar. BATIDA İNSAFLI OLAN DA VAR E.A. Howell “Fetih harplerinde Türkler, öylesine anlayış gösterdiler ki birçok Hıristiyan devleti utanır oldu” der. H.A. Gibbons “Türkler tarihte devlet kurarken din hürriyetini temel taşı olarak koyan tek devlettir” der. Anadolu Türkleri Avrupa’ya, Avrupalıların Anadolu’ya geldikleri gibi, yağmacılık için gitmedi. Osmanoğulları gittikleri her yere barış, adalet, din hürriyeti, tokluk götürdü. Ordusu geçtiği yerlere kin değil kubbeler serpti… Fakat Hıristiyan Avrupalı hâlâ kilisenin etkisindedir ve onun tahriklerine kapılmaktadır. Haçlı seferleri yeniden başlatıldı. 1389’da Kosova’da arkasından geleni de Nigbolu’da imha oldu. Bu seferler Avrupalıya çok pahalıya mal oldu… İslâm aleminin zenginliği, yağmacı Avrupalı Hırıstiyanların ölümüne sebep oldu. Onlar, İslâm medeniyetinden aldıklarını Yunan/Roma kültürü diye milletlerine benimsettiler… R.V.Ç. Bodley’in “Rönesans’ı İslâmiyet’e borçluyuz” dediği gibi Rönesans’ı başlattılar. Daha sonraları yaptıkları keşiflerle başlattıkları “sömürgecilikleri” ve makineyle kurdukları “sanayileri” onları zenginleştirecektir.

5 Kapitalizme temel olan bankalar, fabrikalar Kapitalizme temel olan bankalar, fabrikalar bu dönemde kurulmaya başlandı. bu dönemde kurulmaya başlandı. İspanyol ve Portekiz denizcilerinin başlattıkları uzak deniz seferleri, onları Amerika kıtasına ve diğer adalara ulaştırdı. Bu seferler Avrupalı için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Başarılı olan bu deniz seferleri onları “sömürgeciliğe” sevk etti. Gittikleri yerlerden Avrupa’ya bol bol altın, gümüş ve ham madde taşıdılar. Bu yolla Avrupa gittikçe zenginleşti… Uzak ülkelerden bol ve ucuz gelir temin eden Avrupalı, Güneydoğu Asya zenginliklerine de el atmak istedi. Bu bölgeye giden kara yolu ve Akdeniz deniz yolu güçlü Osmanlı Devleti kontrolü altındaydı ve ezilip geçilemezdi…. Hıristiyanlar, Anadolu’ya daha uzak Hint Denizi yolundan şanslarını denemek istediler… Avrupalıların niyetlerini iyi bilen Osmanlı Sultanları, Mısır’da tersaneler kurarak Hint Okyanusu’ndaki filolarını takviye ettiler… Hıristiyanların karadaki Haçlı seferlerine benzeyen denizdeki saldırıları da, (İslâm) Osmanlı Devleti’nce göğüslendi. Anadolu’dan zayıf İslâm ülkelerine yardım edildi. Kıyılara askeri ve ticari tesisler kuruldu ve Avrupalıların işgal ettikleri pek çok yer geri alındı. Bu mücadelede Papa “Türklerle savaşanların günahlarını affedeceğini” ilân etmesine rağmen tutunamayıp çekildiler… 1566’dan sonraki Osmanlı Sultanları istikbale ait bu politikayı takip ettirmediler. Açık denizler sömürgeci Avrupalılara terk edildi. Bu çok pahalıya mal olacak bir hataydı…

6 Bitirilmeyen “Don-Volga Kanalı” ve benzer olarak açılması düşünülen “Süveyş Kanalı” projeleri Sokullu’nun tutumu sebebiyle kâğıt üzerinde kaldı… Devletin başı olan ileri görüşlü sultanlar zinciri de kopmaya başladı. (Saray kadınlarının devlet politikasına karışmaları da bu devreye rastlar)… Osmanlı Devleti’nin istikbalini tehlikeye düşüren hatalar böyle yapıldı. Bu hatalardan sonra Türkistan Türkleri ile birleşmek hayal oldu. Avrupalılarla Hint Denizi’nde yapılan savaşlarda Akdeniz - Kızıldeniz (Süveyş) kısa yolundan faydalanılamadı… Zamanla gelir kaynakları kuruyan Osmanlı Devleti 17. asırda durakladı. Avrupalıların ve Rusların sıkışan kıskaçları arasında da gerileme dönemi başladı… “Batılılaşma Dönemi”nin getirdiği ihanetlerle de çöktü. Çar Deli Petro TÜRK – RUS MÜNASEBETLERİ TÜRK – RUS MÜNASEBETLERİ İslâm olan Osmanlı Devleti ile Hıristiyan Avrupalı arasındaki mücadele kadar, Osmanlı Devleti ile Hıristiyan Çarklık arasında da mücadele olmuştur. Dünya tarihinin pek çok sayfası Türk - Rus harpleri ile doludur… Rusların Çar Deli Petro zamanında hazırlanmış “Sıcak ve açık denizlere inme” politikaları malumdur. Rus ırkı; rejimleri ne ve idarecileri kim olursa olsun, bu isteklerini terk etmemişlerdir. Çarlık Rusya’sı bu planlarına tek engel olarak yol üstündeki güçlü Osmanlı Devleti’ni görmüşlerdir. Çevirdikleri entrikalar, yaptıkları harpler, Batı ile anlaşmaları hep Osmanlı Devleti’ni yıkmak içindi. 1920’de Kafkasları işgalleri “Kürtçülük-Ermenicilik” kışkırtmaları Stalin’in Kars, Ardahan, Boğazları istemesi ve şimdi de içimizdeki komünistlerin yetiştirilmesi hep aynı planın gereğidir… Rusların Kafkasya’ya, oradan da Akdeniz’e inmek isteklerini Rusların Kafkasya’ya, oradan da Akdeniz’e inmek isteklerini bilen “Osmanlı Sultanları”da boş durmadılar. İleri görüşlü bu Sultanlar Don ve Volga nehirlerini birleştirecek bir kanal açmayı düşündüler. Bu kanal projesi; askeri ve ticari önem taşıyan önemli bir stratejiydi. Şöyle ki: Bu kanal ile Karadeniz, Hazar Denizi’ne bağlanarak Anadolu Türkleri, Türkistan Türkleri ile doğrudan irtibat kurabilecekti… 1569’da Asterhan Seferi bu maksatla yapıldı. Planlanan kanal açma işleminin % 60’ı tamamlandı. Fakat bazı engeller de çıkmadı değil… Rus Çarı 4. İvan, açılmakta olan kanalın kendi planlarının aleyhine olduğunu biliyordu. Çar, dostluk ve dalkavukluk oyunlarıyla Türkleri oyalamaya çalıştı. Kanal açma işleriyle uğraşan idarecilerin pasifliği, kanal projesini aksattı… Durumu düzeltmek için 3. Murad zamanında düşünülen Kafkas Seferi’de Sokullu tarafından önlendi…

7 Ona ve onun gibilere bu cesareti kimler vermiştir? Ona ve onun gibilere bu cesareti kimler vermiştir? Bu dönemin içyüzü incelendiğinde; dış telkin ve Bu dönemin içyüzü incelendiğinde; dış telkin ve baskılar için önceden ortam hazırlandığı görülür. baskılar için önceden ortam hazırlandığı görülür. OSMANLI DEVLETİ’NİN YIKILIŞI Hıristiyanlar, hedeflerine adım adım insafsızca yürümüşlerdir. Her yıkım projesinden sonra bir diğerini sahnelemişlerdir Tarihçi R.C. Guvara bir kitabında Osmanlı Devletini yıkmak için, Hıristiyanların 100 projesinden bahseder. Ve “Hıristiyanlar, hedeflerine adım adım insafsızca yürümüşlerdir. Her yıkım projesinden sonra bir diğerini sahnelemişlerdir” der… Tarihin en muhteşem devletini kurmuş olanların tarih sahnesinden çıkmasında, dış baskılar mühim rol oynamıştır. İçerdeki mikropların tahripleri de unutulmamalıdır… Savaş meydanlarında yenilmeyen “Anadolu’nun Müslüman Türk’ü” batılı ajanların entrikaları, Siyonizmin içteki uzantıları, yerli azınlıkların ve beyni yıkanmış Türklerin kurbanı oldu… Dış ve iç baskılarla 1839’da “Tanzimat Hareketi”ne başlanıldı ve 1856’da “Islahat Fermanı” ilân edildi. Bunlar Batı’ya teslim oluşun ilk adımları, düşmanın İslâm’a karşı ilk siyasi zaferleridir. Bu dönemde İngiliz elçisi Stranford, vicdan hürriyetinden bahisle “Müslümanların kiliseye geçmelerine izin verilmesini” isteyebiliyordu. Bu kadarla da kalmayıp “Dininizden, Halifenizden bana bahsetmeyiniz. Bunların hepsi münasebetsiz (!) şeylerdir. Bu memleket başkalarının yardımına muhtaç bulunursa, Hıristiyanlık adına istediğim şeyleri almaya hak kazanmış olurum” diyerek tehditlerde bulunabilmiştir. Müslüman Türk’ü tarih boyunca zaferden zafere koşturan O’na tükenmez kuvvet veren “dini inançları ve sistemine” karşı olan zevk düşkünleri. Onlara göre: Batılılaşmak için her şey göze alınmalıydı. İslâm ve kültürü Batılılaşmamıza engel olup, terk edilmeliydi. Zamanın vatanseverliği buydu. Hatta, Mithat Paşa gibi bayrağımızdaki “hilalin” yanına “haç” koydurup, Hıristiyanları temsilen bir bölük askerin önünde İstanbul sokaklarında dolaştıranlar bu devirde türedi…

8 Sultan 2. Abdülhamid tahta geçtiğinde dış borç miktarı Sultan 2. Abdülhamid tahta geçtiğinde dış borç miktarı 300 bin altındı. O, bu borcun % 90’ını ödemiştir. 300 bin altındı. O, bu borcun % 90’ını ödemiştir. BBBBBB Adam Smith’in “Liberal Ekonomi” fikirleri tesiriyle 1838’de İngilizlerle “Ticaret Anlaşması” yapılmıştı. Bu anlaşma ile Türklerin de sanayileşeceği, kalkınacağı telkinleri bu devirde yaygınlaştırıldı… Batı teknolojisine ulaşacağımızın iddia edildiği bu dönem, ilk olarak dokumacılık ve ipekçilik sanayimizi öldürdü. Daha sonraları da ekonomimizi gittikçe dışa bağımlı hale getirdi… Ecnebi bankalardan borç para alarak tam bir israf içinde yaşayan idareciler bu devrin ürünüdür. (Bu borçlar sonradan başımıza bela olacaktır.) Bu devirde dinler arasında eşitlik vad’edenler gayrimüslimleri, Müslümanlardan daha fazla imtiyazlı hale getirdiler. 3. Selim zamanında kurulan yerli mason locaları faaliyetlerini artırdılar. Pek çok aydın(!) ve devlet adamını(!) mason yaptılar. Siyonizmin ajanları çoğaldı ve önemli mevkilere yerleştirildiler… Misyoner teşkilatları da boş durmadı. Türkleri Hıristiyan yapamayacaklarını anlayan misyonerler, Rum ve Ermeniler üzerinde çalıştılar. Bilhassa Amerikalı misyonerler açtıkları okullarla hayli zararlı oldular. Bu okullardan en önemlileri İstanbul’daki “Robert Koleji”, “Kız Koleji”, Beyrut’taki “Suriye Protestan Koleji”dir. İstanbul’daki koleji Amerikalı Cyrus Hamlin kurdu ve temelini: “Fatih, İstanbul’u almak için bu tepeyi seçmiş ve Hisar’ı yaptırarak, fethe buradan başlamıştır. Biz de kültür fethine aynı yerden başlamak üzere bu tepeyi seçtik. Onun için mektebi burada kuruyoruz” sözleriyle atmışlardır. 1913’de Anadolu’da gayrimüslimlere ait 9 kolejde 2400, yatılı 50 okulda 4500 ve 400 ilkokulda 20 000 talebe vardı. İşte Osmanlı Devleti’nin yıkılışına tesir eden iç düşmanların bir bölümü bu okullarda yetiştirildi. Bu kolejlerin mezunları isyanların başında görüldüğü gibi, ileriki senelerde başvekil bile oldular… Batılılaşma dönemi dediğimiz bu devre, Osmanlı Devleti’ne felaketlerin en büyüğünü getirdi. Bu “idareci-millet” bağının kopuşudur. Müslüman halk, tarih boyunca harp ettiği manen nefret beslediği bir sistemin taklitçisi olmak istemiyordu. İdareciler ve aydınlar denilen grup ise bunun tamamen aksi. İşte bu sebepten milletin idarecilere itimadı sarsıldı. Bu kopuş yıkılışı kolaylaştırdı. Bu devrin bir Türk paşası, ecnebi bir elçiye şöyle demişti: “Bence en kuvvetli devlet, Osmanlı Devleti’dir. Siz dışarıdan biz içerden yıkmaya çalışıyoruz da yine yıkılmıyor.” Fakat aldanıyordu…

9 “Türkleri, maddeten ezmek ve yıkmak gayrı mümkündür. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır… Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevkü idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar… Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da, an’anelerine olan merbutiyetten, ahlâklarının selabetinden gelmektedir. Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını kesmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, an’anatı milliye ve maneviyatlarına uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır… Osmanlı Devletini tasfiye için yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır…” Çok geçmeden ihanetler, isyanlar patlak verdi… Ruslar Ortodoksların, İngilizler Protestanların ve Fransızlar Katoliklerin hamisi kesilerek Osmanlı Devleti üzerine çullandılar… 1877 senesine kadar “Haçlı Orduları” Tuna Nehri’nin öbür yakasında harp meydanlarında karşılanırken “Batılılaşma” cereyanı onları, askeri, iktisadi ve en korkuncu kültür işgaline vardıracak şekilde içimize sokan gedikleri açtı. Bu konuyu Sultan Mahmud zamanında İstanbul Fener Patrikhanesi’nin orta kapısında idam edilen Türk düşmanı patrik Gregoryos’un bir mektubuyla bağlayalım. (Patrikhanenin orta kapısının idamdan beri kapalı tutulması, olayının arkasındaki düşmanca niyetlerin malumudur.) Gören gözler ve düşünen kafalar; Tanzimat dönemini ve Cumhuriyetin ilk dönemini bu mektubun şekillendirdiği pencereden bakarak değerlendirmelerinde fayda vardır. bu mektubun şekillendirdiği pencereden bakarak değerlendirmelerinde fayda vardır.

10 Çünkü; yönetime Sultan 2. Abdülhamid gelmişti. Çünkü; yönetime Sultan 2. Abdülhamid gelmişti. YENİ EMPERYALİST GÜÇ: SİYONİZM 19. ASIRDA ORDUSUZ, DEVLETSİZ YENİ BİR GÜÇ ORTAYA ÇIKTI. 19. ASIRDA ORDUSUZ, DEVLETSİZ YENİ BİR GÜÇ ORTAYA ÇIKTI. BU GÜÇ; YAHUDİLERİN (SİYONİZMİN) OLUŞTURDUĞU GÜÇTÜR BU GÜÇ; YAHUDİLERİN (SİYONİZMİN) OLUŞTURDUĞU GÜÇTÜR Yahudilerin 2000 senelik hayalleri; Filistin’de “Yahudi Devleti” kurmaktı. Onlar güçlü Osmanlı idaresindeki Filistin’i ellerine geçirmenin imkânsızlığını biliyorlardı. Orduları yoktu ki savaşsınlar… Ama ordulardan daha güçlü silahları vardı: Para ve Siyonizm teşkilatları. Yahudiler, emellerine ulaşmak için Siyonizm teşkilatları ile ilk olarak İngiltere’ye el attılar. Planları: İngilizleri Ortadoğu ile uğraştırırken Filistin’e sahip olmaktı… Mason İngilizlerin ve paranın desteğiyle İngiliz Devleti’nin dikkati Ortadoğu’ya çekildi. Ortadoğu’ya sahip olmak emperyalist İngilizlerin de işine gelirdi. Zira, sömürgeleri olan Hindistan’a Ortadoğu kara yolundan gitmek daha ekonomikti… Buraya kadar: Hıristiyan Avrupa ve Çarlık Rusya’sının emperyalist saldırılarının 19. asıra kadar ki bölümünü anlatmaya çalıştık. İngilizleri; Rusları bile gölgede bırakan Türk - İslâm düşmanlığına itti 1869’da Süveyş kanalının açılmasıyla bu bölge oldukça önem kazanmıştı. Ayrıca sanayileşen İngiliz ekonomisi için Osmanlı toprakları iyi bir pazar olabilirdi. Irak’ın Kerkük ve Musul petrol yatakları da zengindi… Bütün bunlar “İngilizleri; Rusları bile gölgede bırakan Türk - İslâm düşmanlığına itti”. Hedef; Kıbrıs, Mısır ve Irak’tı. Dünya Siyonizm'i ve İngiliz entrikaları, Osmanlı Devleti’ni yıkmak için faaliyete geçti. İlk olarak Sultan Abdülaziz’i tahtan indirttiler. Yerine 33 derece masonluğa kadar yükseltilmiş Sultan 5. Murad geçirildi. Böylelikle emperyalistlerin hedefleri için önemli bir adım atılmıştı. Fakat, sultan hastalanıp hemen ölünce planları aksadı.

11 2. Abdülhamid 1909’da ihtilalle yönetimden uzaklaştırıldı. 2. Abdülhamid 1909’da ihtilalle yönetimden uzaklaştırıldı. Sultan 2. Abdülhamid, zekice politikasıyla emperyalistlerle baş edebildi. 2. Abdülhamid, dünya devletlerinin Osmanlı için ne düşündüklerini iyi biliyordu. O, kurduğu güçlü istihbarat teşkilatı ve usta politikası ile İngilizlerin planlarını altüst edebildi… Hemen Filistin meselesine eğildi. Arapların Yahudilere toprak satmalarını engellemek için, yüksek ücretlerle Filistin topraklarını kendisi aldı. Petrolün önemini çok iyi bildiğinden Musul petrol sahalarını özel mülkiyetine geçirdi. Osmanlının İslâm alemindeki saygısını artırmak için “Panislamizm”e önem verdi… Bu ara İngilizler de boş durmadılar. Osmanlı Devleti’ni parçalamanın tek yolu “içten yıkma” yoluna devam ettiler. Birçok yıkıcı çalışmaları yanında “ırkçılıkla” “Arap Milliyetçiliği”ni yaymaya çalıştılar. Mısır bu iş için üs olarak kullanıldı. Bu yolda harcanan paralar, çıkartılan isyanlar, savaşlar Osmanlı Devletini parçalamaya yetmedi. Sultan 2. Abdülhamid Siyonistlerin, kapitalist Avrupa’nın ve Rusların baskısına, tehditlerine ne kadar dayanabilirdi? Hem de meclisinin 117 mebusunun 48’inin gayrimüslim olduğu bir dönemde. İslâm’ın etrafında kurulup daraltılan çember nasıl gevşetilip, toparlanmak için zaman kazanılabilirdi?... İşte bu kritik zamanda Abdülhamid, siyasi dehasıyla Avrupa’nın ikiye bölünmesini süratlendirdi. “Alman - İngiliz rekabeti”ni canlandırdı ve Almanlara siyasi destek oldu… Osmanlı Devletini yıkamayan İngilizler ve Yahudiler, çalışmalarını direkt sultanın şahsına yönelttiler. Emperyalistlerin beşinci kol görevini yapan masonlar ve bol bol bulunan “batıcı kuklalar” çalışmalarını artırdılar… 2. Abdülhamid’i yönetimden uzaklaştırmak için hazırlanan ihtilal hazırlıklarında Selanik “Risorta Locası”nın oynadığı rol büyüktür. 2. Abdülhamid

12 Sultan tahtan inerken sadece: Sultan tahtan inerken sadece: “Sende mi bu heyete dahilsin?” diyebilmiştir… “Sende mi bu heyete dahilsin?” diyebilmiştir… Selanik’ten Mahmut Şevket Paşa komutasında Sırp, Bulgar ve Ermenilerden oluşan “Hareket Ordusu” İstanbul’a yürüdü. Türk ve Müslüman olmayan bu çapulcular Yıldız Sarayı’nı kuşattılar ve 24 Temmuz 1909’da 2. Abdülhamid’i tahtan indirdiler. Hem de Selanik mason locasının kurucusu Yahudi Emanuel Karasu’nun bulunduğu bir heyet tarafından. (O alçak ki daha önce, dünya Siyonizm teşkilatı babalarından Teodor Hertzel ile Sultan’a Filistin için rüşvet teklif edip, huzurdan kovulan kişidir.) Osmanoğullarının son devirlerinde görülen pasiflik zincirini kıran ve 33 sene devleti parçalanmaktan kurtaran “dev şahsiyet” ne yazık ki Yahudilere yenildi. Sultan 2. Abdülhamid’in tahtan indirilmesiyle yağmacılık dönemi de başladı. Önce eşsiz hazinelerin bulunduğu Yıldız Sarayı daha sonra da vatan toprakları yağmalandı. Yeni idareciler “İttihat ve Terakki” denilen ekipti. Bu ekip cılız politikalarıyla kısa zamanda “devleti” paramparça ettiler. İlk önce Filistin ve Musul elden çıktı… Artık ipin ucu kaçmıştı. Parçalanma büyüdü de büyüdü. Hatta Anadolu bile tehlikeye düştü… Sultan 2. Abdülhamid’i devirmeyi başaran İngilizler Almanları da oyuna getirmekte zorluk çekmediler. Musul petrollerinden % 25 hisseyle Almanları “Bağdat Demiryolu” hissesinden vazgeçirdiler. Kuveyt Emirliği İngilizlerin kontrolüne geçerken de Almanlar ses çıkaramadılar. Almanlar Ortadoğu’da yavaş yavaş silinirken 1914’de I. Dünya Harbi patladı… Sirk Mark Sykse (1914): “Türk hükümetleri her zaman çürümüş olmakla itham edilmiştir. Ben, Avrupalıların Türkleri bu çürümeye zorla ittiklerini söylüyorum. Avrupalı kapitalistlerin Türkiye’de yaptıklarını sinsi ve vahşet olarak isimlendirmek hatalı olmaz….” Prof. E.M. Earle: “Avrupalı devletlerin hükümetleri Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmakla kalmadılar, onu mutlak yok etmek istediler. Bu gayelerine varmak için hiçbir ölçüleri yoktu. Şayet zaman zaman yavaşladılarsa bu “hasta adam”ın mirasını kimin alacağı kıskançlığından meydana geliyordu.” 2. Abdülhamid

13 Anadolu insanı; “Çanakkale Zaferi” gibi zaferler kazandı ise de Anadolu insanı; “Çanakkale Zaferi” gibi zaferler kazandı ise de fazla dayanamadı. BBBBBB Sanayileşen İngiliz ve Alman ekonomilerinin pazar bulma mücadelesi, önceleri siyasi ve soğuk harp şeklinde gelişti… Öyle bir an geldi ki; ateşli harbin bahanesi, bir suikast olayı oldu. Almanlar ve İngilizler etrafında iki kampa bölünen Avrupa 1914’de sıcak harbe başladı… Osmanlı devleti ise, 1911’de Trablusgarp ve 1912’de Balkan harplerinden yenik çıkmıştı. Yeni bir harp için hazır değildi. Buna rağmen İttihatçıların beceriksiz politikaları ve Almanların iki savaş gemisinin Boğazlar’dan Karadeniz’e geçme izni, Osmanlı Devleti’ni Almanların yanında resmen harbe soktu… Aylar kan ve barut kokularıyla geçti. Bu harpte müttefiklerimiz ya yenilip veya anlaşmalarla teker teker harp sahnesinden çekildiler. Yalnız kalan Türkler yedi ayrı cephede dövüşmek mecburiyetinde kaldı. Emperyalistler, harbi kazanır kazanmaz kendi aralarındaki anlaşmalara uygun işgallere başladılar. Savaşlar devam ederken 1916’da İngiltere, Rusya, Fransa aralarında gizli bir anlaşma yaptılar. Buna göre; İngiltere Suriye ve Irak’ı; Fransa Suriye’nin bir kısmı ile Adana, Antep’i; Rusya’da Trabzon, Erzurum gibi Kuzey ve Doğu Anadolu’yu alacaktı. Bu anlaşmadan Rusya faydalanamadı. Zira, 1917 komünist iç ihtilali onları harpten çekti… Aynı senenin Nisanında Fransa, İngiltere ve İtalya arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre de Konya dahil bütün Güney Anadolu İtalya’ya verilecekti. 1. DÜNYA HARBİ

14 Anadolu’nun birçok yeri ve İstanbul emperyalistlerce işgal edildi. Yönetimde bulunan Osmanoğullarından Sultan Vahideddin, ufuktaki daha vahim tehlikeleri seziyordu. Ne yapabilirdi?... İstanbul’u terk edip Anadolu’ya geçmeyi düşündü. Bu devletin tamamen sahipsiz bırakılması demekti ve Anadolu Türk’ünün sonuydu. Sultan kararını verdi: “Kendisi İstanbul’da kalacak ve diplomatik oyunlarla zaman kazanacaktı. Anadolu’da da mukavemet teşkilatı kurarak mücadeleye yeni bir yön verecekti.” Bu kararını dikkatli bir şekilde planladı. Şahsi atlarının satışından ve özel servetinden 40 bin altın hazırladı. Bu para ve geniş salahiyetle yaverlerinden M. Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi. Maksat Anadolu’da işgale karşı askeri kuvvet hazırlamaktı… David Walder, Çanakkale Olayı kitabında : “Mustafa Kemal’in ordu müfettişliği görevine atanması Sultan’ın kukla hükümetince kararlaştırıldı ve ne bu atamaya ne de Samsun’a gönderilmesine karşı İngiliz makamları hiçbir itirazda bulunmamışlardı” der. Yakın tarihimizde “Milli Mücadele” adı verilen olay böyle başladı. Yakın tarihimizde “Milli Mücadele” adı verilen olay böyle başladı. Sonradan iddia edildiği gibi M. Kemal’in Anadolu’ya geçişi gizlice değil, Sultan’ın isteğiyle olmuştur. İşte Sultan’ın İstanbul’da kalışının bir faydası da bu olmuştur. Unutulmamalıdır ki, 600 senelik muhteşem Devletin kurucusu ve idarecisi Osmanoğulları içinde kabiliyetsizi çıkmıştır, ama, vatanı satanı asla. Anadolu insanı korkunç günler geçirdi. Tarihçi Toynbee o günlerde gördüklerini şöyle yazdı: “Yunanlılar Ege’de karaya çıktıklarından birkaç saat sonra askerleri kötü bir katliama giriştiler. Türkiye’nin hiç işgal görmemiş bölgelerinde yeni ve korkunç bir tecavüz harbi başladı. 1921 yazında bu Yunan askerleri ve sivilleriyle yakından temasa geçtim. Türk köylerine yaptıkları tecavüzlerini yakından gördüm. Bu korkunç tecrübede avcıların kana susamış hayvanlığını ve avlananların dehşetini müşahede ettim.” Bir yabancı o günleri böyle anlatıyordu. Ya anlatılmayanlar?... MİLLİ MÜCADELE

15 DUASIZ MARŞSIZ OLMAZ Anadolu toprağı, Müslüman halkının binlerce eziyet sahnesine şahit oldu. Tanzimat hainleri işte bu sonucu hazırlayanlardır. Onların artıkları da “Yunan’a dostluk şiirleri” yazmakla meşguller… Lanet olsun hepsine. Anadolu toprağı ve insanı işgale alışık değildi. Hep böyle kalınamazdı. İstiklal Harbi, büyük bir imanla başlatıldı. Tanzimat döneminde “Unutturulmak istenen İslâm’ın” Anadolu’nun kurtarılışında ne derece önem kazandığını bir olayla hatırlayalım… “M. Kemal Paşa, Havza’da Ali Baba adlı bir şeyhin evinde misafirdir. Belediye Reisi İbrahim Bey’i çağırtır der ki: “Halkın sesini çıkarması zamanı gelmiştir. Ama daha önce bu halka yol göstermek icap eder. Binaenaleyh, önümüzdeki Cuma günü, namazdan sonra Büyük Cami’de mevlid okutunuz.” Mevlid sonrası yapılacak mitingde kimin konuşacağı meselesine gelince de “Bir hoca efendi. Evet evet köy imamı Sıtkı Efendi olsun” demiştir.

16 M. Kemal’in Meclisin açılışı ile ilgili 21.4.1920 tarihli genelgesi: 1 - Bimennihilkerim Nisanın 23 üncü Cuma günü, Cuma namazını müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi küşad edilecektir. 2 - Vatanın istiklâli, makamı refiî hilâfet ve saltanatın istihlası gibi en mühim ve hayati vezaifi ifa edecek olan bu Büyük Millet Meclisinin yevmî küşadını cumaya tesadüf ettirmekle yevmi mezkürün mebrukiyetinden istifade ve bilumum meb’usini kirâm hazeratı ile Hacı Bayramı Veli Camii şerifinde Cuma namazı eda olunarak envarı Kur’an ve salattan da istifade olunacaktır… Daireyi mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua kıraatile kurbanlar zebh olunacaktır… 3 - Yevmi mezkürün te’yidi kutsiyeti için bu günden itibaren merkezi vilâyette vali beyefendi hazretlerinin tertibile hatim ve Buhariyi şerif tilâvetine bed’olunacak ve hatmi şerifin son akşamı teberrüken Cuma günü namazdan sonra … 4 - Mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde ayni suretle bu günden itibaren Buhari ve hatemati şerife kıraatina şuru’edilerek Cuma günü ezandan evvel minarelerde selâvatı şerife okunacak ve esnayi hutbede hilâfetme’abımız padişahımız efendimiz hazretlerinin nâm ve namii hümayunu zikr edilirken zatı şevketsimati padişahîlerinin memâliki şahânelerile bilûmum tebai mülükânelerinin bir an evvel naili halâs ve saâdet olmaları duâsı, ilâveten tezkâr olunacak ve Cuma namazı edasından sonra da ikmal-i hatmedilerek makamı muallâyı hilâfet ve saltanatın ve cümle aksam-i vatanın halâsı…” metin devam etmektedir… (Ahmet Gürkan, İslâm Medeniyetinin Garbı Medenileştirmesi, sayfa:19) Bu ve benzeri genelge, bildiri, söz ve mitingler Bu ve benzeri genelge, bildiri, söz ve mitingler Anadolu insanını canlandırdı. Anadolu insanını canlandırdı. Anadolu’nun Müslüman Türk’ü, Tanzimat’ın yıkamadığı imanıyla içteki azınlıklar ve dıştaki güçlü ordularla dövüştü ve kazandı… M. Kemal ve diğer ileri gelenler, Anadolu insanının İslâm’a olan bağlılığını iyi bildiklerinden her yerde İslam’a saygı gösterdiler. Türk’e tarih boyunca kuvvet veren, fakat son zamanlarda küllenmeye terk edilen “İslâm’ın enerjisi” yeniden canlandırılmaya başlandı. Bu enerji ki işgalcilerin korkulu rüyası oldu… İzmir’de Yunan’a atılan ilk kurşunu çete harpleri, onu da meydan muhabereleri takip etti.

17 ● ● Kapitalist ekonominin gelişip pazar araması ● ● Rusların niyetleri ● ● Hıristiyanların İslâm düşmanlığı ● ● Siyonizm'in planları ● ● Petrol, jeopolitik durum ● ● İçteki Rum, Yahudi ve Ermeni azınlıkların ihaneti ● ● Satılmış “Batıcılar” ● ● Ve yönetimdeki zafiyetler Osmanlı Devleti’ni ve onun şahsında Müslümanları yendi. Ve daha niceleri “zafer” olarak kutlandı, “anma günleri” yapıldı. Ve daha niceleri “zafer” olarak kutlandı, “anma günleri” yapıldı. Haçlı seferleriyle başlayan saldırılar, emperyalistlerin Haçlı seferleriyle başlayan saldırılar, emperyalistlerin galibiyetiyle son buldu. Yani, Osmanlı Devleti tarihe gömüldü. galibiyetiyle son buldu. Yani, Osmanlı Devleti tarihe gömüldü. Kazandığımız askeri harpten sonra, Lozan’da masaya oturan bizler ne yazık ki siyasi yenilgiyle kalktık. Lozan’da, yerli azınlıkların yaptıkları ihanetlere mükâfat olarak pek çok imtiyazlar tanındı… Bağımsızlığına kavuşan Türklerin güçlenip tekrar topraklarına sahip çıkmaması için önleyici maddeler bu antlaşmada yer aldı…Fener Patrikhanesi, Ayasofya camii, yabancı okullar meselesi hep emperyalistlerin arzularına göre şekillendi… Musul ve Kerkük petrol bölgeleri resmen elimizden çıktı… Batıcı maymunların elindeki güçlü propaganda silahları ile “samanlık kahramanları”, “ikinci adam” ilân edilirken, Tarihimizin parlak sayfalarına düşen kara leke “Lozan Hezimeti” yüreklerimizi sızlatmaktadır. O devrin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Gürzon şöyle der: “Sanırım ki Türkiye birçok hususlarda sükûtu hayale uğrayacaktır. Lozan’da elde ettiğini iddia ettiği bazı muvaffakiyetlerin kendi aleyhine döneceğini görecektir.” LOZAN ANTLAŞMASI Tarihin En Büyük Yapılanması Osmanlı’nın Sonu Tarihin En Büyük Yapılanması Osmanlı’nın Sonu SONRASI MI?

18 Yukarda anlatılanlarla “Türkiye’nin Petrol Meselesi” arasında direk irtibat yok gibi görünürse de; vardır. İçinde bulunduğumuz enerji çıkmazı, siyasi ve iktisadi sorunların geçmişle yakinen ilgisi vardır. Anadolu’yu işgallerinde tutamayanların “Modern Sömürgeciliğe” başvuracakları muhakkaktı… İngilizler başından beri milli mücadelenin ve genç cumhuriyetin başında Osmanoğullarından birinin bulunmasını istemediler. İngiliz generali Townshend: “Mustafa Kemal’e yaklaşmamızı istediğimi söylemek istiyorum” şeklindeki sözleri manidardır… Bu dönemde; azınlıklara (ki milli mücadelemizde yapmadıkları ihanet kalmamıştır) imtiyazlar verilirken,Osmanoğulları vatandaşlıktan çıkarıldılar. Düşman karşısında en nazik anlarda dahi ağlamayan o yiğitler, gözyaşları ile anayurtlarından ayrıldılar. Yani kovuldular, Hıristiyan ülkelerinde perişan oldular. Bununla da yetinilmeyip Vahdettin’den itibaren “sövme edebiyatı” başlatıldı ve giderek hepsini içine aldı… Milletin kazandığı zafer, bazılarınca avantaj olarak kullanılıp “Batılılaşma Hareketi” ne başlanıldı ve giderek hız verildi. Bu dönemde: Osmanlı Devletini Tanzimatla krize sokan kültür dejenerasyonunun Cumhuriyet Türkiye’sini de yıkmaması için tedbir alınmadı. İçimizdeki düşman yuvaları (mason locaları, misyoner okulları, vb.) kapatılması gerekirken, teşvik gördüler. Milli ve manevi değerlere önem vermek gerekirken tersi oldu… Batılılaşma hareketi o derece yaygınlaştırıldı ki, Tanzimat dönemini aratır oldu. Tanzimat’ta, idareciler, okumuşlar bozuldu. Bozukluk tabana inemedi. Bozulmayan Anadolu insanı ki, idarecilerin yaptığı hataları harple düzeltti… Cumhuriyet dönemi bozukluğu tabana indirdi. Camileri hariç, Anadolu’nun Avrupa’dan farklı hiçbir yanı kalmadı. 1938’den sonra “kraldan çok kralcılar” tahribatı cami duvarlarına kadar götürdüler… Devrimler, devletçilik, lâiklik anlayışlarındaki art niyet uygulamada kendini gösterdi. Ve Türkiye emperyalistlerin kuklası durumuna geldi…Bugün düşman “kitaplarımızda, okullarda, sinemada, tiyatroda, evimizdeki TV’de, bale okullarında, faizli ekonomide, fabrikalarda, grev ve lokavtlarda, kanunlarda…” yer almış durumda. “Dudak boyasından modasına, içkisinden balosuna, müziğinden çıplaklığına…” kadar düşman içimizde, nefsimizde… Kendi öz değerlerimizden uzaklaşıp batıyı körü körüne taklit “kendi kendimizi sömürgeleştirmekten” başka ne yaptı? İngiliz yazarı David Hotham’ın “Türkler” adlı kitabından ibretle okuyalım: “Kırk yıllık Atatürk lâikliğinin ürünü olan pek çok Türk aydını, hiç olmazsa dış görünüşleri ile az çok dinsizdir. Böyleleriyle Avrupa arasında hiçbir dini engel yoktur. Denilebilir ki Türkiye, hiçbir zaman, böylesine Avrupa’ya yaklaşmamıştır….Türkler, Müslüman’dır. Ama Türkiye artık bir İslâm ülkesi değildir.” CUMHURİYET DÖNEMİ Gayemiz, bugünkü duruma nasıl gelinildiğini açıklamaya çalışmaktı. Çünkü; tarihi gerçekler bilindikçe, içinde bulunduğumuz “Türkiye’nin Meseleleri”ni anlamakta güçlük çekmeyiz. Türkiye’yi değiştirmek, onu öldürmektir. Lord Salisburg İngiliz Eski Başbakanı

19 Bu tarihten sonra da yabancı şirketleri ve sermayelerini Bu tarihten sonra da yabancı şirketleri ve sermayelerini Türk petrolleri üzerinde görmekteyiz. Türk petrolleri üzerinde görmekteyiz. TARİHÇE TARİHÇE Bizde ilk petrol aranmasına 2. Abdülhamid zamanında başlanıldı. 1887’de Kamil Paşa ve 1897’de Halil Paşa, Anadolu’da petrol aradılar. Bu aramalarda ekonomik değerde petrol bulamadılar… Devletin içinde bulunduğu iç ve dış şartlar ile 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, petrol işini unutturdu… ● ● Cumhuriyet Dönemine rastlayan 1926’da çıkartılan 792 sayılı kanunla “Petrol işinin tamamen devlet eliyle yapılması” kararlaştırıldı. ● ● Güneydoğu Anadolu’da etütlere başlanıldı. Bölgenin jeolojik incelenmesi (yabancı uzmanlar tarafından) yapıldı. 1933 senesinde “Petrol Arama ve İşletme İdaresi” kuruldu ve sondajlara başladı. Bu idare 1935’de “Maden Tetkik Arama (MTA) Enstitüsü” ne devredildi… ● ● 1936’da Maymune Boğazı’nda ilk petrol emarelerine rastlandı. 1938’de Hermis, 1939’da Kerbent, 1940’da Raman - Gercüs’deki sondajlarda ekonomik petrol bulunamadı. Nihayet 1945’de Raman-8 kuyusunda, 1951’de Garzan-2 kuyusunda ekonomik petrole rastlandı. ● ● 1954 senesi Türk Petrolleri için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Max Ball isimli bir yabancıya petrolle ilgili bir kanun tasarısı hazırlattırıldı. Petrol kanunu 1954 tarihinde TBMM de kabul edildi. Bu kanunla özel sektör de petrol işiyle uğraşabilecekti. “Memleketin şartlarına en uygun kanundur” ve “Milli serveti korurken arayıcıların hakları da kabul edilmiştir” iddiaları ile kanun yürürlüğe kondu… 1954 senesinin bir diğer özelliği de “Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)” nın kurulmuş olmasıdır. ANADOLU’DA PETROL

20 Çalışmalar göstermiştir ki Türkiye’nin petrolü; Musul, Kerkük, Libya, Arabistan Çalışmalar göstermiştir ki Türkiye’nin petrolü; Musul, Kerkük, Libya, Arabistan Petrolleri gibi bol olmayacaktır. Olsa olsa kendisine yetecek kadardır… Petrolleri gibi bol olmayacaktır. Olsa olsa kendisine yetecek kadardır… Memleketimizin tükettiği petrole karşılık ürettiği petrol ne kadardır? ● ● Memleketimizde sarf edilen toplam enerjinin yarıdan fazlasının petrolden elde edildiğini söylemiştik. Enerjiye olan ihtiyacımız her geçen gün daha da arttığından petrole olan ihtiyacımız da artmaktadır. ● ● Bugün yıllık petrol sarfımız 10 milyon tonu geçmiştir. Yerli üretim ise 4 milyon ton civarındadır. Bunun da büyük bir kısmını yabancı şirketler çıkarmaktadır. Aradaki açığı kapatmak için devamlı suretle dışarıdan petrol almak gerekiyor. Bugün dışarıdan aldığımız petroller çoğunlukla Osmanlı Devleti’nin toprakları altındaki petrollerdir. Memleketimizdeki petrol üretimi ne durumdadır? Kısaca anlatmaya çalışalım. ● ● Memleketimizin (jeolojik bakımdan) takriben % 40’ı petrol bulunması muhtemel tortul arazidir. 1967’ye kadar bu bölgelerin ancak % 18’i petrol aramalarına açık tutulmuştur. Bu tarihten sonra petrol arama sahaları genişletilmiştir. Arama çalışmaları, yakın tarihlerde denizlerimize de intikal ettirilmiştir. ● ● 1966 senesi sonuna kadar TPAO 282 ve diğer şirketler (yabancılar dahil) 186 petrol kuyusu açmışlardır. Açılan bu kuyuların % 10,4’de (dünya ortalamasına yakındır) petrole rastlanmıştır. 1966’da ortalama 40 kuyu açılırken 1974’de 50 kuyuya çıkarılmıştır. TÜKETİM ÜRETİM Bazı Rakamlar Daha Verelim: ● ● 1923-1954 arasında devlet eliyle Raman-Garzan petrol sahaları keşfedildi… ● ● 1954’deki kanunla yabancı şirketlerde petrol aramaya başladılar. Bu şirketlerin petrol bulmalarıyla yerli üretimimiz arttı. 1956 senesinde petrol çıkaran ülkeler arasında dünyada 51. sırayı aldık. ● ● 1961-1965 yılları arası petrolcülüğümüz için durgunluk ve başarısızlıkla doludur. Milli şirketimiz TPAO’nın bu dönem faaliyetleri içler acısıdır… Bu dönemde yerli üretimimiz ihtiyacın % 34’ünü karşılayamazken 1969’da % 55’i karşılıyordu. ● ● TPAO’nın rafinerilerin kapasitesi 1962’de 1,5 milyon ton iken 1966’da 2,2 ve 1970’de 9,4 milyon ton (4,5 misli) olmuştur. En önemlisi de 1970’de Türkiye’de ki rafinerilerin % 71’i millileştirilmişti. 1960 askeri darbesinin ülkeye verdiği zararların bir diğer boyutu…

21 Petrolün enerji olarak kullanılması yanında sanayinin en önemli ham maddesi olması, dünyadaki rafinerilerin çoğalmasına sebep olmuştur. Petrolün enerji olarak kullanılması yanında sanayinin en önemli ham maddesi olması, dünyadaki rafinerilerin çoğalmasına sebep olmuştur. Rafinerilerin Ekonomiye Katkısı a) Sivil ve askeri vasıtaların yakıt ihtiyacını karşılar b) Petro - Kimya sanayinin ham maddesini sağlar c) Yeni sanayi kollarının doğmasını teşvik eder d) Yeni iş sahalarıyla istihdam imkânı doğurur Bu özelikleriyle rafineriler, kalkınmada büyük rol oynamıştır. ANCAK: ● ● Toprağımızın altındaki petrolümüzü çıkararak enerji ihtiyacımızın bir kısmını karşılayan yabancıların faaliyetleri iyi güzel de; madalyonun öbür yüzünde ne var? Petrol arama, sondaj ve rafinerisinde sermayesi / teknoloji ile faydası olan yabancı şirketlerin zararları da var mıdır? ● ● Memleketimizde faaliyet gösteren rafineriler; yabancı teknoloji ve sermaye ile kurulmuştur. Unutulmamalı ki; krediyi veren kendi ülkesinin çıkarları için bunu yapmaktadır. O verdiği paraları; kurulum ücreti, yedek parça, faiz olarak misli misli geri alacaktır. Sömürgeciliğin yeni metodu (askersiz olanı) budur. ● ● Petrol sektöründe en pahalı ve zor olan kısım sondajdır. Petrol çıkarıldıktan sonra taşınması, rafineri ve pazarlaması daha kolay ve kârlıdır. Yabancı şirketler genel olarak masrafsız yolu seçiyorlar. Yani ciddi arama faaliyetlerinde bulunmuyorlar. Memleketimizdeki Petrol Rafinerileri ● Boğaziçi Rafinerisi: ● Boğaziçi Rafinerisi: 1930’da kuruldu. 1934’de kapandı. Daha sonra Diyarbakır’a taşındı. ● Raman Tecrübe Rafinerisi: ● Raman Tecrübe Rafinerisi: Raman’da kuruldu. 1945 senesinde kapatıldı. ● Batman Tecrübe Rafinerisi: ● Batman Tecrübe Rafinerisi: 1945’de üretime geçti. Çok az çalıştı, daha sonra söküldü. ● Batman Rafinerisi: ● Batman Rafinerisi: 1956’de üretime geçti; 1959 ve 1962’de kapasitesi genişletildi. ● ATAŞ Rafinerisi (Anadolu Tasfiyehanesi Anonim Şirketi): ● ATAŞ Rafinerisi (Anadolu Tasfiyehanesi Anonim Şirketi): 1962’de işletmeye açıldı. ● İPRAŞ Rafinerisi (İstanbul Petrol Rafinerisi Anonim Şirketi): ● İPRAŞ Rafinerisi (İstanbul Petrol Rafinerisi Anonim Şirketi): 1961’de üretime geçmişti. ● İzmir Aliağa Rafinerisi: ● İzmir Aliağa Rafinerisi: 1966’da kurulmaya başlandı. RAFİNERİ

22 ● ● Osmanlı Devletini parçalayarak yok etmek öteden beri Avrupa ve Rus emperyalistlerin arzusuydu. Bunu başardılar. Şimdi de gözleri Anadolu’da… Batı ekonomik ve siyasi yönden Anadolu'yu eline geçirmek peşinde. Ruslar ise toprak olarak… Komünist Ruslar hâlâ Anadolu üzerinden Akdeniz’e inemedi ama, isteklerini de terk etmedi. ● ● Anadolu’nun Müslüman insanlarını birbirine düşürme planları ve “Kürtçülük - Ermenicilik” akımlarının icatcısı ve teşvikçisi emperyalistlerdir. Kürtçü geçinen bazı öğrencilerin Doğu Almanya kanalıyla Rusya’da eğitilmeleri, Barzani’ye silah ve para yardımları hep Anadolu’yu bölmek içindir… Milli bütünlüğümüz yanında mevcut tek petrol bölgemizde bu sebepten tehlike altındadır. ● ● “Kürt Devleti” kışkırtması yalnız komünistlerden de gelmiyor. İngilizler ve Amerikalılar da kendi hesaplarına aynı kışkırtmaca içindeler… Ya Yahudiler? İspanya’daki meşhur “Yahudi Katliamı”ndan kurtulanlara sadece Osmanlı Devleti kapısını açmıştı. Onlar ki, en nazik anlarımızda bizi arkadan vurdular. Tarih boyunca içimizde ve dışımızda aleyhimize çalışan Yahudiler, şimdi de Kürtçülük hareketinin liderliğini yapıyorlar. Paris”te ki “Kürt İhtilaline Yardım Komitesi”nin pek çok üyesi, Hollanda’daki “Kürt Cemiyeti”nin başkanı Yahudi’dir… Yahudiler ki bir zamanlar “Hareket Ordusu”nun da içindeydiler… ● ● Rusların ve İngilizlerin teşvikiyle B.M.’de bağımsız bir devlet olarak kurulan ve ABD’nin desteğiyle yaşayan kısacası emperyalistlerin ileri karakolu olan İsrail’in gözleri yalnız Ortadoğu’da değildir. Yahudilerin Güneydoğu Anadolu’yu da içine alan “Büyük Yahudi İmparatorluğu” projelerini biliyoruz… ● ● Osmanlı Devleti’ni yıkanlar arasında yer alan Yahudilerin şimdi de Anadolu Türk Devleti’nin kuyusunu kazdığını biliyoruz. Bu sebepten Yahudiliğe karşı kesin yerimizi almalıyız… Türkiye’nin ekonomisini ellerine alan Yahudilerle, idaresini yapan mason locaları zaman geçirilmeden kapı dışarı edilmelidir. Ayrıca İsrail ile de diplomatik ve ekonomik temasımız hemen kesilmelidir… ● ● İstiklal Harbimizden sonra görüşmeler için Lozan’a giden heyette bulunan Dr. Rıza Nur hatıratlarında “Heyet Başkanı İnönü’nün, Musul Bölgesi’ne gerektiği şekilde sahip çıkmadığını” yazar. İngiliz Lord Kinros’da şunları söylüyor, ibretle okuyalım: “Tuhaftır ki, Musul görüşmeler sırasında anlaşmazlığın temelinde yatan petrol meselesi pek az ortaya atıldı. Türkiye yalnız toprak isteklerinden değil, petrol üzerinde ki haklarından da vazgeçti. Sadece petrolden alacağı % 10 payla yetindi. Sonra da bu 500 bin İngiliz altını karşılığında elinden çıktı.”

23 ● ● Musul arazi olarak elimizden çıkmış olmasına rağmen Osmanlı Hanedanlığı’nın bu bölgedeki petrol imtiyazlarından faydalanabilirdik. Halbuki biz ne yaptık?.. Onları Türk vatandaşlığından apar topar çıkardık. Yani petrollerimizden vazgeçtik. Böylelikle yapılabilecek en büyük hatayı yaptık ve cezasını çekmekteyiz… Hıristiyan ülkelerinde “vatansızlık” damgasıyla beş parasız kalan Osmanoğulları atalarımız, petrol imtiyazlarının arkasını arayacak gücü bulamadılar. ● ● Kerkük’ü tek kurşun atmadan terk eden Tanzimat artığı idareciler Musul’u Batıya “Lozan Hediyesi” olarak verdiler. Ve bütün bunlar unutturulup yabancı şirketlerden ümit bekleyenler, devlet idaresine hakim durumdadırlar… ● ● 1954’de kabul edilen petrol kanununun aleyhimize işleyen maddeleri vardır. Şöyle ki: OPEC’e üye devletlerin petrole % 120’ye varan zamları kendi topraklarımızdan çıkarılan petrolü pahalılandırmıştır. Garip fakat gerçek olan bu durum adı geçen kanunun şu maddesince olmaktadır: “Yabancı şirketler Türkiye’de çıkardıkları ham petrolü, Doğu Akdeniz fiyatları üzerinden satarlar.” İşte yabancı şirketler bu maddeye istinaden kendi petrolümüzü, kendimize (maliyet artışı olmadığı halde) zamlı satmaktadır. Bu kanuna göre de hukuken haklı olmaktadırlar. Peki… “Petrol kanunu milli menfaatlerimize uygundur” iddiaları ne olacak? Bu kanunu çıkaranlara satılmış diyemeyiz ama gafletlerini de kabul etmeliyiz. ● ● Dünya nüfusunun artışı, beraberinde açlık tehlikesini de getiriyor. İşte bu tehlike; ziraati, fazla üretime zorlamaktadır. Topraklar aynı kaldığı halde daha fazla mahsul nasıl alınacak? Bu konuda da hemen karşımıza petrol çıkmaktadır. Tarımın makineleşmesi yanında suni gübre de önem kazanmıştır. Artık gübresiz tarım düşünülemez. Az gübre, az ürün demek olduğuna göre, açlık başlı başına bir tehlike arz etmektedir. Bunun yanında da artan petrol fiyatları nakliyeyi, imalatı, ambalaj vs. etkilediğinden yiyecek maddeleri pahalılaşmaktadır. Yakın gelecekte buğday, petrolden daha önemli olacaktır… ● ● Hal böyleyken tarım ülkesi olan memleketimizin durumu acıklıdır. Petrolde olduğu gibi, buğdayda da yabancılara muhtacız. En kısa zamanda, her türlü israfa son vererek önce kendimize lazım olanı üretmeliyiz. Sonra da petrole, makineye karşı buğdayı koz olarak kullanmak avantajına sahip olmalıyız. Bunun için de özel otomobillere ucuz petrol vererek hazineyi zarara sokmak yerine, toprağa ucuz gübre verilmelidir… Özel otomobilsiz yaşanır ama buğdaysız asla… ● ● İstatistikler nüfusumuzun 2000 senesinde takriben 70 milyon olacağını göstermektedir. Artan nüfus ve değişen dünya şartları, tarihi özelliğimiz, bizleri eski topraklarımıza itecektir. Asırlarca elimizde olan Ortadoğu ve Balkanlar bugün emperyalistlerin işgalinde, huzur aramaktadır. Tarihi mirasımıza sahip çıkmak; onları emperyalistlerin işgalinden kurtarıp huzura, refaha kavuşturmaktır.

24 SON SÖZLER ● ● Osmanlı Devleti toprakları üzerinde kurulmuş bugünkü Müslüman devletler emperyalistlerin askeri işgallerinden kurtulmuşlardır. Ancak ekonomik ve politik bağımsızlıklarına henüz kavuşamadılar. Kapitalist-Komünist blokların tesirindeki İslâm alemi, lidersizdir. Türkiye mevcut durumu ile liderlik vasfına haiz değildir. Ama bu durum uzun sürmeyecektir. O zaman senelerdir ihmal edilmiş Türk - Arap dostluğu yeniden kurulacaktır. Petrolü ve parası az, fakat teknolojisi olan Türkiye ile Arapların petrol ve paraları birleşecektir. İşte o zaman İslâm alemi, kapitalist - komünist emperyalistlerin hayat damarlarını kurutacaktır… Bunun için de dış politikamızı başkalarının isteğine uygun, kısa vadeli hesaplara, günün şartlarına göre değil, menfaatlerimiz doğrultusunda uzun vadeli çizmek mecburiyetindeyiz. ● ● TPAO’nın üretimimizi artırması için karada ve denizde (Ege’de dahil) istediği yerde araştırma yapması gerekir. Burada “Kara sularının dışında kalan suların kime ait olacağı” meselesi hemen karşımıza çıkıyor. Yunanistan sahibi olduğu adaları bahane ederek Ege Denizi’ni parselleyip Amerikan petrol şirketlerine vermiş olması bizi yıldırmamalı. Ege Denizi’ndeki araştırmalara hız vermeliyiz. Nasıl olsa tarihi hatalar sebebiyle Yunanistan’ın sahip olduğu “Oniki Adalar”a bir gün sahip olacağız. Tarihimizin son yüzyılının ilk elli yılındaki hatalara, son elli yılda yenileri eklenmiştir. 1900’lerin Türkiye’si nasıl “Hasta Adam” olmuşsa, bugünün Türkiye’si de hastadır… Avrupanın temelini kendi kültür yapıları ve Hıristiyanlık teşkil etmektedir. Bugünkü müesseseleri, kanunları, iş ve ticaretleri kendi kültürlerinin boyasıyla renklenmiştir. Bazıları, Anadolu insanını da aynı boya ile renklendirmek istedi. Bu hareket tabanın desteğini bulamadığı için köksüz kaldı. Kendileri de sirk palyaçolarına döndüler. Bugünkü Türkiye, batı taklitçiliğinin verdiği aşağılık kompleksi ile; “medeniyet düşmanlığı-gericilik-çağdışılık” propagandaları altında uyutulmaya çalışılmaktadır. Kültür emperyalizminin şartlandırdığı kafalar bugün dışa bağımlıdır. Sermaye çevreleri batıya, aydın geçinenlerin çoğu komünizme şartlanmıştır…

25 Anadolu’nun milli ve manevi değerlerine bağlı kadrolarının artması ve teşkilatlanmaları karşısında; altı köşeliler, altı kazıkçılar korkun! BİTİRİRKEN ● ● Emperyalistlerin ve yerli kuklalarının maskeleri düşmüştür. Maskelerin arkasındaki hortlak yüzler sırıtmaktadır. Bu hortlaklar Anadolu Müslümanlarının uyanıp kalkınmalarını engellemek için son çabalarını sarf etmektedir… Harp tehditleri, şantajları, ambargoları, sokak çetecilikleri, sabotajları,… “İslâm Gençliğinin Dirilişi”ni engelleyemez. ● ● İçimizdeki kapitalistlerin, komünistlerin, ırkçıların çalışmaları, ekonomiyi tekellerine alan azınlıkların yarattığı ekonomik krizler, Anadolu’nun dirilişini engelleyemeyecektir… Yeter ki işlenen hataların doğurduğu zaman kaybı durdurulsun… ● ● Maddeye şekil verecek olan insan olduğuna göre; onun eğitimi ön plana alınarak el ele, omuz omuza verilip çalışılsın. Olgunluk, titizlik ve dikkat içinde “Büyük Hedef”e doğru emin adımlarla yürümeye devam edilsin. 1975 YILINDA VERİLEN SEMİNERİN SONU

26 BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI 2009 “Biz, ekonomik tetikçiler, küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız ve birçok farklı şekilde çalışırız. Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz, petrol gibi. Ardından Dünya Bankası veya onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız. Fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez. Ülke yerine o ülkede projeler yapan kendi şirketlerimize gider. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar… Bizim şirketlere ilâveten, o ülkedeki birkaç zengin insanın kâr sağlayacağı şeyler. Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar, yani bütün ülke bu borcun altına sokulur. Bu borç ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır… Geri ödeyemezler. Ardından, biz ekonomik tetikçiler gidip onlara deriz: “Dinleyin, bir sürü borcunuz var. Borcu ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın. Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin –Irak gibi-, veya bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin. Elektrik şirketlerini özelleştiririz. Sularını ve kanalizasyon sistemlerini özelleştiririz ve ABD şirketleri veya diğer çok uluslu şirketlere satarız. Bu, mantar gibi biten bir şey ve çok tipik, IMF ve Dünya Bankası bu şekilde çalışır. Ülkeyi borca sokarlar ve bu öyle büyük bir borçtur ki ödenemez. Ardından yeniden borç teklif edersiniz ve daha fazla faiz öderler. Koşullara bağlı veya iyi yönetim talep edersiniz. Aslında bu onların kaynaklarını satmalarını sağlar. Buna sosyal hizmetleri, teknik şirketleri, bazen eğitim sistemleri de dahildir. Adli sistemlerini, sigorta sistemlerini yabancı şirketlere satarız. Bu, ikili-üçlü-dörtlü bir darbedir!” John Perkins John Perkins (Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları) Bu seminerin verildiği tarih 1975’den günümüze (2009’a) gelinceye kadar tam 34 yıl geçmiş. ► Ben o yıllarda 28 yaşında iken bugün 62 yaşındayım ve o günün verileriyle yazdıklarım geçerliliğini bugünde (önemli oranda) koruyor. ► Çünkü genelde değişen bir şey olmadı… ● ● İçimizdekilerin ne yapıp ettiklerini görüyoruz… ● ● Dışarıdakilerin ne yapıp ettiklerini ise kendilerinden birinin itirafı ile örnekleyelim. YIL2009

27 Faydalandıklarıma teşekkürlerimle... Temmuz 2009


"Temmuz 2009. Bu 2. Bölümde: Emperyalistlerin Osmanlı – Anadolu Toprakları “Osmanlı – Anadolu Toprakları” üzerindeki eylemleri ele alınacaktır. NOT: Kullanılan." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları