Hafızlık ve Icazet Merasimi Kur’an’a Hizmette Samimi Ol Hedef: Allahın Kitabının Muhafızlığı İdris YAVUZYİĞİT idrisyavuzyigit@hotmail.com
Alimlerimiz kur’an-ı Kerimi şu şekilde tarif etmişlerdir: اَلْقُرْآنُ هُوَ النَّظْمُ الْمُنَزَّلُ عَلَى رَسُولِنَا اَلْمَكْتُوبُ فِى الْمَصَاحِفِ اَلْمَنْقُلُ عَنْهُ نَقْلًا مُتَوَتِرًا وَالْمُتَعَبَّدُ بِتِلَاوَتِهِ Kuran,Yüce Allah tarafından Arapça olarak efendimiz (sav)e peyder pey indirilen, (indirildiği andan itibaren) sahifelerde yazılan, mütevatir (yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayacak kadar çok kişi ile) bir yolla nakledilen, ve okunmasıyla ibadet edilen nazmıyla mucize bir kitaptır.
O, hak ile batılı ayırt eden bir söz, Allah’ın sımsıkı sarılması lazım gelen sağlam ipidir. O, allah’ın inzal buyurduğu kitapların en büyüğü, Benzeri bulunmayan bir nur, Nefisler için şifadır. Allah teâlâ, onu dertler için deva, Kalplerin pasını silmek için cila, Ders almak isteyenler için öğüt, Hak dava için hidayet rehberi, Abidler için feyz kaynağı kılmıştır. Kur’an, Günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiş, Ezberlenmesi en kolay olan ve yeryüzünde en çok ezberlenen, Peygamberimizin en büyük mucizesi ve en son ilahi kitaptır. Geldiği andan itibaren hem kendine inananların hem de inanmayanların ihtilaflarına çözümdür. Dinleyenleri huzur ve sükuna erdiren, Hem lafzıyla hem de manasıyla eşsiz bir kitap olup, Allah tarafından bizzat koruma altına alınmıştır.
Kur’anı Kerim göklere, dağlara, taşlara değil insana inmiştir. Kur’an-ı kerim, İtikat, İbadetler, İnsanlar Arası ilişkiler, alış-veriş, nikah vb. Muamelat konuları, Hukuk Kuralları dediğimiz Ukubat, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan Ahlak kuralları, Nasihat ve tavsiyer, İyi şeylerin karşılığında Mükafat, Kötü şeyler karşılığında Tehdit, Tarihi bilgiler ve örnekler, İlmi gerçekler, Dua ve zikirler gibi farklı pek çok konuda bilgiler içeren indiği dönemden kıyamete kadar gelecek toplumların sorunlarına çözüm üretecek evrensel ve mucize bir kitaptır. Kalplerin hayırlısı, onu hıfzeden dillerin hayırlısı, onu okuyan evlerin hayırlısı, ona mekan olandır. Kur’anı Kerim göklere, dağlara, taşlara değil insana inmiştir. “Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.” (HAŞR 21.) “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (AHZÂB 72)
Kur'an, yirmi üç yıllık peygamberlik süresince muhtelif vesilelerle Peygamberimize Hak katından Cebrâîl aracılığıyla indirilen ilâhi kelâmın adıdır. Hz. Peygamber zamanında vahiy kâtiplerince yazılan ve hâfız sahâbilerce ezberlenen ilâhî kelâm, Peygamber efendimizin vefatından sonra Yemame savaşında 70 kadar hafızın şehit edilmesi üzerine heyet toplanarak Hz. Ebubekir döneminde Kuran-ı Kerim sayfa sayfa toplanmıştır. Hz. Osman zamanında 7 adet çoğaltılarak İslâm memleketlerine gönderilmiş ve böylece lâfzıyla ve hattıyla koruma altına alınmıştır Bu Kur’an’lardan 3 tanesi Muhammed Hamidullah Hocamızın tespitine göre günümüze kadar ulaşmış ve İstanbul, Londra ve Taşkent müzelerinde bulunmaktadırlar.
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Kur’anı Kerim Allah tarafından kıyamete kadar koruma altına alınmıştır. إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (HİCR 9.) Hak Teala o kitabı kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde korumuştur. Kim onu ezberlemek suretiyle koruma şerefine nail olursa o, iki cihanda nimet verilenlerdendir. “Cennetin basamakları Kur’an ayetlerinin sayısı kadardır. Kur�an ehlinden kim cennete girerse ondan daha üstün hiçbir şey yoktur.”� (Hz. Aişe’den rivayet edilmiştir) İmam Muhammed Abduh der ki: �”Eğer Kur�an insanların kalplerinde ezberlenerek korunmasaydı ve bu yolla tevatüren gelmeseydi, müslümanların itibar edeceği bir Kur�an olmazdı, dinleri zayi olur ve ondan hiçbir şey kalmazdı.”�
Bir gün mevlana huzuruna bir hafızın geldiğini görünce hemen ayağa kalkar, hafızı baş köşeye oturtur ve sonrada şu değerlendirmeyi yapar: “Mushafı nasıl aziz tutmak, rahle ve kürsü üzerinde hürmet etmek gerekiyorsa, kalbinde ezberlediği kur’an’la dolaşan kimselere de aynı şekilde hürmet etmek ve saygı göstermek gereklidir.” “Üzerinde allah yazılı bir kağıt parçasını dahi yerden kaldırıyor, yüksek yerde muhafaza ediyoruz, ateşe atmaktan çekiniyoruz. Kur’an-ı ezberleyerek kalbine yazmış bulunan kur’an okuyucusuna allah’ın (cc) muamelesi nasıl olur sanıyorsun?” “Elbette ki allah (cc) da kelamını ezberlemiş olan kulunu ayak altına düşürmeyecek, cehennem ateşine atmayacak, hatta mahşerde şefaat etme hakkı da tanıyacaktır.” Kuran'ı ezberlemek müslümanlar üzerine farzı kifayedir. Yani bir belde de hafız (Kuran'ı ezberleyen) bir kişi bile olmazsa bütün belde halkı günahkar olur. Kişi veya kişilerin ezberlemesi ile bu yükümlülük diğerlerinin üzerinden kalkar. “Kurana kab olan bir kalbi Allah(celle celalüh) azaba uğratmaz..” Ebu Umame El Bahili “Allah(celle celalüh)'a yemin ederim,Kuran'dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, ondan mahrum olmaktan da daha fakirlik yoktur..” Hasan Basri(r.a)
Kur’an’ı okumayı ve ondaki hükümleri öğrenen ve onun emirlerine uyan her iki dünyada da hidayete erer: مَنْ قَرَأ القُرآنَ فاسْتَظْهَرهُ فَأَحَلَّ حَلَالَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ أدْخَلهُ اللّهُ تعالى بِهِ الْجَنَّةَ، وَشَفَّعَهُ في عَشَرَةٍ مِنْ أهْلِ بَيْتِهِ كُلُّهُمْ قَدْ وَجَبَتْ لَهُ النَّار. "Kim Kur'ân'ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır." (Tirmizî, Sevâbu’l-Kur'ân 13)
Kur’an okuyanın değeri dünyada yüksek olduğu gibi kıyamette de derecesi yüksek olacaktır: يُقَالُ لصاحِبِ القُرآنِ؛ اقْرَأْ وَارْقَ وَرَتِّلْ كَمَا كُنْتَ تُرَتِّلُ في الدُّنْيَا، فإنَّ مَنْزِلَتَكَ عِنْدَ آخرِ آيةٍ تَقْرَؤُهَا. "Kur'ân'ı okuyup ona sâhip çıkan kimseye (âhirette): "Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zirâ senin makamın, okuduğun en son âyetin seviyesindedir" denir.“ (Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 18; Riyazü’s Salihin, Hadis No:1003)
Kur’an dostları, Kur’an’ı hâfız olarak veya olmayarak okumaya devam eden, işlerini onunla düzene koyan, davranışlarını ona uygun yapan, onun ahlâkıyla ahlâklanıp, edebiyle edeplenen kimselerdir. Onlar okudukları ve hayat kitabı haline getirdikleri bu Kur’an sayesinde cennette üstün derecelere ulaşacaklar ve Allah’a yakın kullar arasına gireceklerdir. Kur’an cennetin nimetlerinden biri olup, dünyada bu yüce kitabı okuyanlara orada da arkadaş olacak, bu dünyada onu tertîl ile, yani kurallarına tam uyarak, diğer bir söyleyişle aynen Resûl-i Ekrem’den nakledilen şekliyle okuyanlar, cennette de öylece okuyacak, cennet ehli de kendilerini dinleyecektir. Sahâbe arasında Hz. Ebû Bekir’den daha hâfız olan, Kur’an’ı ondan daha çok okuyan kimseler vardı. Fakat Ebû Bekir, Allah’ı ve O’nun kitabını bilmede, onu düşünüp tefekkür etmede ve Kur’an’a göre hareket etmede onların hepsinden önde olduğu için, kesinlikle sahâbenin en faziletlisi idi. Bu sebeple, bir insanın okuduğu Kur’an’ın kalbine ve gönlüne hiçbir tesiri olmaz, onun davranışlarına Allah’ın kitabının hükümlerinden bir şey yansımaz, ahlâk ve edebini etkilemezse, böyle bir kimsenin âhirette kazanacağı üstün bir mertebe yoktur.
Irmak bir sudur, önünde durulmaz Her gece bir hatim okuyor bu hafız. Ama ameli pek gözükmüyor derler mevlanaya. Mevlana bu hafız hakkında şöyle der: demek ki cevizleri iyi soyuyor, güzel muhafaza ediyor, ama içindekinden haberi yok. Sadece kabukları korumakla meşgul. Irmak bir sudur, önünde durulmaz Hafızlık bir şereftir, herkese nasip olmaz. “Kurana kab olan bir kalbi Allah(celle celalüh) azaba uğratmaz..” Ebu Umame El Bahili “Allah(celle celalüh)'a yemin ederim,Kuran'dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi,ondan mahrum olmaktanda daha fakirlik yoktur..” Hasan Basri(r.a) Kuran'ı ezberlemek müslümanlar üzerine farzı kifayedir.Yani bir belde de hafız(Kuran'ı ezberleyen) bir kişi bile olmazsa bütün belde halkı günahkar olur.Kişi veya kişilerin ezberlemesi ile bu yükümlülük diğerlerinin üzerinden kalkar.
حملل قرأن حملل رايت اسلم من اكرمه اكرملله ومن احنه فعليه لعنتلله “Kur'an-ı kerim'i yüklenen kişi (hafız) islamın sancağını taşıyan kişidir. Herkim hafıza ikram ederse allah’a (c.C) ikram etmiş gibidir.Her kim hafızı küçük görürse hakaret ederse allah’ın laneti o kişi üzerinedir” (buhari) “Kur’ân bir zenginliktir ki, ondan sonra fakirlik olmaz (yâni ona sâhip olan en muazzam bir hazîneye sâhip olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur (yâni o ilâhî hazîne hiçbir maddî zenginlikle kıyas edilemez).” (Heysemî, VII, 158)
Hafızlar, Kur’an âşığı insanlardır Hafızlar, Kur’an âşığı insanlardır. Onların gönülleri Kur’an’la cilalanmıştır; nazarları Kur’an’ın nuruyla keskinleşmiştir. Hafızlar, zihinlerini ilahî kelamla süslerler. Her hayrın başı olan besmele, onların altın anahtarıdır. Kur’an sarayından içeri, ancak o altın anahtarla girilir. Hafızlık, manayla lafzın aynı gönülde birleştirilmesi, bir anlamda mayalanmasıdır. En iyi hafız, Kur’an’ın sadece lafzıyla değil, manasıyla da buluşmuş olan insandır. Zira Kur’an’ın manasıyla buluşmayan, onu içselleştirmeyen, gerçek anlamda Kur’an’la buluşmuş sayılamaz. Hafızlık bir gönül işidir; Kur’an sevgisini iliklerine kadar hissetmektir. Dünya ile olan ilişkilere belli bir mesafe koymaktır. Hiçbir dünyevî beklentisi olmadan dirsek çürütmektir. İnsanların kuştüyü yataklarında uyudukları bir zamanda, rahleyi önüne alıp gece yarılarına kadar Kur’an’la sırdaş olmaktır. Tefekkür edip gözyaşlarıyla temizlenmektir. Dağların taşıyamayacağı ağır bir yükü yiğitçe sırtlamaktır. Onun içindir ki yüce kelamın her harfi, onların kurtuluşu için şahitlik edecektir. Zira onlar, Kur’an’ın her bir harfini yüreklerine nakşetmişlerdir. Onlar, Kur’an’ın canlı şahitleridir. İlahî kelam, onların diline ne de yakışır. Hafızlık, çölde gül yetiştirmek kadar zahmetli olsa da onun kokusu Nebevî iklimlerden gelir. Hafızlar, zifiri karanlıklara doğan ayın on dördü gibidir. Hafızlar, geceyi aydınlatan kutlu kandillerdir. Gönül göğünün yıldızlarıdır onlar... Hafızlar, tüm engellere göğüs gerip ashabın nurlu yolundan gidenlerdir. Onlar, kutlu seherlerde bir güneş gibi doğarak dünyamızı ısıtırlar. Hafızların serdarı Resulullah Efendimiz “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve öğreteninizdir.” Diyerek, hafızlık müessesesini yüceltmiştir. Hafızlar, Resulullah Efendimizin sadık yoldaşlarıdır. Onların Kur’an’a yaptıkları hizmetlerinin mükâfatını Rabbimiz misliyle verecektir.
Ya Nebî, hani Bi'r-i Maune'de yetmiş Kur'ân muallimi şehit olmuştu da ağlamıştın, ashabın ağlamıştı; hıçkırıklarınız mescidi aşmıştı da Arş-ı Âlâ titremişti. Sen üzülme Ey Nebi! Nice yetmiş şehit verildi. Ama arşı titreten yüreğin serinlesin. Hıçkırıkların sürûra dönsün. Hâfızların ruhu şâd olsun. Bak ya Nebi nice hafızlar geliyor!.. Kur'ân için, Rabbimin rızası için, Senin yüzüne bir tebessüm olmak için, nice hafızların geliyor. Aç avucunu ey Nebî, sana geliyorlar; yer aç yanı başında sana geliyorlar!.. Asrın Kur'ân hâdimleri geliyor. Gelin hâfızlarımız, zamanın nabzına taptaze kan verin. Asrın çarkında çaresizce ezilen hasta ruhları kurtarın. Sizin gönüllerinizle bahar gelsin. Gözyaşlarınız nisan yağmuru olsun. Yıkasın asrın kirlenmiş dimağlarını, yeni bir asr-ı saadet sizinle gelsin. Feth-i mübîn sizinle gelsin.
Geliyor, Kur'an'ı kalbine indiren sultanlar geliyor. Geliyor, arşı titreten hafız-ı kelâmlar geliyor. Geliyor, zulmetin ateşini söndüren nağmeler geliyor. Geliyor, hastalara şifâ, dertlere dermanlar geliyor. Geliyor, göğsünde îmân, dilinde Kur'ân'lar geliyor. Geliyor, ruhların gıdasını kalbine indiren sultanlar geliyor. Gel Âişe'm, gel Fatıma'm, gel Amine'm gel!.. Belki sen tarihe yepyeni bir devir açacaksın. Âfâka güneş gibi nurlar saçacaksın. Sen Kur'ân'ı oku ki, şimşekler çaksın!.. Melekler bu halimize şahit olsun. Âmin sesleri Arş-ı Â'lâyı çınlatsın. Bu ne muhteşem zuhûr!.. Bu ne ilâhî takdir!.. Bu ne ulvî heyecan… Bu ne gönülden tekbir!.. Melekler mi inmiş semâdan yeryüzüne… Hâfızlar mı haykıran "Din, İslâm, Allâh bir!" diye … Kur'an ebedî risâletin teknesiydi, yolun mihengiydi, kalblerin özsuyuydu, damarda akan kan, gönüllerde dermandı. Rasulullâh da Kur'ân'a böyle baktı. Âyetlerin nüzûlünde heyecanlandı, onları ezberleyip yüreğine nakşetmek için telaşlandı. Hatta boncuk boncuk ter akıttı, mübarek alınlarından, hıfzetti her kelimesini, her âyetini… Ve bakınız nasıl taltif ediyor, ilki kendi olan hâfızlar zümresini: "Kur'ân-ı ezberleyerek okuyan hâfız, tıpkı vahiy getiren melekler gibidir!..“
Kur’anı Kerimin indirilişi bir rahmet ve şefkat tecellisidir. الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ “Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” İBRÂHİM 1.)
Efendimiz bir Hadiste şöyle buyurmuştur : إِنَّ هٰذَا القُرْاٰنَ مَأْدَبَةُ اللّٰهِ فَاَقْبِلُوا مَأْدَبَتَهُ مَااسْتَطَعْتُمْ إَنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ حَبْلُ اللّٰهِ الْمَتِينُ وَالنُّورُ الْمُبِينُ وَالشِّفَاءُ النَّافِعُ وَعِصْمَةٌ لِمَنْ تَمَسَّكَ بِهِ وَنَجَاةٌ لِمَنْ اِتَّبَعَهُ Efendimiz bir Hadiste şöyle buyurmuştur : “Gerçek bu kuran Allahın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiği kadar onun ziyafetini kabul edin. Muhakkak ki kur’an Allahın kopmaz ipidir. Apaçık nurdur. Faydalı bir şifadır. Kur’an kendine yapışana tam bir koruyucudur. Kendine uyana kurtuluş yoludur.”
Kuran hafızlarına saygı göstermek gerekir إِنَّ مِنْ إِجْلالِ اللَّهِ تعالى إِكْرَامَ ذى الشَّيْبةِ المُسْلِمِ ، وَحَامِلِ الْقُرآنِ غَيْرِ الْغَالي فِيهِ ، والجَافي عَنْهُ وإِكْرَامَ ذِي السُّلْطَانِ المُقْسِطِ Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Saçı-sakalı ağarmış müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla amel etmekten kaçınmayan Kur’an hâfızına ve âdil hükümdara saygı göstermek, Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve ta’zimden ileri gelir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 20, Riyazüs Salihin, C.2, S532)
Kuran okumayı, öğrenmeyi teşvik etmiş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını belirtilmiştir اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ ﴿١﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ ﴿٢﴾ اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ ﴿٣﴾ اَلَّذٖى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ ﴿٤﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ ﴿٥﴾ "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (Alâk, 96/1-5) قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ (Ey Muhammed) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” ( Zümer, 39/9.)
Ya öğreten ol, Ya öğrenen ol, Ya da ilmi seven ve destek olan ol. أَغْدِ عَالِمًا أَوْ مُتَعَلِّمًا أَوْ مُسْتَمِعًا أَوْ مُحِبًّا وَلا تَكُنْ الخْاَمِسَةَ فَتَهْلِكُ Ya öğreten ol, Ya öğrenen ol, Ya dinleyen ol, Ya da ilmi seven ve destek olan ol. Fakat beşincisi olma (bunların dışında kalma) helâk olursun." (Mecmeu'z-Zevâîd ve Menbeu'l-Fevâid, c. 1, s. 122.)
Peygamberimiz Her Vesile İle İlmin Üstünlüğüne Dikkat Çekmiştir Peygamberimiz Her Vesile İle İlmin Üstünlüğüne Dikkat Çekmiştir. Bir defasında Ebû Zer (r.a.)'a hitaben şöyle buyurmuştur: يَا أبَا ذَرٍّ! لَاَنْ تَغْدُو فَتَعَلَّمَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللّهِ، خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تُصَلِّيَ مِائَةَ رَكْعَةٍ. وَلَاَنْ تَغْدُو فَتَعَلَّمَ بَاباً مِنَ الْعِلْمِ، عُمِلَ بِهِ أَوْ لَمْ يُعْمَلْ، خَيْرٌ مِنْ أَنْ تُصَلِّىَ أَلْفَ رَكْعَةٍ. "Ey Ebu Zerr! Senin evden çıkıp Allah'ın kitabından bir ayet öğrenmen, senin için yüz rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır. Keza gidip ilimden bir bab (mevzu) öğrenmen -ki bu işle amel edilsin veya edilmesin- senin için bin rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır." (İbn Mâce, Mukaddime, 16)
Ebu hureyre (R.a.)’dan rivayetle, Peygamberimiz Kuran sohbetlerine ve derslerine katılanlar için şöyle buyurmuştur: مَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ فٖي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللّٰهِ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَيَتَدَارَسُونَهُ فِيمَا بَيْنَهُمْ إِلّٰا نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ الَّسكِينَةُ وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَحَفَّتْهُمُ الْمَلٰائِكَةُ وَذَكَرَهُمُ اللّٰهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ “Herhangi bir topluluk Allahın evlerinden birinde toplanır, kuranı okurlar ve aralarında müzakere ederlerse mutlaka, üzerlerine kalp huzuru, gönül ferahlığı iner. Allahın rahmeti kendilerini kaplar, melekler kendilerini kuşatır ve Allah ta onları kendi katındakiler içerisinde anar.“ (Terğib ve terhib, C.3, S. 262)
Ukbe b. Amir (R.a.)’dan rivayetle, Biz suffedeyken Peygamber (s.a.v.) yanımıza çıktı ve Kurandan bir şeyler öğrenmenin önemini şöyle ifade etmiştir: أَيُّكُمْ يُحِبُّ أَنْ يَغْدُوَ كُلَّ يَوْمٍ إِلٰى بُطْحَانَ أَوْ إِلٰى الْعَقِيقِ فَيَأْتٖي مِنْهُ بِنَاقَتَيْنِ كَوْمَاوَيْنِ فِي غَيْرِ إِثْمٍ وَلٰا قَطِيعَةِ رَحْمٍ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اِلله كُلُّنَا نُحِبُّ ذٰلِكَ قَالَ أَفَلٰا يَغْدُو أَحَدُكُمْ إِلٰى الْمَسْجِدِ فَيَتَعَلَّمَ أَوْ فَيَقْرَأَ آيَتَيْنِ مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ خَيْرٌ لَهُ مِنْ نَاقَتَيْنِ وَثَلٰاثٍ وَأَرْبَعٍ خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَرْبَعٍ وَمِنْ أَعْدَادِهِنَّ مِنَ الْإِبِلِ “Hergün günah işlemeksizin ve akrabalık bağlarını koparmaksızın Buthan’a veya Akik’a kadar gidip oradan çift hörgüçlü iki dişi deve getirmeyi hanginiz sever.” buyurdu. –Ya Resulellah! Bunu hepimiz severiz.-”O halde birinin mescide gidip orada Allahın kitabından iki ayet öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet, onun için üç deveden, dört ayet, onun için dört deveden, ve böylece ayetlerin sayısı, kendi sayısı kadarki develerden daha hayırlıdır.” (Terğib ve terhib, C.3, S. 263)
Ebu Musa el-Eş’ari (R. a. )’dan rivayetle, Peygamber (s. a. v Ebu Musa el-Eş’ari (R.a.)’dan rivayetle, Peygamber (s.a.v.) Kuran okuyanla okumayanı birbirinden şu şekilde ayırmıştır: مَثَلُ الْمُؤْمِنِ الَّذِي يَقْرَأُ الْقُرْآنَ مَثَلُ الْأُتْرُجَّةِ رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا طَيِّبٌ وَمَثَلُ الْمُؤْمِنِ الَّذِي لَا يَقْرَأُ الْقُرْآنَ كَمَثَلِ التَّمْرَةِ لَا رِيحَ لَهَا وَطَعْمُهَا حُلْوٌ وَمَثَلُ الْمُنَافِقِ الَّذِي يَقْرَأُ الْقُرْآنَ مَثَلُ الرّيْحَانَةِ رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا مُرٌّ وَمَثَلُ الْمُنَافِقِ الَّذِي لَا يَقْرَأُ الْقُرْآنَ كَمَثَلِ الْحَنْظَلَةِ لَيْسَ لَهَا رِيحٌ وَطَعْمُهَا مُرٌّ “Kur’an okuyan Mümin, kokusu hoş ve tadı güzel portakal gibidir. Kur’an okumayan Mümin de tadı güzel olup kokusu olmayan kuru hurma gibidir. Kur’an okuyan Münafık, kokusu güzel ve tadı acı olan reyhane bitkisi gibidir. Kur’an okumayan Münafık ise kokusu olmayan ve tadı acı olan Ebu Cehil karpuzu gibidir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 17; Terğib ve terhib, C.3, S. 265)
Kur’an’dan bol nasip alan kimseler mü’minler, nasibi olmayanlar ise münâfıklardır. Bazılarının sadece dış görünümlerine bakarak Kur’an’ın tesiri altında kalmış olabileceklerine hükmedilir; oysa iç dünyalarına Kur’an’ın hiçbir tesiri yoktur. Kur’an okudukları görülür, fakat okudukları Kur’an’a yaşadıkları hayatta hiç yer vermezler. Bu sınıfı teşkil edenler riyâ ve gösteriş ehli olan, kendilerinde nifak belirtisi bulunan kimselerdir. Bir kısım insanlar da bunun aksinedir: Kur’an okuduklarını görmeyiz, gerçekten de okumayı bilmezler, fakat iç dünyalarında ve yaşayışlarında Kur’an’ın etkisi hemen göze çarpar. Kur’an’a ve emirlerine karşı son derece saygılı ve hassastırlar. Bunlar da Kur’an okumayan, okuyamayan fakat öğretildikleri ve eğitildikleri nisbette İslâm’ı kendilerine hayat tarzı edinmiş mü’minlerdir. Onlara düşen en önemli görev, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, önlerine çıkan ilk fırsatta Kur’an okumayı öğrenmek olmalıdır.
طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ İlim Öğrenmek Herkese Farzdır طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17) İnsanların en hayırlıları Kur’anı Kerime hizmet eden, öğrenen, öğreten, bu hususta emek sarf edenlerdir. خَيركُم مَنْ تَعَلَّمَ القُرْآنَ وَعلَّمهُ “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”
Çünkü kuran, insanın hayatının merkezindedir. Hayatımızda kurana en değerli zamanımızı ayırmalıyız. Kur’ân’ı öğrenmek ve anlamak için sarf ettiğimiz zaman bizim için en değerli zamandır. Çünkü kuran, insanın hayatının merkezindedir. Ömrümüzün, yaşadığımız hayatın olumlu veya olumsuz olarak şekillenmesinde son derece önemli rol oynar.
Kur’an okuyanına şefaat edecektir اِقْرَؤُا الْقُرْآنَ فَإِنَّهُ يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ شَفِيعاً لِأَصْحَابِهِ “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Terği ve Terhib, C.3, S.267) اَلْقُرْآنُ شَافِعٌ مُشَفَّعٌ وَمَاحِلٌ مُصَدَّقٌ مَنْ جَعَلَهُ أَمَامَهُ قَادَهُ إِلَى الْجَنَّةِ وَمَنْ جَعَلَهُ خَلْفَ ظَهْرِهِ سَاقَهُ إِلَى النَّارِ “Kur’an- kerim şefaat eder. Şefaati kabul edilir. Savunucudur, savunması tasdik edilir. Kim onu önünde tutarsa, kendisini cennete sevkeder. Kimde onu arkasına iterse, kendisini cehenneme sevkeder.” (Terği ve Terhib, C.3, S.267)
بِئْسَمَا لِاَحَدِهِمْ يَقُولُ نَسِيتُ آيَةَ كَيْتَ وَكَيْتَ بَلْ هُوَ نُسِّيَ اسْتَذْكِرُوا الْقُرْآنَ فَلَهُوَ أَشَدُّ تَفَصِّيًا مِنْ صُدُورِ الرِّجَالِ مِنَ النَّعَمِ بِعُقُلِهَا “Kur’an-ı ezbere bilenlerden birinin, şu, şu ayetleri unuttum demesi ne kadar kötü şeydir. Fakat unutturuldu denilmelidir. Kuranı daima tekrarlayınız. Zira kuranın hafızların gönüllerinden kaçması, devenin bağlarından boşalıp kaçmasından daha kuvvetlidir.” (Terği ve Terhib, C.3, S.290)
إنَّ الَّذي لَيس في جَوْفِهِ شَيْءٌ مِنَ القُرآنِ كالبيتِ الخَرِبِ “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Riyazü’s Salihin, Hadis No:1002) Süsü, ziyneti, eşyası ve bakımı olmayan, imar edilmeyen ev harap bir evdir. Harap bir evin ise ona bakan insanlar için cazibesi, oturmak isteyen için de bir değeri yoktur. Kalbinde, yani ezberinde Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı olmasa da, birkaç cüzü veya birkaç sûresi, bu da mümkün değilse ibadet ve tâatini yerine getirmeye yetecek kadar bir miktar bulunmayan kimse, o terkedilmiş, işe yaramayan ve değer verilmeyen harap eve benzer. Kalbin ve gönlün süsü, ziyneti doğru inançlar, güzel düşüncelerdir. Bunları sağlayan ise Kur’an’dır. Kur’an’ın hıfzına, anlayışına, ilmine ve ahlâkına sahip olan mü’min, fazîlet ehlinden sayılır.
اَكْثِرُوا مِنْ تِلَاوَةِ الْقُرْاٰنِ فَى بُيُتِكُمْ فَإِنَّ الْبَيْتَ الَّذِى لَايُقْرَأُ فِيهِ الْقُرْاٰنُ يَقِلُّ خَيْرُهُ وَيَكْثُرُ شَرُّهُ وَيَضِيقُ عَلٰى اَهلِهِ “Evlerinizde çok çok kuran-ı kerim okuyunuz. Zira kuran okunmayan evde hayır az, şer çok olur. O ev halkı daima sıkıntı içindedir (huzursuzdur)” (Muhtarul Ehadis, s. 27)
Kur’an okunmayan evler kabre benzetilmiştir لا تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ مَقَابِر ، إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْفِرُ مِن الْبيْتِ الَّذي تُقْرأُ فِيهِ سُورةُ الْبقَرةِ Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.” (Riyazü’s Salihin, Hadis No:1020) Kabirler, içinde insan olduğu halde, dıştan bakanlar için hiçbir hayat eseri görülmeyen mekânlardır. Çünkü oradaki insanlar ölüdürler. Peygamberimiz, içinde Kur’an okunmayan, namaz kılınmayan, Allah’ın adı anılmayan evleri, içinde canlılık eseri görülmeyen kabirlere benzetmiştir. Müslümanları, evlerini bu hale çevirmemeleri konusunda uyarmıştır. Şayet bir ev bu halde ise, o ev kabir, onun içinde yaşayanlar da diri değil ölü hükmünde olurlar.
Kur’an okumanın sevabı hususunda منْ قرأَ حرْفاً مِنْ كتاب اللَّهِ فلَهُ حسنَةٌ ، والحسنَةُ بِعشرِ أَمثَالِهَا لا أَقول : الم حَرفٌ ، وَلكِن : أَلِفٌ حرْفٌ، ولامٌ حرْفٌ ، ومِيَمٌ حرْفٌ İbni Mes’ûd radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Riyazü’s Salihin, Hadis No:1001)
إِنَّ اللّٰهَ يَرْفَعُ بِهٰذَا لْقُرْآنِ الْكِتَابِ اَقْوَامًا وَيَضَعُ بِهِ اٰخَرِينَ “Allah bu kitapla (Kuran) bazı kavimleri yüceltir, diğer bazılarını da alçaltır.” (Safvet’üt Tefasir 3/345) Kur’an’la yükselenler, ona inanan, şânını yücelten, onunla amel eden, hayatlarını Kur’an’ın emir ve yasaklarına göre tanzim edenlerdir. Allah Teâlâ onlara bu sayede dünyada mutlu bir hayat nasip eder, âhirette de onları kendilerine nimetler ihsan ettiği kullarından kılar. Bunun aksine hareket edenleri ise alçaltır, kemâl mertebesinden alaşağı eder. الَّذِي يَقرَأُ القُرْآنَ وَهُو ماهِرٌ بِهِ معَ السَّفَرةِ الكرَامِ البررَةِ ، والذي يقرَأُ القُرْآنَ ويتَتَعْتَعُ فِيهِ وَهُو عليهِ شَاقٌّ له أجْران “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır.”(Terği ve Terhib, C.3, S.266)
Kur’an’ı gereği gibi güzel okumak, bu konuda maharetli olmak öncelikle iyi ve mükemmel hâfız olmakla mümkündür. Çünkü hâfız olanlar, Kur’an okurken hiçbir güçlük çekmezler. Kur’an’da mâhir olanların vasıflarını şöylece sıralamak mümkündür: Kur’an’ı iyi hıfzeden, onun öğretimini yerine getiren, lafızlarının ve harflerinin tecvidini hakkıyla yapan, nerede başlanıp nerede durulacağını bilen, kıraatinin rivayetini iyi zapteden, i’râbının ve lügatlarının vecihlerini anlayan, Kur’an’ın nâsih ve mensûhunu derinlemesine bilen, tefsir ve te’vilinden nasibini yeterince alıp, onun naklini birtakım re’y ve görüşlerden koruyan, Peygamber Efendimiz’in Kur’an’la ilgili tavsiyelerini iyi bilen, son derece vakarlı, haya duygusuna sahip, âdil, dikkatli, Allah’tan korkan, dünyaya değer vermeyen, Allah’a yakın olan, kendisine müracaat edilen, güvenilen, sözlerine uyulan ve davranışlarına uymakla hidayete ulaşılan kimselerdir.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ “Ey iman edenler kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında iri gövdeli, sert yapılı Allah’ın kendilerine emrettiklerine isyan etmeyen ve emr olunduklarını yapan melekler vardır.” (Tahrim,66/6)
وَلاَ تُلْقُوا بِاَيْدِيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ وَاَحْسِنُوا اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ “(Dünyaya dalıp da âhireti bir tarafa bırakarak) kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” (Bakara 2/195)
Erendimiz (sav) buyurdular ki: مَنْ قَرَأَ الْقُرْآنَ وَتَعَلَّمَ وَعَمِلَ بِهِ أُلْبِسَ وَالِدَاهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تَاجًا مِنْ نُورٍ ضَوْؤُهُ مِثْلُ ضَوْءِ الشَّمْسِ وَيُكْسَى وَالِدَاهُ حُلَّتَيْنِ لَا يَقُومُ لَهُمَا الدُّنْيَا فَيَقُولَانِ بِمَ كُسِينَا هٰذَا فَيُقَالُ بِأَخْذِ وَلَدِكُمَا الْقُرْآنَ “Kim kuranı öğrenir, okur, onunla amel ederse, kıyamette anne ve babasına nurdan bir taç giydirilir. Onun ziyası güneş misalidir. Anne ve babasına iki hulle giydirilir ki dünya malı onun yanında hiç kalır. Onlar: ne karşılığında bunlar bize giydirildi? diye sorarlar. Onlara: Çocuğunuzun kuran okuması sebebiyle” denir.” (Et Terğib ve’t Terhib C.3, S.277)
Eskiden her evde bir kuran mektebi vardı Eskiden her evde bir kuran mektebi vardı. Baba oğluna, anne kızına, dede torunlarına kuran öğretme gayretinde olurdu. Müslüman olupta kuran okuma bilmeyenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Günümüzde öylemi?..... Kurana saygı azaldıkça, evlerde kuran okunmamaya, çocuklara öğretilmemeye başlayınca huzursuzluklar çoğalmaya başladı. Ruhsal ve psikolojik bunalımlarımız arttı. Bunun önüne geçilememektedir. Ekonomik refah artmasına rağmen mutlu insanlar azalmaya devam ediyor. Evinde kuran sesleri olmayan, hanesinde kuranla amel edilmeyen, kuranla feyizlenmeyen bir ev nasıl olur…?
(Ramuz’ul Ehadis s. 196, hadis 2.) “Bir evde kuran okunduğunda melekler hazır olur. Şeytanlar, çekilip gider. ev halkına genişlik ve huzur hasıl olur ve hayr çok, şer az olur. Bir evde kuran okunmadığında ise , orada şeytanlar hazır olur, melekler bulunmaz. Ev halkına darlık (huzursuzluk) gelir, hayr azalır ve şer çoğalır.” (Ramuz’ul Ehadis s. 196, hadis 2.)
اَلْغُرَبَاءُ فِى الدُّنْيَا اَرْبَعَةٌ قُرْآنٌ فى جَوْفِ الظَّالِمِ وَمَسْجِدٌ فِى نَادِى قَوْمٍ لَا يُصَلُّونَ فِيهِ وَمُصْحَفٌ فى بَيْتٍ لَايُقْرَءُ فِيهِ وَرَجُلٌ صَالِحٌ مَعَ قَوْمِ سُوءٍ Efendimiz buyurdular ki: “Dünyada garip olan dört şey vardır. Zalimin ezberinde olan kuran,bir kavmi çağırdığı halde içinde namaz kılınmayan mescit, bir evde olup ta okunmayan kuran ve kötü bir kavm içinde yaşamaya çalışan salih bir adam”
سِتَّةُ اَشْيَاءَ هُنَّ غَرِيبٌ فِي سِتَّةِ مَوَاضِعَ اَلْمَسْجِدُ غَرِبٌ فِيمَا بَيْنَ قَوْمٍ لَا يُصَلُّنَ فِيهِ وَالْمُصصْحَفُ غَرِيبٌ فِي مَنْزِلِ قَوْمٍ لَا يُقْرَؤُونَ فِيه وَالْقُرْأَنُ غَرِبٌ فِي جَوْفِ الْفَاسِقِ وَالْمَرْاَةُ الصَّالِحَةُ غَرِيبَةٌ فِي يَدِ رَجُلٍ ظَالِمٍ سَيِّئِ الْخُلُقِ وَالرَّجُلُ الْمُسْلِمُ الصَّالِحُ غَرِيبٌ فِي يَدِ امْرَأَةٍ رَدِيَّةٍ سَيِّئَةِ الْخُلُقِ وَالْعَالِمُ غَرِيبٌ بَيْنَ قَوْمٍ لَا يَسْمَعُونَ إِلَيْهِ ثُمَّ قَالَ إِنّ الّلَهِ لَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ نَظَرَ الرَّحْمَةِ Peygamberimiz (SAV): “6 şey 6 yerde gariptir” Mescid, namaz kılmayan insanların yanında; Mushaf, okunmayan evde; Kur’an, fasık kişinin kalbinde; Müslüman ve itaatli saliha kadın, kötü huylu, zalim bir adamın nikahında; Müslüman ve iyi huylu bir adam, kötü huylu ve itaatsiz bir kadının yanında; Alim, kendisini dinlemeyen bir kavmin arasında gariptir. Allah böyle kimselere kıyamet gününde rahmet nazarı ile bakmaz.” (Güzel vaazlar, c.1,s.46)
Kur’an, dünyada kendisine hürmet gösterip amel edenlerle dostluğunu ebedi alemde de sürdürecektir. Malik B. Dinar Hz. Şöyle demiştir: “Ey Kur’an ehli! Kur’an kalplerinize ne ekti? Yağmur, yer yüzünün baharı olduğu gibi, kuran da kalplerin baharıdır.” Mevlana Hz. Şöyle demiştir: “Kur’an-ı okurda, ahkamı celilisini tutmazsan enbiya ve evliyayı şahsen görmüş olsan bile sana fayda vermez.”
لا حَسَدَ إلاُّ في اثنَتَيْن : رجُلٌ آتَاهُ اللَّه القُرآنَ ، فهوَ يقومُ بِهِ آناءَ اللَّيلِ وآنَاءَ النَّهَارِ ، وَرجُلٌ آتَاهُ اللَّه مالا ، فهُو يُنْفِقهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النهارِ “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Riyazü’s Salihin, Hadis No:999; Terği ve Terhib, C.3, S.270)
İslâm âlimleri ise hasedin iki anlamı olduğunu söylemişlerdir İslâm âlimleri ise hasedin iki anlamı olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan biri gerçek anlamı, bir diğeri mecâzî anlamıdır. Gerçek anlamı: Bir kimsenin sahip olduğu nimetin, o kişinin elinden çıkıp yok olmasını temenni etmektir. Bu davranışın haram olduğunda, gayet açık ve sahih nasların ışığında, bütün müslümanların icmâı vardır. Bu sebeple de dinimizde yasaklanmış olup, büyük günahlardan ve kötü huylardan sayılır. Hasedin mecâzî anlamı ise; gıpta etmek, imrenmektir. Bu da, başkasının sahip olduğu bir nimetin, onun elinden çıkıp yok olmasını istemeksizin, aynı nimetin bir benzerenin kendisinde de olmasını temennî etmektir. Şayet bu gıpta ve temennî, meşrû olan işlerle alâkalı ise mubah, Allah’a itaat kabilinden şeylerle alâkalı ise müstehaptır. Dolayısıyla ilk mânasındaki gibi kınanan, dinimizce yasaklanmış ve haram kılınmış olan bir davranış değildir. Bu hadisimizde kastedilen haset, gıpta, imrenme anlamında olan ve dinimizce meşrû görülendir. Bir kimsenin gece gündüz Kur’an’la meşgul olması demek, günün belli zamanlarında okuması, hıfzetmeye çalışması, bunun yanında ve daha da önemli olarak Kur’an’ın hükümlerini ve anlamlarını düşünmesi, emirleri ve nehiyleri çerçevesinde bir hayat geçirmesi, onunla namaz kılması, dua etmesi, ahlâkıyla ahlâklanıp, edebiyle edeplenmesi gibi bütün alanları kapsayan, ama her halde Kur’an doğrultusunda bir ömür sürmesi demektir.
Kur’an’ı gör, onunla ilişkini diri tut, ona sahip ol, onu çocuklarınla geleceğe taşı, yaşa, yaşat, çoğalt, hem kendi hayatını, hem aileni Kur’an’la buluştur... Neslimizi, Kur'an'la tanıştırmak, konuşturmak, buluşturmak ve kaynaştırmak hepimizin temel görevidir. Kur'an'ı öğrenmek, bilmek, okumak ve sevmek her Müslüman çocuğun ve gencin vazgeçilmez hakkıdır.
Kurana göre hayat yaşamak zorundayız. وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرٖينٌ وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبٖيلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ “Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf 36,37) فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذٖى اُوحِىَ اِلَيْكَ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ “Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. ” (Zuhruf 43)
Kab’ul Ahbar şöyle demiştir: اَلْحُصُونُ لِلْمُؤْمِنِينَ مِنَ الشّيْطَانِ ثَلَاثٌ اَلْمَسْجِدُ حصْنٌ وَذِكْرُ اللّٰهِ حصْنٌ وَقِرَاءَةُ اْقُرْآنِ حصْنٌ Kab’ul Ahbar şöyle demiştir: “Şeytana karşı müminlerin 3 kalesi vardır. Cami bir kaledir. Allah!ı zikretmek bir kaledir. Kuran okumak bir kaledir.”
Efendimiz bir Hadiste şöyle buyurmuştur : إِنَّ الْميِّتَ يُوضَعُ فِ قَبْرِهِ فَيَأْتِيهِ مَلٰئِكَةُ الْعَذَابِ مِنْ جِهَةِ رَأْسِهِ فَيَدْفَعُهَا اَلْقُرْآنُ Efendimiz bir Hadiste şöyle buyurmuştur : “Ölü mezara konunca başının tarafından kendisine yaklaşan azap meleklerine okumuş olduğu kuran karşı durur.” Kur’an nurdur. Kalbimiz, Ahiretimiz, cennetimiz onunla aydınlanacağı gibi dünyamızda onunla aydınlanacaktır. Zira insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaran kurandır. Kur’an okumuşsan, dinlemişsen, hükmüyle amel etmişsen kalbin onunla, gönlün onunla, kabrin onunla aydınlanacaktır.
Kur’anı okumaktan maksat onu anlamak, onu anlamaktan maksat da ona uymak, ahkamı ile amel etmek, gösterdiği yoldan yürümek, hasılı Kur’an’ı yaşamaktır. Onu okurken tefekkür etmek ve bize söylemek istediği ilkeleri iyi kavramak gerekir. Çünkü Kur’an’ın emir ve yasakları tüm insanlığın mutluluğuna yönelik hükümler içerir. Sadece tilavetle yetinmek ve ne söylediğine önem vermemek, ondan beklediğimiz faydayı bize sağlamayacaktır. Bitmez tükenmez bir ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur’an, nuru ile alemleri aydınlatan, ruhlara şifa veren, insanların güçlü bir vicdana, sağlam bir imana sahip olmasına vesile olan, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır. Bu itibarla hayatın manasını anlamamız, iyi bir mü’min olmamız, hayatın çilelerini ve sıkıntılarını göğüsleyebilmemiz için Kur’an’a yönelmemiz ve ondan öğüt almamız gerekir. İnsanlık ne zaman Kur’ana yönelmiş, onu rehber edinmiş ise, kişi ve toplum olarak huzura kavuşmuş, ileri medeniyetlere sahip olmuştur. Mü’minler olarak Kur’an’ın ilahi mesajına kulak verelim, onu okuyalım, anlayalım ve yaşayalım. Allah’ın rahmetine, dünya ve ahiret saadetine kavuşmanın yolunun Kur’an’ı anlamak ve yaşamakla mümkün olacağını bilelim.
CUMBALI KONAKTA BİR DİLBER Fatih’te bulunan İsmetullah Efendi Dergah’ındaki şeyhliği döneminde Merhum Mehmet Zahit Koktu, Mahmut Efendi, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi, Alvarlı Mehmet Efendi ve Hasib Efendi gibi nice meşhur ve maruf /bilinen/ isimlerin kendisinden, sohbetlerinden feyz alıp yararlandığı bir Allah dostunu yâd edeceğim. Ali Haydar Efendi, Ali Haydar Efendi, İstanbul Süleymaniye’deki Meşihat dairesinde “Fetva Emini” olarak görev yapmaktadır. Henüz genç bir delikanlıdır. Evinden işine gidip gelirken cumbalı bir konağın camında bir dilbere gözü ilişiverir bir gün. Ve gayri ihtiyari bu güzele âşık oluverir. Sanki bir civa gibi gönlü o güzel kıza akıverir. Artık bundan böyle onun tüm dünyasını o güzel gözlü kız işgal eder. Kalbinde o, ruhunda o, düşünce dünyasında hep o vardır. Kendi kendine der ki: “Benim ilmi kariyerim, mevkiim ve çevrem bu kızla izdivaç etmem için yeterlidir.” Ve yakinen tanıdığı insanları bu köşke dünür olarak gönderir. Gönderir ama gelen haber hiç de iç açıcı değildir: “İlmi seviyesi ne olursa olsun, ailesinin soyunu sopunu bilmediğimiz bir yabancıya kız veremeyiz,” der kız tarafı. Ama gönül bu, ferman dinler mi hiç. Her geçen gün delikanlının bu dilbere duyduğu aşk durmaksızın artar. Aklı, fikri hep o kızdadır. Galiba “kara sevda” dedikleri şey buydu. Genç Sevdalı, kızı birkaç kez istetmesine rağmen emeline nail olamaz. Bir gün kendi kendine şöyle seslenir: “Ali Haydar! Sen bu kızı alabilmek için hayatta olan ve de tanınmış insanları aracı olarak gönderdin. Ama olumlu bir sonuç alamadın. Bir de, dünya ile ilişkisi kalmamış ve türbeleşmiş Allah dostlarının aracılığı ile istesen ne olur?”
Evet, artık âşık, maşukuna kavuşmak için türbe türbe dolaşmaya başlar Evet, artık âşık, maşukuna kavuşmak için türbe türbe dolaşmaya başlar. Her türbenin başına vardığında iki gözü iki çeşme bir halde dudaklarından şu cümleler dökülür: “Ey yüceler yücesi Rabb’imin sevgili ve hatırlı kulu! İçimde beni yakan bir arzum var. Bu arzuma kavuşmam için Yüce Rabbime sizler aracı olunuz, himmet buyurunuz da bu kızla izdivaca nail olayım.” Derken bir gün de, Eyüp Sultan Camiine gider. İkindi namazını kılıp bir kenara çekilir. Kendi ifadesiyle aynen şu cümlelerle yalvarış ve yakarışta bulunur: - “ Ey Resulullah Efendimizin şanlı mihmandarı! Allah Teâlâ’nın katında artık senin niyazın da mı geçmiyor?...” Bunları söylerken kendinden geçen Haydar Efendi, karşısında hayal meyal beyaz sakallı bir pir-i Fani’yi görür. Bu nur yüzlü adam, delikanlıya der ki: “ Evlâdım! Sen, görür görmez hemen aşık oluverdiğin bir kızla evlenmek istiyorsun. Oysa senin, ilim tahsili yolunda önemli bir eksiğin var. Müderrissin, ama hafız değilsin. Hafızlığını ne zaman bitirirsen o kız senin olacaktır inşallah.” Ali Haydar, hayal mi görüyordu? Hayır, bu gördükleri hallüsilasyonik bir hal olamazdı. Çünkü bu yaşlı adam kısa süre içinde üç kez karşısına çıkmış ve aynı cümleleri söylemişti. Emeline nail olması için hafız olması gerektiğini söylemişti. Akşam namazına henüz üç saat vardı. Delikanlı yan tarafında bulunan Kur’an’ı eline aldı ve hemen oracıktaki rahlenin önüne oturdu. Başladı ezber yapmaya. Çok ilginçtir ki, bu süre zarfında bir cüz yani yirmi sayfa ezberleyivermişti. Eğer bu tempoyla giderse bir iki haftada Kur’an’ın tamamını ezberler ve kısa zamanda emeline nail olurdu. Ama gel gör ki, evdeki hesap çarşıyı tutmadı. Hafız olmak onun tam bir yılını aldı. Üç saatte bir cüz ezberleyen delikanlı, iki sayfayı bir günde ezber edemez oldu. Bir de Kur’an’ı ezberledikçe aşkını unutur olmuştu. Bir köşkün camındaki dilber için atan kalp, sanki onun kalbi değildi artık.
Bu gönül hikâyesi, “Her İlâhi aşk, bir beşeri aşk ile başlar,” diyenleri haklı çıkarıyor mu dersiniz? Şeyhler şeyhi Ali Haydar Efendi, emeline nail olabilmek için türbelerden değil de, ihlâs ile Rabbinden talepte bulunmayı sürdürse idi, aracısız, vasıtasız Rabbine yönelseydi belki bu acıları çekmez ve maşukuna kavuşurdu mu dersiniz? Veya: “Aşk işi, akıl işi değildir, gönül işidir, nasip ve kısmet işidir. Eğer nasibinde olsaydı, dağın altında bile olsa gelir kısmeti onu bulurdu,” deyip; “Nasibüke yüsîbüke velev kâne tahtel cebel” şeklindeki Arap özdeyişini mi hatırlarsınız? Yoksa: “Beşeri aşkların narında pişerek, İlâhî aşkın nuruna gark olmanın somut bir örneği budur” şeklinde bir kanaata mı sahip olursunuz? (Şeyhlerde Aşık Olabilir Şerif Ali MİNAZ )
EĞER BENİ HAFIZ YAPMAZSANIZ!... İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda: "-Fatıma" dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla... Ve ekledi: "-Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak istemiyorum." Böyle tehdit edercesine konuşması, onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle: "-Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da yaparız, hoca da!" O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi: "-Hocahanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın. İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamber Efendimiz, "Hâfız olanlara cennette taç giydirilecek!" buyurmuşlar herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk anladık!“ Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim: "-Tabii teyze, ne demek! Keşke herkes sizin gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim olsa...Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce Allah'a sonra bize emanet!.." Kadıncağız elime yapıştı. Öpecekken ellerimi geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı. "-Hocahanım bu eller, gözler hep günahlı, asıl sizinkiler öpülmeye layık!..“ "-Estağfirullâh teyze!" dedim . "O âhirette belli olur." Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda FatÎma'nın Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm. "-Küçük nasıl kalacak, bu kadar uzaklarda..." Zaman ilerledikçe FatIma'nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip çeşitli sorular soruyordu. Birgün: "-Hocam hâfız olmak için Kur'ân'ı bitirmek mi lazım?" diye sordu. Ben de: "-Tabii ki hepsini ezberleyeceksin ki, "hâfız" adını alacaksın.“ Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti. Derslerim arasında onlara sürekli Kur'ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri: "-Hocam" dedi. "Fatıma'nın annesi, abdestli olmayanların hâfızlara dokunamayacağını söylemiş. Bu doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginçti doğrusu. İçimden "mâşallâh. " dedim Çok ilginçti doğrusu. İçimden "mâşallâh!" dedim. Ve onların sorularına da cevap vermek için, "Osmanlı zamanında atalarımız Kur'ân'a ve hâfıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış." dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi âdetâ kendilerini ulaşılması zor, vitrindeki altın gibi görüyorlardı. "Görsünler" dedim kendi kendime... Bu yaşta, buralara gelmişler. Allah'ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu. Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Fatıma'nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Birgün dersini 2 kez aksatınca sormak zorunda kaldım: "-Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?" Sert bir şekilde bana döndü. Solgun yüzüne bir ciddiyet gelmişti: "-Hayır", dedi. "-Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da hasta oluyorsun!" dedim. Yalvarır gibi oldu. Gözleri dolmuştu: "-Yanlış anlamayın, inanın ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allâh'ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem, bana âhirette hesabını sormaz mı?" Dilim dudağım bağlandı. Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim, kendimi. O küçük kalbte bu ne îmandı, Yâ Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum. Birgün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra, arkadaşım olan doktor hanım: "-Hocahanım, derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder." dedi. Şaşkınlıkla: "-Neden?" diye sordum. Bana: "-Belki üzülecek, hatta inanmayacaksın ama, bu talebe "kanser!..". Âdeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Hastâneden ayrılırken Fatıma'ya hiç bir şey diyemedim. O ise hâlimi anlamış gibi, bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek: "-Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?“ Ağlamamak için zor tutum kendimi: "-Mü'min kullara karşı çok güzel bir sûrettedir." dedim. Mırıldandı: "-Belki hafız olamam, ama Elhamdülillah mü'minim!" diye. Hâfız olmak için Kur'an'ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü artık dayanılmaz acılar içinde kıvranıyordu. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek, mahcûbiyetle: "-Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız!.." "-Ne demek!.. Nasıl kızarım sana.." dedim. "Hem sonra, sakın üzülme hâfızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hâfızlar zümresinden yazmıştır inşâallâh!" dedim. Öyle sevindi ki! Sarıldı boynuma: "-Gerçekten ben şimdi hâfız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?" Hüngür hüngür ağlıyordu. Ya Rabbi, bu ne aşktı! Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu Fatma, ne güzel bir kul olurdu. Böylece Fatma'yı gözyaşları ile Erzurum'a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hâfızlık tâcını merak ettiğini, bunun rüyalarına bile girdiğini yazıyordu. Birgün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma'nın annesiydi karşımdaki ses... Ağlamaklı bir sesle: "-Hocahanım Fatıma'yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz?" deyince, ben de dayanamadım ağlamaya başladım. Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan: "-Size ölmeden önce şunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak: "-Anneciğim, hocama söyle!.. Azrâil söylediğinden de güzelmiş.”
Bir kabristandan geçerken ölünün birinin azap çektiğini keşfeder Üzülerek geçip gider. Dönüşte merakla aynı kabre yine bakar Bir de ne görsün, mezarında azap çeken adamın durumu düzelmiş, azap kalkmış, huzur içinde El açıp yalvarır: – Rabb’im der, bu adamı biraz önce çekmekte olduğu azaptan ne kurtardı? Dinlediği cevap ibretli: – Bu kulumun bir çocuğu ilk olarak bir hocaya gitti, orada besmeleyi öğrendi Çocuğu dünyada benim ismimi ezberleyen babaya ben kabirde azap etmem!