İNSANIN VAR OLMA SEBEBİ- KULLUK Zariyat 56"Ben cinleri de, İnsanları da ancak Bana İbadet etsinler diye yarattım.“ Bu kısacık ayet muazzam ve korkunç bir gerçeği kapsamaktadır ki bu gerçek iyice anlaşılmadan yeryüzünde beşer hayatı düzenli olmaz. Bu kısacık ayet birçok anlam ve gayelerin ufuklarını açmaktadır ki bunların tümü hayatın üzerinde durduğu temel taşı sayılan bu muazzam gerçeğin içinde yer alır.
Bu gerçeğin kapsadığı ufuklardan birincisi şudur: Elbette ki cinlerin ve insanların var olmalarının, yaratılmalarının belirli bir gayesi vardır. Bu gaye bir görevde simgelenmektedir ki, kim bu görevi yerine getirirse varlık ve yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur. Yerine getirmeyen ya da yan çizen ise yaratılış gayesini yıkmış ve yitirmiş olur. Böyle birisi görevsiz, başı boş kalmış ve hayatı hedef ve değerini yitirmiştir. Hayatı, kendisini değerli kılan asıl anlamını yitirmiş olur. Böylece hayat yaratılış gayesinden sıyrılmış ve bunun sonucunda kişi dipsiz bir boşluğa yuvarlanmıştır.
İnsanları ve cinleri varlık kanununa bağlayan bu belirli görev Allah'a ibadet veya O'na kulluktur. İşte bu göz kamaştırıcı gerçeğin bir diğer yönü de burada ortaya çıkıyor. Ve buna göre ibadetin anlamı sırf, birtakım sembolik davranışları yerine getirmekten çok daha geniş ve çok daha kapsamlı olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Çünkü cinler ve insanlar bütün hayatlarını belirli sembolik hareketleri yerine getirerek geçirmezler. Ve Allah Teala onlara bunu yüklemiyor. Aksine yüce Allah onlara hayatlarının büyük bir kısmını kuşatan ve meşgul eden başka birtakım faaliyetler yüklüyor.
Bizler Allah'ın cinlere yüklediği faaliyet şekillerini bilmiyoruz Bizler Allah'ın cinlere yüklediği faaliyet şekillerini bilmiyoruz. Fakat insandan istenen faaliyetlerin sınırını biliyoruz. Bunu Kur'an'dan yüce Allah'ın sözünden öğreniyoruz. "Hani Rabb'in meleklere `ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti." (Bakara, 30) Şu halde insan denen varlıktan yapması istenen amel, yeryüzünde Allah'ın halifesi olmaktır. Buradan açıkça ortaya çıkıyor ki; insanın yaratılış gayesi ve ilk görevi olan ibadetin anlamı sadece birtakım sembolik davranışları yapmaktan çok daha geniş ve çok daha kapsamlıdır ve halifelik görevi de ibadet kavramına kesinkes dahildir. O halde gerçek ibadet kavramı iki ana unsurda somutlaşır:
1- Allah 'a ibadetin anlamını ruhlara yerleştirmek 1- Allah 'a ibadetin anlamını ruhlara yerleştirmek. Yani, düşünceye şunu kesin olarak yerleştirmeli ki, ortada bir kul, bir de Rab vardır. Kul kulluk eder, Rab'be ise ibadet edilir. 2- İbadet, vicdandaki her harekette, organların her işleyişinde, hayattaki her davranışta Allah'a yönelmektir. Bütün davranışlar ile samimi olarak Allah'a yönelmek, başka her türlü duygudan ve Allah'a ibadet etme motifi dışında her türlü motiften sıyrılmaktır.
İşte ibadet bu iki unsur ile birlikte anlam kazanır İşte ibadet bu iki unsur ile birlikte anlam kazanır. Ve yapılan ameller dini ibadet sembolleri yeryüzünü kalkındırmakla, yeryüzünü kalkındırmak da Allah yolunda cihatla, Allah yolunda cihad ise belalara sabretmek ve Allah'ın kaderine razı olmakla eşit hale gelir... Bunların hepsi ibadet demektir. Ve işte o zaman, insan şu yeryüzünde yaşarken, burada Allah'ın kendisine vermiş olduğu bir görevi yerine getirmek için var olduğunu hissederek yaşar.
Bu dünyaya o görevi yerine getirmek için belirli bir süre ile sınırlı olarak geldiğini, hissederek yaşar... Bu görevin ötesinde Allah'a itaattan başka dünyada hiçbir istek ve arzu, hiçbir gaye ve hedef düşünmeden dünyaya gelmesinin sadece O'na kulluk ve itaat ederek bu görevi yerine getirmek olduğunu hissederek yaşar. Bu görevin karşılığı ise duyulan iç huzuru, kendi durumundan ve amelinden hoşnutluk, Allah'ın kendisinden hoşnutluğu ve O'nun kendisini gözetmesi ile güven duymaktır. Sonra da bu, ahirette karşısına şereflendirme, nimet, ihsan ve büyük bir bağış olarak çıkacaktır.
Ve işte o zaman, insan gerçekten Allah'a tüm gücüyle yönelmiş olur Ve işte o zaman, insan gerçekten Allah'a tüm gücüyle yönelmiş olur. O zaman, şu yeryüzünün tutsaklığından, engelleyici cazibelerinden ve akılları çelen tuzaklarından sıyrılarak Allah'a koşmuş olur. Gerçekten esaretten ve yüklerden kurtulmuş ve kendisini Allah'a adamış olur. halifeliği ve halifeliğin sonuçlarını kendi şahsı için veya kendi çıkarlarını elde etmek için yapmış değildir. Fakat, halifeliği yerine getirerek gerçek ibadet (kulluk) kavramını gerçekleştirmek ve sonra da ibadet (halifelik) aracılığı ile Allah'a yönelmek için yapmıştır.
TEVBE 31- Onlar Allah dışında hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa'yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti. Sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor; "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe suresinin `Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu. Ayeti bitirince bana dönerek şöyle buyurdu: "Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapınıyorlar, ibadet etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar."
"Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir." Tefsir bilgini Sudey, bu ayeti açıklarken şöyle der; `Onlar yüce Allah'ın kitabını arkalarına atarak din adamlarının hükümlerine başvurdular. Bundan dolayı yüce Allah bu ayetin devamında `Oysa onlara sadece tek ilaha kulluk etmeleri emredilmişti' buyuruyor. Yani o tek ilah bir şeyi haram kılınca, o şey haram sayılacak, O'nun helal ilan ettiği şeyler helal bilinecek, koyduğu yasaya uyulacak ve verdiği hüküm yürürlüğe konacaktır."
Tefsir bilgini Alusi de bu ayeti şöyle açıklıyor; "Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre bu ayetteki ilah edinmekten maksat, Kitap ehlinin din adamlarını evrenin ilahları saydıkları, böyle bir inanç taşıdıkları değildir; buradaki ilah edinmekten maksat, onların din adamlarının kişisel emirlerine ve yasaklarına uymalarıdır." Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kısaca değinmek istiyoruz:
1- İbadet, yasal hükümlerde Kur'an'ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu ayetlere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile hristiyanlar, hahamları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yüce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir olduklarına hükmetmiştir.
2- Bu ayet hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan, onlarca konmuş yasalara uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa'ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah'a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır. 3- İnsanın Allah'a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetkisini Allah dışındaki bir mercii, meselâ kullara tanıması yeterlidir.
Bu sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da onlara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir. Gerçek din "islâm"dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini seçmiştir, bunun dışındaki bir dini hiç kimsele,r kabul etmez. Müslüman olabilmek için yüce Allah'ın ortaksız ilahlığına inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O'na sunduktan sonra, yasal hükümlerde de sırf O'na uymak şarttır.
Eğer insanlar O'nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah'a inanmamış "müşrikler" sayılırlar. İstedikleri kadar "Biz müminiz desinler" faydasızdır. Çünkü yüce Allah'ın dışındaki bir merciin, meselâ bazı kulların koydukları yasalara uymaları bu damgayı yemeleri için yeterlidir. Günümüzde "din" kavramının sınırları, insanların kafalarında, alabildiğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler saymaktadırlar.
Yüce Allah'dan kaynaklanmayan yasaların egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah'ın otoritesine yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir tavır ortaya koymalıdırlar.
Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci cümlesini bir kere daha okuyarak bağlayalım: "Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti."
Enam 162. De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah İçindir. "O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ben müslümanların ilkiyim." Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, ölümde, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde Allah için her şeyden soyutlanmadır.
Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir. -Allah'ı eksikliklerden uzak saymadır? Namazı, ibadeti, dirimi ve ölümü birleştirip tek başına Allah'a özgü kılmadır. "Tüm varlıkların Rabbi olan Allah'a..." Alemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah'a... Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta Allah'dan başkasına kulluk eden bir şey bırakmadan..." Vicdanda ve realiteler dünyasında O'na kulluk yapmaktan başka bir şeye yer vermeden... "Bana böyle emredildi." Ben de duydum ve itaat ettim. Dolayısıyla "Ben müslümanların ilkiyim. MUSAB