BATI UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ 16-17-18. YÜZYILLAR
15. yüzyılın ortalarından 16 15. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın sonlarına doğru –Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü ve görkemli yıllarına rastlayan dönemde- Batı Avrupa’da Ortaçağın son izleri de silinmeye başlar. Askeri, coğrafi, iktisadi, düşünsel, dinsel ve siyasal alanlarda büyük değişiklikler yaşanır. Doğu’nun bu dönemdeki yükselişine karşı, Batı mücadeleye hazırlanmaktadır.
Teknik Dönüşümler, Keşif Yılları Başta askerlik, denizcilik ve coğrafya alanlarında köklü değişiklikler yaşanmaya başlar. Ortaçağda kullanılan “Grek ateşi” yerine, önce topçulukta kullanılmaya başlanan barut geçer. Özellikle pusula sayesinde gemiler uzun seferlere çıkma olanağını bulur. Yapılan bir dizi coğrafi keşif yeni kıtaların, ülkelerin ve toplumların keşfine neden olur.
Teknik Gelişmeler Bizanslılar, beş yüzyıla yakın bir süre, reçine, güherçile ( çeşitli maddelerden edinilen potasyum nitrat), ve kükürtten oluşan bir maddeyi, savaşta düşman gemilerini ve kuşatma araçlarını yakmak için kullanmışlardı. 13. yüzyıla doğru, bu karışımdaki reçine yerine kömür kullanılarak elde edilen barutun patlamasından hızlanan, mermilerin (güllelerin) atılmasına başlandı.
Teknik Gelişmeler Top ve gülle teknolojisi bu şekilde gelişti ve 14. yüzyılda kullanım alanları genişledi. Derebeylerinin barındığı, sağlam şatoların böylelikle yıkımı kolaylaştı. 15. yüzyılda artık savaşların seyrini değiştiren en önemli güç, bu ateşli silahın yarattığı yıkımla ölçülmeye başlandı
Teknik Gelişmeler 16 yüzyıl öncesinde Avrupalı gemiciler, yalnızca kıyılar boyunda seyahat etme geleneğine sahipti. Diğer yanda, Güney Asya’nın mallarını Kızıldeniz’den Akdeniz kıyılarına getiren Müslüman denizciler Hint Okyanusunda kolayca seyahat edebiliyorlardı
Teknik Gelişmeler Arap denizciler, Hint Okyanusu’nda açık denizlere özgü gemiler kullanıyorlardı. Avrupa’da ise 15. yy. sonlarına doğru, “karavela” denilen Okyanusta kullanmaya elverişli gemileri geliştirmeye başladılar. Ancak bu tipteki ve kadırga, kalyon ve nef tarzındaki gemiler bu dönemde yalnızca Akdeniz’de kullanıldı.
Coğrafi Keşifler Avrupa’da gemicilik alanındaki ilerlemelerin, genelde 12. yy. ile başlamasında (yani Haçlı seferleri sonrasında), Doğu dünyasının büyük bir etkisi olduğu görülür. 15 yy.da Avrupa’nın tanıdığı dünyanın sınırları genişlemeye başladı.
Coğrafi Keşifler Gerçi Avrupa merkezli Roma İmp. sınırları son dönemlerinde; Baltık Denizine, İskoçya’ya, güneyden Büyük Sahraya; doğudan İndüs nehrine ve –belki de- Cava adasına değin uzanmıştı. 9 ve 10. yüzyıllarda, Normanlar Grönland’a ve Kuzey Amerika’nın kuzeydoğu kıyılarına gitmişler, bir yandan da Rusya’nın içlerine dek sokulmuşlardı.
Norman (Viking) Yayılma Alanı
Coğrafi Keşifler Arap gemileri, 9 yy’dan 12. yy’la değin Arabistan, İran, Malezya ve Çin’i tanımıştı. 13. yy’da Papa’nın Cengiz Han’a gönderdiği elçiler Kara Kurum’a gitmişler. Marko Polo Çin’i tanımış, Japonya, Güney Doğu Asya’dan edindiği bilgiler ile Hindistan üzerinde Avrupa’ya dönmeyi başarmıştı.
Marco Polo’nun İzlediği Yol
Coğrafi Keşifler 14. yy’da Afrika kıyılarının güneyine inmeyi göze alamayan Avrupalılar. “Gemici” lakabıyla bilinen Prens Henri’nin özendirmesiyle, çeşitli seferler düzenleyerek, Müslümanların kontrolünde olan batı sahillerini aşarak Güney Afrika’ya bazı seyahatler düzenlemeye başladılar.
Coğrafi Keşifler 15. yy’la doğru Avrupalılar, Doğunun (Hint Adaları) ürünü olan biber, tarçın, zencefil gibi baharat çeşitlerini sıklıkla kullanmaya başladılar (tuzlanmış gıda çözeltme ve lezzet katma). İpek (Çin) ve altın da aranılan mallar olmuştu. Bu ürünleri Müslümanlar güneyden gemi yolu ile Türkler Asya’nın ortasından karayolu ile Akdeniz ve Karadeniz’e getirerek, Venedik ve Ceneviz tacirlerine satıyorlardı. İktisadi olarak tanımlanacak bu nedenler Batıyı dünyaya açılmaya özendiren temel etkenlerdi.
Coğrafi Keşifler Matbaacığın keşfi, Doğu ve Müslüman dünyası ile savaş ve ticaret ilişkileri, coğrafya bilgisinin Avrupa’da da yayılmasına neden oldu. Dünyanın yuvarlak olduğuna yönelik kanıların artışı, Okyanusu geçebilecek güçteki gemilerin inşası, Avrupalılarda batıdan yada güney doğudan Hindistan yada Çin’e gidebilme fikrini doğurup yaydı.
Coğrafi Keşifler Hindistan’a başlıca dört yoldan gidilebilirdi. Güneydoğu Rotası (Afrika’nın güneyinden dolaşan), Güneybatı Rotası (Arap yarımadası) Kuzeybatı Rotası (Amerika’nın kuzeyinden dolaşan) Kuzeydoğu Avrupa ve Asya’nın kuzeyini dolaşan rota.
Coğrafi Keşifler Bunlardan birincisini Portekizliler izledi. 1487’de Bartolomeo Diaz, Hint Okyanusu’nda Nepal kıyılarına kadar gitti. On bir yıl sonra, Vasco da Gama Afrika’yı dolaşarak Hindistan’a ulaştı.
Coğrafi Keşifler Güney Batı yolundan ilerleyen Kristof Kolomb, Amerika kıtasını buldu. Kaşif Balbua, ilk olarak Panamayı aşarak Büyük Okyanusu gördü. İspanya hizmetinde olan Macellan da Amerika’nın güneyini dolaşarak Büyük Okyanusa geçti, Filipinlere ulaştı ve orada öldü. Dünyayı ilk kez dolaşma işini arkadaşları tamamladı.
Macellan’ın Rotası
Coğrafi Keşifler Portekizlerle İspanyolların güneyden aradıkları Hindistan yolunu, İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar kuzeyden aradılar. İngilizler ile Fransızların tüm çabalarına karşın 18 yy’la kadar kuzeybatı yolu keşfedilemedi. Ancak, Avrupa’nın kuzeyi 17 yy. başlarında tanımlanabildi. Amerika’nın, Asya’nın bir yarım adası olmadığı ayrı bir kıta olduğu 16 yy sonlarında anlaşılabildi. Avustralya’nın keşfi bu dönemi takip eden yüzyılda gerçekleşti.
Kapitalizmin Gelişmesi Coğrafi keşiflerin Avrupa için en önemli sonuçlarından biri kapitalizmdeki gelişmedir. Kapitalizm kurulurken büyük çapta sömürgeciliğe başvurmuştur. Avrupalıların ticari amaçla sömürgeleştirdiği ülkelerden, yeni ticaret yollarıyla, neredeyse tüm dünyanın ürünleri, zenginlikleri Batı Avrupa’ya akmaya başladı. Sömürgeciliğe ilk önce atılan uluslar, keşiflerde büyük roller oynamış olan Portekiz ve İspanyollardı. Fransız, İngiliz ve Hollandalıların sömürgeciliğe daha sonra başlaması söz konusudur.
Kapitalizmin Gelişmesi Yeni yerleşim ve sömürge kaynaklarının keşfi ilerleyen dönemlerde özellikle Portekiz ve İspanyol donanmalarını karşı karşıya getirmeye başladı. Çözüm Papa IX Alexander’dan geldi. 1493’te dünyayı bir boylam çizgisi ile bu iki ülke arasında bölüştürdü. Asor adalarının 370 mil batısından geçen bu çizginin doğusunda kalan ülkeler (Afrika ve Asya) Portekizlilerin, batısında kalan ülkeler de (Amerika) İspanyolların olacaktı.
Kapitalizmin Gelişmesi Bölüştürülen bölgeler içinde Portekizliler, 16. y.y’lın ilk çeyreğinde, Asya’nın Hint Okyanusu kıyılarındaki ülkelerinde uzun zamandır ticaretle uğraşan Müslüman toplulukları söküp atmaya çalıştılar. Bu hareket, ilk olarak Doğu ticaretinden yararlanan Venediklilerle, Mısır’daki Müslüman hükümdarların dikkatini çekti. Mısırlılar, Venedik desteği ile Portekizlilere saldırma hazırlıklarını sürdürürken, Yavuz Selim Mısırı Osmanlı topraklarına kattı.
Kapitalizmin Gelişmesi Portekizliler, Kızıldeniz’den, Çin’deki Kanton’a değin kıyı boyunca, büyük bir sömürge imparatorluğu kurmayı başardılar. 1493’ten 1541 tarihine değin “konkistador” adıyla şöhret kazanan İspanyol istilacıları da (Cortes, Pizarro, Almagro) Meksika’yı (Aztek -Maya), Peru’yu (İnka) ve Şili’yi ele geçirdiler.
İSPANYOL-İNKA SAVAŞI
Kapitalizmin Gelişmesi Fransa kralı I. François, Papa’nın keyfi bölüştürmesi kabul etmemiş, kapalı deniz ilkesine karşı “açık deniz” ilkesini savunarak, keşfedilen ülkelerden yararlanmak istedi. Ancak Fransızlar, yalnızca Kuzey Amerika’da (Kanada’nın Doğusu) Yeni Fransa adıyla bir sömürge kurabildi. Bu dönemde Fransızların Kanuni Sultan Süleyman’la uyuşmaları, Venedikliler, İspanyollar ve Portekizlilerle mücadelede başarı kaydetmek için yapılmış olabilirdi.
Kapitalizmin Gelişmesi Hollandalılar ise sömürge kurma gereğini ancak 16. yy’lın sonlarına doru duydular. O zamana kadar Portekizlilerden satın aldıkları maddeleri ve eşyayı aracı olarak taşımak ve yeniden satmakla yetiniyorlardı. Portekiz’in yönetimi İspanya Kralı II. Felipe’ye geçince Hollandalılar yeni arayışlara girdiler. Sonrasında, Hollandalılar 17. yy’da “İspanyollar ve İngilizler zararına- dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Doğu Hint sömürgesini kurmayı başardılar.
Kapitalizmin Gelişmesi 15. Yüzyıl sonlarından başlayarak, kara ulaştırması azalırken, deniz taşımacılığı önem kazandı. Keşiflerden sonra, okyanus yolları, kara yollarına hatta Akdeniz yollarına oranla büyük önem kazandı. Karayolları çoğunlukla Türklerin ve genellikle Müslümanların elindeydi. Kara ve Akdeniz yolların kullanımındaki azalma; Türk ve Müslüman ülkelerin zararına oldu
Kapitalizmin Gelişmesi Ticaretin hız kazanması geleneksel ticari malların da farklılaşmasını sağladı. Coğrafi keşiflerle birlikte en çok nakledilen ve satın alınan mallar: sömürge ürünleri ve esirlerdi. Sömürge ürünlerinden bir bölümü: tütün, kakao, vanilya, Amerika’da yetişiyordu. Asya, İran halılarını ve atlarını, Hindistan cevizi, baharatı ve karanfillerini, Çin ise ipeğini, porselen ve bronz ürünlerini Avrupa’ya satıyordu.
Kapitalizmin Gelişmesi Bu mallar ve ürünler çoğaldı, genelleşti, fiyatları düştü. Yeni dünya’da, madenlerde çalışacak, toprakları işleyecek yeterli el emeği ise kıttı. Yerliler mikroplara ve çeliğe kırılınca, bu yeni sömürgelerde çalışacak işgücü sorunu, Afrika’dan getirilen zencilerle çözülmeye çalışıldı. Köle ticareti böylece başlamış oldu.
Kısaca özetleyecek olursak Coğrafi Keşiflerin genel sonuçları: Avrupalılar dünyanın bilmedikleri yerlerini tanıdılar, Yeni yerler ve kıtalar keşfedildi (Amerika kıtasının ve Ümit Burnu'nun bulunması), Atlas Okyanusu Limanları önem kazandı (Bu durum ipek ve Baharat yollarının ticari önemini yitirmesine yol açtı), İlk büyük sömürge imparatorlukları kuruldu. Ekonominin temelini tarımdan çok, ticaret oluşturmaya başladı, Yeni keşfedilen yerlerden Avrupa'ya bol sayıda sermaye aktı. Amerika yerlileri (Kızılderiler) ve onların uygarlıkları (İnka, Maya, Aztek) yok edildi. Keşiflerin sonuçlarından Türk-İslam dünyası olumsuz yönde etkilendi.
Kapitalizmin Gelişmesi Sömürgeciliğin kuruluşundan ve ticaret biçiminin değişmesinden, iktisadi düşüncelerin de etkilenmemesi olası değildi. Çalışma mantığı ortaçağ Avrupa’sında tanrının buyurduğu bir görev, herkesin bağlı olacağı bir kural gibi kabul ediliyordu. Böylece herkes uygun bir biçimde çalışarak yaşayabilmeliydi.
Kapitalizmin Gelişmesi Örf ve teamül ile lonca örgütü, patronla ücretli işçinin, satanla satın alanın karşılıklı ve birbirine zıt çıkarlarını dengelendiriyordu. Emeğin haklı ve ılımlı bir ücreti, eşyanın da yine akla mantığa yakın ve ılımlı bir fiyatı olması gerekeceği düşünülüyordu. Hiç kimsenin yüksek kazançlar elde etmeye hakkı yoktu.
Kapitalizmin Gelişmesi Oysa, 15. yüzyılın sonlarından başlayarak bu “sınırlı kazanç kuralı” ile dogmatik kurallar bir kenara itildi. Ticaret alanı ve kazancın sınırı böylece genişletilmeye başlandı. Ticaret maddesi ve konusu sayılmayacak hiçbir şey kalmadı.
Kapitalizmin Gelişmesi Avrupa’nın çoğu kentinde bankaların açılması bu döneme rastlar. Kaşifler, sömürge işleriyle uğraşanlar, tacirler bu sayede gereksindikleri sermayeleri rahatça bulabildiler. Girişim ve taahhüt düşüncesi böylelikle yayıldı ve güçlendi. Deniz seferlerinin doğurabileceği tehlikelere karşı, mallarını başlangıçta İtalya’da doğan “deniz sigortası” ile güven altına alabildiler. Poliçe ve çek kullanımı yaygınlaşmaya başladı.
Kapitalizmin Gelişmesi 16. yy’lın ilk yarısında Avrupa’ya Amerika’dan önemli miktarlarda değerli maden (altın, gümüş vb.) getirilmişti. Bununla, özellikle yeni sınıf, burjuvazi güçlendi. Değerli madenlerin çoğalması, ayrıca eşya fiyatlarını da büyük ölçüde yükseltmeye başladı.
Kapitalizmin Gelişmesi Bu değişikliklerden ilk önce yararlanmayı başaran Portekizliler ve İspanyollar, emeğin ve üretimin verdiği gerçek zenginliği altınla karıştırmak, yani değerli madenleri asıl zenginlik saymak aymazlığına düştüler. Sömürgelerden gelen altına güvenerek ülkelerindeki üretimi savsakladılar. Bunun sonucu iktisadi bir çöküş olacaktı ve gecikmeden oldu.
Kapitalizmin Gelişmesi Sonuç olarak, Avrupa, yüzölçümü bakımından kıtaların en küçüğüydü. Oysa, yeniçağın başlarındaki gelişmelerle kıtaların en önemlisi oldu. Diğer (yeni keşfedilen) kıtalar ise, Avrupa’nın birer sömürgesi haline gelmeye başladı. Avrupa, ticareti ile diğer ülkeleri ve medeniyetleri sömürüyor, oradaki servetleri kendisine aktarıyordu. Batı Avrupa’nın 16. yy’dan başlayarak, iktisadi, siyasal ve giderek kültürel üstünlüğü ele geçirmesinin temelinde bu yatar en başta.
Rönesans ve Reform Hareketleri 14. yüzyıldan 16. yüzyıl sonlarına değin, Batı Avrupalılar, yalnızca okyanuslar ötesindeki medeniyetleri keşifle yetinmediler. Edebiyat, sanat, kültür ve düşün alanlarında da büyük ilerlemeler kaydettiler. Kağıt üretiminin yayılması, oymacılığın ilerlemesi ve basımcılığın, Rönesans oluşum ve gelişiminde büyük katkısı var.
Rönesans Nedir? Rönesans burjuvazinin kültür devrimi olarak bilinir. Kelime anlamı “yeniden doğuş” demektir. Ortaçağ Avrupa’sındaki edebiyat ve sanat, bu hareketle yeni bir yöne çevrildi. Eski Yunan sanatına dönmek, dinsel konularda bile insanı merkez olarak almak, dünyayı, dünya gerçeklerine göre değerlendirmek; bu yeni yönü belirleyen unsurlardı.
Rönesans Nedir? Rönesans’ta, Greko-Romen sanatı ve edebiyatı üzerinde yoğunlaşılmaya başlandı. Latince, bu çağla birlikte ansızın önem kazanmış, eskiden kalma eserler gün ışığına çıkıvermişti. Rönesans Batı’da ortaçağ ile modern dünya arasında bir basamak olarak algılandı.
Rönesans Nedir? Ortaçağ, “birleşmiş bir toplumu” savunuyordu. Rönesans “bireyi” öne aldı. Bireycilik bu dönemde gelişti. Bireycilik, giyim ve kuşama varıncaya dek her alanda kendini bu dönemde göstermeye başladı. İnanç ve ahlak serbestisinin filizlenmesinin sonucuyla kiliseye direnç başlamış oldu. “Protestanlık” dindeki bu başkaldırının adını tanımlar.
Rönesans Nedir? Bütün bu değişimde, Batı’daki iktisadi gelişmenin, doğan kapitalizmin ortaya çıkardığı bu yeni sınıfın, yani “burjuvazinin” yaşam anlayışının ve yaşayışının büyük payı var. Hiç kuşkusuz, ekonomik gelişmenin bu sınıf yararına yarattığı zenginlik ve refah, ortaçağın ve Hıristiyanlığın sıkıcı ahlak kurallarını esnetmeğe başlayacaktı.
Rönesans Nedir? Edebiyat (hümanizm) ve sanat, maddecilik ile dünyevi yaşamın önem kazanmasıyla materyalist temalara bu dönemde daha fazla önem vermeye başladı. Bundan başka, kökü Doğu’da olan ispanya’daki Müslüman uygarlık (endülüs) ile Kuzey Afrika Müslümanlarının Sicilya ve İtalya ile ilişkileri, güney ve batı Avrupa’nın düşünce ve sanat ufkunun genişlemesine yardım etmiştir.
Rönesans Nedir? Bu dönemde Endülüs medreselerinde öğrenim gören Hıristiyanlar rastlamak mümkündü. Fransa’da İbni Sina’nın tıpla ilgili eserleri okunuyordu. İtalya ve Sicilya’da bağnazlık, Müslümanların etkisiyle hafifledi. Rönesans İtalya’dan başlayarak, Avrupa’nın çoğu bölgesinde yayılma gösterdi.
Michelangelo…
Michelangelo… Kilise çalışmaları
Reform Nedir? 10. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar Katolik Kilisesi kendi içindeki sorunları düzeltmede oldukça başarılıydı. Ancak 14. ve 15. yüzyılda dünyada her alanda gözlenen gelişmelere ayak uydurmada Kilise oldukça geride kaldı. 1520 tarihinden başlayarak, yaşanan çürümeye karşı, Katolik kilisesi dışında gelişen hareket “reform” olarak adlandırıldı.
Reform Nedir? Bu hareket sonucunda, Avrupa’nın dinsel birliği bozulmuş ve Hıristiyanlardan bir kısmı Katolik Kilisesi’nden ayrılarak Protestanlığı kabul etmiştir. Kilise ortaçağ boyunca, toplumdaki etkinliğini giderek arttırmış, sınıflar-arası ilişkilerde; sahip olduğu ruhban zümresiyle egemen sınıflar içerisine girmiştir.
Reform Nedir? Dinsel yöneticiler de ortaçağdaki derebeylik sistemine çok geçmeden ayak uydurdular ve yozlaşma başladı. Luther gibi reformistler, dindeki bu yozlaşmanın engellenmesi gerektiğine inanıyorlardı. Diğer yanda aydınlar ve hümanistler de artık geniş bir düşünce ufkuna sahiptiler. Fakat, ortaçağ dönenimde insan bedeni kötülüklerin kaynağı gibi görülmekteydi.
Reform Nedir? Bu nedenle Hıristiyanlık, ortaçağda aklın rolünü sınırlayarak, insanların bir otoriteye uyma düşüncesini pekiştirmeyi amaçlamıştı. Rönesans'la birlikte bu düşünceler değişime uğradı. Doğaya dönerek çıplak bedenler anıtlaştırılıyor, eleştiri düşüncesi yayılıyor, Kutsal Kitap’ın Latince metnini denetleme olanağı verecek olan, Grek ve İbrani dilleri genelleştiriliyordu.
Reform Nedir? Başlarda yoksul halktan oluşan Katolik Kilisesi, zamanla büyük servetler ele geçirmişti. Almanya’da toprağın üçte biri, İsviçre’de kantonların büyük bir kısmı Kilise’nindi. 15. yy. sonlarında başlayarak artan yaşam pahalılığı içinde, Kilisenin bu zenginliği rahip olmayanlar tarafından eleştirilmeye başlandı. Soylular, Kilisede yapılacak ilk düzenlemenin, bu emlaki Kilise’den almak olduğu kanısında idiler.
Reform Nedir? Bu iktisadi yapı ve kilisenin sahip olduğu zenginlikler, soyluların toprak servetini kararsız bir duruma getirdi. Fransa kralı, Fransa’daki kilise emlakini Papa ile bölüşmüştü. Son olarak, Katolik mezhebinden iki hanedan, Habsburg ve Fransız hanedanları arasındaki savaşlar Protestanlığın yayılmasına yardımcı oluyordu.
Reform Nedir? Almanya’da Luther, Fransa’da Calvin, İsviçre’de Zwingli dönemdeki çeşitli, dinsel ve sosyal sorunlara birbirine benzer önerilerle yaklaşarak, reform hareketinin öncüleri oldular.
Bilimsel Gelişmeler Batı’da 16. yüzyıl, bir yandan geleneklere bağlığı yıkmaya çalışırken, bir yandan da doğanın doğrudan doğruya gözlemine yöneldi. Bilimsel gelişmeler böylelikle hız kazandı. Bilimlerin ilki ve temeli olan matematik ve bunun çeşitli bölümleri aritmetik, cebir ve astronomi bu dönemde büyük ilerlemeler kaydetti.
Bilimsel Gelişmeler Polonyalı Kopernik, Alman Kepler, İtalyan Galilei, astronomi alanında önemli keşiflere imza attılar. Bilimsel yöntem ve araştırmalardaki gelişmeler, bağnazlık ve kökten inanışları zamanla yıkmaya başladı.
Bilimsel Gelişmeler Gözlem ve araştırmalardaki bu anlayış ve yenilikler, doğal olarak Descartes’in felsefesini doğuracak, yani “akıl”, bilgiye varmanın aracı olacaktır. Deneysel sorunlarda, Aritoteles’in saygınlığını koruyan otoritesine karşı, Descartes’in “kuşkuculuğu” ortaya çıktı. Ancak, bilimsel gelişmeler, karşında uzun bir dönem direnen, engizisyon mantığıyla boğuşmak durumunda kalmıştır.
İmparatorluktan Ulusal Devlete Batı’da, 16. yy’da sosyal düşünce, Rönesans ve Reformun getirdiği genel çerçeve içinde gelişir. Gelişen yeni düşünceler ışığında bir ekonomik düşünce ve ona bağlı olarak bir devlet düşüncesi doğmuştur. Devlet düşüncesi, bir başka deyimle egemenlik ve iktidar sorunu, daha önceki çağlarda, özellikle ortaçağa göre yenilik göstermektedir.
İmparatorluktan Ulusal Devlete Ortaçağ döneminde, Batı’da siyasal birim olarak, imparatorluklar içinde, bağımsız derebeylikler görülmektedir. Büyük imparatorluklar, merkezi bir otoriteden de yoksun bulunmakta, yerel kanun ve ölçüler, çeşitli halklar, birbirinden farklı örf ve adetler imparatorluklar içinde kargaşalık yaratmaktadır.
İmparatorluktan Ulusal Devlete İşte, 15. ve 16. yüzyıllardan başlayarak, Batı’da imparatorlukların ve bunların kalıntısı derebeyliklerin yıkıldığı, yerine siyasal birim olarak bir Fransa, bir İspanya, İngiltere gibi “ulusal devletlerin” kurulduğu görülür. 16. yüzyılda bu türden ulusal devletlerin kurulmaya başlanmasında ve ulusal sınır ile birlikten yoksun kuruluşların geçerliliklerini yitirmesinde; ekonomik-sosyal yapının değişimi önemlidir.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Merkantilizm 16. yüzyılın iktisadi düşüncesi “merkantilizm”dir.(Latince’de tacir anlamına gelen “merkator” kelimesinden türetilmiştir.) Merkantilistlere göre, bir ülke ne denli para ya da değerli madene sahipse o derecede zengin görülür. Ülkeye çok sayıda değerli madeni sokmanın yolu ise dış ticaret yapmaktır.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Merkantilizm Ülkeye en çok gelir sağlayan dış ticaret ise, ülkenin kendi tacirleri aracılığıyla ve kendi ticaret filosuyla yapacağı ticarettir. Ayrıca, dışsatım maddeleri, hammadde değil de işlenmiş mallarsa, bu daha çok getiri anlamına gelir. Merkantilizm, “bir ülkenin zenginlik kaynağı nedir?” sorusuna Batı’da verilmiş ilk tutarlı yanıt olmuştur.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Merkantilizm Böylelikle, gelişen ticaret burjuvazisinin, güçlenebilmek ve yeni bir dünya kurabilmek için; “her şeyden önce kendisini koruyacak bir üst kuruluşa, ulusal sınırlara, mal ve can güvenliğinin sağlanmasına , belli bir sınır içinde ölçü ve kanun birliğine” gereksinimi vardır. Bu gereksinmeler ise, ancak “ulusal devlet” biçimindeki bir kuruluşla giderilebilirdi.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Merkantilizm 16. yüzyıl devlet düşüncesini belki en iyi dile getiren ve ilkelerini en iyi ortaya koyan düşünür ise İtalyan olan Machiavelli’dir. ( Latince’de “status”, kelimesinden gelen “stato”yu devlet anlamında ilk kez kullanan kişidir.) Kapitalist sermaye birikimini ulusal sınırlar içinde sağlamak ve devletin güçlendirilmesinde, iktisadi alan devletin sokulması bu dönemde gerekli görülmüştür.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Merkantilizm Yeni beliren ulusal devletler, bu dönemde doğmakta olan “ticaret kapitalizmine” de kökten bağlı olmuşlardır. 16. yüzyılda devletin, kapitalizmi geliştirici bir nitelik taşıması zorunlu görülmüştür. Öteki ülkelerden çok daha önce ulusal devlet niteliğini kazanmış olan İngiltere, merkantilizmin İspanya’yla birlikte ilk uygulandığı ülkedir.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Mutlak Monarşi Dönemde şekillenmeye başlayan ulusal devlete egemen olan yönetim biçimi; “mutlak monarşi” olarak tanımlanmaktadır. Başta bir “kral” vardır. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi o dur. Verdiği karar söylediği söz kanun’dur. Kralın otoritesini örf-adet ve manevi-ahlaki kurallar sınırlar. Kral, ekonomiden sanata , politikadan dine varıncaya kadar her alana karışır.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Mutlak Monarşi Dönemde şekillenmeye başlayan ulusal devlete egemen olan yönetim biçimi; “mutlak monarşi” olarak tanımlanmaktadır. Başta bir “kral” vardır. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi o dur. Verdiği karar söylediği söz kanun’dur. Kralın otoritesini örf-adet ve manevi-ahlaki kurallar sınırlar. Kral, ekonomiden sanata , politikadan dine varıncaya kadar her alana karışır.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Mutlak Monarşi 16. ve 17. yüzyılların mutlak monarşisi, 18. yy’da “aydın despotluk” haline gelecektir. Aydın despot, monarktan faklı olarak, örf ve adetlere göre değil “aklın ilkelerine göre” yönetimi savunarak, “kamuoyuna” kulak vermekte, “filozofları” dinlemeye değer bulamaktadır. 18. yy’da burjuva sınıfı iyice güçlenmiş ve mutlak yetkili hükümdara karşı bir üstünlük mücadelesine girmiştir.
İmparatorluktan Ulusal Devlete: Mutlak Monarşi Eskiden krala karşı olan kilise, monarşinin meşruluğunu cehennem tehditleriyle arttırmaya çalışan bir güç olarak bu mücadelede burjuvaziye karşı kralın yanında saf tutmuştur.
BATI UYGARLIĞINDA DEVRİMLER 19. yüzyıl, batı uygarlığının tarihi için ani ve keskin dönüşlerin, yani devrimlerin yüzyılı olmuştur. Yalnız “siyasal” değil, “iktisadi” ve “sosyal” alanlarda devrimlerin etkisine rastlanır. Tüm bu değişim tarihe bir yöne ve hız kazandırmıştır. Batı uygarlığı tek başına bu değişimden etkilenmemiştir. Bütün insanlık bu bağlamda değişimi yaşamıştır.
Fransız Devrimi İhtilal; mevcut bir durumun ya da toplum düzeninin zor kullanılarak ansızın değiştirilmesi yada yıkılması anlamına gelir. Devrim ise, daha geniş kapsamlıdır. İhtilalin yıkıcı niteliğinin yanı sıra, “yapıcı” öğeyi de içerir. İhtilaller, tasfiye edilen “üretim ilişkilerinin” yerine, daha gelişmiş bir yeni düzen kurabildikleri zaman devrime dönüşürler.
Fransız Devrimi 1789 ihtilali bu anlamda bir devrim olarak kabul edilmektedir. 18. yy’da “filozoflar” akıl adına, örflere dayanan mutlak monarşiyi sert bir eleştiriye tabi tutmuşlardı. Diğer yanda, Fransız toplumundaki “soylular” ve “ruhban” sınıfı ayrıcalıklarını haklı gösterecek etkinliklerini yitirmişlerdi.
Fransız Devrimi Burjuvazi ise iktisadi planda en zengin, giderek egemen bir sınıf durumuna geldiği halde, bu ayrıcalıklardan yararlanamıyor ve bunun sonucu olarak da soylu ve ruhban sınıfın ayrıcalıklarının kaldırılması gereğini savunuyorlardı. Ayrıcalıklı sınıf ya da zümrelerin toprağa bağlıyken, burjuvazinin böyle bir özelliği yoktu.
Fransız Devrimi Köylüler yani dönemin çok yoksul ve kültürsüz kitleleri olarak, ilkel koşullar altında, sefalet içinde yaşıyorlardı. Toplumdaki gelişmeye uzun bir süredir ters düşmüş olan “feodal haklar” ağırlığını çekemeyen sınıf köylülerdi. Fransız devrimi öncesi sosyal yapı özetle budur.
Fransız Devrimi Tüm bu ezici sistemin kendi yararlarına, kralın yetkilerinin kısılmasıyla çözüleceğini sanan soylu kesim, burjuvazi ile anlaşırken kendi otoritelerini de yitirmiş oldular. Burjuvazinin bu zaferi halk kitlelerini uyanışa davet etti. Dönemde şekillenen Millet Meclisi 9 Temmuz 1789’da “kurucu millet meclisi” adını aldı.
Fransız Devrimi Bu mecliste yeni bir Anayasa hazırlandı. Kendilerini milletin temsilcileri olarak ilan edenler bu meclisle birlikte, yasama gücünü ele geçirdiler. İlk aşamada iktidarı kralla paylaşmaya kapalı olunmadı. 26 Ağustos 1789’da “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” ve Eylül 1791’de Anayasa kabul edilerek bir “sınırlı monarşi” sistemi kuruldu.
Fransız Devrimi XVI. Louis, elinden mutlak iktidar alındıktan sonra, ayrıcalıkların kaldırılışına karşı çıkma girişiminde bulundu. Devrim, 10 Ağustos 1792 ayaklanması ile, kralı bütünüyle tasfiye etti. Krallık yıkıldı ve Cumhuriyet Fransa’da ilan edildi. Yeni rejimin Anayasası da 24 Haziran 1793’te kabul edildi.
Fransız Devrimi: Özgürlük ve Eşitlik Fransız devriminin ilkelerini, başta, “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” simgeler. Rousseau’dan esinlenen bu bildiriye göre, insanın doğuştan birtakım hakları vardır. Toplum bu haklara saygı göstermekle yükümlüdür.
Fransız Devrimi: Özgürlük ve Eşitlik Bildiri, başta iki temel hak tanıyor: özgürlük ve eşitlik Vicdan, din ve basın özgürlükleri yaygınlaşırken, dernek özgürlüğü bir hayli kısıtlanmış durumda. Bu noktada, girişim özgürlüğüne herhangi bir engel çıkarılmasından korkan burjuvazinin etkisi var.
Fransız Devrimi: Özgürlük ve Eşitlik Eşitlik ise daha yeni bir ilke idi. Dönemde, Birleşik Amerika’da kölelik ve ırkçılıktan kaynaklanana eşitsizlikler bulunuyordu. Eşitlik ilkesi, eski rejimin dayandığı toplumsal hiyerarşinin ilkelerini çürütme amacıyla kurgulandı. Kişisel ve korporatif ayrıcalıklar (Kilise dahil) kaldırıldı. Medeni eşitliliğin yerini parasal eşitsizlik almaya başladı. (okuma s: 115)
Milliyetler İlkesinin Doğuşu ve Gelişimi Milliyetler ilkesine göre, halkın, ırkı, dili yada gelenekleri bakımından kendilerine özgü bir varlığı olduğu kabul edilir. Bunun sonucu olarak da her halk bir “bağımsız devlet” halinde örgütlenme hakkını kendinde görür. Halkların, kendine özgü bir kültüre sahip canlı varlıklar olduğu düşüncesi 1770’lerde Alman filozofu Herder tarafından işlenen bir temaydı.
Milliyetler İlkesinin Doğuşu ve Gelişimi Fransız devrimine değin, bireyler ile devlet arasındaki ilişki monarşik bir temele dayanıyordu. Devrimle ortadan kaldırılan kralın boşluğunu, “ulusal egemenlik” düşüncesi doldurmaya başladı. Milliyetler ilkesinde Alman kaynaklı romantik yorum, “dil”e dayalıyken, Fransız kaynaklı klasik yorum bu ilkeyi “halkların iradesine” dayandırmaktadır.
Milliyetler İlkesinin Doğuşu ve Gelişimi Diğer toplumlar arasında en çok yayılanı Fransızların yorumu olmuştur. 1814’lerden başlayarak, milliyetler ilkesi Avrupa’da en güçlü akım haline gelir. Ulaşılan formül: ulus ile devlet bir biriyle bütünleşen, bütünleşmesi gereken iki gerekliliktir. Her ne kadar Viyana kongresiyle bu ilke sınırlandırılmak istemişse de 19. yüzyılla birlikte monarşi krallıkları hızla çöküş sürecine girmişlerdir.
Milliyetler İlkesinin Doğuşu ve Gelişimi Milliyetler ilkesi Osmanlı İmparatorluğu gibi bir çok halkı bünyesinde barındıran ülkeleri çözülme sürecine itmiştir. Diğer yanda bazı bütünleşmelere de neden olur, 1870’de İtalya, 1871’de Almanya Avrupa siyasi haritasında yerini alır. Emperyalist akımlar çatışmaya başlar. Sanayi devriminin başlayıp yayılmasıyla da günümüz modern Batı uygarlığının teknik temeli atılmış olur.