Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE"— Sunum transkripti:

1 II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE
Dış Gelişmeler a. NATO Üyeliği b. Balkan İttifakı c. Bağdad Paktı ve CENTO İç Siyaset a. İnönü Döneminde İç Siyaset b.Demokrat Parti dönemi c Darbesi ve Sonrası Tırmandırılan Anarşi 1980 Askeri Darbesi

2 Dış Gelişmeler II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin dış politikasına hâkim olan esas mesele; savaş sonrası Avrupa dengesinde meydana gelen boşluklardan yararlanan ve bütün ağırlığı ile Türkiye üzerine çöken Sovyet yayılmacılığına karşı güvenliğini sağlama endişesi olmuştur. Türkiye, NATO’ya girmekle bu güvenliğe kavuşmuştur.   Çin Halk Cumhuriyeti’nin ortaya çıkmasıyla  Milletlerarası komünizmin boyutlarının büyümesi, Türkiye’yi  güvenlik sistemini genişletme yoluna sevk etmiştir. Türkiye, Balkan ve Bağdat  ittifaklarının kuruluşunda etkin olmuştur. Bu gelişmeler Türk dış politikasını 1955’e kadar meşgul ederken, 1954’den sonra  Kıbrıs meselesi, Türk dış politikasının konusunu oluşturacaktır.

3 a. NATO Üyeliği Devletlerarası ilişkilerde karşılıklı çıkar çerçevesinde bir başka güce dayanmak, tehdit güçleri karşısında denge oluşturmak kuraldır. II. Dünya Savaşı’nın sonlarından itibaren Sovyet Rusya tehdidi açıkça egemenliğimize ve toprak bütünlüğümüze yönelince, İngiltere ile birlikte Amerika’yla işbirliğine gidilmiştir. İttifaklarda önemli olan devletin menfaatinin nerede olduğunu bilebilmektir.  Atatürk, Millî Mücâdele yıllarında Türk milletinin çıkarları doğrultusunda Sovyet Rusya ile işbirliği yapmıştır. İşgâl kuvvetlerinin,  Türkiye üzerindeki rekâbetinden faydalanmıştır. Atatürk’ün 1930’lu yıllardaki çizgisi, Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’ndan uzak tutacak ortamı hazırlamıştır. 1947 Truman Doktrini, Sovyet tehlikesi karşısında Birleşik Amerika’nın Türkiye’yi kendi haline bırakmayacağını göstermişti. Sovyet Rusya’nın, daha önce İngiltere’nin hayat sahası olarak gördüğü üç istikâmette yayılma çabası üzerine; İngiltere, Amerikan hükûmetine Türkiye ve Yunanistan’a yardımı içeren bir muhtıra verdi. Amerikan başkanı Truman, Türkiye’ye 100 milyar dolar, Yunanistan’a 300 milyar dolarlık askerî yardım kararı aldı. Truman Doktrini yeterli değildi. Türkiye güvenliği bakımından fiili garanti istemekteydi. 1949’da NATO’nun kurulmasıyla Amerika kolektif ittifak sistemini benimsedi. Türkiye bu ittifak sistemine girmek için Kore Savaşı’nı bekleyecekti. Çünkü NATO üyeliğimize Amerika itiraz etmediği halde diğer ülkeler itiraz etmişti. Bunlar Sovyet tehdidine en ağır şekilde uğrayan Türkiye’nin NATO’ya katılması halinde Sovyetlerin hemen bir savaş yoluna gideceğinden korkan ülkelerdi. Kore’de Türk askeri Türk milletinin savaş değerini belirgin biçimde ispat ettiği için Türkiye’nin üyeliğine yapılan itirazlar ortadan kalktı.  19 Şubat 1952’de Türkiye NATO üyeliğine kabul edildi. Türkiye’nin NATO üyeliği, Rusya’yı, Stalin’in 1953’de ölümünden sonra daha da rahatsız etmiştir. Sovyetler, Türkiye üzerinde toprak talebinde bulunmaktan vazgeçtiklerini açıklamış fakat Boğazlarda üs isteklerinden vazgeçtiklerine dair bir açıklama yapmamışlardır. Türkiye’nin NATO üyeliğinin Sovyetleri sertleştirmesi, Türkiye’yi kendi bölgesinde yeni savunma sistemleri kurmaya itmiştir.

4 b. Balkan İttifakı NATO’nun sağ kanadı Balkanların bir kısmını içine almakta idiyse de Yugoslavya önemli bir boşluk oluşturmaktaydı. Türk hükûmetinin girişimleriyle 1953’de Ankara’da Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalandı. Hükûmet - Türk kamuoyunun Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki faaliyetleri karşısındaki feryâdını umursamadan- Ağustos 1954’de Balkan İttifakını imzaladı. İttifak, 1955 yılından itibaren Yugoslavya’nın Sovyetlere yanaşmasıyla sarsıldı. Fakat ölümcül darbeyi 1955’den itibaren Türkiye ile Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda tam bir çatışma içine girmesiyle almıştır.

5 c. Bağdad Paktı ve CENTO Türkiye, Ortadoğu’da Amerika tarafından başlanmış fakat başarılamamış ittifak fikrini gerçekleştirmek  için harekete geçti. İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığının çözülmesi de Türkiye’yi umutlandırdı. Türkiye ile Irak Ortadoğu’da bir güvenlik teşkilâtı kurmayı kararlaştırdı. Fakat Mısır kendi liderliği etrafında Arap devletleri bloku kurmak için harekete geçmişti. Mısır’ın tutumu diğer Arap devletlerini de etkiledi. Türkiye ile Irak Şubat 1955’de Bağdad Paktı’nı imzaladı. Lübnan ile Ürdün’ün katılma beklentisi  olumlu sonuç vermedi. Mısır ve Suriye; paktı, Batı emperyalizminin vasıtası, İsrail’e hizmet eden bir âlet olarak gösterdi. İngiltere’nin katılması Bağdad Paktı’nın İngiltere’nin Ortadoğu’daki sömürgeciliğinin yeni bir eseri olarak yorumlanmasına sebep oldu. Bağdat Paktı ile Ortadoğu’da ve özellikle Arap kuşağında birleştirici bir rol oynamak istenmişti. Fakat pakt girişimi, bu kuşağı üçe böldü. Bu parçalanmadan ve parçalar arasındaki rekâbetten Sovyet Rusya faydalandı. -Birinci  pakt grubu; Türkiye, Irak, -İkinci grubu; Kendi aralarında savunma anlaşması imzalayan Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen, -Lübnan ile Ürdün ittifaklar dışında kalarak  üçüncü grubu oluşturdu. Mısır, Bağdat Paktı’na karşı çıkmakla kalmayıp sözde İsrail’in muhtemel saldırısına karşı kendisini kuvvetlendirmek için 1955’den itibaren Sovyetler ve peyklerinden silah aldı. Suriye, Mısır’dan daha da ileri giderek Sovyetleri Ortadoğu’ya çekti. Sovyetlerin, 1950’lerde faaliyet alanını Avrupa’dan Uzakdoğu’ya çevirmesinin ardından, 1956’dan itibaren de Ortadoğu’ya çekmiştir. Bu da Ortadoğu buhranlarını daha da şiddetlendirecektir. 1958 yılında Irak’ta meydana gelen ihtilâlle Irak, pakttan çekildi. Bundan sonra  pakt adını CENTO (Merkezi Anlaşma Teşkilâtı) olarak değiştirdi. CENTO ise faaliyetlerini ekonomik, kültürel ve teknik işbirliğine çevirecek ve bunda da başarılı olacaktır.

6 İç Siyaset İnönü Döneminde İç Siyaset
İnönü bütün enerjisini çabasını Türkiye’yi II.Dünya savaşının dışında tutmaya harcamıştır. İki adım dışında inkılabın bütün olarak ilerletilmesi yolunda bir çaba göze çarpmaz. Ancak iki yönde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Birincisi eğitim ve kültür işleri, diğeri toprak reformu meselesidir. İnönü Döneminde eğitim ile ilgili şu konulara ağırlık verilmiştir: -İnönü döneminde okuma yazma bilmeyen kalmaması için eğitimin halka yayılmasına ağırlık verilmiştir. -Kırsal bölge halkına öğretmen yetiştirmek için Köy Enstitüleri kurulmuştur. -Yeni yüksek öğretim kurumları açılmıştır. -Teknik öğretimin temelleri atılmıştır. -Batı ve Doğu kültürünün en önemli eserleri Türkçeye kazandırılıp devlet eliyle bastırılmıştır. -Tiyatro devlet eliyle yaygınlaştırıldı. -Klasik müzik ve buna komşu alanlarda önemli adımlar atıldı. Toprak reformu konusunda 1945 yılında Toprak reformunu öngören Toprak Kanunu” kabul edildiyse da tam olarak uygulanamadı.

7 Çok Partili Hayata Geçiş
Atatürk gibi demokrasiye inanmış İnönü savaş yıllarında yeni bir demokrasi denemesi yapmak istememiştir. Ancak gene de parti yönetimini denetlemek ihtiyacını duyarak partisinin milletvekillerinden bazılarını “Müstakil Gurup” adı altında hükümeti denetlemekle görevlendirmiştir. Siyasal parti durumuna yükselemeyen bu gurup denetleme görevini de yerine getiremedi çünkü bu gurubun başkanı İsmet İnönü’nün kendisi idi. 1945 yılında II.Dünya Savaşı sona erince dünyadaki demokratik rüzgardan uzak kalmak istememişti. Demokratik devletlerin önderliğinde kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatına giren Türkiye çok partili hayata geçmenin zamanı geldiğini anlamıştı. Birleşmiş Milletler Örgütünün kuruluş aşamasında San Fransisco’daki Türk delegeler Türkiye’de de demokrasinin kurulacağını açıklamışlardı. Savaşın bitiminden hemen sonra İsmet İnönü Savaşı kazananların yanına katılmanın çok partili düzenle geçmekle daha sağlıklı olacağını düşünmekteydi. İsmet İnönü’nün nutkunun hemen sonrasında kurulan “Milli Kalkınma Partisi” Türkiye’yi yepyeni bir ortama getirdi. Ardından Ocak 1946 yılında CHP’den ayrılan bazı milletvekilleri “Demokrat Parti”yi kurmasıyla çok partili hayata geçiş hızlandı. Bu parti savaş yıllarında şartları içerisinde uygulanan politikaları halka anlatarak muhalefete başladı. 1946 yılında ilk kez tek dereceli seçimler yapıldı. Bu seçimleri iktidar partisinin kazanması seçimlere hile karıştırıldığını gündeme getirdi. İktidar partisi 1946 seçimlerinin uyandırdığı tepkiyi önleyebilmek için yeni bir seçim kanunu hazırladı. Bu kanuna göre seçimler yargı organlarının denetiminde yapılacak ve gizli oy açık tasnif usulü getirilecekti. Oysa 1946 seçimlerinde açık oy gizli tasnif sistemi vardı. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerde CHP 26 yıllık iktidarını kaybederek yerini Demokrat Partiye bıraktı. Çok partili demokratik sisteme geçiş için daha erken olduğunu, Türkiye’nin buna hazır olmadığını ileri süren çevrelere İsmet İNÖNÜ şu cevabı veriyordu: “Evet, şu kahramanlar devri dediğiniz devirden, halk yığınlarının oyları dercine elli sene sonra geçse idik, gene bu buhranları yaşayacaktık. Ancak o zaman bu hareketin önderleri bunun çilelerine, belki benim gibi tahammül edemeyeceklerdi.”

8 Demokrat Parti dönemi döneminde Cumhuriyet döneminin en sert demokrasi tartışmaları yaşanmıştır. Demokrasi mücadelesi 1924 anayasasının getirdiği eksikliklerin giderilmesi yolunda yapılmıştır. Bu devrin önemli siyasal noktaları II.Dünya Savaşı sırasında büyük sıkıntı çeken halkı rahatlatmak için alınan önlemlerle, Atatürk inkılaplarına yeni bir bakış açısı getirilmesidir. Demokrat Parti uyguladığı ekonomik politika ile önemli bir canlılık sağlamıştır. Ancak plansız büyüme, hesapsız ithalat, dış borçlanma ciddi sıkıntılar doğurmaya başlamıştır. Demokrat partinin Atatürk inkılaplarına Tek parti döneminden farklı yaklaşımı bazı kesimlerin tepkisine ve hazımsızlığına yol açtı. Bu tavır 1960 darbesinin tohumlarını da içinde barındıracaktır. 1957 seçimlerinde iktidar partisi %48lik oy oranı ile 614 milletvekilliğinin 428’ini kazandı. Ancak bu oran önceki seçimlere göre iktidar partisinin güç kaybettiğini gösteriyordu. İktidara karşı muhalefet bazı kurumları da yanına alarak örgütlenecektir. Gelişen olaylar 27 Mayıs’ı hazırlayacaktır. 1924 anayasasının boşlukları muhalefeti susturmak için kullanılacak; Meclis içi ve dışı denetim ile siyasi özgürlükler sınırlanacaktır. En önemlisi ise idam kararını verecek olan yargıçlar baskı altına alınacak, basın susturulmaya çalışılacaktır.

9 1960 Darbesi ve Sonrası 27 Mayıs 1960’da ordu içindeki bazı askerlerle muhalefet partisi bir uzlaşma halinde Demokrat Partiye karşı darbe hazırlayacaklardır. İktidarın başbakanı ve iki bakanı olağanüstü mahkemelerde yargılanarak idam edilecektir. 1961 yılında yürürlüğe giren anayasa ile pek çok alanda demokratik gelişme sağlanmış ama aynı zamanda aşırı gurupların örgütlenmesinin de önü açılmıştır. Gelişen olaylar 1980 darbesine yol açacaktır. 1960 darbesini gerçekleştiren güç Milli Birlik Komitesi adını alır. Bu güç bir an önce millet egemenliğini yeniden –kendi sınırları içinde- kurmak istiyordu. Bu amaçla yeni anayasayı hazırlamak için Türk tarihinde ilk defa “Kurucu Meclis” oluşturuldu. Bu meclis iki kanatlı idi: Temsilciler Meclisi ve Milli Birlik Komitesi. Temsilciler Meclisi iktidar partisi dışında bütün siyasi partilerin, meslek kuruluşlarının ve üniversitelerin seçtikleri üyelerden oluşmaktaydı. Bu haliyle sivil ve demokratik sayılabilirdi. Temsilciler Meclisinde hazırlanan Anayasa taslağı MBK’nın son şekli vermesinden sonra halkoyuna sunularak kabul edildi. Bu anayasa bir önceki anayasanın Cumhurbaşkanına, hükümete ve meclise verdiği yetkileri büyük oranda kısmayı amaçlamıştı. Yani milli iradenin temsilcilerinin yetkileri iyice sınırlanmıştı. Amaç bir önceki iktidar döneminde yaşananların bir daha tekrarlanmaması idi. Ancak öte yandan sivil örgütlenmenin de önü iyice açılmıştı. Nitekim bu anayasanın hazırlanmasında bir takım meslek kuruluşlarının da içinde bulunduğunu görmüştük.

10 1961 Anayasasının Getirdiği Yenilikler
Bu anayasa ile 1921 yılından beri süren bazı temel kurallar kalkmıştır. Cumhuriyet ve kayıtsız şartsız millet egemenliği aynen sürmekle birlikte millet egemenliğini TBMM tek başına kullanamayacaktır. Ilımlı güçler ayrımı içinde oldukça sınırlı parlementer sistem kurulmuştur. Yani parlamentonun kesin üstünlüğü sona ermiştir. Yargı tamamen yargıçlardan oluşan bir kurula teslim edilecek; atamaları, denetlenmeleri bu kurul tarafından yapılacaktır. Hatta böylesine güvence altına alınan yargı içinde bir de Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Ki bu mahkeme TBMM’nin çıkardığı yasaları anayasaya aykırı oldukları gerekçesiyle iptal edebilecektir.

11 1961 Anayasasında Özgürlükler
1961 Anayasası Türk tarihinin en büyük özgürlükçü anayasası olarak bilinir. Hatta özgürlüklerin yasa ile sınırlandırılmasına bile bir ölçü getirmiştir. İlkönce sınırlama sebepleri sayılmış, sonra sınırlamanın özgürlüğün özüne değinemeyeceği hükme bağlanmıştır: “Temel Hakların Özü. Madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlandırılabilir. Kanun, kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa, bir hakkın ve hürriyetin özüne de dokunamaz.” -Geniş bir ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler demeti de anayasaya konmuştur. -Siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olarak kabul edilmiş, eski anayasadaki dernek statüsünden alınıp siyasetin gereklerine uygun düzenlemeler ve güvenceler ile ayrı denetim mekanizmalarına bağlı kılınmıştır. -İlk kez tam anlamıyla sendikalaşma imkanı verilmiş; işçiye grev ve toplu sözleşme hakları tanınmıştır. -Üniversiteler başta olmak üzere bazı kuruluşlar özerkleştirilmiştir. -Türkiye Cumhuriyetinin temelini Atatürk inkılabının oluşturduğu vurgulanmış, belli başlı inkılap yasalarının anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceği hükme bağlanmıştır. Tarihimizin en liberal anayasası çeşitli toplumsal, siyasal ve ekonomik sebeplerle bir süre sonra işleyemez duruma gelmiştir. Bazı müdahalelerle değiştirilmeye çalışıldıysa da 1970’li yılların temel özelliği olan anarşinin önüne geçilememiş ve 1980 askeri darbesine yol açmıştır.

12 Tırmandırılan Anarşi 1970’lerde tırmanan anarşinin tohumlarını 60’lı yıllarda aramak gerekir anayasasının geniş özgürlükler taşıyan hükümleri her alanda teşkilatlanmanın önünü açmıştır. Sadece askerlere teşkilatlanma hakkı tanınmamıştır. Polisler, öğretmenler çeşitli dernekler adı altında teşkilatlanmışlardır. Maalesef bu örgütlenme siyasal nitelikli olmuş polisimiz, öğretmenimiz sağ-sol teşkilatlanma içinde yer almıştır. O dönemin durumunu gösteren birkaç örnek verelim: 1978 Ramazan bayramında Sivas’ta kışkırtıcı ajanlar vasıtasıyla kardeşin kardeşi nasıl vurduğunu gösteren ifadeler: Hürriyet gazetesinin manşetten verdiği haber: -SAĞ KALMAK ZORLAŞTI Aynı gazetenin başyazısında şöyle deniliyor: “-Dün Malatya, bugün Sivas, yarın bir başka şehir. Kaç kişinin nerede nasıl can verdiğini bilemez olduk. Ölen ölene,vuran vurana.. Anarşi kol gezmiyor, heyüla olup karşımıza dikiliyor. Ve biz peş peşe önlemler(!) alıyoruz: Jandarmalar mavi bere giyip komando olacak… Çat pat patlatmak yasak… Gece sokağa kimse çıkamaz… Ve bayram gezmesine giden vatandaş vuruluyor; Çatapatla evler yakılıyor; Çocuk kavgasıyla bir şehir talan ediliyor; İşte güçlü Türkiye’nin güçsüz tablosu budur. Kimse ırk,mezhep kavgasından, kimse kan davasından söz etmiyor. Her şey basit, her şey olağan; her şey sanki gelip geçici… Bir gün biri çıkıp “Yok mu bu ülkenin sahibi” diyecek olsa galiba hep birlikte cevap vereceğiz… “Yok” diye…

13 Bu gibi olayları kışkırtanların sağ veya sol kimliğine bakmadan olaylar içinde öğretmen örgütlerinin rolünü ortaya koymak için sadece şu tespiti ortaya koymak yeter herhalde: Sivas olayları hakkında “Son kongresinde bölücü düşüncelerin benimsendiği tamamı ile tespit edilen ……………..’li öğretmenler de bu davranışı körüklemişlerdir.” Değerlendirmeleri yapılmıştır. 12 Eylül 1978 günü yani 12 Eylül 1980 darbesinden tam iki yıl önce bakın bir siyasetçi ne diyor: “Türkiye her alanda ağır bir bunalıma düşmüştür. Anayasanın getirdiği hürriyetler, haklar ve temel ilkeler, korunmaz hale gelmiştir. Çok partili demokratik rejimin dayandığı anayasa her gün çiğnenir hale gelince bu anayasanın tanıdığı dernek, sendika ve parti kurma gibi haklar, devleti ve rejimi yıkmak için bir vasıta haline getirilmiş,iç barış bozulmuş, kanlı çatışmalar başlamıştır.”(İ.D.:329)

14 1980 Askeri Darbesi 12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri devletin yönetimine el koyup siyasal faaliyetleri durdurdu. Bu kez tamamen askerlerden oluşan “Milli Güvenlik Konseyi” millet adına yönetim hakkını kullanıyordu. Bu kurucu meclis de iki kanatlıydı. Danışma Meclisi ve MGK 1960 Anayasasını hazırlayan kurucu meclisin ilk kanadı da “Temsilciler Meclisi” adını taşıyordu ve gerçekten Türkiye’nin bütün siyasal ve toplumsal kuruluşlarının kendi seçtikleri üyelerden oluştuğu için demokratik sayılabilecek bir yapısına karşılık yeni kurucu meclisin ilk kanadı olan “Danışma Meclisi” tamamen MGK’nın atadığı kişilerden oluşuyordu. Danışma meclisinin hazırlayıp MGK’nın onayından geçen anayasa taslağı 1961 Anayasasında olduğu gibi halkoyuna sunuldu.

15 1982 Anayasasının Özellikleri
1961 Anayasasına göre Cumhurbaşkanının hükümet bunalımları karşısında yeniden seçimlere gidilmek üzere Meclisi dağıtabilme yetkisinin kullanılması daha gerçekçi esaslara bağlanmıştır. 45 gün içinde hükümet oluşturulamaz veya güven oyu alamaz ise Cumhurbaşkanının yeniden seçimlere gitme yetkisi vardır. Tam bir parlamenter sisteme geçiş söz konusudur. Ancak parlamentonun kabul ettiği yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi halen vardır. -Yargı bağımsızlığı esas olarak kabul edilmekle birlikte siyasal otorite bir ölçüde de olsa yargı işlerine karıştırılmaktadır. Yargıçların özlük işlerini düzenleyen kurulun başkanlığına Adalet Bakanı getirilmiştir. -Anayasa mahkemesinin görev alanı biraz daraltılmıştır. 1980 anayasasında en önemli değişiklikler Temel Hak ve Özgürlükler ile ilgilidir. Bu konuda oldukça kısıtlayıcı bir anlayış hakimdir. (Mumcu 2003: I.-272)

16

17

18

19

20

21

22

23

24

25

26

27

28

29


"II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları