Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE İŞLEYİŞİ Dr. Kemalettin Parlak

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE İŞLEYİŞİ Dr. Kemalettin Parlak"— Sunum transkripti:

1 TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE İŞLEYİŞİ Dr. Kemalettin Parlak

2 İSLAM ÖNCESİ DÖNEM Hunların, Göktürklerin ve Uygurların hüküm sürdüğü İslam öncesi dönemde; güçlü bir savaşçı olma, ata binme, kılıç kullanma gibi BECERİLER kazandırılır Bu dönemde, çocuklara milli destanlar, atasözleri, kahramanlık menkıbeleri öğretilirdi (KARAKTER EĞİTİMİ)

3 Göktürkler ve Uygurlar gelişmiş bir alfabe ve yazı diline sahiptiler
Göktürkler ve Uygurlar gelişmiş bir alfabe ve yazı diline sahiptiler. Yerleşim ve geçit yerlerine dikilen kitabeler Türklerin İslamiyete geçmeden önce yaygın bir şekilde okuma yazma bildiklerini göstermektedir. Özellikle Uygurlar eğitim seviyeleri güçlü olsa gerek ki yabancı devletlerin saraylarında, tercümanlık, danışmanlık, öğretmenlik yapmakta ve bürokratik görevlerde bulunmaktaydılar.

4 KARAHANLILAR DÖNEMİNDE EĞİTİM ( ) Karahanlılar, yılları arasında Orta Asya ve günümüz Doğu Türkistan toprakları üzerinde hüküm sürmüş Türk devletidir.

5 Türkler 13. yy. ortalarından başlayarak, önce yer yer dağınık ve gruplar halinde, Karahanlılar Döneminde ise kitleler halinde İslamiyet’i kabul etti. Böylece toplum ve gündelik yaşamda Türkler, Karahanlılarla birlikte “ümmet” kavramını tanıyıp zaman içinde bu kavramı da kabullenmeye başladılar Böylece “Bozkır Kültürü”nden sonra, “Türk-İslam Kültürü” seklinde yeni bir Türk kültürü kavramı gelişmeye başladı. Bu kültür değişmesi eğitim anlayışında değişme getirdi. Türkler müslüman olduktan sonra, yeni kuşaklara kadar dini öğretmek için kendilerine özgü eğitim kurumu olan medrese sistemini oluşturdu.

6 Türkler Ortadoğu'ya iyice girmek istediklerinde, karşılarına Araplar değil şii İranlılar çıktı. Biraz da bu nedenden, yeni kurulan Türk devletleri sünniliğin savunucusu durumuna geçtiler. Karahanlılar, Gazneliler, Eylekoğulları, Ahşidoğulları ve Selçuklular böyle bir dinî ve siyasî ortamda ortaya çıktılar. Batıdan Fatımiler ve doğudan Büveyhî şii devletlerinin baskısıyla yıkılmak üzere olan Abbasi Devleti’nin ( ) yardımına çağrıldılar. Gerek İran'da gerekse Suriye’de İran kökenli bu devletleri uzun mücadelelerden sonra ortadan kaldırdılar. Bu arada iktidarlarını sağlamlaştırmak, halkı da kendi yanlarına çekmek için Orta Asya’da geliştirdikleri medreseleri de getirip etkin olarak kullanmaya başladılar. Ancak medreselerin, bir örgün egitim kurumu olduklarını ve İslam dininin mezheplere ayrılmasıyla, Sünnilerin Şiilere karsı mezheplerini daha güçlü savunmak için bu kurumu oluşturdukları çeşitli kaynaklarda geçmektedir

7 Medreseler Türk–İslam devletlerinin eğitim sisteminin temellerini oluşturur. Karahanlılar bilime ve bilim adamına önem verdi, ülkenin her yerine medreseler açtı. Medresenin eğitim dili Arapça olmasına karşın, Karahanlılar Arap dilinin etkisine girmeyip Türk edebiyatına Öztürkçe birçok eser kazandırdı. Karahanlılar döneminde birçok bilim adamı ve yazar da yetişmiştir. İslamlığın kabulünden sonra, Türkler Arap harfli Türk alfabesini oluşturdular. Bu alanda ilk örnek, Yusuf Has Hacib’in yazdıgı “Kutadgu Bilig”dir. Ancak Karahanlıların resmi dil olarak Türkçeyi kabul ettikleri, yazı dili olarak Uygur alfabesinden de yararlandıkları bilinmektedir. Bu arada, Araplarla yakınlaşmanın bir sonucu olarak ilk Türkçe sözlük olan “Divan-ı Lügat Üt Türk” (Arapça- Türkçe sözlük) bu dönemde yazılmıştır.

8 SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE EĞİTİM Selçuklular, 11 ve 14
SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE EĞİTİM Selçuklular, 11 ve 14. yüzyıllar arasında Orta Asya'nın bir bölümünü ve Ortadoğu’yu yönetti.

9 Selçuklular da Karahanlıların izinden giderek, medrese sistemini seçti ve her yere medreseler açarak, bu medreseleri birbirine bağlayan yollar, kervansaraylarla ülkeyi adeta bilim ağları ile ördüler. “ilk Türk Üniversitesi” diye de bilinen “Nizamiye Medreseleri”, bu dönemde açıldı(1085). Burada dini bilgi içeren derslere (fıkıh, kelam, tefsir, hadis) ek olarak, astronomi ve tıp gibi bilim dalları da okutuluyordu. Medreselerin eğitim dili Arapçaydı. Ancak devlet yazışmalarında Farsçanın yoğunca kullanılması, ortaya çıkan Farsça eserler, devletin resmi dili konusunda tartışmalara yol açmıştır. Medreselere girmek için öne sürülen koşul akıl ve yetenekti. Buradan mezun olanlar yeteneklerine göre imam, kadı, matematikçi, astronom, doktor vs oldular.

10 Mektep (ilkokul) ve medreseler Selçuklu’nun örgün eğitim ihtiyacını karşılamıştır Yaygın eğitim ihtiyacını ise, “ahilik teşkilatı” olan “loncalar” karşılamıştır. Ahilik meslek ve sanat dallarında etkili bir teşkilat olarak, çırak, kalfa, usta hiyerarşisine dayanıyordu. Ahi zaviyelerinde, haftanın belli günlerinde toplanan esnaf ve sanatkârlar, görgü kuralları, vatandaşlık bilgileri, askerlik ödevi gibi genel bilgilerle eğitiliyorlardı. Burada İslam ahlakı, ibadet ve İslam kurallarına dair eserler de okunuyordu. Selçuklular döneminde Moğol baskısından kaçan birçok Doğulu şair ve bilim adamı, Anadolu’ya yerleşmiş, bu beyin göçüyle Selçuklu medreseleri daha da gelişerek ünlenmişlerdir.

11

12 OSMANLI DEVLETİNDE EĞİTİM KURUMLARI Anadolu Selçuklu devletinin “bir uç beyliği” olarak doğan Osmanlılar, devlet geleneği ile birlikte eğitim kurumlarını da Selçuklulardan öğrendi. Selçuklulardan medreseyi alıp temel eğitim kurumu yaptılar. Osmanlı klasik döneminde eğitim sistemi aşağıdaki gibidir: 1-Örgün Eğitim Kurumları: 1a-Medreseler: Eğitim Arapça, batılılaşmayla farsça da girdi ve bu iki dilin birleşiminden Osmanlıca doğdu. *Öğrenci sayısı arasındadır, bitirme süresi değişken, 350 medrese *Medreselerde İslami bilimler, matematik, felsefe, mantık, Arap dili, astronomi okutulurdu. *Genel medreseler dışında meslek ve uzmanlık medreseleri de vardı. Bunlar, darül hadis, darül tıp, darül mesnevi ve darül kurra vs. Medreselerin kalitesi hocaların aldığı maaşla belli olurdu

13

14 Öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılıksız sağlanırdı
*Öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılıksız sağlanırdı. *Sınıf değil ders geçme sistemi esastır. *Cer sistemi ile halkla kaynaşma, halkı aydınlatmaları, ve mezun olunca görevi yadırgamadan her yerde göreve koşmaları önemlidir. *Medreseler İstanbul’un fethinden sonra İslam Sünni hüviyetiyle siyasallaşmış ve devletin resmi ideolojisinin temel unsuru olmuştur. *Özellikle Fatih, Sahn-ı Seman medreselerine devletin resmi ideolojisini yayma ve üretme görevi vermiştir. Böylelikle Sahn medreseleri devletin istediği devlet adamları yetiştirmiş ve merkezi yönetimim rakipsizliği söz konusu olmuştur. *Sahn ve Darülhadislerde bugünün lisansüstü denilebilecek bir eğitim öğretim yapılmaktaydı.

15 1b-Sıbyan Mektebi: İlköğretimdir, mahalle mektebi de denir, yaşındaki kız ve erkeler alınır, din eğitimi ağırlıklı, zorunlu değildi ama 1824’te II.Mahmut zorunlu hale getirdi. Fakat İstanbul dışında yaygınlaştırılmadı İlköğretim 19.yüzyılın sonlarına kadar basit düzeyde kalmıştır. Osmanlının son dönemlerine kadar ilkokul üstü örgün eğitim kurumlarında yalnızca erkekler öğrenim görmüştür. Sıbyan-mahalle mektebi hocaları içinde bulundukları Sosyo-kültürel ortamla çok iyi kaynaşmış ve toplumun bir parçası olmuştur. Hocalar toplumda saygın ve güvenilir insanlardır. Halk hocaları ve mektepleri adam olmanın aracı olarak görmektedir. Bu aradaki adam olma Türklerin insan olmayı ve ahlaki olgunluk kazanmayı önemli gördüğünü ortaya koymaktadır.

16

17 1c-Saray Mektepleri: Saray çocuklarının, memur ve hizmetlilerin eğitimi için sarayda açıldılar. Çok çeşitleri var, şehzadegan, enderun, meşkhane gibi.

18 1455’te Fatih döneminde açıldı.
1d-Enderun 1455’te Fatih döneminde açıldı. Enderun mektebine devşirme sistemiyle Hrıstiyan tebaanın zeki ve yetenekli çocukları (8-20 yaş) alınırdı. Daha sonra, Türk ailelerinin yanında Türk İslam gelenek ve göreneklerini öğrenen çocuklar iç oğlan olarak saraya alınırlardı. Askeri eğitimden güzel sanatlara hatta musiki derslernin de verildiği çok yönlü bir eğitim kurumuydu, Beden Egitimi, Müzik, Resim, Yabancı Dil, Türk Örf ve Adetleri, Nezaket Kuralları” Enderun derslerindendir, XVII. yy.dan itibaren, yedi odaya yani yedi sınıfa ayrılmıştır (her odada 1-2 yıl) Hükümdarca denetlenirdi Enderundaki temel amaç iyi bir Müslüman, güvenilir, kabiliyetli devlet adamları yetiştirmekti.

19 Yeteneklerine göre sportif faaliyetlerde de bulunurlardı
Yeteneklerine göre sportif faaliyetlerde de bulunurlardı. Bir sanat dalında mutlaka uzmanlaşırlardı. Padişahın özel hizmetini yaparak yetişen bu öğrenciler eğitimlerinin sonunda çıkma usulu denen yöntemle birunda (dış saray) ya da taşrada yönetici olara görevlendirilirdi. Enderun mektebinden 79 sadrazam, 3 şeyhülislam, 36 kaptan-ı derya ile birçok hafız, müezzin, mimar, ressam, bilim adamı yetişmiştir da bir kararname kapatılmıştır e-Askeri Mektepler (Acemi oğlanlar, Mehterhane, Kılıçhane, Humbarahane, Tüfenghane ve Cambazhane)

20 2-Yaygın Eğitim Kurumları: Osmanlıda yaygın eğitim çoğunlukla din adamları, ahlakçılar, edipler tarafından yapılmıştır. 2a-Mescitler, namazgahlar, camiler: Medreseler yaygınlaşana kadar, dini eğitimin merkezi camilerdir, Kurulan külliyelerde de mutlaka bir cami veya mescit yapılmıştır. Bu da camileri eşitim işindeki süreklilikten ayırmamıştır. Toplumu ilgilendiren her konu, devlet buyrukları, din, ahlak ve insan ilişkileri camilerde konuşularak yapılan eğitici çalışmaların kapsamındadır.

21 2b-Tekke ve zaviye gibi dergahlar: Osmanlılara daha önceki, İslam devletlerinden miras kalmıştır. Buralarda tasavvufi bir şeyhin, yol göstericiliği esastır. Bilim, sanat ve tasavvuf alanlarında eğitim verilirdi (YAŞAM BOYU EĞİTİM) Halk üzerinde etkili bir güce sahipler. Şehirliden köylüye tüm topluma hitap ettiler. Dinin dışında siyaset gibi konular da tartışılırdı. Ayrıca, şu ders ve çalışmalar var sazla sözle, sema adı verilen raks, spor (beden terbiyesi), revir (tecrit ve tedavi yerlerinde), sosyal yardımlaşma ve düşünce alanları Medreselere oranla daha hoşgörülü ve esnek bir yapıya sahiptiler. Halk eğitiminde medreselerden daha çok kişiye ulaşabiliyor ve daha etkindiler. Birçok tekkede zengin kütüphaneler vardı XX. yy.dan başlayarak, yeniden teşkilatlanmaya çalışan bu kuruluşlar, “Tekke Ve Zaviyeleri Kapatma Kanunuyla” kapanmıştır.

22 2c-Loncalar (Ahilik Eğitimi): Ahilik teşkilatının toplantı ve eğitim yerleriydi. Selçuklulardan Osmanlılara hiç değişime uğramadan geçen kültür miraslarındandırlar. Loncalar; Çırak, kalfa, usta hiyerarşisine dayanan bir düzen içinde öncelikli olarak meslek ve sanat dallarında eğitim vermekteydiler. Haftanın belli günlerinde toplanan esnaf ve sanatkârlar, görgü kuralları, vatandaşlık bilgileri, askerlik ödevi gibi genel bilgilerle eğitilmekteydiler.

23 2d-Kıraathaneler: Daha çok son dönemin kültür merkeziydiler
2d-Kıraathaneler: Daha çok son dönemin kültür merkeziydiler. Çeşitli kesimlerden gelen insanları kaynaştırmış ve düşünce alış- verişini kolaylaştırmıştır. Kütüphanelerde bir köşede bulunan kitaplık, kitap, gazete ve dergiye ulaşma sıkıntısını azaltmaktaydı. Buralarda zaman zaman aydınlar tarafından yapılan, sohbet ve söyleşiler, bir tür seminerdi e-Kütüphaneler: İstanbul’un Fethi ile Bizans’tan kalan kitaplara, İslam eserlerinin de katılmasıyla, Osmanlı kütüphaneleri çok zenginleşmiştir. Ödünç kitap da veren kütüphaneler halkı aydınlatma da ve kitap ihtiyacını karşılamadaki yararlarıyla, halk eğitimine katkı sağlamıştır. *

24 Avrupa'da Rönesans ve Reform ile birlikte müspet bilimlerin öğretimi giderek önem kazanmıştır. İlahiyat fakülteleri eski saygınlıklarını yitirmişlerdir. Üniversite dışında bir çok bilgi buluş yapılmıştır. Avrupa'da Rönesans’ın ve Almanya’da Reformun etkisiyle bilimsel çalışmalar giderek artmış hrıstiyanlıktan bağımsız özgür düşünce ve akılcılık gelişmiştir. Bu sırada Osmanlı devletinde Yavuz Sultan Selim Mısır fethi sonucunda halifeliği getirmiştir. Bu artık Osmanlının resmi ideolojisine ulaştığı en son noktadır.

25 Toynbee’nin deyimiyle; «Osmanlı Devleti durdurulmuş bir medeniyettir
Toynbee’nin deyimiyle; «Osmanlı Devleti durdurulmuş bir medeniyettir.» HARİTAYA BAKINCA ŞUNLARI SÖYLEMEK MÜMKÜN…..

26 yüzyıllarda farklı medeniyet ve toplumlar arasında kara bağlantısı Türkler’in gücü ile yönetilmiştir Avrupalılar yelkenli gemilerle kendi uygarlıklarını (Batı Uygarlığını) gittikleri her yere yaymaya başlamıştır. Böylelikle, Amerika ve Kutuplar da dahil olmak üzere dünyadaki bütün kıyılar Batı medeniyetine açılmış, Modern Batı uygarlığı Eski Dünya ile Yeni Dünyayı temasa geçirmiştir. Bu durum, çöl ve bozkırdaki ulaşımın önemini düşürmüş, ticaretin de eksenini denizlere kaydırmıştır. Batılı denizciler 16. yüzyılın ortalarına kadar yeryüzünün tamamını gezerek farklı uygarlık ve toplumlarla karşılaşmışlar ve onların başına bir “Batı Sorunu” (batılılaşma, çağdaşlaşma, modernleşme, kalkınma problemi) açmışlardır . 17. yüzyıldan itibaren Batı karşısında Batı-dışı dünyanın tek seçeneği gönüllü ya da zorunlu batılılaşma (modernleşme, çağdaşlaşma) olacaktır.

27 Sonuç olarak, Batılı olmayan bütün toplumlar, Batı uygarlığı onları etkilemeye başladığından beri bunalım içindedir. Bu meydan okuma toplumları Batının güçlü olduğu öncelikle teknolojik alanda Batı’ya yetişmek için sıkı bir yürüyüşe zorlamıştır. Zira, batı uygarlığı öncelikle teknoloji üretir. Osmanlı toplumu ve onun mirasçısı olan Türkiye Devleti de bu yürüyüşe çıkmak zorunda kalanlardandır. Diğer batı-dışı toplumlar gibi, Osmanlı toplumu da Batı ile karşılaştığında Batı’da yeşeren Rasyonalizm, Millîyetçilik, Lâiklik, Sekülarizm, Pozitivist felsefe, Marksizm ve Demokrasi fikirlerinden etkilenecek, bağlı bulunduğu İslâm Uygarlığı ve ondan ilhamla oluşturduğu kültürden kuşkuya ve komplekse kapılacaktır.

28 OSMANLI DEVLET EĞİTİMİNDE YENİLEŞME VE BATILILAŞMA HAREKETLERİ
1699 Karlofça Antlaşması sonucu ordu yenilgilerle karşılaşınca arayışlar başlamıştır. Eğitim alanındaki yenileştirme çabalarına, önce askerî eğitim alanlarında başlanmıştır. 1776–1839 yılları arasındaki dönem askeri eğitimin Batı örneğine benzer bir şekilde yapılandığı dönem olmuştur. ilk olarak 1734'te kısa ömürlü bir askerî okul (Hendesehane) açılmış, bunu 1776'da bir Askerî Deniz Okulunun (Mühendishane-i Bahri-i Hümayun) açılması izlemiştir. . Batılı Tarzda Açılan Askeri Okullar: Mühendishane-i Bahri Hümayun (1773) Mühendishane-i Berri Hümayun (1793) Tıphane-i amire ve Cerrahhane-i Mamure (1826) Mekteb-i Ulumi Harbiye (1834) Muzika-i Hümayun Mektebi (1834)

29 *II. Mahmutun 1824’te yayınlamış olduğu fermanla ilköğretim (sıbyan mektebi) zorunlu hale (7 yaştan itibaren 4 yıl) getirilmiştir. Bunun bir amacı da çocukların çalıştırılmalarının önüne geçmektir. Ancak zorunlu ilköğretim İstanbul dışındaki okullarda pek uygulanamamıştır. *1838 yılında Sıbyan mekteplerinin devamı niteliğinde iki yıl süren Rüştiye mektepleri açıldı yılından itibaren de öğretmen yetiştiren okullar açılmaya başlandı *Batı ile ilişkiler artmıştır. İlk kez 1830’larda Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir. Batıya gönderilerek eğitim yapan Türk öğrenciler, devletin yüksek kademelerinde çalışarak Osmanlı Devletinin iç ve dış siyasetine Batı düşünce yapısının yerleştirilmesini kolaylaştırmışlardır.

30 Batılılaşma döneminde devlet medreselerden desteğini çekti
*Batılılaşma döneminde devlet medreselerden desteğini çekti. Ama medreseler hem ortaöğretim hem de yüksek öğretim düzeyinde varlıklarını sürdürdü. Batılılaşmayla toplumda medreseden yetişenlerle mektepten (modern okullardan) yetişenler birbirinden zıt düşüncelere sahip oldular (mektepli/medreseli). Ayrıca azınlık okulları da farklı bir eğitim ve siyasal amaçlar besleyen insanların yeri oldu. *Bu dönemde Osmanlı eğitim sistemi sosyo-pedagojik ve toplumsal birliği sağlamak için bir “Osmanlı insan tipi” yaratmaya çalıştı. Ancak zayıf olan merkezi otoriteden dolayı azınlıklar milli ve ayrılıkçı amaçlarını gerçekleştirme peşinde koştular.

31 *Bütün eğitim kademeleriyle ilgilenen Milli Eğitim Bakanlığı (Maarifi Umumiye Nezareti) 1857 yılında kurulabildi. Abdurrahman Sami Paşa da eğitimden sorumlu ilk bakan olarak tarihe geçti. 1861’de bakanlığın görevleri de belirlendi. *1869’da Maarifi Umumiye Nizamnamesi yayınlandı. Türk Eğitim Sistemi’nin bugünkü sınırları ve işleyişinin önemli bir kısmı bu nizamnameye dayanır. *1863 yılında fizik, kimya, astronomi, coğrafya ve jeoloji gibi konularda halka açık olarak başlatılan konferanslarla ilk üniversitenin (Darülfünun) temelleri atıldı. Darülfunun 1870 yılında kendi binasında eğitime başladı. *Darülfunun dışında Baytar Okulu, Ziraat Okulları, Mühendislik Okulları ile güzel sanatlar, mimarlık ve ticaret alanlarında da çeşitli yüksek öğretim okulları açıldı * Türkçe yayınlanan ilk gazete Takvim-i Vekayi adıyla bu dönemde çıkmıştır.

32 *USUL-İ CEDİDE: Tanzimat’dan sonra özellikle ilköğretimde geleneksel öğretim yöntemlerinden yeni öğretim yöntemlerine geçiş ve yeni ders araçlarının kullanılmaya başlanması ile başlayan dönem için yapılan adlandırmadır. İlk defa 1847 yılında Mekatib-i Umumiye Müdürü (nazır) Ahmet Kemal Efendi öğretimde yeni usullerin İstanbul’daki 5 Rüşdiye’de uygulandığını belirtir. Bu okullarda başarılı olan yöntemi Padişah Abdülmecit başka okullarda da uygulanmasını istemiştir. 1869’dan itibaren sıbyan mekteplerinin yanında iptidai mektep ve usul-i cedide mektebi adıyla yeni ilkokullar açılmaya başlanır. Ayrıca bu yıllarda sıbyan mekteplerinde tarih, coğrafya, hesap gibi derslerle birlikte öğrenci sırası, kara tahta, tebeşir, harita, yer küresi, öğretmen kürsüsü gibi araç gereçler de kullanılmaya başlandı.

33 *Usul-i Cedide hareketi sürecinde, eğitim bilimleri alanında ilk sayılabilecek eserler yazılmıştır:
İlm-i Terbiye Eftal (Selim Sabit Efendi, 1870) Renüma-yı Muallimin (Selim Sabit Efendi, 1870) Rehber-i Tedris ve Terbiye (Musa Kazım, 1897) Usul-i Talim ve Terbiye Dersleri (Ayşe Sıdıka Hanım, 1897) gibi Başta Mustafa Kemal olmak üzere Usul-i Cedide okullarında yetişen elit Meşrutiyet ve Cumhuriyet aydınlanmasının öncüleri oldu. 1890 yılında Darülmuallimin (öğretmen okulu) programında ıslahat yapıldı ve ilk defa Ayşe Sıdıka Hanım tarafından “Usul-i Talim ve Terbiye” adlı bir ders verilmeye başlandı.

34 YABANCI VE AZINLIK OKULLARI
20. Yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti içinde Rum, Ermeni ve Musevilere ait 2596 azınlık ilkokulu ve bunların dışında Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, Amerika’ya ait 215 ilkokul bulunuyordu. İlkokulların dışında da azınlık ve yabancı devletlere ait 80 orta dereceli okul vardı. Bu okullar Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte en eski okullar olarak tarihe geçti. İlk Fransız okulu sayılan Saint-Benoit Koleji 1783 yılında kurulmuştur. Aynı şekilde Amerikan Robert Koleji 1863, Galatasaray Lisesi de 1868’de açılmıştır. Yabancı okullar deyince akla misyonerlik faaliyetleri gelir, ancak bu okullar uyguladıkları çağdaş eğitim-öğretim faaliyetleri, kullandıkları materyal ve teknolojiler, ayrıca mezunlarının toplumdaki itibarı ve gördükleri talep ile de toplumda etkili oldular.

35 YABANCI OKULLARIN TÜRK EĞİTİMİNE ETKİLERİ-1
*Topluma *Eğitim anlayışına *Yabancı dil eğitiminin başlamasına *Kız okullarının açılmasına *Yeni mesleki, ticaret ve teknik eğitimin başlamasına *Yazı Devrimine geçişin kolaylaşmasına (latin alfabesiyle eğitim yapılırdı) *Öğrenci merkezli eğitimin başlamasına *Öğretmen yetiştirmenin öneminin anlaşılmasına, öğretmen okullarına

36 YABANCI OKULLARIN TÜRK EĞİTİMİNE ETKİLERİ-2
*Tam donanımlı okullar kurulmasına (laboratuvar, atölye, yurt, kütüphane) *İkinci öğretim fikrinin oluşmasına (İtalyanlar akşam okulu) *Ceza-ödül kavramında yenilikler (falaka yerine onur belgeleri, madalya) *Çalışma takvimi (yazın tatil, belirli gün ve haftalar, kutlama programları) *Okul giysisi-forma uygulaması (ilk olarak Fransız okulları) *Özel okul kavramı (ailelerin parayla okutması) *Eğitimde okullar arası rekabet

37 II. MEŞRUTİYET VE SONRASI EĞİTİM HAREKETLERİ
Meşrutiyet sonrası dönem Türk Milli Eğitimi’nin temellerinin atıldığı yıllardır. Eğitimde niteliğe önem veren adımlar bu dönemde atıldı. Bu dönemde Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık diye üç akım ortaya çıktı. Her akım batılılaşma (batılılaşma, batıdan ne alalım) konusunda farklı düşünceler ortaya attı. Eğitim düşüncesi alanında, sistemsiz de olsa imparatorluğun son yıllık döneminde çeşitli fikirler öne sürüldü: 1909 ve 1914 yıllarında iki defa bakanlık yapan Emrullah Efendi ilk ve yüksek öğretimi teşkilatlandırdı ve ilköğretim kanununu çıkardı. Tuğba Ağacı Nazariyesi’ni ortaya atan Emrullah Efendi’ye göre eğitimde reform çalışmalarına ilköğretimden değil, yüksek öğretimden başlamak gerekir. Ona göre, cennetteki tüba ağacı gibi eğitimin de kökleri yukarıda dalları aşağıdadır. Eğitim sistemi de yukarıdan aşağıya doğru geliştirilebilir. Çünkü, ilk olarak bilimsel anlayışın kurulup yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bunu yapacak olan da Darülfünun’dur. Batılı ülkelerde de önce üniversiteler kurulmuştur.

38 Emrullah Efendi’ye göre insanın doğasında Hak’kı bilmek, iyiyi ve güzeli yapma isteği vardır. Eğitim de bütün bunları uyumlu olarak geliştirmeye yönelik bir süreçtir. 19. yüzyılın bir çocuk hakları tarihi olduğunu düşünen Emrullah Efendi’ye göre, ilköğretim parasız ve zorunlu olmalıdır. Ona göre, çocuğun eğitim ve öğretimle ilgili üç hakkı vardır: 1-Ana-babanın çocuğu koruma hakkı, 2-Toplumun çocuğa kendi dinini, ahlakını öğretme ve çocuğun bunları öğrenme hakkı, 3-Devletin kendi siyasi görüşlerini çocuğa öğretme ve çocuğun da bunları öğrenme hakkı

39 O dönemler, eğitim düşüncesi konusunda Emrullah Efendi’ye en güçlü muhalefeti Satı Bey yapmıştır
Satı Bey, eğitimde bireyci bir görüşü savunur. Eğitimde reformun ilk öğretimden başlaması gerektiğine inanır. Ayrıca, öğretmen yetiştirmenin de büyük bir sorun olduğunu belirtir. Ona göre, “Maarifin öncüleri, ilkokul öğretmenleridir; zira ilkokul olmazsa diğer yüksek okullar olamaz”. Eğitimi beden, düşünce ve ahlak olmak üzere üçe ayıran Satı Bey, öğretmenliği bir sanat olarak değerlendirerek öğretmen olmak için yalnız bilgi sahibi olmanın yetmeyeceğini, öğretim teknikleri konusunda da bilgili ve becerikli olmak gerektiğini savunur. Satı Bey’in etkisiyle Darülmualliminde programlara pedagoji ve öğretim metodu konuları konulmuştur. Okullarda ezberciliği eleştiren Satı Bey, onun yerine araştırıcılığı önermiştir. O, döneminde üzerinde yeterince durulmayan güzel sanatlar eğitimine dikkat çekmiş ve güçlendirilmesini sağlamıştır

40 İsmail Mahir Efendi ise 1914 yılında Osmanlı Mebuslar Meclisinde yaptığı konuşmada düşüncelerini şöyle dile getirir: “Bu gidişle ancak 150 yılda milli eğitimimizi kurabiliriz. Ben başka milletlerin yaptığına yakın bir şey öneriyorum. Aşağı yukarı yetmiş tane sancağımız var. Yahut memleketi 70 eğitim bölgesine ayırırız. Bu sancakların devlet çiftliği olan bir yerinde, yahut Miri arazide, bir kızlar bir de erkekler için gayet geniş “leyli (yatılı) iptidai” okulları yaparız. O sancak dahilinde kaç tane köy varsa hesaplarız. Hangi köylerde ilkokul kuracaksak oralardan bir kız, bir erkek çocuk alıp bu yatılı okullarda okuturuz. Kız okullarında tavukçuluk, dokumacılık, ahçılık, dikiş gibi dersler verilir. Erkek okullarında bütünü ile tarım dersleri gösterilir. Bunlara dört yıl ilköğretim verelim, üç yıl da öğretmen olmak için gerekli eğitimi görsünler; bir yıl da çırak gibi pratik bilgileri öğrensinler. Eder sekiz yıl. Bu sekiz yılda köyleri mecbur edersiniz, okullarını yapsınlar, öğretmene oturacak bir ev yapsınlar. Sonra o köyden aldığınız kız ve erkeği birbiri ile evlendirirsiniz. İki lira gibi az bir maaşla kendi köylerine seve seve öğretmenliğe giderler. Köyün yanına yapılacak örnek tarlanın hasılatını da öğretmenler alır. Bu okullara pek çok masraf gidecek sanmayınız. Bu okullarda pirzola, kıvırcık eti değil, köylü ne yiyorsa onları yedireceğiz. Üzerlerine de bir de aba, bir köylü battaniyesi, ayaklarına bir köylü yemenisi. Böyle yapılmaz da kız ve erkek öğretmen okullarından öğrenci çıksın da ondan sonra derseniz o vakit 300 senede ancak öğretmenleri yetiştirirsiniz” İsmail Mahir Efendi Köy Eğitmenleri ve Köy Enstitüleri projesine ilham kaynağı olmuştur.

41 Sadrettin Celal, 1913 yılında Fransa’da öğrenimini bitirdikten sonra, çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük yapmıştır. Çalıştığı okullar daha çok öğretmen okulları olmuştur. Sadrettin Celal, döneminde çağdaş eğitimin savunuculuğu yapanların başında gelir. Ona göre, eğer eğitimin amacı Gökalp’in işaret ettiği gibi bireylere toplumsal değerleri aşılamaksa, bu zaten kendiliğinden olmaktadır. Aile ve çevrenin eğitimdeki etkisi gelişmiş ülkelerde olumlu, ancak gelişmemiş ülkelerde yıkıcı olmaktadır. Bu nedenle, gelişmemiş ülkeler okulu çevrenin ve ailenin etkilerinden uzak tutmalıdır. “Değer yargılarına temel olan gelenekler ve kuruluşlar aslında akılcı ve kutsal esaslar değildir. Vaktiyle bir ihtiyaç için doğup sonra zorbalaşan kuruluşlardır. Zaman değişir ama onlar değişmezler. Eğitimin ödevi kötü gelenekleri yaşatmak değil, onları yok etmektir” .

42 Karakter eğitimine vurgu yapan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na göre, Okullarımız, ailelerimiz çocuğun tabiatını bozuyorlar. Tabiat çocuğun eğitimini sağlayacak bütün unsurları onun içine koymuştur. Tabiat çocuğu harekete, oyuna sürükler. Fakat bizdeki bilgisiz ana-babalar ve öğretmenler bu gizli dürtülerin, kuvvetlerin daha ilk çıkışlarında hemen boğarlar. Zeki ve hareketli çocuklar “yaramaz, haylaz” diye cezalandırılıyor. Bugünkü eğitimimiz, tamamen çocuğun gelişmesini ve mutluluğunu engelleyen bir işleyiştir. Bu inancın ve zihniyetin değişmesi çok zordur. Eğitim tarihinde hiç bir dönem, hiç bir okul, hiç bir eğilim, bizim okullarımız kadar fikrin, şahsiyetin katili olmamıştır. Biz Rumeli'yi öğretmensizlikten, bilgisizlikten değil; kansız, cansız ve ruhsuzluktan verdik. Rumeli’yi alanlar da kafamızdan değil ellerimizden, kollarımızdan aldılar. Bize gerekli olan kan ve can eğitimidir. Bilgiden evvel kanda, canda, ruhta değişikliğe muhtacız. Eğitim; uyuşmuş, donmuş olan millî kitlemizi sarsmalı, uyandırmalıdır. Eğer öldüyse diriltmelidir. Eğitim her yere hayat, ışık, kalp, emel, ümit verecek bir hareket doğurmalıdır. Kişinin gözünü gelişmeye, yenileşmeye çevirmelidir. Türklük duygusunu uyandırmalıdır. Bir göçebe olan Osmanlıları Viyana kapılarına dayayan irade, bugün yoktur. Eskinin girişkenliği, azmi, dayanıklılığı, yiğitliği, fedakârlığı bugün yok.

43 Edhem Nejad: Okullarımız, çocukları ezmektedir
Edhem Nejad: Okullarımız, çocukları ezmektedir. Bütün çocukluk, oyun ve gelişme çağımız korkunç odalarda geçiyor. “Bizim mekteplerimiz, bir çocuklar hapishanesidir.” Oysa bizim halkımız gibi, okullarımızdaki bütün gençliğimizde “elîm bir uyuşukluk” var. Okullarımızla beraber toplumu, aileyi de canlandırmak gerekir. Çocukları girişken yetiştirmek bugün Alman, İngiliz ve İsviçre okullarında eğitimin temelidir. Okullarımızda artık bilgiden ziyade duygu (his) ve milliyete yer vermelidir. Balkan milletlerini okullar, öğretmenler, çeteler yapmıştır. Biz de kendi milletimizi okulda yaratmalı, yetiştirmeliyiz. Bulgar okullarında okunan kitapların hepsi birer bomba mahiyetindedir. Eğitim, bir silâhtır. Hedefimiz, “millî gayemiz, mefkûremizdir”. Mefkûrenin emirleri, hedefin çeşitli numaralı noktalarıdır. Silâhı iyi kullanmalıyız. Eğitimin esasları, millî ülküyü yağlayacak şekilde konmalıdır. Millî ülküye uygun bir milli eğitim kurmalıdır. Gençler gelecek için, millî ülkü için çalışmalıdırlar. Eğitim, milliyetsiz olamaz. Milletler de ülküsüz olamaz. Medreselerin İslâm âlemine yaydıkları en kötü zihniyet tevekkül ve kanaat zihniyetidir. Müslüman toplumunun gerilemesinde bunun çok büyük rolü olmuştur.

44 M. Sabahattin Bey (Prens Sabahattin): Eğitimin temel amacı beden, düşünce ve ahlâk yönlerinden, kişisel yetenekleri arttırmaktır. Oysa okullarımız bu üç yönü de ihmal ediyorlar. Halkın çocuklara verdiği eğitimde, onlara girişkenlik ve bağımsızlık yerine, görenek ve esarete bağlı kalmayı öğretiyor. Bu bir “manevi intihar”dır. Anadolu köylüsünde de eğitim girişkenlik yerine göreneğe, gelecek yerine geçmişe yönelik. Bundan dolayı orada da üretici güçler gelişemiyor. Sabahattin Bey eğitimde Anglo-Saksonları örnek almamız gerektiğini belirtiyor. Gençlerimiz onların gençleri gibi öğretimlerini bitirince -hiç kimsenin yardım ve desteğine muhtaç olmadan- ekmeklerini kazanabilecek bir durumda olmalıdırlar. Bunun için kişisel girişkenliğe önem vermelidir. Türkler artık hep devlet memuru olmayı bırakıp serbest hayata atılmalı, hükümete muhtaç olmadan ticaret, tarım ve sanayi alanlarında başarılı çalışmalar yapabilmelidir. Sabahattin Bey için en büyük devrim, her Türkün ruhunda bir Robenson ideali yaşatmaktı. Memura dayalı eğitim sistemimizi değiştirmeli, kuvvetli bir şahsiyet yaratmaya yönelmeliyiz, diyordu.

45 Nafi Atuf: Mücadeleci, kavgacı çocuklar yetiştirilmelidir
Nafi Atuf: Mücadeleci, kavgacı çocuklar yetiştirilmelidir. Çocuklarımız Fransızlar, Almanlar ve İngilizlerden geri kalmışlardır. Bunu yapan eğitim biçimi, özellikle İngiliz ve Almanların girişkenlik kazandıran eğilimleridir. 20.yüzyılda her şey öğrenilmiş, ama herkesin öğrenebileceği bir şey vardır. O da “hayat sahasında yaşayabilmek fenni”dir. Yaşayabilmek için neler öğrenmeli? Kafayı doldurmak bir şey kazandırmaz. Okullarda yaşamak için gerekli bilgiler öğretilmelidir. Bütün ülkeler ilköğretimi mecbur tutuyorlar. Onun için bu kademede vatanın mukadderatına katılacak, çevresinde yaşayabilecek, hayata kavuşabilecek adamlar yetiştirmelidir. Selim Sırrı Tarcan’a göre, bütün ülkeler beden eğitiminden ve onun kollan olan spor, oyun ve jimnastikten çocuk karakterinin oluşumunda yararlanmak istemişler, her kademedeki okul programlarına bol bol beden eğitimi dersleri koymuşlardır. Böylece “spor pedagojisi” adlı bir eğitim bilimi dalı doğmuş, özellikle İsveç jimnastiği bütün dünyaya hızla yayılmıştır. Beden eğitimi de Türk okullarında yerini almalıdır.

46 Ziya Gökalp: İslâmın çöküşü önce medreselerde, onların ders programlarında başlamıştır. “Osmanlı milletinin” yüzyıllardır uğradığı bozgun ve yıkımların gerçek nedeni, medrese öğretiminin bozulmasıdır. Gökalp, 1914 başlarında yayınladığı bir makalesinde de “Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak” formülünü eğitime de uyguluyor. Ona göre; eğitimde izlenecek amaçlar üçtür. Başka bir deyişle çocuklara üç türlü bilgi öğretilebilir: Millî dil, millî tarih, millî edebiyat; Kur'ân, Tecvîd, İlmihal gibi dinî bilgiler; Riyaziyat, Tabiiyat gibi ilimler, yabancı diller, El İşleri, Beden eğitimi v.s. Bizim için tam bir eğitim üç kısımdır: Türk eğitimi; İslâm eğitimi ve çağdaş eğitim.

47 MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK EĞİTİMİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarihli genelgeyle, Türk milletinin temsilcisinin TBMM olduğunu dünyaya duyurmuştur. TBMM tarihli, 7 sayılı kanunla İstanbul işgal edilmiş olduğu için İstanbul Hükümeti’nin imzalayacağı antlaşma ve sözleşmelerin geçersiz olduğunu da kabul etmiştir. Öte yandan, Ankara Hükümeti Osmanlı Hukuku’nun geçerli olduğunu da belirtmiştir. Zira, yeni devletin kuruluşu tamamlanıncaya kadar buna ihtiyaç vardır. Bu sırada, eğitim işlerinin tanzim ve idaresi büyük ölçüde vilayetlerdedir. Zira, yeni kurulmaya başlanan devletin bu işler için yeterli bütçe ve geniş bir merkezi teşkilatı yoktur. Bu dönemde devletin ve milletin bütün maddi ve manevi imkanlarını düşmanı yurttan atmak için seferber edilmiş bulunmaktadır

48 Bütün olumsuz koşullara rağmen, Ankara Hükümeti Millî Eğitim Bakanlığı’nı 2 Mayıs 1920’de kurmuştur. Ancak, ortada bir bakanlık örgütü yoktur. Millî Eğitim Bakanlığı, binaları, arşivleri, dosyaları ve memurları İstanbul’dadır ve İstanbul da işgal altındadır. 9 Mayıs 1920 tarihinde mecliste okunan, Türkiye Cumhuriyetinin, Cumhuriyetin ilanından önceki Birinci Hükümetinde (3 Mayıs Ocak 1921) eğitim ve kültürde amaç değerler konusunda şu ifadelere yer verilmiştir: “Maarif işlerindeki amacımız; çocuklarımıza verilecek eğitimi her anlamıyla dini ve milli kılmak, onları hayat mücadelesinde başarılı kılacak, dayanağı kendi nefislerinde bulduracak teşebbüs gücü ve nefsine güven gibi karakterler verecek, üretici bir fikir ve bilinci uyandıracak yüksek bir dereceye ulaştırmak, resmi öğretimi, bütün okullarımızı en ilmi, en çağdaş esaslar ile sağlıklı bir biçimde yeniden düzenlemek ve programlarını geliştirmek, milletin karakterine, ülkemiz şartlarına, tarihi geleneklerimize ve sosyal yapımıza uygun ilmi ders kitapları hazırlamak, halktan sözcükleri toplayarak dilimizin sözlüğünü yapmak, bizde milli ruhu arttıracak olan eski eserleri millete mal etmek ve korumak, Batı ve Doğunun ilim ve fen alanında yazılmış eserlerini dilimize çevirmek….. Bugün ise ilk işimiz mevcut okulları güzel bir şekilde idare etmektir”

49 Cumhuriyetin ilanından önceki İkinci Hükümet (24 Ocak Mayıs 1921), Üçüncü Hükümet (19 Mayıs Temmuz 1922) ve Dördüncü Hükümet (12 Temmuz Ağustos 1923) ise meclise bir program sunmamıştır. Milli Mücadele tüm hızıyla sürerken, eğitimi devralan Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey Osmanlı-Türk Eğitim sisteminde okullara rağbet edilmeyişin ve okulların boşalmasının sebeplerini şöyle açıklar: “Okullarda verilen eğitim teorik kalmaktadır. Okullar sanatkar ve işadamı yetiştirememektedir. Mevcut eğitim sistemi hükümet ya da devlet kapısına el uzatan insanlar yetiştiriyor. Okullardan avukat, doktor gibi kişiler çıkıyor, ama mezunların çoğu vasıfsız adam olarak hayata atılıyor. Eğitimde yegane esas, bireyin hayatta kalmasına yarayacak bilgileri elde etmesini sağlamak olmalıdır. Yani, kişinin maişet teminini sağlamak. Galatasaray Sultanisi, Tıbbiye ve Harbiye dışındaki okullar, özellikle Anadolu’daki okullarda eğitim çok yetersizdir” Milli Mücadeleye kadar okulların kapanma nedenleri arasında parasal sorunlar da vardır. Ayrıca, dini hassasiyeti ağır basan kesime göre okullarda dinin temel ilkelerine ve memleketin geleneklerine saygı gösterilmemekte ve önem verilmemektedir. Öte yandan, milliyetçi kesim ise okulların teorik kalmasını ve meslek sahibi adam yetiştirememesini kapanmalarına gerekçe olarak göstermiştir

50 Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver Hakimiyeti Milliye gazetesinde yer alan demecinde, eğitim sorunlarının kendi göreneklerimiz içinde çözülemeyeceğini, bugünkü Türkiye’yi medreselerin değil Batı modeliyle kurulacak okulların kurtardığını belirttikten sonra, “maarifimizin ruhu milliyet, istikameti garp, hedefi milli iktisattır” diyerek kendi anlayışını ortaya koyar. Ayrıca, Tanrıöver, Türk eğitiminin iktisadi kalkınmayı hedef alması gerektiğini, Türk milletinin “zırai bir medeniyete mensup bir millet” olmasına karşılık Türk okullarının teoriye dayalı bir eğitim anlayışı takip ettiklerini, “yalnız efendi” adamlar yetiştirildiğini, toplumun ihtiyacı ile eğitimin verdiğinin bir tutarsızlık oluşturduğunu belirtir H.S. Tanrıöver’den sonra Maarif Vekili olan Mehmet Vehbi ise (1922) yayımladığı iki tamimde, dini ve milli değerlere atıfta bulunarak, eğitimle ilgili amacını ve düşüncelerini şöyle açıklar: “...memleket gençliğini, hakiki bir aşkı dini ve milli ve sarsılmaz bir seciye ve ahlak ile teçhiz ederek ecdadımıza layık bir nesil ihzar etmek mesaimin umdei esasiyesi olacaktır...

51 Atatürk, 1921 tarihindeki ilk Maarif Kongresinde şunları söyler: “Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli etken olduğu inancındayım. Onun için bir milli eğitim programından söz ederken, geçmişin boş inançlarından ve yaradılışımızın nitelikleriyle hiç de ilgisi olmayan yabancı düşüncelerden, Doğudan ve Batıdan tüm etkilerden büsbütün uzak, ulusal yaradılış ve tarihimize uygun bir kültür düşünüyorum. Çünkü, ulusal dehamızın tam olarak gelişmesi, ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer milletin seciyesidir. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çatışan bütün yabancı öğelerle savaşma gereği ve ulusal değerleri tam bir coşku ile, her karşıt düşünce önünde şiddetle ve özveriyle savunma zorunluluğu iyice öğretilmelidir. Yeni kuşağın bütün ruhsal güçlerine bu nitelik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. ….Ayrıntılarını tümü ile uzmanlarına bırakmak istediğim bu konu ile ilgili genel düşüncelerimi bir sonuca bağlarken, yeni kuşağın donatılacağı tinsel değerler arasında kuvvetli bir erdem aşkı ile, kuvvetli bir düzen ve disiplin eğitiminden de söz etmek zorundayım. İşte siz bu kurultayınızdan yalnız, çizilmiş eski yollarda şöyle ya da böyle yürünmesi gerektiğinin tartışılması gerektiğini değil, belki ileri sürdüğüm koşulları kapsayan yeni bir sanat ve bilim yolu bulmak, ulusa göstermek ve yeni kuşağı bu yolda yürütmede önder olmak gibi kutsal bir görev bekliyoruz...”

52 Atatürk, Milli Mücadele Dönemindeki son konuşmasında şunları söyler:
“milli eğitim politikasının ana çizgileri şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu yurdun gerçek sahibi ve toplumumuzun büyük çoğunluğu köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bundan ötürü, bizim izleyeceğimiz milli eğitim politikasının temeli, önce içinde bulunduğumuz bilgisizliği gidermektir....bütün köylüye okumayı, yazmayı ve matematikte dört işlemi öğretmek, yurdunu, ulusunu, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlak bilgisi vermek, milli eğitim programımızın ilk amacıdır…. Bu ilk ve son iki öğrenim basamağı arasında ortaöğretimin de gerekliliği söz götürmez. Ortaöğretimin amacı, yurdun gereksediği türlü iş ve sanat sahiplerini yetiştirmek ve yüksek öğrenime aday hazırlamaktır. Ortaöğretimde de eğitim ve öğretim yönteminin işe ve uygulamaya dayanması ilkesine uymak, kesin olarak gereklidir. Kadınlarımızın da sözü geçen öğrenim basamaklarından geçerek yetiştirilmesine önem verilecektir”.

53 ATATÜRK DÖNEMİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN KURULUŞU
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetinin eğitim, kültür ve toplum yapısına temel olacak değerler Cumhuriyetin ilk yılları olan Atatürk döneminde şekillendirilmiştir. Cumhuriyet dönemiyle o güne kadar rastlanmayan bir biçimde Batı’ya açılma (batılılaşma, modernleşme) başlamıştır (Batı çökmeye başlarken batılılaşma) Türklerin iki yüzyıllık Batılılaşma yolunda ortaya çıkan sosyal, siyasal ve kültürel sorunları artık ıslahat yapılarak değil, tam anlamıyla bir sosyal değişmeyi gerçekleştirmeye yönelik radikal tedbirlerle çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Ancak Atatürk döneminde de yapılan modernleşme-kalkınma çabaları planlı değildir. Ayrıca, batılılaşma için herhangi bir hazırlık ya da yeterli kadrolar da yoktur.

54 Atatürk dönemi, özellikle kültürel açıdan devlet için bir arayış dönemidir
(Bir yandan Osmanlı Devletinden kalan ümmet anlayışına dayalı medeniyet ve kültür birikiminden uzaklaşmak istenirken, diğer yandan eğitimi hızla yayarak ulus-devlet anlayışına bağlı ve çağdaş toplumlarla bütünleşmiş bir nesil yetiştirmek hedeflenmiştir). Bu dönemde, 1928 yılında gerçekleştirilen Harf devriminin gayesi ve yol açtığı sonuçlar bugüne kadar süren bir tartışmanın konusu olmuştur. Bu dönemde Türk Tarih ve Dil tezi ile var olan kültür-kimlik sorununun çözümü için önemli bir adım atılmıştır. Türk Milli Eğitim Sisteminin oluşturulması ve düzenlenmesinde yardımcı olmaları ve Batı ülkelerindeki çağdaş eğitim tekniklerinin Türk milli eğitimine kazandırılması için yurtdışından tanınmış eğitimciler Türkiye’ye getirilmiştir.

55 Atatürk döneminde değerlerle ilgili üç önemli eğilim var: Millileşme, modernleşme, dini değerlerin azaltılması ve zamanla tamamen çıkarılması (eğitimden ziyade hızlı bir biçimde toplumsal değişimi gerçekleştirmek). Belki de bu yüzden Milli eğitim faaliyeti hem nicel hem de nitel olarak özellikle ilköğretim seviyesinde yoğunlaşacaktır. Okul tek eğitim kurumu haline getirilirken, ailenin, çevrenin ve dini kurumların yeni nesilleri etkilemesi mümkün olduğunca azaltılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde halka Cumhuriyetin yeni değerlerini aktarmak ve onunla bütünleşmek için halk ve köy eğitimine önem verilmiştir. Atatürk döneminde ülke tek parti ile yönetilmiştir. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) programında yer alan ilkeler, aynı zamanda devletin prensipleridir. Yasa ve yönetmelikler CHF’nin altı ilkesi olan Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik ilkelerine göre hazırlanmıştır. CHF’nın 1935 yılındaki kurultayından sonra, Türk Milli Eğitim Sistemi CHF’nın düşünce ve ilkeleriyle özdeşleşmiştir.

56 Atatürk’e göre Eğitimin Temel Esasları
A-Eğitim Milli Olacak, Milli Kültüre ve Ahlaka Dayanacak: Eğitim, Doğu ve Batılı kültürlerin etkisinden uzak olacak, milli karaktere uygun bir kültür aktarılacak Milli kültürün kaynaklarının milli tarihte ve dilde yattığını düşünen Atatürk bu kaynaklardan elde edilecek değerlerin yeni nesillerin ruh ve bilincini beslemesini ister. O, milli kültürün temel dayanakları olarak gördüğü Türk tarihi ve dilinin anlaşılması ve geliştirilmesi için Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. B-Eğitim, Çağdaş Bilime ve Teknolojiye Dayalı Olacak: Atatürk, pek çok konuşmasında Türk milletinin siyasal, toplumsal yaşamında ve düşünce eğitiminde yol gösterici değerlerin bilim ve teknik olduğunu vurgulamış, eğitim konusunda yapılacak tüm çalışmaların çağdaş bilim ve tekniğin kılavuzluğunda gerçekleştirilmesi gereğini savunmuştur.

57 Atatürk’e Göre Eğitimin Amaçları
A- Milli Birliği Geliştirmek, Korumak B-Milli Kültür Değerlerini Koruyarak Çağdaşlaşmayı Sağlamak C-Kültürün Batıl İnançlardan, Milli Karaktere Zararlı ve Yabancı Unsurlardan Temizlenmesi D- Bilgili, Becerikli ve Üretken İnsan Yetiştirerek Toplumsal Kalkınmayı Sağlamak E-Eğitim, Demokrasi ve Özgürlük Anlayışını Yaşatmalı ve Korumalıdır F-Laiklik ve Din Eğitimi: “...Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz müsaviyiz ve dinimizin ahkamını mütesaviyen öğrenmiye mecburuz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir...” G-Cehaleti Ortadan Kaldırmak Ğ-Türk Dilini Korumak ve Geliştirmek

58 H-Türk Müziğinin Geliştirilmesi: Atatürk, milletin kültür bakımından çağdaş yeniliklere uyumunda müzikteki değişiklikleri kavramasının ve Türk müziğinin hak ettiği yere gelmesinin önemine değinerek şunları söyler: “Bugün dinletilmeğe yeltenilen musiki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak gerektir. Ancak bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir” I-Vatan Sevgisi Kazandırmak: “Yurttaşlar, yurdunuzda herhangi bir kimseyi istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, ulusal varlığınızı; bütün sevgilerinize karşın, herhangi bir kimseye, herhangi bir sevdiğinize adayacak ölçüde bağlamamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz”.

59 Atatürk’e Göre Eğitimin Yöntemi
A-Eğitim-öğretim yöntem ve araçları milli karaktere uygun olmalı. B-Eğitim ve öğretim Türk dilinde yapılmalı. C-Yeni nesillerin kafası gereksiz, gerçek dışı, yararsız, uyuşturucu ve paslandırıcı bilgilerle doldurulmamalı. D-Bilgiyi insan için bir süs, bir hükmetme aracı (Batı bilim anlayışı) ya da medeni bir zevk olarak görmek yerine, onu hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılması mümkün bir araç olarak görmeli ve göstermeli. E-Bilgi ve beceri mümkün olduğunca uygulamalı, yaparak ve yaşatarak öğretilmeli. F-Öğretilenler bireyin ve toplumun ihtiyacını karşılar nitelikte, yaşama, toplumsal çevreye ve çağa uygun olmalı. G-Kitle iletişim araçlarından yararlanılmalı

60 Atatürk’e Göre, Eğitim ile Türk Toplumuna ve
Bireyine Kazandırılacak Değerler ”yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir... milli eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, ınkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi, çalışkan, hassas, milliyetçi, hiç bir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanıklılık ile çalışan, fikren (düşünce), ilmen (bilgi), fennen (teknik), bedenen güçlü ve yüksek seciyeli, fikri hür, vicdanı hür, vatanını ve milletini seven, milli birlik ve bütünlüğü ön planda tutan, yurdunu uygarlık yolunda yükseltmek ve ileriye götürmek amacı taşıyan, etkili, verimli, pratik, üretken,ciddi, düzenli, disiplinli, spora önem veren, zeki, güzel sanatları seven, bilime inanan, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil” yetiştirmek olmalıdır.

61 Atatürk gençlere şöyle seslenir:
“Batı, senden, Türk’ten çok geriydi. Gerçek anlamda, düşüncede, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün Batı, teknikte bir yükselme gösteriyorsa, Ey Türk çocuğu! O kabahat sende değil, senden öncekilerin bağışlanmaz ihmalleri sonucudur. Şunu da söylemeliyim ki çok zekisin. Bu açık bir gerçektir. Fakat bunun yanında çalışkan olmalısın”

62 Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) 9 Eylül 1923 tarihinde kuruldu.
CHP PARTİ PROGRAMINDA EĞİTİM Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) 9 Eylül 1923 tarihinde kuruldu. Atatürk, kurulan Halk Fırkasının halka siyasal eğitim vermek için bir okul olacağını belirtir CHF’nin programında eğitim politikasına ilk kez 1927 yılında ikinci büyük kongrede değinilmiş ve şunlara yer verilmiştir: *Eğitim, milli, laik ve tek mektep esasına dayandırılmalıdır *Hedef iktisadi kalkınmayı gerçekleştirecek insanlar yetiştirmektir. *İlköğretim zorunlu olmalıdır *Türk dili geliştirilmelidir *Cehaletle topyekün savaşılmalıdır *”Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve laik vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam noktasıdır. Türk milletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye Devletine hürmet etmek ve ettirmek hassas bir vazife olarak telkin olunur.” *” Terbiye her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden uzak, üstün, milli ve vatanperver olmalıdır

63 1935 kurultayında CHF’nin altı oku geniş bir biçimde işlenmiş, parti programının ve doktrininin milli bir ideoloji olduğu kanaati yaygın olmuştur. Ayrıca, 1935 yılındaki kurultayda CHP’nin cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve ınkılapçılık prensipleri yeni türk devletinin de dayandığı altı temel ilke olarak kabul edilmiştir. Dönemin Başbakanı İnönü’ye göre, yeni nesiller “doğru sözlü, temiz yürekli, vatan için kahraman ve canını vermeye hazır, fedakar, çalışkan ve bilgili” olmalıdır.

64 DÖNEMİN MİLLİ EĞİTİM BAKANLARINA GÖRE EĞİTİM
1-Maarif Vekili Vasıf Bey: Vasıf Bey’e göre, Türk ulusu Selçuklar döneminde Acem, Osmanlılar Döneminde Arap ve Acem kültürünün, ve sonra da Batı kültürünün etkisinde kalmıştır. Bu süreç, Türk milli varlık ve duygularının, dilinin ve geleneklerinin unutulmasına yol açmıştır. İçeriden Arap kültürü, dışarıdan Avrupa Uygarlığı Türk milletini şaşırtmıştır. Türk milleti M.Kemal’in rehberliğinde eski hurafelerden, geleneklerden kurtularak, yeni bir ruh ve fikirle “medeniyet zümresine” katılacaktır. Türk eğitim-kültür sistemi yeni zihniyet doğrultusunda tepeden tırnağa değişecektir. Eğitim maddi hayatta başarılı olacak pratik, bağımsız, idealist bir Türk gençliği yetiştirmelidir. 2-Maarif Vekili İsmail Safa Bey: “Eski yorgun uygarlığın ve onun kurumlarının yıkılmasına karşı gençliği soğukkanlı ve metin yetiştirmek” gerekir.

65 3-Maarif Vekili Mustafa Necati: Eğitimin amacı bireyi hayata hazırlamak ve sağlam bir karakter eğitimi vermektir. Bir kız öğrencinin sadece yüksek öğrenime hazırlanmak için yetiştirilmesi doğru değildir. Kızlara aynı zamanda aile yaşamına ait bir eğitim verilmelidir. Öğretmenler öğrencileri iş başında ve araştırmaya yönelterek yetiştirmelidir. Çocuğa düşünceyi değil düşünmeyi öğretmek gerekir Necati’ye göre, Avrupa’da okullarda hatırlanmak istenen insanların heykelleri ya da resimlerinin bulunduğu, bizde de heykel ve resime önem verilmesi gereğine işaret eder. 4-Maarif Vekili Esat Bey: Esat Bey, bireyin kendi menfaatlerini toplumun menfaatlerinin üstünde tutmamasının öğrencilere telkin edilmesini, Türklerin kendilerine ve dünyaya yaptıkları hizmetlerin ve Türk gencinin milletine, cumhuriyete ve vatanına neler borçlu olduğunun öğretilmesinin gereğini belirtir. 5-Maarif Vekili Saffet Arıkan: Eğitimle amacın yeni nesilleri “kemalist, yurtsever, ulusal birer fert” ve üretken yurttaşlar olarak yetiştirmek olduğunu belirtir.

66 6-Maarif Vekili Reşit Galip: Maarif vekili Reşit Galip 1933 yılında ilkokullar için öngörülen amaç değerleri yansıtan ve her sabah ilkokullarda hep bir ağızdan okunması için bir ant yazmıştır: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”. Bu anda, sonradan şu bölüm de eklenmiştir: ”Ey bu günümüzü sağlayan ulu Atatürk! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime and içerim. Ne mutlu Türküm diyene!” .

67 ATATÜRK DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKALARI (1923-1938)
Yeni Türk devleti kurulduğunda Osmanlıdan cumhuriyete 4194 ilkokul, 69 ortaokul, 13 lise, 20 öğretmen okulu, 17 sanat okulu, 1 Darülfunun, 6 yüksek okul ve birkaç meslek okulu intikal etmiştir. Ancak tüm bu okulların pek çok sorunu vardır, eğitim sistemi de sürekli kan kaybetmektedir. 5 Temmuz 1923 tarihinde Birinci Heyet-i İlmiye toplanır. Burada, Türkiye’nin tüm eğitim sorunları ayrıntılı olarak masaya yatırılır. Toplantıda, Maarif Vekili Safa Bey, ülkenin gerçek kurtuluşunun eğitimden geçtiğini belirttikten sonra, eğitime yön verenlerin birbirlerine zıt işler yaptığını, birinin yaptığını gelen diğerinin değiştirdiğini, bu durumun eğitimde düzensizliğe ve istikrarsızlığa yol açtığını belirtir. Birinci Heyeti İlmiye’de, Sultanilerin adı Liseye çevrilir.

68 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesinin hemen ardından Maarif Vekili İsmail Safa Özler tarafından “Maarif Misakı” ilan edilmiştir. Türk toplumunun sosyo-pedagojik yaşamına laiklik ilkesi ve laik ahlak anlayışının ilk kez resmi olarak Maarif Misakı’yla girdiği anlaşılmaktadır. Zira, Maarif Misakı’nda aşağıdaki ifadeler vardır: “Toplum hayatında dünya ve ahret cezaları korkusundan doğan ahlak yerine, hürriyet ve barış içindeki gerçek ahlak ve erdemleri hakim kılmak”. Atatürk Döneminde izlenen eğitim politikalarını aşağıdaki başlıklarda sunmak mümkündür:

69 A-Türk Eğitim Sisteminin Temel Değerlerinin Oluşması
Türk Eğitim Sisteminin temel amacı Türk toplumunu çağdaş medeniyetin (Batı uygarlığı) çizgisinde ileriye götürmektir (TEMEL DEĞER BATILILAŞMADIR) Çağdaş medeniyetten anlaşılan Batı medeniyetidir ve Türk milleti artık yüzünü tamamen Batı medeniyetine çevirmiştir. Atatürk de hayata gözlerini kapadığı zamana kadar, “medenileşme”, “medeni milletler camiasına girme”, “muasır medeniyeti iktisap ile onun seviyesinin üstüne çıkmak”, “asrileşmek” ve “garplılaşmak” üzerinde ısrarla durmuştur Türk Eğitim Sisteminin temel amacı olan Modernleşme (Batılılaşma) hareketi milli eğitime; 1-laiklik, 2-pozitivist-rasyonalist bilgi-bilim düşüncesi, 3-demokrasi anlayışı ve 4-Milliyetçilik olarak yansımıştır

70 1-LAİKLİK: Laiklik ve laik ahlak bütün dinler, ideolojiler ve felsefeler karşısında tarafsız olmayı gerektirir. Laiklik ilkesi hem modernleşmenin (batılılaşmanın) hem de Türk toplumunu ümmetten millet bilincine taşınmanın zeminini oluşturacaktır. Ayrıca, laiklik sadece devletin dini kurumlardan ayrılmasını değil, düşüncenin dini kavram ve onun uygulamalarının getirdiği sınırlamalardan kurtarılmasını, dini geleneklerle yoğrulmuş devlet ve toplumun modernleştirilmesini sağlayacaktır. Laiklik anlayışı ile artık yaratıcılığını kaybettiği, kavramları ve kurumlarıyla yıkılmaya yüz tuttuğu düşünülen İslam medeniyeti ve kültürü bir yana bırakılarak içinden İslam dini çıkarılmış, o da diğer dinler gibi bir din olarak görülmeye başlanmıştır. Böylece, İslam bir medeniyet (kültür) olarak değil, bir din ya da inanç olarak okullarda okutulacaktır.

71 2-POZİTİVİST-RASYONALİST BİLGİ/BİLİM ANLAYIŞI:
Pozitivizm, son iki yüzyıldır başta Batı olmak üzere pek çok toplumu etkilemiştir. Pozitivist bilgi anlayışında deney (duyular) ve gözleme dayanmayan bilgi değersizdir. Bu bağlamda her türlü dinin, ahlakın, adetin pozitivizmde değeri yoktur. Pozitivistler yeni bir bilgi-bilim, din ve ahlak yaratmaya çalışmıştır. Yeni kurulan Türk devletinde de Pozitivizm ve Rasyonalizm Laikliği yerleştirmek için birer felsefi araç olarak kullanılacaktır. Pozitivist-rasyonalizm, dini dünya görüşünün hakim olduğu bir topluma laik yapıyı kabul ettirebilmenin, böylece Batılılaşmayı sağlayabilmenin fikri ve felsefi dayanağını oluşturacaktır. Atatürk’ün konuşmalarında sık sık vurgu yaptığı bilimin yol gösterici olarak kabul ediliş ilkesi de yine aynı dayanağa bağlıdır ve iki ayrı anlam ifade eder: Birincisi, madde üzerine hakimiyet kurarak endüstrinin geliştirilmesini, böylece milleti daha güçlü kılacak araçlara (teknoloji) sahip olunması anlamını taşır. İkinci olarak Pozitivist Bilim, toplumsal örgütlenmenin en uygun şeklinin ne olacağını göstereceği için değer taşır. Atatürk’ün de bilim anlayışının ayırıcı özelliği bilimi toplumu şekillendirmek için kullanmak istemiş olması, bu açıdan da pozitivizmin getirdiği anlamda hareket etmiş olmasıdır

72 Son olarak, eğitime temel olacak felsefe ise Pragmatizm’dir.
3-DEMOKRASİ ANLAYIŞI: Bu kavram, Atatürk’ün ve CHP’nin sosyal mücadelesinde halkçılık adı ile yer almıştır. Halkçılık, eğitimi, kültürü, ekonomik gelişmeyi halka doğru yaymak anlamını içeriyordu 4-Millileşme (Türkleşme, milliyetçilik): Yeni Devletin temel değerlerinden olan Millileşme/milliyetçilikte Türk devletini kuran Kuvai Milliye ruhu öne çıkmıştır. Milliyetçilik zaten yirminci yüzyılın en büyük gerçeği olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun hem dıştan hem de içten yabancı milliyetçilik hareketleriyle yıkılması; imparatorluk elden gittiğinde Türk milletinin kendi kaderiyle baş başa kaldığını hissetmesi; modern bir millet olmak için de sağlam bir milli kültüre dayanmak zarureti o dönem Türkiye Cumhuriyetinde milliyetçiliği neredeyse tartışmasız kabul edilebilecek bir düşünce haline getirmişti. Türk milliyetçiliğinin en objektif ve en geçerli temeli olan doğrudan doğruya Türk milletine dayanma ilkesini bu dönemde kavramsal olarak rahatlıkla ortaya koymak mümkündü. Ancak, Türk milliyetçiliğinin hangi düşünsel temellerle, hangi değerler ve ilkelerle yani hangi kültürle tanımlanacağı ve hangi uygulamalarla Türk milliyetçiliğinin bir varlık ve kimlik ifade edeceği sorunu ortada kalmıştır Son olarak, eğitime temel olacak felsefe ise Pragmatizm’dir.

73 B-Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesi)
CHP, 2 Mart 1924 pazar günü toplanmış ve üç kanun tasarısını görüşerek kabul etmiştir. Bunlar, 1-Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Sınırlarının Dışına Çıkarılması ile ilgili Kanun Tasarısı, 2-Şeriye ve Evkaf Vekaletinin Kaldırılmasına Dair Kanun Tasarısı 3-Tevhid-i Tedrisat Kanunu Tasarısıdır. Bu üç yasa ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti laikliğin de temelini atmıştır. Bunun en açık delili Şeriye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasıyla yerine Diyanet İşleri Başkanlığının getirilmesi, “Türkiye Cumhuriyetinde, halkın işleriyle ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu” düşüncesinin ifade edilmesidir

74 Yeni idarenin laiklik anlayışı ise sanılanın aksine, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Türkiye Cumhuriyeti dinle devleti birbirinden ayırmamış, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Başbakanlığa bağlayarak dini devletin kontrolüne almıştır. Laiklik, yeni kurulan devlette eğitim, hukuk, sosyal hayat, ticaret, ekonomi, siyaset gibi artık dünyevi kabul edilen kurumları dini değerlerin etki ve baskısının dışında tutmak olarak anlaşılmış ve böyle uygulanmaya başlanmıştır. Yeni devlet, Diyanet İşleri Başkanlığına hemen hiç bir konu üzerinde fetva hakkı tanımamakta titiz davranmış, bunu dünya işlerine karışma olarak nitelemiştir

75 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ülkede bulunan 29 Darülhilafe medresesini imam hatip okuluna çevrilmiş, 479 tane medaris-i ilmiye kapatılmıştır. Aynı yıl, İstanbul Darülfunununa bağlı bir de İlahiyat Fakültesi açılmıştır Dönemin başbakanı İsmet İnönü, 5 Mayıs 1925 tarihinde Muallimler Birliğinde yaptığı konuşmada Tevhid-i Tedrisat Kanunu hakkında dini açıdan kaygısı olanların eleştirilerine karşılık verirken şunları söylemiştir: “Tevhid-i Tedrisatın bazılarınca kötü yorumlanacağını ve öncülük edenlerin dinsizlikle suçlanacaklarını, doğurabileceği sonuçları biliyorduk. Bir takım ıslah önerileriyle eski kurumların yaşatılmasını isteyenler de mutlaka çıkacaktı. Fakat Meclis, kararını verdi. Yavaş yavaş varılacak bir sonuca ivedilikle ulaşmak, devrim yapmaktır. Ve gördük ki bütün ileri dünyanın yolu aynıdır. Uygarlığı yakalayanlar hep bu yoldan yürümüşlerdir. Tevhid-i Tedrisat ülkenin bütün hayatında fikri, fenni, ekonomik ve sosyal alanlarda başlıca temeldir. Yaptığımız işi, dine aykırı görmek, yapılan işi görmemektir. Bunun dinsizlikle hiç bir ilişkisi yoktur. Bu sistemde başarılı olalım, on yıl azimle yürüyelim, şimdi bize karşı olanlar, din adına endişe duyanlar göreceklerdir ki müslümanlığın asıl en temiz, en saf, en hakiki şekli bizde yaşanacaktır...O noktaya varıncaya kadar, biz bu gerçeği kanunla ve cebren telkine ve uygulamaya devam edeceğiz...Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve girişim önlenecektir..”

76 TEVHİD-İ TEDRİSAT İLE İLGİLİ BİR DEĞERLENDİRME: Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türk toplumunun tek tip bir eğitim-kültürden geçirilmesi ve böylece toplumsal birlik ve beraberliğinin sağlanması amaçlanmıştır. FAKAT, Eğitim, kültür ve toplum hayatında birlik ve beraberliği sağlayacak en önemli kurum olan okulların ders programları Fransa’dan alınan ve pozitivist-rasyonalist bir bilgi-bilim anlayışı ile buna bağlı değerleri içermektedir. Ancak, bu dönemde, Türk toplumu Osmanlı maarifinin eseridir ve toplumda egemen olan değerler Türk-İslam değer ve normlarıdır. Ayrıca, öğretmenler de eğitimle amaçlanan yeni değerleri aktarabilecek biçimde eğitilip hazırlanmamıştır. Bu durum, yeni nesillerin eğitiminde etkili olan aile ve toplum ile okul arasında ister istemez bir ikilem yaratmıştır. Dolayısıyla, eğitim birliğinin (Tevhid-i Tedrisat) toplumsal hayatta sağlanamadığı ve kağıt üzerinde kaldığı söylenebilir. Yapılan değişiklikler müfredatla (okulla) sınırlı kaldığından gerçekleştirilenin “eğitim-kültürde birlik “ değil, sadece “öğretim birliği” olduğu söylenebilir.

77 Türk Milli Eğitim Sisteminde temel amaç değerlerin belirlenmesi ve eğitim-kültürde milli birlik ve beraberliğin sağlanmasını sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılmasından sonra sıra eğitim sisteminin yapısal ve program açısından düzenlenmesine gelmiştir. Tevhid-i Tedrisat’ın kanunlaşmasından yaklaşık bir buçuk ay sonra, 23 Nisan 1924 tarihinde İkinci Heyet-i İlmiye toplanmıştır. İkinci Heyet-i İlmiye’de okulların dereceleri, öğretim süreleri, müfredatı ve dersler gibi konular görüşülmüştür. Burada, bir devreli liselerin ortaokul haline getirilmesi ve bunların tek öğrenim bütünü olarak sayılması ile ortaokul ve liselerin üçer yıllık ayrı okullar olması kararları alınmıştır. Sonuçta, ortaokul lisenin bir parçası olmaktan çıkarılmış ve kendi başına bir evre haline getirilmiştir. Lisenin de ortaokula dayalı, yüksek öğretime öğrenci hazırlayan bir kademe olması düşünülmüştür

78 C-Türk Milli Eğitiminde Yabancı Uzman Raporları
John Dewey 1924’te gelmiştir. Avni Akyol’a göre (1991), Dewey’in önerdiği “eğitimde yerinden yönetim ilkesi”, “özel öğretim kurumları”, “demokrasi eğitimi”, “Cumhuriyetin gerektirdiği insan ve vatandaş tipi”, “İlgi, istek ve yeteneklere uygun eğitim yoluyla yönlenme”, “Çevreye, bölgeye ve ülkeye uygun ihtayaçlara dayalı öğretim”, “güzel sanatlar ve mesleki okullar” gibi konular sistemli bir şekilde ele alınmış olsaydı, Türkiye bugün daha ileri, medeni bir toplum ve devlet yapısına sahip olurdu” demiştir . Alfred Kühne de 1925’teTürkiye’ye gelmiştir (Türkiye’de okuma yazma eğitiminin uzun bir zaman aldığını, sürenin uzunluğunun yazı sistemi ile ilgili olduğunu, bir kültür meselesi olan bu sorunu Batılılaşma anlayışıyla çözmek gerektiğini, Türkçeye yakınlığı olan Macar ve Fin dillerindekine benzer bir transkripsiyon uygulanarak bu sorunun çözümlenebileceğini belirtir).

79 Ayrıca ülkemize uzman olarak:
1926 yılında Leipzig Pedagoji Enstitüsü öğretim üyelerinden G.Steihler, 1927 yılında Prof.dr. Ernest Egli, 1927’de Belçika Meslek Eğitim Müdürü Prof.dr. Omar Buyse ve onun projelerinin uygulanabilmesi için Fransadan bay ve bayan Ruateletler, Belçika’da bir sanayi okulu müdürü olan bayan Bocard ve Alman Tarım Bakanlığı Zırai Kurumlar Genel Müdürü Prof.dr. Oldenburg tarım okullarının düzeltilmesi ve geliştirilmesi için Türkiye getirilmiştir. YABANCI UZMAN RAPORLARI HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME Yabancı uzman raporları Türk Milli Eğitimine çağdaş ilkeler önermiş, eğitim işinin çözümünde pek çok metot göstermiş, fakat Türkiye’nin eğitim sorunlarını çözmeye pek az yardımcı olmuştur. Her gelen rapor bir öncekini ya değiştirmiş ya da aksi fikirleri öne sürmüştür. Bunun sebepleri arasında, gelen eğitimcilerin Türkiye’nin sorunlarına, Türkiye’deki eğitimin iktisadi koşullarına, halkın değer yargılarına, ülkenin tarihsel şartlarına yabancı olmaları yatmaktadır.

80 D-Harf Inkılabının Yapılması ve Millet Mekteplerinin Açılması
Alfabe ile ilgili olarak ortaya çıkan eğitim güçlükleri ilk defa Tanzimat döneminde konuşulmaya başlanmıştı. Bir öğrenci yıllarca sıbyan okulunda okuyor, hatta bir dönem de medrese de okumasına rağmen yeterince okuma yazmayı öğrenemiyordu. Örneğin, Osmanlıca krk olarak yazılan bir sözcük, kürk ya da kürek olarak okunabiliyordu. İkinci Meşrutiyet döneminde, başta Ziya Gökalp olmak üzere bütün Türkçüler Arap alfabesinin korunmasını istemişlerdir. Çünkü, kullanılan alfabe yalnız müslüman uluslar arasında değil, Rusya’da yaşayan Türkler arasında da en güçlü bağlardan biriydi. Ancak, Latin harfleri konusu da bazılarının zihnini hala meşgul ediyordu yılında İzmir İktisat Kongresinde Latin alfabesinin kabulü için verilen önergeyi kongre başkanı Kazım Karabekir sert bir şekilde reddetti. 1924’te yapılan bir anket öğretmenlerin %96’sının Latin harflerine karşı olduğunu gösteriyordu.

81 Başlangıçta, başta Başbakan İsmet İnönü olmak üzere hükümet örgütü ve bürokrasi Latin harflerine karşıydı. Ancak, daha sonra İsmet İnönü fikrini değiştirmiş, Latin alfabesinin hararetli bir savunucusu olmuştur. Bu arada, üniversite öğretim üyeleri latin alfabesi kabul edilirse protesto etmek için tek satır yazmayacaklarını, kalemlerini kıracaklarını açıkladı. 1926 yılında kurulan Tâlim Terbiye Dairesi de harf ınkılabına karşı olduğunu bildirdi. Bu sırada, Mustafa Kemal Macar alfabesini inceliyordu. Bu haber duyulunca, basında harf ınkılabını destekleyen yoğun bir kampanya başladı. Bu arada, ülkede okuma yazma bilenlerin oranı %6 civarındaydı. Yani, çok büyük bir çoğunluk zaten arap harflerini bilmiyordu. Öte yandan, 1928 yılına gelindiğinde Rusya’da Türkler Latin alfabesini kabul etmişlerdi. Sonuçta, 1 Kasım 1928 yılında Harf ınkılabı gerçekleştirilir. Eski alfabenin basılması ve resmî yazışmalarda kullanılması da 1 Ocak 1929 tarihinden sonra yasaklanır. Yeni harflerle okuma yazmayı halka öğretmek amacıyla yaş arasındakiler için Millet Mektepleri açılır. Akşamları yapılan bu kursların süresi haftada 6 saat olmak üzere 4 aydır. Bu kurslardan kadınlar öğleden sonra, erkekler ise akşam iş saatinden sonra yararlandırılmıştır.

82 Bunun yanında, millet mekteplerinin etkinliklerini tamamlamak ve katkıda bulunmak için öğrencilere ve halka açık “Okuma Odaları” kurulmuştur. Ayrıca, bu dönemde halkın eğitiminde Ordu’ya da önemli görevler verilmiştir. Öte yandan, özellikle kırsal kesimde yaşayan halk için 1933 yılında “Yurd” isimli bir gazete (dergi) çıkarılmıştır. Henüz yeni harflerle okumaya alışmamış köylülerin okumasını kolaylaştırmak için oldukça büyük harflerle basılan ve onbeş günde bir çıkan bu gazete de ulusal kültür, sağlık, tarım, ekonomi ve sosyal yaşamla ilgili haber ve makalelere yer verilmiştir. Yurd gazetesi basılmış ve ülkedeki köye ulaştırılmıştır. Baskı biçimi açısından bir duvar gazetesi olma özelliği de taşıyan ve bir diğer amacı da halka okuyacağı dergi, kitap ve diğer dökümanların neler olduğunu açıklayan bu bir nevi resmi gazetenin (derginin) köylerin kamuya açık odalarına ve kitaplıklarına, okuma odalarına, askerî kışlalara ve tutuk evlerinin duvarlarına yapıştırılmış ve herkesin yararlanması hedeflenmiştir.

83 Harf ınkılabının amacı ve yol açtığı sonuçları bugüne kadar süren bir tartışmanın konusu olmuştur.
Yıllar sonra, Nisan 1969 tarihinde Ulus gazetesinde yayınlanan bir yazı dizisinde İsmet İnönü Harf ınkılabı ile ilgili şunları söyler: ”Harf ınkılabı sedece okuma yazma kolaylığı için yapılmamıştır. Harf ınkılabını biz, kültürümüzü değiştirmek için yaptık. Artık eski yazıya dönülmeyecektir. Bunun anlamı; artık eski kültürle İslâm kültürüyle bağımız kalmadı demektir. Harf ınkılabının bizlere tesiri ve büyük faydası söylediğimiz bu kültür değişimini kolaylaştırmış olmasıdır”

84 E-Millî Kültür-Kimlik Sorunu ve Türk Tarih Tezi’nin Oluşturulması
Yeni Türk Devleti kurulduğunda pek çok şey gibi eğitim ve kültür politikası da belirsizdi. Dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi eğitim ve kültür politikası hakkında şunları düşünmektedir: Türkiye, doğuda Batılılığın temsilcisidir. Savaşta Avrupalılar yenilmiş ama Avrupalılık kazanmıştır. Türkiye Batı’yı, Batı’dan aldığı kurumlarla, okullarla, ordusuyla ve Cumhuriyet yönetimiyle yenmiştir. Türk öğretmeni, Batı’nın gücünü meydana getiren bütün unsurları Türk vatanına aktarmalıdır. Bugünkü Türkiye bir “mücahede ve mücadele” alanıdır. Öyle bir yerdeyiz ki artık geri dönüş yoktur. Geçmişle aramızda derin bir uçurum vardır ve Türkiye gemileri yakmıştır. Türk ınkılabını okuldan çıkacak olanlar amacına ulaştıracaktır. Bu dönemde Cumhuriyeti kuran kadronun bir amacı da yeni bir milli kültür, hatta yeni bir medeniyet yaratmaktır. Oluşturulması düşünülen bu kültürün unsurlarının da milli tarih ve dilde yattığı düşünülmektedir.

85 Millî kültürün kaynaklarının millî tarihte ve dilde yattığını düşünen Atatürk bu kaynaklardan elde edilecek değerlerle yeni nesillerin ruh ve bilincinin beslenmesini istemiştir. Atatürk’ün direktifi ile 1931 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu ve yeni bir tarih anlayışı geliştirildi. 1932 yılında Atatürk Türk devletinin ve eğitim sisteminin kültür politikası (değerler) açısından bir arayışta olduğunu İstanbul Üniversitesi hakkında hazırlanan raporu okuduktan sonra şöyle ifade etmiştir: “bizim için İstanbul Darülfûnunu ne yapalım diye bir mesele mevcut değildir. Bizim için, bütün Türkiye’de nasıl bir kültür planı yapalım? mesele budur” Başbakan İsmet İnönü de Türk millî kültürünü aktaracak millî bir eğitim hedeflediklerini, ancak Türk milletinin millî birliği oluşturacak bu millî kültüre henüz sahip olmadığını, Türk toplumunun (arkasını döndüğü İslâm medeniyeti ve yüzünü çevirdiği Batı medeniyeti olmak üzere) iki ayrı medeniyet arasında kaldığını ifade etmiştir.

86 1932 yılında Ankara’da tarihçilerin katıldığı ilk Türk Tarih Kongresi’nde yeni tarih anlayışı kısaca şöyle belirlendi: “Türk Milletinin tarihi şimdiye kadar yazıldığı gibi, yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerinde tesir etmiştir” (Osmanlı tarihinden bahsetmemek toplumu laikleştirmek için de gerekliydi). Buna paralel olarak, bu tarih tezine uygun bir dil tezi geliştirildi. Geliştirilen Güneş-Dil Teorisine göre de bütün dillerin Türk dilinden kaynaklandığı ileri sürüldü.

87 F-Din Eğitiminin Lâikleştirilmesi
Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitimin lâikleştirilmesine yönelik yapılan değişikliklerden biri de öğretim programlarında yer alan din derslerinin saat ve miktarlarını azaltmak, daha sonra da tamamen çıkarmak olmuştur. 1924 yılındaki programlarda din derslerine yer verilmekle beraber, bu derslerin saat ve miktarları azaltılmıştı. 1927 yılında din dersleri seçmeli hale getirilmiş, çocukların din dersi okumaları anne-babaların isteğine bırakılmıştır. Din görevlisi yetiştiren Kuran Kursları’na ise dokunulmamıştır. Din dersi de orta okul programlarından ders yılında, eylül başından itibaren çıkarılmıştır. Ayrıca, aynı imam-hatipler de öğrenci bulunmayışı neden gösterilerek kapatılmıştır. Sonuç olarak, köy ilkokulları bir yana, yılları arasında Türk Millî Eğitim Sistemi’nde din öğretimi yer almamıştır.

88 Okullardan din dersinin kaldırıldığına ilişkin Tâlim ve Terbiye Dairesi’nce alınmış resmi bir karara ise rastlanmamıştır. Yani, din dersleri öğretim programından hiç bir karar alınmadan çıkarılmıştır. Din dersleri konusunda okullardan bir istek geldiğinde; “unutulmuş havası yaratılarak”, din derslerinin uygun bir şekilde okutulmasına dair karar okullara bildirilmiştir. Hükümet, Türk okulları için benimsediği din öğretimi politikasını AZINLIK OKULLARI için de geçerli kılmıştır. Tevhid-î Tedrisat kabul edilince, hükümet bütün yabancı okullara gönderdiği bir genelge ile bu okullarda din esaslarına dayanan eğitimi yasaklamıştır. Okul kitaplarından aziz resimlerinin çıkarılması, okul binalarından haçların indirilmesi istenmiştir. Sonuçta, azınlık okullarında her türlü din propagandası yasaklandı. Dinî semboller ancak okulların kiliselerinde bulunabilir. Okul kitaplarının hiç birisinde dinî telkinler yapan semboller bulunmayacaktır” Böylelikle, azınlık okulları da din eğitimine ağırlık vermek yerine meslekî eğitime, yabancı dil eğitimine, güzel sanatlar ve el sanatları eğitimine ağırlık verme yolunu tutmuştur.

89 G-Karma Eğitime Geçiş Dönemin CHP Hükümetinin bir başka uygulaması da Öğretim yılından itibaren ilk defa karma öğretime geçmesidir. Fakat, sonraki yıllarda kız öğrenci sayısında azalma olduğundan, Öğretim yılında karma öğretimin hızı azaltılmış, bazı karma okullar eski şekillerine dönüştürülmüştür. Orta öğretim okulları bu yıldan itibaren yavaş yavaş karma öğretim haline getirilmiş, 1977 yılından itibaren de kız meslek okulları dışındaki bütün okullar karma öğretime başlamıştır.

90 H-Köylülerin Eğitimi Projesi
1930’ların başlarında, Türk köyü sefaletten ve Türk köylüsü bilgisizlikten kurtulmadıkça yapılan devrimlerin başarılı olamayacağı düşünceleri tekrar konuşulmaya başlandı. Bu dönemde, köye gitmek, Türk köyünü kurtarmak ideali aydınlar arasında hızla yayılmıştır. Bunun üzerine, devlet Anadolu’nun kültürünü değerlendirme işine girişir. Türkçenin arınması ve zenginleşmesi için köylerden on binlerce sözcük toplanır. Bunların kullanımı çeşitli yollarla teşvik edilir. Milli sanata kaynak olarak halk edebiyatı gösterilir. Büyük sayıda masal, türkü, atasözü toplanır ve halk dergilerinde yayınlanır. Köyün sosyo-ekonomik yapısını tanıtan ilk ciddi araştırmalar yapılmaya başlar. Halk Partisinden devrime devam mesajları verilir. Ancak, bu dinamik havadan Milli Eğitim hiç nasiplenmez. Mustafa Necati’nin ölümünden sonra bakanlık bir bürokrasi makinesine dönüşmüştür.

91 Atatürk döneminde Eğitim sisteminin bulunduğu karmaşa ve sorunlar karşısında bazı Türk fikir adamları eğitimin tek başına toplum değişmesindeki rolünden kuşkuya düşmüştür. İstanbul Öğretmenler Birliği dergisinde şu görüşlere yer verilir: Eğitimin Türkiye’nin geçmişinde rolü büyük değildi. Osmanlı imparatorluğunu ayakta tutan onun ekonomik ve siyasi örgütüydü. Bu örgüt içinde okul eğitiminin rolü pek önemsizdi. Bugün de okul Türkiye’nin karşılaştığı güçlükleri yenmede etkili olamamaktadır. Memleketin sanat, ticaret ve ziraat gibi hayati unsurlarını yaratmaya eğitimin gücü yetmeyecektir. Çünkü, memleketin geri iktisadi ve toplumsal bünyesi okulun vermek istediği etkiyi kolayca yok edecektir. Aile çevresinin baskısı altında bulunan çocuk ile basit ve ilkel aletlerle ziraat yapan köy çevresinin etkisinde bulunan köylü için, bir kaç yıllık köy okulunun vereceği bilginin önemi ne olabilir? Böyle küçük ve geri kalmış köyler halinde toplanış, yeniliklerin tutunması için uygun bir zemin oluşturmamaktadır. Türkiye’nin asıl büyük sermaye ve ona dayanarak büyük işletmeler kuracak işadamlarına ihtiyacı vardır. İlköğretim, ancak çalışan bu insanlar için faydalı olabilir

92 Bu arada, eğitimcilerin büyük kısmı ise eğitimden değil, onun Türkiye’deki uygulanış biçiminden yakınmışlardır. Kadro dergisi, devrim ideolojisini amaçlayan bir gençlik ve kitle eğitimi önerir. Buna göre, Eğitim, bireyi yalnız toplumsallaştırmakla kalmamalı, devrimci de yapmalıdır. Köye yollanacak öğretmenler köyde bir yandan devrim ideolojisinin temsilciliğini yapmalı bir yandan da modern teknik bilginin köye girmesine vasıta olmalıdır. Yunus Nadi, Hıfzırrahman Raşit Öymen, Hilmi A. Malik, Halil Fikret Kanat ve İsmail Tonguç gibi yazar ve eğitimciler öğretmene köyde bir ev, tarla veya bahçe vererek onu yerli bir üretici kılmak gereğini ileri sürmüşlerdir. 1933 yılında Reşit Galip’in Eğitim Bakanlığına getirilmesi ile bir “Köy İşleri Komisyonu” kurulur. Komisyon hazırladığı bir raporla köy eğitiminin istikameti şöyle çizilir: “Öyle bir köy öğretmeni tipi yaratmalıyız ki, o yalnız köylünün inançlarını işlemek, toplumsal kurumlarını etkilemekle kalmasın, köyün yüzünü ve ekonomik hayatını da değiştirsin”.

93 Ancak, Reşit Galip’in bakanlığının kısa sürmesi belirlenen düşünceler doğrultusunda eğitim çalışmalarına başlanmasına engel olmuştur. Ayrıca, Başbakan İsmet İnönü de eğitimin durumundan pek ümitli değildir. İnönü, 1934 yılında yaptığı bir açıklamada, eğitim konusunda karşılaşılan güçlüklerin artık hükümetin sorumluluğunu aşan bir nitelik kazandığını belirtir Sonuçta, köylülere Cumhuriyetin yeni değerlerinin benimsetilmesi ve kalkınma projesi Atatürk döneminde rafa kaldırılır. Böylece, sadece ilerde kurulması gerçekleşecek köy öğretmeni yetiştirme ve köy eğitimi uygulamasında istifade edilebilecek bazı görüşler ve tecrübelerin ortaya konulmasıyla bu konu Atatürk döneminde ertelenir

94 I-Halk Evleri ve Halkın Eğitimi Projesi
Cumhuriyetten önce Türk Ocakları milliyetçilik akımı doğrultusunda kültürün edebiyat, sanat gibi çeşitli alanlarında “halka doğru” ilkesine uygun olarak hem dilde hem de biçimde bir sadeleşme ve halka doğru yaklaşma hareketi başlatmıştı. Bu hareket, Cumhuriyet döneminde de herhangi bir müdahaleye uğramaksızın sürdü. Türk ocakları, kuruldukları yıllarda Pan-Türkist ve Pan-Turanist düşünce akımının etkisi altındaydılar. CHF, Türk Ocaklarını kapatarak, bunların her türlü mirasına el koyduktan sonra Türk Ocaklarını Halkevlerine çevirmiştir. 19 Şubat 1932 tarihinde açılışı yapılan Halkevlerine Atatürk büyük önem vermiştir. Bunların yurt çapında teşkilatlanmaları ve gelişmelerini yakından izleyen Atatürk, Ankara Halkevini Türkiye’yi ziyarete gelen yabancı devlet adamlarına tanıtır, yeni kültür anlayışını oluşturacak faaliyetler hakkında bilgiler verirdi. Ankara halkevi, diğer halkevleri için seçilen tiyatro, müzik eserleri gibi etkinliklerin öncelikle uygulandığı örnek bir yer haline getirilmişti. 1938 yılına gelindiğinde halkevlerinin sayısı 209’ a ulaşmış, belirtilen rakamlara göre geçen yıllar içerisinde konferans, konser gibi etkinliklere 7 milyon civarında insan katılmıştır.

95 Halkevleri, CHP tarafından örgütlenmiş, idare edilmiş ve ödenekleri partice karşılanmıştır.
Çoğunlukla öğretmenlerin görev aldığı halk evlerinde şu çalışma şubeleri bulunmaktaydı: 1-Dil, edebiyat, tarih, 2-Güzel sanatlar, 3-Temsil, 4-Spor, 5-İçtimai yardım, 6-Halk dershane ve kursları, 7-Kütüphane ve neşriyat, 8-Köycülük, 9-Müze ve sergi. Halkevleri, Cumhuriyetin laik karakteri başta olmak olmak üzere, yeni rejimin siyasal değerlerini titizlikle halka işlemiştir. 1945 yılına gelindiğinde, halkevleri 35 yayın organına kavuşmuştur. Aylık ya da onbeş günlük yayınlanan dergilerde Türkiye’nin önemli imzaları toplanmıştı. Ankara halkevince yayınlanan Ülkü, İstanbul Eminönü halkevince çıkarılan Yenitürk, İzmir halkevince yayınlanan Fikirler, ülke çapında okuyucuya sahipti. Dergilerde çevrenin tarihi, coğrafyası, folklorü ve rejimin ideolojisi ile ilgili yazılar bulunmaktaydı. Bugün de Türkiye’de isim yapmış pek çok yazar için bu dergiler ilk denemelerinin yer aldığı yerler olmuştur

96 Halkevleri okul eğitiminden geçmeyen vatandaşların eğitilmeleri amacıyla kurulmuştu. Ancak, halk evleri işçi, köylü, esnaf gibi kimselere ulaşmada, onlara faydalı olmada yeterince etkili olamamıştır. Halkevlerinin etkinliklerine daha çok öğrenciler, bürokratlar ve devlet memurları katılmıştır. Ayrıca, köylerde yapılan etkinlikler (konferanslar, tiyatrolar v.b.) dağınık ve köksüz kalmıştır. Halkevleri sonuçta belli bir zümrenin, özellikle mahalli eşraf ve memurların eğlence ortamı haline gelmiştir. Halkevlerindeki bu yabancılaşma belli bir zümrenin imkanlarının genişlemesine yol açarken, çoğunluğu teşkil eden halkın tepki ve kıskançlığını doğurmuştur. Ayrıca, halkevlerinin sadece bir siyasi partinin damgasını taşıması, buradan sürekli tek taraflı seslerin gelmesi, halkevlerinin zamanla halkı toplayıcılık özelliğini yitirmesine yol açmıştır. Çok partili hayata geçilince iyice itibardan düşen halkevleri zamanla iktidardan düşmüş bir partinin ölü bir kurumu durumuna düşünce kapanacaktır

97 Atatürk Dönemi: Sonuçlar ve Değerlendirme
***Atatürk devri, Türk toplumunun modernleşme (batılılaşma) hareketinde tartışmaların bitip kararların verildiği devrimler dönemidir. Bu dönem, eğitim alanında geriye, batılılaşma evresine uzandığı gibi, geleceğe, çağdaş Türk eğitiminin istikametine de ışık tutmaktadır. ***Osmanlı devleti siyasal ve askeri açıdan kendisini yenen Batı’ya karşı son dönemde batılılaşmayı (modernleşme) resmi bir devlet politikası olarak seçmişti. Devletin gerilemesinin şiddeti arttıkça, batılılaşmanın da hızı arttırıldı. ***Türk Eğitim Sisteminin temel amacı olan Batılılaşma (modernleşme, çağdaşlaşma, kalkınma) hareketi milli eğitime; 1-laiklik, 2-pozitivist-rasyonalist bilgi-bilim düşüncesi, 3-demokrasi anlayışı ve 4-Milliyetçilik olarak yansımıştır ***Bu dönemde, Türk devriminin ana eğitim problemi milli kültür birliğinin sağlanması ve vatandaşlık eğitiminin verilmesidir. Ancak milli kültür ve değerler belirsizdir, bu da yeni nesillerin toplumsallaşmasını olumsuz etkilemiştir.

98 ***Tevhid-i Tedrisat’ın (Eğitimde Birlik) sadece “öğretimde birliği” sağladığı, Osmanlı maarifinin eseri olan ve farklı değerler taşıyan öğretmenleri, aileyi ve toplumu hesaba katmayan bir okul öğretimi ile “eğitimde birliği” kültürel değerler açısından sağlamanın güçlüğü unutulmuştur. ***Fransa’dan alınıp okullarda uygulanmaya konulan pozitif bilimlere dayalı ders programları geleneksel Türk-İslam değerlerine bağlı toplumla okul arasında ikilem yaratmıştır. Böylece, okullar sundukları değerler açısından toplumdan ayrı kurumlar olmuşlardır. Bu durum da Tevhid-i Tedrisat-ı olumsuz etkilemiştir. Ayrıca, kuşaklar arası değer farklılıklarının oluşması da bu dönemde görülmeye başlamıştır. ***Halktan kopuşu önlemek için halk ve köy eğitimine yönelinmiş, ancak hedeflenen amaçlara ulaşılamamıştır. ***Bu dönemde, öğretmenler mesleki yönden yetersizdi. Daha çok okuma-yazma ve kitabi bilgiler aktarmakla yetindiler. Ayrıca öğretmenler çevre halkı, imamlar ve yöneticilerle iyi ilişkiler kuramamış, giriştikleri eğitim çabası bir nevi kör dövüşüydü. Bu da öğretmenleri çevrelerinden koparmış, okullarına kapanmaya itmiştir.

99 ***Bu dönemde eğitimde daha çok toplumsal değişimi gerçekleştirmek amaçlanmış, bu yüzden ilköğretime ve ilköğretim öğretmeni yetiştirmeye daha fazla odaklanılmıştır. Milli eğitimin daha çok ilköğretime odaklanması sonucu ortaöğretim ihmal edilmiştir. Kurulduğunda ortaöğretimin amacı bir yandan gençleri hayata hazırlamak diğer yandan da üniversite eğitimini beslemekti. Uygulamada ortaöğretim sadece üniversite için bir hazırlık devresi olmuş, bunun dışında öğrenciyi hayata hazırlayıcı bir programa ve öğretime yer verilememiştir. Sıkı bir teorik ve ezberci öğretim sürüp gitmiştir. Tanzimat okullarının devlet memurundan başka bir şey yetiştiremeyen geleneği Cumhuriyetin ortaöğretiminde de yaşamaya devam etmiştir ***Türk Milli Eğitim Sisteminin oluşturulmasına yardımcı olmaları için yurtdışından tanınmış eğitimciler (uzmanlar) Türkiye’ye getirilmiştir. Ancak, bu uzmanların çağdaş önerilerinden yeterince istifade edildiği söylenemez. ***Atatürk döneminde ülke tek parti ile yönetilmiştir. Türk Milli Eğitim Sistemi CHP’nin düşünceleriyle biçimlendirilmiş ve özdeşleşmiştir. Böylece, eğitimin siyasallaştırılması ve siyasal partilerin güdümüne girmesi geleneği bu dönemde başlamıştır diyebiliriz.

100 İNÖNÜ DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKALARI (1938-1950)
İsmet İnönü, Atatürk önderliğinde gerçekleşen ınkılap hareketinin merkezden çevreye yayıldığı, son sözün henüz söylenmediği ve kahramanlar devrinin de devam ettiği bir zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı oldu. 29 Mayıs 1939’da toplanan Beşinci Parti Kurultayında kendini Millî Şef ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin değişmez Genel Başkanı ilân ettiren İnönü, böylece “tek şef, tek parti, tek millet” anlayışıyla, yani dönemin hala geçerli olabilecek “kutsal üçleme” düşüncesine uygun olarak otoriter varlığını tescil ettirdi. Bu durum, zamanın şartlarına üç açıdan uygun düşüyordu: İlk olarak, Atatürk’ten sonra rejimin kesintiye uğraması ihtimalinin ve karşı ınkılap düşüncesinin devre dışı bırakılmasını sağlamak. İkincisi, inkılapçı çevrenin yeni bir dinamizm isteğini karşılamak. Üçüncüsü, başta Türkiye’nin komşu ülkeleri olmak üzere, otoriter rejimlerin dünya siyasi hayatına hâkim olduğu veya olmaya çalıştığı bir çağın karakterini taşımak (CHP Faşizmi)

101 İnönü Dönemi siyasal açıdan statik ve statükocu olmasına rağmen, eğitim ve kültür açısından son derece hareketli bir niteliğe sahiptir. Bu dönemde, Atatürk’ün millî kültür politikasından farklı olarak yeni bir kültürel yapının inşasına girişilmiştir. Bu yeni inşanın temel anlayışı şudur: Ülkenin kalkınmaya ihtiyacı vardır. Kalkınmak için Batılılaşmak şarttır. Batılılaşabilmek için de Batılı kültür kaynaklarına inmek gerekir. Kültür aktarılabilir. Gelişmiş, kalkınmış ülkelerin kültürü de yüksektir. Yüksek kültürün aktarılmasıyla kalkınma sorunu çözülecektir. Dolayısıyla, bu dönemde de kalkınma problemi, bir kültür problemi olarak görülmüştür. Böylece, dönemin belirleyici özelliği köylere zorunlu eğitim götürmek, konservatuvar açmak, opera kurmak, devlet radyolarını Batı müziğine tahsis etmek, Millî Eğitim Bakanlığı yayınlarıyla “Batılı kültürü” Türkçeye aktarmak, işi liselerde Yunanca ve Latince derslerinin konulmasına kadar vardırmak olmuştur. Bir yandan, Batılı kültür çevresine bağlılık kalkınmanın ve medenîleşmenin tek yolu sayılırken, öte yandan bu tek yolun İslâmî kültürel değerlerle tıkanmaması için de lâiklik son derece katı bir biçimde uygulanmıştır.

102 İnönü dönemi eğitim politikasını ikiye ayırmak mümkündür:
1-Türk Millî Eğitim Sistemi’nde Hümanizme Yöneliş Evresi 2-Türk Millî Eğitim Sisteminde Demokrasiye ve Dinî Değerlere Yöneliş Evresi. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türklerin henüz yekpare bir millet olmadığını, ancak bunun gerçekleşeceğini, hatta tüm yabancı kültürlerin bu millî yapı içinde eriyeceği düşüncesindedir. İnönü, bir konuşmasında da şunları söyler: “Dünya üzerinde her millet mutlaka bir medeniyet temsil eder. Kendilerini Türk Milletinin medeniyetinden başka camialara bağlı görenlere işte açıkça teklif ediyoruz: Türk milletiyle beraber olsunlar. Fakat halita halinde değil, konfedere olmuş medeniyetler halinde değil, bir tek medeniyetler halinde. Bu vatan, işte tek olan bu millet ve bu milliyetindir. Bunu yalnız söz olsun diye söylemiyoruz. Süs olsun diye bu fikirde değiliz; bu siyaset, vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak yekpare bir millet olarak yaşayacağız. İşte millî terbiye dediğimiz sistemin umumî hedefi.. Her milletin en büyük iftiharı âlimleri, mütefenninleri, mütehassıslarıdır. Türk varlığı o zaman varlığını gösterecektir. Muallim arkadaşlar; bu büyük işi sizler yapacaksınız. Tam manasıyla medenî olmak bunu yapmak demektir. Seviyemiz o seviyeye çıkınca medenî millet olacağız; yoksa medeniyetin yüksek seviyesindeki milletlerin adetlerini almakla ne millet, ne medenî olabiliriz”

103 Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel Türk bireyinin yaşamasını istediği ahlâkı şu kelimelerle ifade eder: “Ben Türküm, her şeyim Türk milleti içindir. Bizim ahlâkımız bu düsturdan çıkar. Ahlâk, insan hareketlerine iyi veya kötü hükmünü vermek olduğuna göre, içimizde daima var olduğunu hissettiğimiz iyiyi fenadan ayırma kuvveti, vicdan dedikleri bulunç melekesi, Türk için bu düsturdan doğar. Bir söz, bir yazı bu iş iyi mi, yoksa fena mı? Buna hükmetmek için gönlümüze sorarız: bu söz, bu yazı, bu iş Türklüğe faydalı mı, yoksa zararlı mıdır? Faydalı ise iyidir, zararlı ise fenadır. Bu teraziyi hiç bir an elimizden bırakmamalıyız. Millî ahlâk, doğru ve şaşmaz ahlâk budur. Layık yapıda bir millet için bundan başka türlü ahlâk olamaz. …. Türk Cumhuriyeti vatandaşı olduğu halde “ben Türküm” diyemeyen; dilde duyguda Türk olmayan, “her şeyim Türk Milleti içindir” andını içemeyen elbette ki Türk değildir. Millî ahlâk kuralına göre böyle olan vatandaşı en günahlı bir insan olarak tanırız”…. “Millî hayatımız ve tarihimiz bize en yüksek ahlâk idelerini verecek kadar zengin ve güçlüdür. Ahlâklı olmayı başka milletlerden öğrenmeye muhtaç değiliz”.

104 CHP’nin 1943 yılındaki programında okullarla ilgili hedefler aşağıdaki gibi belirlenmiştir:
1-İlk ve ortaöğretimi bütün yurda yaymak, liseleri ve meslekî-teknik eğitimi güçlendirmek, 2-Öğretim kurumları için millî kültürü sağlam ve bilgili eğitmenler yetiştirilmesi, 3-Eğitim-kültür politikasında güzel sanatlara, tiyatroya, operaya, müziğe, sinemaya, Türk sanatına, Türk folkloruna, kitap yayınına ve kütüphaneciliğe önem verilmesi, 4-Türk lügatı ve ansiklopedisinin hazırlanmasının çabuklaştırılması, millî eğitim yuvaları olan Halkevleri ve Halkodalarını yaygınlaştırılması, Inkılap tarihi eğitimine, kamuda ve okullarda beden eğitimine gereken değerin verilmesi.

105 1-Türk Millî Eğitim Sistemi’nde Hümanizme Yöneliş Evresi
Kültür tarihimizde, Atatürk’ten sonra, yaptığı reformlarla dikkat çeken kişilerden biri de Cumhuriyet tarihinde en uzun süre Maârif Vekilliği ( ) yapan Hasan Ali Yücel’dir. Kültür tarihinde onun ismi Köy Enstitüleri, devlet konservatuvarlarının kurulması, bilim ve devlet dilinin Türkçeleştirilmesi, ansiklopedi, dergi, sözlük gibi yayınlar, dünya edebiyatından çeviriler, üniversiteler kanunu ile Türkiye’nin UNESCO’ya girişi ve Tebliğler Dergisi’nin ilk defa yayınlanması gibi etkinliklerle birlikte hatırlanmaktadır. Maarif Vekili Hasan Ali Yücel Türk millî eğitim-kültür politikasının gündemine Hümanist düşünceyi hâkim kılmıştır. Hasan Ali Yücel dönemindeki hümanizm anlayışı Türk eğitim-kültür hayatına iki teklif getirmiştir: Birincisi, hümanizm düşüncesi eğitim-kültür alanına taşınmak istenmiştir. İkincisi ise, Hümanizm Türk devriminin gelişmesini sağlayacak, bu devrime ideolojik bir açıklama imkanı verecek bir akım olarak değerlendirilmiştir. İnönü döneminde gerek CHP’nin kurduğu hükümet programlarının eğitim-kültür bölümlerinde ve gerekse bu dönem eğitim programlarının amaç değerleri arasında Kemâlizm doktirininin adı geçmeyecektir. Böylece, Atatürk döneminin sonlarında CHP’nin çabasıyla oluşturulan “Kemâlizm” doktirininin içi Hasan Ali Yücel’in Maarif Vekilliği zamanında hümanizm anlayışıyla doldurulmaya çalışılmıştır.

106 İnönü Dönemi’nde Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in önderliğinde benimsenen Hümanist eğitim-kültür anlayışı Batı medeniyeti hakkında yeni bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yeni perspektif, Atatürk dönemindeki tarih ve medeniyet tasarımına açıkça karşı çıkmamakla birlikte onun yerine geçmek üzere ortaya atılmıştır. Bu anlayışa göre, Batı Medeniyeti’nin kökü Orta Asya’dan iç deniz denilen şeyin kurumasıyla göç eden eski Türklerin Mezopotamya ve Anadolu gibi yerlerde kurdukları medeniyete dayanmıyordu. Bugünkü Avrupa medeniyeti Yunan ve Latin kaynaklarına dayanmaktaydı. Onu öğrenebilmek ve ona katılabilmek için Sofokles’ten İbsen’e, Platon’dan Bergson’a kadar Batı’nın kaynakları Türkçeye aktarılmalıydı. Batı Klâsiklerinin türkçeye çevirilişiyle başlayan Hümanizm anlayışı Türk Millî Eğitimi’nin batılılaşma (modernleşme) politikasında Atatürk’ün ınkılapları kadar radikal bir değişimin ifadesidir. Gerçi Atatürk’ün giriştiği millîleşme ve batılılaşma çabası Türk hümanistlerinin iddia ettiği gibi Yunan-Latin kültürünü hatırlatmayacak istikametteydi. Ancak, Hasan Ali Yücel gibi hümanizmi benimseyenler Atatürk’ün düşüncelerini farklı bir yoruma tâbi tutarak, Atatürkçülüğü hümanizmin içine yerleştirmişlerdir.

107 H. Ali Yücel’ın Eğitim Bakanlığı Zamanında Eğitim Politikası
1-Neşriyat Kongresi, Tercüme Faaliyetleri ve Hümanizme Yöneliş Maarif Vekili Hasan Ali Yücel1-2 Mayıs 1939 tarihlerinde ülkenin yazarları, yayıncıları, eğitimcileri, araştırmacıları, sanatkarları, milletvekilleri ve bakanlık görevlilerinin katıldığı Birinci Türk Neşriyat Kongresi ve Sergisi’ni açmıştır. Kongrenin amacı, ülkenin her yerinde basım ve yayın işlerinin resmi ve özel tüm ilgililerce gözden geçirilmesinin, temel ilkelerin, devlet ve birey bazında takip edilecek usullerin tespit edilmesinin sağlanmasıdır. Yücel’e göre, Türkiye’deki tercüme faaliyetleri bugüne kadar gelişigüzel bir biçimde sürdürülmüştür. Maarif Vekilliği’nin bu konuya el atışı ile dünya düşünce ürünlerinin millî kütüphanelerde bulunması, Batı ile kültür tanışıklığının sağlanarak hümanizma ruhunun benimsenmesi, böylece Cumhuriyetin kuruluşuyla başlatılmış olan Türk Rönesansı’na hizmet edilmesi sağlanacaktır. Böylece, Hasan Ali Yücel’in bu tercüme çabasıyla Türk düşüncesi Batı düşüncesiyle ilk ciddi karşılaşmasını yaşamaya başlar.

108 2-Konservatuvarın Kuruluşu
Hasan Ali Yücel 1930 yılından beri güzel sanatlar alanında yapılan girişimlere bir yenisini ekler. 31 Ekim 1939’da Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ni açar. Her yıl bir defa düzenlenen “Devlet-Sergi-Sistemi” böylece Ankara’da kurulmuş ve başlatılmış olur. Devlet, bu sergilerle sanatı ve sanatçıyı korumak ve desteklemek amacıyla günümüze kadar sürecek bir geleneği başlatır. Hasan Ali Yücel zamanında bir diğer kültürel teşebbüs de 20 Mayıs 1940 tarihinde Devlet Konservatuvarı’nın kuruluş yasasının çıkarılmasıdır. Yücel, 3 Temmuz 1941’de konuyla ilgili konuşmasında şunları söyler: “Müellif bizden olmayabilir, bestekar başka milletten olabilir. Fakat o sözleri ve sesleri anlayan ve canlandıran biziz. Onun için Devlet Konservatuvarı’nın temsil ettiği piyesler, oynadığı operalar bizimdir, Türktür ve millîdir. Bizden olacak müellif ve bestekar da ancak bu yolda yetişecektir”

109 3-Türk Dilinin Disipline Edilmesi
Hasan Ali Yücel, Türk dilinde Türkçeleşmeyi hızlandırmak açısından, 1940 tarihinde Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili doçenti Tahsin Banguoğlu’nu Türkçenin kendi yapısına özgü bir gramer kitabı yazmakla görevlendirmiştir. 7 Temmuz 1941 yılında Gramer Komisyonu Banguoğlu’nun “Ana Hatlarıyla Türk Grameri” adlı kitabını uygun bularak, okullarda okutulacak gramere temel olarak kabul etmiştir. Bu eser, bilimsel olarak yazılması açısından Türk gramerinde ilk adımdır. Bundan sonra okullar için yazılan gramer kitaplarında burada izlenen yol takip edilecektir. Buna ilâveten, Türkçenin güçlendirilmesi ve ders kitaplarının standartlaştırılması için Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı bilim terimlerinin 1939 yılından itibaren bütün orta dereceli okullardaki ders kitapları aracılığıyla benimsetilmesi kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede, Arapça terimlerin kullanımı ise yasaklanmıştır.

110 4-Birinci Maarif Şurası
17-19 Temmuz 1939 tarihinde Türk Eğitim Sistemini’nin ilkelerini ortaya koymak için toplanan Birinci Maarif Şurası’nda Maarif Vekilliği Teftiş Heyeti Reisi Cevat Dursunoğlu, Atatürk ınkılaplarıyla İslâm ve doğu medeniyet dairesinden çıkılıp Batı medeniyeti dairesine girildiğini, Atatürk’ün bir nutkunda “Avrupa’nın hududu, bizim şarkımızdan başlar” diyerek bunu ortaya koyduğunu belirtir. Türklerin İslâm medeniyeti içinde önemli başarılar ve katkılar sergilediğini, aynı başarı ve misyonu Batı medeniyetinde de sergileyeceğini düşünen Dursunoğlu bunun için de hümanizm kültürüne ihtiyaç olduğunu, bu noktada da Latince ve Yunancanın eğitimde gerekli olduğunu ifade eder. Son olarak, Şurada söz alan Maarif Vekilliği Müfettişlerinden Halil Vedat Fıratlı, Fuzuli, Bakî ve Nedim’in Türk milletinden bir şey almadığını ve vermediğini, “bu oyuncakların “ yeni nesillere öğretilmemesi gerektiğini, anlayışımızın, vasıtalarımızın ve usullerimizin Türk milletinin karakterini taşıması gerektiğini ifade eder

111 6-Halkevleri ve Halkodalarının Açılması
5-İkinci Maarif Şurası Hasan Ali Yücel’in Maarif Vekilliği döneminde, Şubat 1943 tarihinde de okullarda ahlak eğitimi konusunun ele alındığı İkinci Maarif Şurası toplanmıştır. 6-Halkevleri ve Halkodalarının Açılması Atatürk döneminde, 1932 yılında Cumhuriyetin yeni değerlerinin ve ınkılapların halka anlatılması için Halkevleri kurulmuştu. 1940 yılından sonra daha ekonomik görülen ve kırsal kesimde açılmaya başlayan bir de halkodaları olgusuyla karşılaşırız. Halkodalarının halkevlerinden farkı sosyal ve kültürel faaliyetlerin kollarca yürütülmemesinde yatmaktadır yıllarında 4322 Halkodası açılmıştır. Halkodalarının faaliyeti 1951 yılına kadar sürebilmiştir. Bunun nedeni ise halkla yeterince bütünleşememek, halkı teba olarak görmek ve böyle davranmaktır. Öte yandan, Halkevleri de Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle kapatılacaktır. 1960 yılında örgütlenmesine izin verilen Halkevleri 12 Eylül 1980’de çıkarılan Dernek Yasası ile yeniden kapatılmış, 1987 yılında ise tekrar kurulmuştur.

112 7-Köy Enstitüleri 1940 tarihli kanunla, tarım işlerine elverişli arazisi bulunan köylerde, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek elemanlarını yetiştirmek amacıyla beş yıl öğretim süreli Köy Enstitüleri açılmıştır. Kanunda, köy enstitülerine beş sınıflı köy okulunu bitiren sağlıklı ve yetenekli köy çocuklarının alınması uygun görülmüştür. Enstitüden 5 yılda mezun olan bu öğrencilerin 20 yıl köylerde öğretmenlik yapma zorunluluğu vardı. Bu arada, çıkan kanunla, köylüler köyün okul binasının ve öğretmen evlerinin inşaatından ve bakımından sorumluydu. Tüm köylüler her yıl 20 gün enstitülerin yapım, bakım ve onarımı için çalışmakla yükümlüydü. Köy Enstitüleri’nin amacı köylünün kalkınmasına yardımcı olacak, köyün yaşam şartlarını ve sorunlarını bilen köy çocuklarının eğitilmesidir. Bu doğrultuda, Köy Enstitüleri bir yandan eli kalem tutan öğretmenler diğer yandan da köy için tarımdan hayvan yetiştiriciliğine kadar her alanda çalışacak üretken bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Sonuçta, Köy Enstitüleri’nden çok şeyler beklenmiş, ancak neticeler boş çıkmıştır. Zira,

113 Birincisi, çocuk yaşta köyden alınan ve köye öğretmen olarak yetiştirilecek öğrenciler, şehir insanına ve şehir hayatına karşı bütünüyle izole edilmişti. Hele 20 yıllık zorunlu hizmet öngörülmesi bunu sürekli kılıyordu. İkincisi, izolasyona dayalı bir eğitim sistemi köy ve kent ayrımını ideolojik temellerle belirginleştirmiştir. Üçüncüsü, dinî duygulara yer vermeyecek kadar katı bir lâik eğitimden geçen ve hümanist kültürle yetiştirilen öğretmenler köylülerce tecrit edilmiştir. Dördüncüsü, 1942’de devlet çıkardığı kanunla her köyün kendi okulunu kendisinin yapmasını istemiştir. Bu okulların kereste, kiremit, cam gibi para ile satın alınacak malzemesini devlet temin etmiş, diğer malzemeler köylüden istenmiş ve binaların yapımında köylüler 1951 yılına kadar bizzat çalıştırılmışlardır. Bütün bunlar karşısında, maddî ve manevî bir çok kayba uğradıklarına inanan köylüler bu projeye sıcak bakmadı. Ayrıca, Tonguç da Türkiye‘de yaptığı köy eğitimi çalışmaları sonucunda, Batılı ülkelerdeki öğrencilerden alınan sonuçların Türkiye’de alınamadığını itiraf etmiştir. Sonunda, Demokrat Parti döneminde, 1954 yılında Köy Enstitülerinin tümüyle ilköğretim okullarıyla birleştirilmesi yoluna gidilmiş, böylece Türkiye’nin çağdaşlaşması ve kalkınması için önemli bir proje olan Köy Enstitüleri uygulaması tarihe karışmış oldu.

114 8-Okullardaki Gelişmeler
Bu dönemde ilköğretimin yaygınlaştırılması konusunda büyük bir başarı elde edilmiştir öğretim döneminde ilkokulların sayısı 9418 iken, öğretim yılında bu sayı 17106’ya çıkmıştır. Ancak, büyük ölçüde kırsal alanda görülen bu gelişmenin maddî yükünü en çok köylüler çekmiştir. Zira, hatırlanacağı gibi, 1942’de devlet Köy Enstitüsü ve Köy Okulları Kanunu’nu çıkararak, her köyün kendi okulunu kendisinin yapmasını istemiştir. Öte yandan, liselerde tarih ve kültür kitaplarının içeriği daha çok Reform ve Rönesans hareketlerine ayrılmış, Latin-yunan hümanizmi ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Buna ilâveten, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun 186 Sayılı ve 30 Eylül 1940 Tarihli kararıyla Ankara Erkek Lisesi, İstanbul Galatasaray Lisesi ve Vefa Erkek Lisesi’nde öğretim yılından itibaren birer “Latince şubesi” açılması kabul edilmiştir. Yunanca öğretim yer almadığından “Yarım Klasik Şube” olarak anılan bu kısımlarda Yunan ve Latin edebiyatına büyük önem verildi. Fakat, daha sonra bu şubeler verimli olmadığı gerekçesiyle öğretim yılında kapatıldı.

115 2-Türk Eğitim Sistemi’nde Demokrasiye ve Dinî Değerlere
2-Türk Eğitim Sistemi’nde Demokrasiye ve Dinî Değerlere Yöneliş Evresi ( ) İnönü Dönemi’nde Hasan Âli Yücel’in maarif vekilliği evresindeki Türk millî eğitim politikalarında İkinci Dünya Savaşı sonunda demokratikleştirme başlığı altında köklü bir değişim meydana gelmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonunda dış politikadaki gelişmeler iç politikaya da yansımıştır. Rus tehdidi karşısında Amerika ve Batı yanlısı bir dış politika izlenmiş, Batı sisteminde yer almak için demokrasinin güçlendirilmesi çabalarına girişilmiştir. Demokratik yönetimi geliştirme çabaları 1948 yılında bütün okul programlarına yansıyacaktır. Bu dönemde millîleşme (millîyetçilik) açısından da iki ayrı düşünce akımı belirmeye başlamıştır. Bir yandan, millîyetçilikten hümanizme doğru bir açılma görülürken, diğer yandan millî kültürün ihmal edilmiş ya da reddedilmiş taraflarının işlenmesini isteyen siyasal içerikli bir muhalefet yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır. Böylece, Cumhuriyet hükümetleri bir yandan Batı klasiklerini çok sayıda ve süratle Türkçeye çevirirken, diğer yandan da Geleneksel Türk-İslâm kültürünün bazı temel eserlerini yeniden ortaya çıkarmaya başlayacaktır.

116 Sonuçta, Demokrasi dönemine girilmesiyle Türkiye’de millîyetçilik akımı ikiye ayrılmıştır.
Bir tarafta CHP’nin oluşturduğu ve Türk kültürünün Batı uygarlığının millî bir versiyonu olmasını isteyen millîyetçilik akımına karşı, bu düşünceye katılmayan tarihi ve tarihsel kültürü korkulacak değil faydalanılacak bir kaynak olarak gören diğer millîyetçi anlayış. Bu iki millîyetçilik anlayışının Türk kültürü konusundaki politikaları birbirinden farklı olmuştur. Örneğin, Eski Yunan ve Latin eserlerinin Türkçe’ye çevrilip yayınlanmasına CHP eğilimli millîyetçiler önayak olurken, Türk-İslâm klâsiklerini yayınlamak fikri diğer millîyetçiliğin bir ifadesi olmuştur (sağcılık-solculuk temelleri burada atılmıştır). 1946 yılında Türkiye’nin siyaset ve eğitim-kültür politikasında demokratikleşmenin yanında bir başka değişim de dinî değerler ve din eğitimi alanında görülmeye başladı. Bunun nedeni, CHP’nin fikir değişikliğinde değil, yaygınlaşmaya başlayan demokrasi sonucu halkın kısa zamanda büyük teveccühüne mazhar olan Demokrat Parti’nin dine gösterdiği ilgiden kaynaklanmıştır. Daha önce din eğitimini okullardan kaldırarak halkçılık ve lâiklik ilkelerini ihmal eden CHP artık halka görücüye çıkacağından oy kaygısı nedeniyle din eğitimine sarılacaktır. 24 Aralık 1946 tarihinde mecliste pek çok CHP milletvekili din eğitiminin tekrar verilmesini savunmuştur.

117 Din Eğitimine İlişkin Uygulamalar
1946 yılından itibaren Türkiye’de siyasal ve toplumsal hayatta demokrasiye geçilmesiyle din eğitimi demokratik bir hak olarak gündeme gelmiş ve tartışılmaya başlanmıştır. Din eğitiminin gündeme gelmesi de bu öğretimi kimlerin vereceği sorununu ortaya çıkarmıştır. İlk bir kaç yıl boyunca din öğretimini eskiden din dersi almış eski kuşak öğretmenler vermeye başlamıştır. CHP hükümeti döneminde genç öğretmenler öğrenim hayatında bu dersleri almadığı için bu yola gidilmiştir. Öte yandan, toplumda artık kendini iyice gösteren ehliyetli din adamı ihtiyacını gidermek için de öğretim yılında 10 aylık imam-hatip kursları açılmış, şubat 1949’da ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına Din Bilgisi dersi program dışı ve seçmeli (velilerin isteğine bağlı) olarak konmuştur. Ayrıca, bu dönemde 1949 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Böylece, Atatürk döneminde din eğitimini okullarda fazla gören CHP hükümetleri İnönü döneminde politikasını değiştirmiş ve din eğitiminin eğitim sistemi içerisinde yer almasının ilk adımını isteksizce de olsa kendisi atmıştır.

118 Okul-Aile Birlikleri Okul-Aile birlikleri konusu 2-10 Aralık 1946 yılında toplanan Üçüncü Millî Eğitim Şurâsı’nda gündeme getirilmiştir. Şura’da, Okul-Aile Birlikleri’nin üzerinde çalışacağı problemlerden birinin de ahlâk eğitimi sorunu olduğu belirtilmiştir: Ayrıca okul-aile birliklerinin görevleri arasında çocukların disipline, toplum düzenine itaat etmelerinin sağlanması; her fırsatta öğrencilerin millet, vatan ve insanlık sevgilerinin, dayanışma duygularının pekiştirilmesi; süs, israf, gösteriş, soyu ile öğünme, saygısızlık, kötü söz gibi eğilimlerden çocukların uzak tutulması konuları yer almıştır.

119 Millî Eğitimin Amaçlarının Düzenlenmesi
1948 yılından itibaren hükümet programlarına da giren demokrasi anlayışından aynı yıl bütün okul programları da etkilenmiştir. Bu dönemde ilk kez her derecedeki okullarda eğitim ve öğretimin amaç ve ilkeleri belirlenmiştir. 1948’den önce ilk defa 1926 ilkokul programında millî eğitimin amaçlarından söz edilmişti programında ise bu amaç ve ilkeler biraz daha geliştirilmişti. Böylece, 1948 programının getirdiği düzenleme ile millî eğitimin bütün kademelerinin ve okul türlerinin amaçları ve dayandıkları ilkeler belirlenmiştir. Bütün bunlardan amaç ise artık bir eğitim sistemi oluşturmaktır. Ancak, amaçlarla bunlara ulaştıracak müfredat derslerinin ilişkisine bakıldığında; amaçlarla öğretim programı arasında istenen bağın kurulamadığı; Türk Millî Eğitim Sistemi için ortaya konan amaçların Amerikan Eğitim Sistemi’nin amaçlarına benzediği görülmüştür.

120 Dördüncü Maarif Şurası
Dördüncü Millî Eğitim Şurası Ağustos 1949 tarihinde toplanmıştır. Şura’da, demokratik eğitim hakkında bir rapor hazırlanarak katılımcılara sunulmuştur. Şura’da alınan kararla liselerde eğitim dört yıla çıkarılmıştır. Bunun nedeni, istenen formasyona sahip öğrencilerin üç yılda yetiştirilememesidir. Ancak, bu kararın uygulanması Demokrat Parti döneminde, 1952 yılında gerçekleşmiştir tarihinde ise liselerde eğitim tekrar üç yıla indirilecektir.

121 DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKALARI (1950-1960)
CHP içinde partinin halkın ihtiyaçlarını karşılayamadığını yüksek sesle dile getiren ve verdikleri Dörtlü Takrir sonucu partiden ihraç edilen Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü 1946 yılında Demokrat Parti’yi kurdu. DP’yi millîyetçi, halkçı ve lâik kimliğiyle algılayan Türk halkı da 1950 yılındaki seçimde onu iktidar yapmıştır. Demokrat Parti döneminde eğitim sisteminin geliştirilmesi için yurt içi ve yurt dışı incelemelerde bulunmak üzere bir “Eğitim Millî Komisyonu” teşkil edildi. Demokrat Parti hükümetleri yaygın bir ilköğretimi gerçekleştirmek yerine öğretimin her kademesine aynı ağırlığı vererek elitler eğitimine yönelmeyi, öncelikle toplumun ihtiyaç duyduğu kalifiye elemanın temin edilmesini hedeflemiştir. DP döneminde geleneksel değerlerin ağır basmasıyla İmam-Hatip okulları ve Yüksek İslâm Enstitüleri açılmış, din dersleri program içine alınarak seçmeli kılınmış; batılı (modern) değerlerin ağır basmasıyla da yabancı dilde öğretim yapan kolejler açılmış ve Amerikan modeline göre ODTÜ ile Atatürk Üniversiteleri kurulmuştur.

122 DP döneminde Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra batılı ülkelerle ve özellikle de ABD ile sıkı ilişkiler kurulmuş, bunun sonucu olarak Türk Eğitim Sistemi’nin Avrupa eğitim sistemlerini model alma anlayışı yerini ABD’nin eğitim sistemini model almaya bırakmıştır. ABD’den uzmanlar getirilmiş, onlardan alınan raporlar doğrultusunda pek çok uygulama başlatılmıştır. Ayrıca, Türk eğitim bilimcilerinin yetiştirilmesi için ABD’ne öğrenci gönderilmiştir. ABD, yüksek öğrenim alanında da Türkiye’ye bilimsel, teknik ve maddî yardımlarda bulunmuştur. Öte yandan, DP iktidarı Hasan Âli Yücel’in hümanizm politikasını büyük ölçüde sınırlamıştır. Batı klasiklerinin yayını azaltılırken, yerli kültürel eserlerin yayınına yer verilmeye başlanmıştır. Bu arada, Hasan Âli Yücel döneminde Türkçeye aktarılıp bastırılan Batı klasikleri devlet kurumlarında ölü birer kütüphaneyken, DP döneminde bu eserler hayli okuyucu bulmuş, nadir bulunan kitaplar arasına girmiştir. Ayrıca, Türk dilinde meydana gelmiş olan uydurmacılık anlayışı da devlet politikası olmaktan çıkarılmıştır.

123 Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a Göre Eğitim: yılları arasında cumhurbaşkanı olan Celal Bayar, yaptığı konuşmalarda eğitim politikası ile ilgili şunları söylemiştir: İlköğretim, eğitimin temelidir. Bu noktada, öğretmenin misyonu çok önemlidir. Öğretmenler büyük fedakarlık ve vazife duygusuna sahip olmalı. Güzel sanatların ülkenin her yerinde gelişmesi için gayret edilmeli. Türkiye’nin uluslararası ilişkileri genişlemektedir. Bu nedenle, yabancı dil öğretimine hemen her alanda gerekli önem verilmelidir. Ülkenin sanayi ve iktisadî hayatında büyük önemi olan meslekî ve teknik eğitim de öncelikler arasında yer almalıdır. Bu amaçla, teknisyen yetiştirme işine gereken değer verilmelidir.

124 Başbakan Adnan Menderes: Menderes, gençliğin demokratik bir ruh, millîyetçilik ve din-vicdan hürriyetine dayalı lâiklik ilkeleri ile bilimsel veriler doğrultusunda millî karaktere, ananelere, manevî ve insanî değerlere bağlı yetiştirilmesine önem verir. Ayrıca, Menderes lâiklik anlayışını da şöyle ifade eder: “ Bütün hürriyetler gibi vicdan hürriyetini de teminat altında bulundurmak esasına bağlı bulunan partimize hiç bir zaman din aleyhtarlığı isnat olunamaz. Biz lâikliği vicdan hürriyeti manasına almaktayız” Millî Eğitim Bakanı Ahmet Özel: Özel’e göre, eğitimin amacı bireyi hayata hazırlamak ve onu seviyeli bir moral hayata kavuşturmaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için bireyin meslek sahibi kılınması ve sosyalleştirilmesi gereklidir. Ayrıca, Özel, millî eğitim politikalarının gündelik siyasetin güdümünden kurtarılması için bir “Yüksek Maarif Meclisi” kurulmasını önerir. Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri: Tevfik İleri’ye göre Türk Millî Eğitimi her bakan değişiminde farklı bir politika uygulanması yüzünden istikrarsız bir yapıya sahiptir. Bunun için gereken tedbirler alınmalıdır.

125 din ve vicdan hürriyeti.
Demokrat Parti Parti ve Hükümet Programlarında Eğitim DP’nin parti ve hükümet programları incelendiğinde şu değerleri ilke edindiği görülür: Millîyetçilik, manevîyatçılık, öğretim birliği, demokratlık, fırsat eşitliği, lâiklik, üniversite özerkliği, din ve vicdan hürriyeti. Demokrat Parti dönemindeki eğitim politikaları ve uygulamaları şu başlıklar altında vermek mümkündür:

126 Yabancı Uzman Raporları
DP döneminde Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra batılı ülkelerle ve özellikle de ABD ile sıkı ilişkiler kuruldu ve ABD eğitimi model alınmaya başladı. Amerikan Misyonu ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında AID (Milletlerarası Kalkınma Teşkilatı) isimli ortak bir komisyon kurulmuştur. Bu örgüt, Türkiye ile Amerika arasındaki kültür ve eğitim ilişkilerinin artmasını amaçlamıştır. Böylece, çok sayıda Türk Amerika’ya eğitilmek için gönderilmiş, ABD’den de uzmanlar getirilmiştir. AID, Türkiye’de şu projelerin uygulanmasına yardımcı olmuştur: Köy Kalkınma Eğitimi (1952), Tarım profesörü yetiştirme (1951), Tarım Eğitimi (1953), Ev İdaresi ve Ekonomisi Eğitimi (1955), Atatürk Üniversitesi personel eğitimi (Nebraska) projesi (1957), Mesleki ve Teknik Eğitim (1957), Öğretmen Yetiştirme (1952), Araştırma, Ölçme ve İstatistik (1958), İngilizce Okulu Projesi (1956), Eğitim Yöneticilerini Yetiştirme (1958), Özel Polis Eğitimi (1960) ve Kamu Yönetimi (1960). Ayrıca, Türk eğitim bilimcilerinin yetiştirilmesi için ABD’ne öğrenci gönderilmiştir. Bunlara ilâveten, Türk-Amerikan eğitimi işbirliği sonucunda gerçekleştirilen projeler şunlardır: beslenme eğitimi, program geliştirme, radyo ile eğitim, deneme liseleri, fen lisesi, yüksek öğretmen okulu, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Nebraska modelindeki Atatürk Üniversitesi, milli eğitim kolejleri, Robert kolej ve Tarımcı eğitim.

127 Okullarda Din Eğitiminin Yaygınlaştırılması
Din eğitimi CHP iktidarının son yıllarında ele alınmış, ancak iktidardan düştüğü için bu konuya yeterince eğilememişti. DP hükümet programlarında din eğitiminden ve dinî değerlerden söz etmez. Bunun yerine millî ve manevî değerlerden bahseder. Bu dönemde eğitimde ilk gerçekleştirilen değişim din eğitimi alanında olmuştur tarihinde yedi tane İmam Hatip Lisesi açılmıştır yılına gelindiğinde bu okulların sayısı 17 ye çıkacaktır. CHP döneminde 1948 yılında din eğitiminin Millî Eğitim Bakanlığı’nın görevleri arasına alınmasından sonra, ilkokulların dördüncü ve beşinci sınıflarına haftada bir saat program dışı ve seçmeli olarak din dersi konmuştu. Okullarda yapılan inceleme sonucu da öğretim yılında İlkokulun dördüncü ve beşinci sınıfında okuyan öğrencilerin %99’unun din derslerini aldığı görülmüştür. Almayan %1’in çoğunluğu ise gayrimüslim çocuklarıdır. 1956 tarihinden itibaren ortaokulların bir ve ikinci sınıflarında bir saat teorik din dersi uygulaması başlamıştır. Bu dönemde İmam-hatip ve diğer okullardaki din derslerini okutacak öğretmenlere büyük ihtiyaç duyulmuştur. Önceleri bu ihtiyacın İlahiyat fakültesiyle karşılanması yoluna gidilmiş, ancak bu kaynak yetersiz kalınca 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüleri’nin açılmasına karar verilmiştir.

128 İlk ve Ortaokullardaki Diğer Gelişmeler
Demokrat Parti döneminde ekonomik koşullar iyiye gittiği için çok sayıda okul açılmıştır. Ancak, büyük oranda da nitelikli öğretmen sıkıntısı çekilmiştir. DP, gerek yetkilileri gerekse köylüleri büyük sıkıntıya sokan CHP döneminde uygulanan ve köylülere okul yapma mecburiyeti getiren kanunu 1951 yılında yürürlükten kaldırmıştır. Böylece, bu dönemde devlet okul yapımını üzerine almış, eğitime ayrılan paranın miktarı da arttırılmıştır. Fakat, planlı bir okul açma politikası izlenememiştir. Ayrıca, DP döneminde eğitimde nicelikten çok niteliğe önem verme politikası güdülmeye çalışılmış ama uygulamada bu anlayış gerçekleştirilememiştir. Öte yandan, bu dönemde izlenen politikanın esaslarından biri de her kazada bir ortaokul, her vilayette bir lise açmaktır. Lise müfredatı gelişen ihtiyaçlara göre yeniden düzenlenmiş, 1956 yılında liselerde öğretim üç yıla indirilmiştir.

129 Beşinci Millî Eğitim Şurası
Beşinci Millî Eğitim Şurası ile ilk ve orta öğretime Demokrat Parti’nin politikasına uygun bir yol verilmeye çalışılmıştır. Bu politika, yaygın bir ilköğretimi gerçekleştirmektense öğretimin her kademesine aynı ağırlığı vererek elitler eğitimine yönelmeyi, öncelikle toplumun ihtiyaç duyduğu yetişmiş ve kalifiye elemanın temin edilmesini hedeflemiştir. Altıncı Millî Eğitim Şurası Bu dönemde, Mart 1957 yılında Altıncı Millî Eğitim Şurası toplanmıştır. Anadolu Liselerinin (Kolejlerin) Açılması öğretim yılından itibaren ilk defa yabancı dilde öğretim yapan orta öğretim kurumları açılmıştır. Bunların görevi, liselere denk olarak bir müfredatla üniversite ve yüksek okullara öğrenci yetiştirmek ve gençlerin ülkenin ihtiyaç duyduğu dil bilen kişiler olarak mezun olmalarını sağlamaktır. Bunlar, Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Eskişehir, Samsun ve Bursa’da açılan kolejlerdir. Bu okullarda fen ve matematik dersleri ingilizce, sosyal bilimler dersleri Türkçe olarak okutulmuştur.

130 Öğretmen Yetiştirme Politikası ve Köy Enstitüleri’nin Kaldırılması
DP’nin öğretmen yetiştirme konusundaki temel politikası ise tek kaynaktan tek tip öğretmen yetiştirmek olmuştur. DP, öncelikle Köy Enstitüleri’ndeki karma öğretime son vermiştir. Köye öğretmen yetiştiren Köy Enstitüleri ile şehir okullarına öğretmen yetiştiren İlköğretim Okulları’nı da 1954 tarihinde birleştirmiştir. Böylece, CHP döneminde oluşturulmuş Köy Enstitüleri uygulaması ortadan kalkmıştır. Bunlara ilâveten, tüm kademelerde öğretmen yetiştirilmesinde “millî karakter” ve pedagojik formasyona önem verilmiştir. Demokratik Parti döneminde artan öğrenci sayısı karşısında öğretmen sayısında bir yetersizlik oluşmuştur. Bu dengesizliği gidermek için öğretmenlik mesleğinden olmayanlar öğretmen olarak atanmışlardır. Bunun yanında, DP öğretmenlik okullarından mezun olanlara öğretmenlik vereceğim diye üniversite mezunlarının öğretmen olmalarını engelleyici tedbirler almıştır.

131 Yaygın Eğitimin Güçlenmesi
DP dönemiyle devlet kültür işlerini bırakmamakla birlikte, bu konudaki tekelini kaldırmıştır. Kültürle uğraşanlara hürriyet tanınmıştır. 1950’ye kadar eğitim denince hep resmi okullarda yapılan tahsil düşünülürdü. Demokratik yaşama geçilince basın hayatı, dernek kurma gibi faaliyetler gündeme gelmiş, hürriyetler artmıştır. Bu durum eğitimde okulun etkisini ikinci plana düşürmüştür. Artık yeni nesiller bilgi ve görgülerini yalnızca okulda ya da ailede değil, bunların dışında ve bunlara çoğu zaman zıt etkilerde bulunan basın gibi yerlerden almaya başlayacaktır. Bu yeni durum, örgün eğitim (okul eğitimi) dışında kalan eğitim enstrumanlarının güçlenmesine yol açacak, Tevhid-î Tedrisat’la başlayan tek tip eğitim-kültür anlayışına göre oluşturulmuş Türk Millî Eğitim Sistemi’nin hedeflediği amaç değerleri bireylere kazandırmasında engelleyici bir etki yapacaktır. DP zamanında gelişmeye başlayan demokrasiyle radyo, gazete, dergi gibi örgün eğitimdışı kurumların eğitim politikalarını ve verilen eğitimin değerler boyutunu etkileme gücü giderek artacak ve ilk olarak gücünü DP’nin iktidardan uzaklaştırılmasında gösterecektir.

132 1960 İhtilali ve Planlı Kalkınmaya Geçiş Dönemi (1960-1965)
27 Mayıs 1960’ta Ordu’nun ülke yönetimine el koymasıyla DP İktidardan uzaklaştırıldı. İhtilâli yapan Millî Birlik Komitesi (MBK) Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında biri serbest seçimle olmak üzere iki hükümet kurdu. MBK’nin eğitimle ilgili düşüncelerinde şu değer ve ilkelerin öne çıktığı görülür: Atatürkçülük, lâiklik, millîlik, planlılık, kalkınma, bilimsellik, iş eğitimi, pragmatizm ve çağdaşlaşma. 27 Mayıs İhtilâli’nin getirdiği en önemli şeylerden biri 1961 Anayasası’dır Anayasası eğitimle ilgili özel maddeler de içerir. 1961 Anayasası demokratik düzen içinde planlı kalkınmayı (batılılaşma, modernleşme) öngörmüştür. Bu nedenle, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuş, Yüksek Planlama Kurulu’nca beşer yıllık dönemlerden oluşan 15 yıllık “Plan Hedefleri ve Stratejisi” belirlenmiştir. Planlı anlayışa geçilmesiyle kalkınma planlarında eğitime de yer verilmeye başlandı.

133 Eğitimin geliştirilmesi ve planlanması için 1960 yılında 11 üyeden oluşan bir “Eğitim Millî Komisyonu” kuruldu. Komisyonun amacı Türk millî eğitimine yön verecek ilkeleri yeniden tespit etmek ve sorunların çözümüne ilişkin öneriler sunmaktır. 11’ler Komisyonu Türk Millî Eğitim Sistemi’nin bundan sonra izleyeceği yolu aşağıdaki gibi belirlemiştir: 1-Türk-Batı Sentezi doğrultusunda Batı medeniyetine yönelmek, 2-Demokrasinin yaygınlaştırılması, 3-Toplumcuğun izin verdiği ölçüde bireycilik, 4-İş eğitimi ilkesi doğrultusunda çalışkan, işini sever, müteşebbis, hayattan korkmayan, Türkün hareketli ve akıncı ruhuna sahip nesiller yetiştirilmesi, 5-Yeni nesillere “rasyonel ve müspet düşünme” alışkanlığının kazandırılması, 6- Lâiklik ilkesinin gözetilmesi, 7- Eğitimde güzel sanatlara ve beden eğitimine önem verilmesi. Yukarıdaki hedeflere bakıldığında, Türk Eğitim-Kültür Politikasının Demokrat Parti dönemindeki Batıcılık ve Geleneksel Türk-İslâm kültürü arasında denge kurma anlayışından uzaklaştırıldığı ve salt Batıcılık (Batı medeniyeti) düşüncesine doğru yöneltildiği görülmektedir.

134 1960 İhtilali’nden sonra pek çok kişi görgü ve bilgisini arttırmak ya da uzmanlık için Amerika’ya gönderildi. 1966’da Amerika’ya gidenlerin sayısı 3147’yi bulmuştur. Ancak doğru dürüst bir inceleme ya da rapor ortaya konulamadı. Amerika’dan da Türkiye’ye “Barış Gönüllüsü” adı altında yüzlerce kişi gelmiştir. Öğretmenlerin direnmeleri üzerine bunlar öğretmenlik yapamamış, Amerika bunların bir kısmını geri çekmiş, kalanlar da sağlık hizmetleri ve büro işlerinde çalışmıştır. Millî eğitim yetkilileri bu kişilerden aldıkları gizli tutulan görüş ve raporlardan çeşitli şekillerde yararlanmaya çalışmıştır. Ayrıca, bu dönemde Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatı personel sayısında büyük bir şişme başlamış, 1970 yılına gelindiğinde merkez örgütü personel kadrosu 2000’nin üstüne çıkacaktır. Bu arada, bu dönemde İmam-hatip liselerinin sayıları arttığı için Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir Din Eğitimi Müdürlüğü kurulmuştur. Okullarda Din eğitimi de isteğe bağlı kılınmıştır.

135 İhtilâl hükümetlerinden sonra kurulan koalisyon hükümetleri de Millî Birlik Komitesi’nin çizdiği eğitim politikasını benimsemiş, bu doğrultuda uygulamalarda bulunmuşlardır. Bu dönemde kurulan hükümetlerinin ortak yanı Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve kalkınma programlarına önem vererek, bunlarla işbirliğine yönelmeleri ve eğitimi ülkenin sosyal, ekonomik ve endüstriyel açıdan kalkınması için işgücü yetiştiren öncelikli bir kurum olarak görmeleridir. Yani, Türk bireyinden beklenen en önemli etkinlik üretim ve verimliliktir. Bu hedef, ilk defa bu dönemde belirlenen Türk Millî Eğitim Sistemi’nin Genel Amacı’nda da ifade edilmiştir. Ancak, öğretim programları belirlenen amaçlar doğrultusunda yeterince düzenlenemediğinden, ülkenin iktisadî ve sosyal kalkınmasına yardımcı olacak gerekli insan gücünün yetiştirilmesi hedefi gerçekleştirilememiştir. Ayrıca, eğitim planlaması düşüncesinde modernleşme (batılılaşma) anlayışının öne çıktığı bu dönemde millîleşme ya da millî kültür boyutunda ortaya bir şey konamamıştır. Bu dönemde modernleşmenin millîleşmenin önüne geçtiği, eğitim-kültür alanındaki millî kültür sorununun çözümünün de ortada kaldığı anlaşılmaktadır.

136 3-Yabancı dil hakimiyetleri zayıf.
Orta Öğretimle İlgili Düşünceler 1962 yılında yayımlanan «Eğitim Millî Komisyonu Raporu ve Orta Öğretimimiz» adlı raporda üniversiteler ortaöğretim öğrencilerinde şu eksiklikleri gözlemliyor: 1-Gençler, anadilini bilhassa yazılı ifadelerde yeterince kullanamıyor. 2-Gençler farklı alanlarda aldıkları parça parça bilgilerle üniversiteye geliyor, bu parçalardaki bağlantıları kavrayıp sorun çözemiyor, analiz ve sentez yapamıyor 3-Yabancı dil hakimiyetleri zayıf. 4-Yüksek öğrenimin gerektirdiği inceleme, araştırma, gözlem ve çeşitli kaynaklardan yararlanma alışkanlıkları zayıf. 5-Kişilikleri gereği gibi gelişmemiştir, inisiyatif kullanamıyorlar. Buna ilâveten, iş hayatındaki yetkililerin öğrenciler hakkındaki gözlemleri de raporda şöyle belirtilir: 1-Gençlerin amaçlı ve devamlı çalışma gücü zayıftır. 2-İş tecrübeleri yoktur. 3-Görev ve sorumluluk duyguları yeterince gelişmemiştir. 4-İş hayatının gerektirdiği bazı basit bilgi, beceri ve alışkanlıklara sahip değiller. 5-İntikal süreleri ve karar verme yetkinlikleri gelişmemiştir. 6-Ülkenin iş hayatı hakkında hemen hiç bilgileri yoktur. Bu durum, yüksek öğretimde ve iş hayatında verimli gelişmelerini engellemektedir.

137 Adalet Partisi Dönemi (1965-1971)
1960 Askerî dönem sonrasında siyasal parti sayısı arttı. Siyasal yelpaze sağdan sola doğru genişledi. Askeri dönemde DP kapatılmış, onun niteliklerini büyük oranda paylaşan Adalet Partisi kurulmuştur. 1965 yılında seçimlere gidilirken, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün giderek artan sol oyları alabilmek kaygısıyla seçimlerden önce partisinin “ortanın solunda” yer aldığını söylemesi siyasal ve toplumsal yaşamda hararetli tartışmalara yol açtı. 1965’de Adalet Partisi büyük bir oy üstünlüğü seçimi kazanmıştır. Adalet Partisi dönemi eğitim politikası devrin ekonomi politikalarının karakterini taşır. Ekonomik politika Demokrat Parti iktidarları doğrultusunda yürümüştür. Özel teşebbüs geniş çalışma alanları bulmuş, her kademede özellikle de ortaöğretimde çok sayıda özel okul açılmıştır.

138 Batı klâsiklerinin tercümesine devam edilmiş, “Bin Temel Eser” serisiyle Geleneksel Türk-İslâm kültürü ve Batı değerleri arasında bir denge kurmak amaçlanmıştır. Böylece, temel değerler açısından Türk Millî Eğitim’inde 1960 İhtilâli ile batılılaşmanın millîleşmeye oranla ağırlık kazanması anlayışı yerini DP döneminde olduğu gibi yeniden bir denge arayışına bırakmış, millîleşmeden ise Türk-İslâm değerleri anlaşılmıştır. Bu arada, özellikle 1968’den itibaren yoğunlaşan kitlesel öğrenci eylemleri ve öğretmen boykotları 1971 yılına kadar sürmüş, bu durum hükümeti zor durumlara sokmuştur. Sonuçta, 1968 yılından beri süregelen anarşik olaylar ve toplumsal kargaşanın devam etmesi, 1961 Anayasası’nın öngördüğü sosyal ve ekonomik reformların gerçekleştirilememiş olması gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri hükümetin istifasına yol açan 12 Mart Muhtırası’nı vermiş, böylece Adalet Partisi iktidarı sona ermiştir.

139 Adalet Partisi Dönemi Hükümet Programlarında Eğitim
AP’nin yılları arasında kurduğu hükümetlerin programında yer alan eğitim hedefleri şunlar olmuştur: Eğitim politikasının temeli maddî ve manevî kalkınmayı, millî bilinci güçlendirmeyi ve hür, demokrat Türkiye idealini gerçekleştirmektir. Bu amaca ulaşabilmek için temel eğitim sorununun çözümü, okur-yazar oranının arttırılması, ortaöğretimde meslekî-teknik öğretime ağırlık verilmesi, sanayi ve iş hayatıyla meslekî ve teknik öğretimin işbirliğinin sağlanması, Yukarıdaki amaçlara paralel olarak, gençliğin ülkeye faydalı, geleceğe güvenle bakan ve “Büyük Türkiye İdeali”ni benimsemiş vatandaşlar olarak yetiştirilmesi, Türk dilinin korunması, örf, adet, geleneklerimiz, müziğimiz, folklörümüz ve diğer tarihi ve kültürel değerlerimizin ortaya çıkarılması, bölge tiyatrolarının faaliyete geçirilmesi, Devlet tiyatrosu, Devlet Operası ve Balesinin daha da geliştirilmesi ve yurtiçinde yaygınlaştırılması, hemen her kesimden insanın spora teşvik edilmesi.

140 Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay: Bugüne kadar ki gözlemler gösteriyor ki medeniyet yarışında bizi geri bırakan kusurlarımız “çalışmada gevşeklik; işlerimizde düzensizlik ve tutumdaki disiplinsizlik ile tevekkül”dür. Türkiye Cumhuriyeti lâiktir, herkes din ve vicdan hürriyetine sahiptir. Halkımızın çoğunluğu Türk ve müslümandır. Tehlikeli olan aşırı akımlara karşı gençlerimize manevî değerleri; vatan, din ve millet sevgisini aşılamak zorundayız. Ülkemizdeki komünizm propagandasına karşı da uyanık olmalıyız. Türk milleti Batılı bir toplum olmayı kendi bilinci ve iradesiyle benimsemiştir. Türkiye’de, her davranış, demokratik düzene, Atatürk ilke ve devrimlerine uygun olmalıdır. Türk toplumu çağdaş medeniyete akıl ve bilim önderliğinde erişecektir. Başbakan Süleyman Demirel: Batılılaşmayı yanlış anladık. Batılılaşmayı, zaman zaman, batılı ülkeleri taklit olarak anladık. Gençler Türk-İslâm kültüründen uzaklaştırılmıştır. Bugünkü çalkantılar bundan dolayıdır. Sol cereyanların karşısına ne ile çıkacağız. “Millî kültürümüze millî harsımıza Türk-İslâm medeniyetinin hazinelerine sahip çıkmağa mecburuz. Bunları gerilik saydığımız olmuştur. Kimilerince müslümanlık gerilik nedeni görülmüş, kültürümüz çözülmüştür. Kültürümüze yeniden sahip çıkma hamlesi içindeyiz”. Millî kültür aslında milletlerin kişiliğini yapar.

141 Batılılaşmayı kendi kültürümüzden, kendi medeniyetimizden ayrılma olarak saydığımız takdirde millî kişiliğimizi kaybederek taklitçi hale geliriz. Türk-İslâm medeniyetinin eserleriyle doluyuz. Yazının değişmesi, dilin giderek arılaştırılması ve özleşmesi hareketleri sonucu eski dilimizi anlayamaz olduk ve bu da bizi eski medeniyetimizden kopardı. Türk milleti hiç bir milletin medeniyetini arayış içinde olamaz. Bu, milliyetçiliğin ilk şartıdır. Kendi mazimize, harsımıza, kültürümüze, adet ve geleneklerimize sahip çıkmalıyız. Türk-İslâm medeniyetini geri kalmışlığın sebebi saymak fevkalade yanlıştır. Eğer böyle görmeye devam edersek daha çok geri kalırız. Bugün Türkiye Batı’yı yanlış anladığını görmüş, kendi medeniyetinden kopma sonucu açılan yaraları kapayabilmiş, millî ve manevî değerlere, millî kültüre sahip çıkmıştır. Bugün Türk milleti manevî bir görevle karşı karşıyadır. Türk toplumu sadece Anadolu Türklüğü’nden ibaret değildir. Misakı Millîye sığınarak geri kalan coğrafyayı düşünmemek doğru değildir. Adriyatik denizinden Japon denizine kadar uzanan alanda Türk medeniyeti vardır, İslâm medeniyeti vardır. Anadolu Türkü elinde meşale büyük Türk toplumu için sınırları içinde ve dışında Türk kültür varlığını korumak ve zenginleştirmekle mükelleftir.

142 Kültürü ve eğitimi millî kılarsak Türkiye’yi bugünkü çalkantılardan kurtarabiliriz. Türk kültürünü ihya etmek için Türk-İslâm medeniyetinin büyük eserlerini genç nesillere tanıtmak için neler yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır Türk eğitimcisi, Türk düşüncesini yaratmalı ve bunu yeni nesillere aktarmalıdır.”Türk öğretmeni, Türk vatandaşı olarak çok büyük bir yük taşıyor..Türk çocuklarına millî benliği, millî gururu, millî mefküreyi vereceklerdir. Eğitim sistemimiz Devlete memur yetiştiren bir sistem olmaktan çıkıp, millî hayatımızın değerlerini yetiştiren bir sistem olmak mecburiyetindedir, öyle kurulmuştur.. Muasır Batı medeniyeti seviyesine ulaşmak, kâfi değildir. Muasır Batı medeniyetine katkıda bulunmağa mecburuz. Türk kafası dünyanın en parlak kafalarından biridir. Türk kafası muasır medeniyete katkıda bulunacaktır” Millî Eğitim Bakanı Orhan Oğuz: Türk Eğitim Sistemi bireylerin isteklerini, toplumun ve ekonominin ihtiyaçlarını dikkate alan millî karakteri yansıtan bir içeriğe sahip olmalıdır. Yeni nesilleri ezberci bir anlayışla, zihinlerini ansiklopedik bilgilerle doldurmak yerine öğrenme yollarını gösteren, bilimsel düşünme ve araştırma yeteneğini kazandıran bir eğitim verilmelidir.

143 1000 Temel Eser ile Modernleşme ve Millîleşme Arasında Denge Arayışı
“Bin Temel Eser” serisi 1968 yılından itibaren çıkarılmaya başlanmıştır. Başbakan Süleyman Demirel 1000 Temel Eser dizisi ile amaçlarının “Millî millî kültür ve sanatımızın değerlerini, îlim ve sanat dünyasının müşterek hazinelerini Türk okuruna ulaştırmakla bugünkü ve yarınki nesillerin düşünce ve zevk olgunluğuna katkıda bulunmuş olmak” şeklinde açıklar Ancak, 1000 Temel Eser serisi altında çıkan kitapların seçimi, içeriği ve dili üzerindeki tartışmalar gerek bu dönemde ve gerekse sonraki yıllarda sürüp gitmiştir. Örneğin, Türk Dil Kurumu, 1971 yılında yayınladığı bir raporla 1000 Temel Eser dizisinden çıkan eserleri Türk kültür ve düşüncesi ile Atatürk devrimleri için tehlikeli ve yıkıcı bir gelişmenin başlangıcı olarak görür. Bu konu Mecliste de gündeme gelmiş, 1000 Temel Eser serisinden seçilen kitaplar eleştiri konusu olmuştur. Bundan dolayı, Adalet Partisi hükümetlerinden sonra ileride bu seriden çıkan eserler her iktidarın görüşüne göre değişikliğe uğramaya başlayacaktır.

144 Devrimci Millî Eğitim Şurası
Bilindiği gibi, 1968 yılı gerek Türkiye’de ve gerekse dünyanın bazı ülkelerinde toplumsal kargaşanın, anarşinin, kitlesel öğrenci eylemlerinin ve öğretmen boykotlarının hızla arttığı bir yıl oldu. Türkiye’de 1971 yılına kadar süren bu kargaşa ortamında öğretmenler ve öğrenciler çeşitli baskı ve saldırılara uğradı ve onu izleyen yıllarda artış gösteren bu toplumsal çalkantılar karşısında TC hükümetleri yeterince etkili olamamış, ülke yönetimi zaman zaman kontrolden çıkar gibi olmuştur. Bu arada, en son 1962 yılında toplanan millî eğitim şurası bir türlü toplanamadı. İşte bu kargaşa ortamında, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir öğretmen kuruluşu olan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) tarafından 4-8 Eylül 1968 tarihlerinde “Devrimci Millî Eğitim Şurâsı” adı altında gayri resmi bir şura toplanmıştır. TÖS’ün beş gün süreyle düzenlediği şura’ya 450 kişi katılmıştır. Şura’da ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim düzeninin ilkeleri ve kurumları eleştirilmiş; akılcılık, bilim, lâiklik ve diyalektik mantık konularına vurgu yapılmıştır. Sonuçta, bu şura ile belirgin bir biçimde Türk toplumunun eğitim-kültür hayatına Pozitivist-rasyonalist felsefeye ilâve olarak, bu dönemde bir kısım aydınların, öğretmen-öğretim üyesi ve yüksek öğretim gençliğinin benimsediği bir felsefe olarak Marksizm’in de ağırlığını koyduğu görülmektedir. Ancak, bu arada, marksizm’den de Türk toplum ve düşünce hayatı yeterince yararlanamayacaktır

145 Diğer Eğitim Uygulamaları
Devrimci Şura’dan yaklaşık iki hafta sonra 28 Eylül-3 Ekim 1970 tarihlerinde 8. Millî Eğitim Şurası toplanmıştır. öğretim yılında ilköğretimin amaçları geniş ve ayrıntılı olarak tekrar belirlenmiştir.1968 İlkokul programıyla öğrencilerde özel girişimciliğin geliştirilmesinin amaçlandığı söylenebilir. Öte yandan, Adalet Partisi döneminde tarih ve 343 sayılı karar ile lise ve dengi okulların bir ve ikinci sınıflarına din dersi konulmuştur. Ortaokullarda olduğu gibi, liselerde de seçmeli okutulacak din dersinin haftada bir saat verilmesi kararlaştırılmıştır. Son olarak, Türk Eğitim Tarihinde Adalet Partisi dönemi 1968 yılından beri süregelen anarşik olaylar ve toplumsal kargaşanın sona ermemesi, 1961 Anayasası’nın öngördüğü sosyal ve ekonomik reformların gerçekleştirilememiş olması gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hükümetin istifasına yol açan 12 Mart Muhtırasını vermesiyle sona ermiştir.

146 Kargaşa (Çatışma) Dönemi (1971-1980)
Bu döneme kargaşa dönemi denmesinin nedeni, eğitim alanındaki yasalara, yönetmeliklere ve tüzüklere aykırı davranışların olağan duruma gelmesinde yatmaktadır. Devletin kurumları arasındaki tutarsız uygulamalar ve kararlar eğitimi çıkmazlara sürükler bu dönemde. Günlük politikalarla devlet işletilirken, belirli örgütlerin politik görüşleri eğitim hayatına nüfuz eder. Eğitim sisteminde bir devlet politikasının olmaması her gelen hükümetin keyfî politikalarıyla doldurulmuştur. Bu dönemde, eğitimde ciddi nitelik düşüşü vardır. Bilindiği gibi, 1960 İhtilâlinden sonra serbest tartışma ve özgür düşünce önce üniversitelere sonra da liselere politikanın girmesine yol açmıştı. Bu dönemde, toplumun istediği serbest düşünen, hoşgörülü insan yerine düşünce ve kültür çatışmalarına giren gençler yetişmeye başlamıştır. Bundan dolayı olacak, 1970’den sonra ahlâkî ve manevî değerler konusu en çok tartışılan sorunlar arasında yer alır. Gençler Atatürkçülük’ten ve toplumdan uzaklaşmış, başta Marksist ideoloji olmak üzere hızla çeşitli fikir akımlarına kaymış, silahlı öğrenci hareketlerinde gençlik bir maşa olarak kullanılmıştır. 12 Mart 1971’de bu sapmalar bir ölçüde kontrol edilmişse de çok geçmeden aynı bozuk eğitimin etkisiyle gençlik yine aynı ideolojilerin kulvarında koşmaya bu dönemde de devam edecek, bu gidiş ise 12 Eylül 1980 Askerî İhtilâli’ni getirecektir.

147 Eğitim-kültür açısından, döneminde Türkiye hafızasını kaybetmiş bir kişi gibidir. Yani eğitim ve kültür ortamı bir çeşit “tabula rasa” dır. Bu boş levhaya solcular marksizmi yazmaya, millîyetçiler ihmal edilip ortaya çıkarılamayan millî kültürü ihya ederek yeni bir bina inşa etmeye, islâmcılar da geleneksel Türk-İslâm değerlerini hemen her alanda hâkim kılmaya çabalamaktadır. Ancak, bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen, bugün de hala büyük oranda geçerli olan Millî Eğitim Temel Kanunu bu dönemin ilk yıllarında hazırlanmıştır. Öte yandan, bu dönemin kültür politikası ile millî eğitim politikası arasında çok sıkı bir yakınlık yoktur. Kültür işleri, millî eğitim bakanlığından ayrılmıştır. Kültür bakanlığı bazen bağımsız olarak kurulmuş olsa da genelde Turizm Bakanlığı ile bir arada bulunmuştur. Bu dönemde kültür deyince folklor, kültür politikası deyince de turizmi teşvik politikası anlaşılmıştır. Kültür politikasının turizmi teşvik politikası halini alması, Batılı turistleri çekebilmek için Eski Yunan ve Roma medeniyetlerine gereğinden fazla ilgi gösterilmesine yol açmıştır. Bu durumun da “Türk Tarih Tezi“‘nin savunulmasında güçlük yarattığı söylenebilir.

148 Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk’e Göre Eğitim: Korutürk, çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda millî egemenlik, demokrasinin üstünlüğü, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın gereği, toplumsal birlik ve beraberliğin korunması, Atatürk ilke ve înkılâpları ile Anayasal düzenin önemini dile getirmiştir. Başbakan Bülent Ecevit: Özgürlükçü demokrasinin önemine değinir. Ecevit, Türkiye’de son yıllarda açılan imam hatip liselerinin oranına işaret ederek, kalkınmanın Allaha bırakıldığı düşüncesini ileri sürer. Ecevit’e göre, imam hatipler maneviyata değer vermek adına açılmaktadır ama insana değer verme düşüncesi geri planda kalmaktadır. İnsana değer vermenin ölçüsü ise sosyal adalete ve sosyal güvenliğe önem vermekten geçer. Buna ilâveten, Ecevit’e göre ilkokuldan sonra yapılan eleme yeteneğe göre değil, ailelerin maddî gücüne göre olmaktadır. Bu durum, yetenekli pek çok çocuğun kayıp olmasına yol açmaktadır. Ayrıca, insan yetiştirmekle görevli öğretmenlerin hayatlarında huzur kalmadığına değinen Ecevit, öğrencisine bir takım gerçekleri anlatan öğretmenlerin de baskı ile karşı karşıya olduklarını öne sürer. Millî Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem: Erdem, Cumhuriyetle birlikte Avrupa medeniyetine yönelindiğini, böylece demokrasiye, insan haklarına, eleştirel özgürlüğe, lâikliğe ve bilime dayalı bir millet olmanın benimsendiğini, ancak uygulamada yapılan yanlışlıklar yüzünden Batı’nın düşünceleri yerine zaman zaman onun ürünlerinin alındığını, “daha kötüsü de batının meziyetleri bırakılarak çok kereler rezaletlerine talip” olunduğunu belirtmiştir.

149 Eğitim-Kültür ve Toplumsal Hayatta Kargaşa Dönemi adını verdiğimiz bu dönemi iki kısımda incelemek uygun görünmektedir: 1-Geçiş Dönemi Hükümetleri Zamanı Eğitim ( ). 2-Hükümet Bunalımları Zamanı Eğitim ( ). 12 Mart Muhtıra’sıyla hükümet istifa edince, partiler üstü ve çoğu teknokratlardan oluşan bir hükümet kurulmuş, umut verici girişimlerden söz edilmeye başlanmıştır. Ancak, soygunlar, saldırılar, kanlı olaylar durmamıştır. Bunun üzerine 12 ilde sıkıyönetim düzeni kurulmuştur. Ayrıca, Anayasa ele alınarak bir takım değişikliklerle ülkenin düzlüğe çıkarılması çabalarına girişilmiştir. Eğitimi tepeden tırnağa ele alıp bir kısım reformlar gerçekleştirmeyi hedefleyen zamanın hükümetleri eğitim reformu kanunu tasarısını hazırlatmak için Millî Eğitim Reformu Strateji ve Koordinasyon Komisyonu’nu kurmuştur. Bu komisyon’un çalışmaları en sonunda bugün de büyük oranda geçerli olan 14 Haziran 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu’nu ortaya çıkarmıştır.

150 Geçiş Dönemi Hükümetleri Hükümet Programlarında Eğitim
1-Geçiş Dönemi Hükümetleri Zamanı Eğitim ( ) Geçiş Dönemi Hükümetleri Hükümet Programlarında Eğitim -Tevhid-i Tedrisat ve lâiklik ilkesinin korunması, -Eğitim sisteminin rasyonel bir çalışma düzenine ve çağın gereklerine uygun hale getirilmesi, -Millî Eğitim Temel Kanunu’nun hazırlanması, -Zorunlu eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması, -TRT’nin eğitim ve kültür alanında kullanımının yaygınlaştırılması ve etkili hale getirilmesi, -Eğitim ve kültür işlerinin birbirinden ayrılarak bir Kültür Bakanlığı’nın kurulması, -Yeni nesillerin Atatürk ilkelerine uygun bir anlayışla, millî görev ve sorumlulukları yüklenebilecek vasıfta yetiştirilmesi, aşırı sağ ve sol uçlar tarafından zihinlerinin bulandırılmasının önlenmesi, -Radyo ve televizyon programlarının millî duyguları koruyucu, yüceltici ve öğretici olmasına özen gösterilmesi.

151 Millî Eğitim Reform Stratejisi’nin Hazırlanması
Bu dönemde, zamanın hükümetleri eğitim ve kültür hayatını tepeden tırnağa ele alıp bir kısım reformlar gerçekleştirmeye çalıştılar. Bu dönemin ilk günlerinde eğitim reformu kanunu tasarısını hazırlatmak için Millî Eğitim Reformu Strateji ve Koordinasyon Komisyonu kurulmuştur. Bu Komisyon bir rapor hazırlayarak 1971 Haziranında hükümete sunmuştur. Bütün bu çalışmaların sonucunda tarihli Millî Eğitim Reform Stratejisi meydana getirilmiştir. Millî Eğitim Reform Stratejisi ile Türk Millî Eğitimine üç önemli yenilik gelmiştir: 1-Okul öncesi 4-6 yaş arası çocukların eğitimine yer verilmesi, 2-İlk ve ortaokulun birleştirilerek 8 yıllık temel eğitim olarak belirlenmesi, 3-Yaygın eğitimin gündeme alınması Ayrıca, Öğretim yılında bütün ortaokullarda modern fen ve matematik programı uygulanmasına karar verilmiştir.

152 14 Haziran 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu’nun Hazırlanması
Bu dönemde oluşturulan Millî Eğitim Reformu Strateji ve Koordinasyon Komisyonu’nun yaptığı çalışmaların en önemlisi 14 Haziran 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu’dur. Bu kanunla eğitime yeni bir biçim verilmiştir. Eğitim sistemi, örgün ve yaygın olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Örgün eğitim temel, orta ve yüksek öğretim evrelerinden oluşur. Yaygın eğitim ise, örgün eğitim yanında ve dışında var olan tüm eğitim etkinliklerini içerir. Yine bu kanunla Millî Eğitimin amaçları özel ve genel olarak ikiye ayrılır. Kanuna göre, bugün de büyük oranda geçerli olan Millî Eğitimin Genel Amaçları aşağıdaki gibi ifadelendirilmiştir: “MADDE 2: Türk Millî Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün Fertlerini, “1-Atatürk Înkılâplarına ve Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Türk Millîyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlakî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek; 2-Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

153 3-İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu arttırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve niyahet Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır” Öte yandan, hazırlanan Millî Eğitim Temel Kanunu’nda Türk Millî Eğitimi’nin Temel İlkeleri de aşağıdaki gibi belirlenmiştir. 1-Genellik ve Eşitlik 2-Ferdin ve Toplumun İhtiyaçları 3-Yöneltme 4-Eğitim Hakkı 5-Fırsat ve İmkan Eşitliği 6-Süreklilik 7-Atatürk Înkılâpları ve Türk Millîyetçiliği 8-Demokrasi Eğitimi 9-Lâiklik 10-Bilimsellik 11-Planlılık 12-Karma Eğitim 13-Okul İle Ailenin İşbirliği 14-Her Yerde Eğitim

154 2-Hükümet Bunalımları Zamanı Eğitim (1974-1980)
Türkiye için 1974 yılı son derece önemli bir yıldır yılındaki CHP-MSP Koalisyon Hükümeti döneminde, Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a asker çıkarmak zorunda kalmıştır. Öte yandan, Türk toplumu siyasal ve toplumsal açıdan gergin ve kargaşa dolu günler yaşamaktadır. Her ne kadar Türk askerinin başarısı halkta millî duyguların kabarmasına yol açmışsa da milletin elde edilen başarıya doyasıya sevinmesi pek mümkün olmamıştır. Zira, Cumhuriyetin ilk 50 tamamlandığında eğitim-kültür alanında elde edilen neticeler Türkiye’nin geleceği için pek iyimser bir tablo ortaya koymamıştır: 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu’nda belirlenen ilkelerin ve amaçların gerçekleştirilmesi hükümetlerin ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın önünde büyük bir sorun olarak durmaktadır. döneminde yaşanan siyasal, sosyal, iktisadî ve kültürel sorunlar yüzünden sadece bir tane eğitim şurası toplanabilecektir. Yaşanan eğitim-kültür sorunlarını çözmek ve derinleşen değerler problemini aşmak için Dokuzuncu Millî Eğitim Şurası toplanacak, yetersiz kaldığı ileride görülecek olsa da bir tedbir olarak okullara ilk defa CHP-MSP hükümetince ahlâk dersleri konacaktır.

155 Geçen 50 yıllık zaman içerisinde Türkiye hâlâ millî eğitim ve kültür politikasını oturtamamıştır.
Öğretmenler gençlerin çeşitli ideolojilere sürüklenmelerini önleyememektedir. Bakanlık, okul sayısını arttırmakla, okuma-yazma seferberliği düzenlemekle millî ve manevî değerleri aktaracağını düşünmektedir. Bu dönemde, başta komünizm olmak üzere pek çok düşünce ve ideoloji eğitim, kültür ve toplumsal hayatta yaygınlaşmaktadır. Bunun sonucu, toplumda değerler karmaşası ve bunalımı giderek artmaktadır. Bugüne kadar tatbik edilen toplum mühendisliği uygulamaları ülkenin sosyal, ekonomik, politik kargaşaya düşmesini önleyememiş, yetersiz kalmıştır. Sonuçta, Türkiye kendi sorunlarını demokrasi kültürü içerisinde çözemeyen bir ülke konumuna düşmüştür.

156 Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programında Eğitim: CHP, 1970 sonrası döneme şu eğitim görüşleriyle girmiştir: “Eğitimde esas, vatan ve millet sevgisi, devrimlere bağlılık ve demokrasi terbiyesidir”. İlköğretim ihtiyacının en kısa zamanda giderilmesi gerekir. Orta öğretimin yurtta yaygınlaşması ve aydınlar yetiştirecek liselerin her bakımdan güçlendirilmesi millî eğitimin temel görevlerindendir. Ayrıca, ülkenin imarı ve teknik kalkınmasına yardımcı olacak meslekî eğitim veren okul ve kurumlara önem verilmelidir. Öte yandan, CHP’nde, 1972 yılında toplanan CHP VI. Olağanüstü Kurultayı’nda Bülent Ecevit genel başkan seçilmiştir. 1974’te toplanan CHP tüzük kurultayında da “Demokratik Sol” ilkesi benimsenmiştir. Ecevit, bu ilkeyi Türkiye’nin objektif koşullarına dayanan, doğmaya ve özentiye kapılmayan yerli bir sol düşünce akımı olarak nitelemiştir. Daha sonra, CHP’nin 1976 yılındaki 23. Kurultayında kabul edilen “Demokratik Sol “ anlayışa göre millî eğitimde amaç değerler ve ilkelerden bazıları şunlardır: -Özgürlükçü demokrasinin güçlendirilmesi, -İnsan yaşamının manevî bakımdan zenginleştirilmesi, uzmanlaşmanın ve toplumsal görev bölüşümünün insanı tek yönlüleştirmesinin önlenmesi, -İnsanca, hakça ve hızlı gelişmenin gereklerinin karşılanması, -Eğitimin çağdaş uygarlığa uygun olması, -Bağımsızlığın ve ulusal birliğin güçlendirilmesi, -Eğitimin, “ulusal kültürü geliştirici, ulusal kültürü geliştirirken dünya kültürüne açık ve insanlığın kültürel gelişmesine ve uygarlığın ilerlemesine Türk ulusunun ve yurttaşlarının katkısını arttırıcı” olmasının sağlanması.

157 Millî Selamet Partisi Parti Programında Eğitim: MSP’nin eğitim anlayışında bütün ülke bir okul olarak değerlendirilerek bir eğitim seferberliği projesinden söz edilir. Beşikten mezara kadar öğrenmenin peygamberin düsturu olduğu belirtilir. Bu parti dinî ve manevî değerlerin eğitimine büyük önem verir. Parti programında bir takım soyut amaçlar yerine cami, kuran kursu ve imam-hatip lisesi açılması gibi somut şeylere ağırlık verilir. Genel olarak bakıldığında, Millî Selamet Partisi’nin millî ve İslâmî değerleri eğitimin temeli yapma düşüncesine sahip olduğu söylenebilir. Millîyetçi Hareket Partisi Parti Programında Eğitim: MHP temel değer olarak Türkleşmeyi (Millîleşme) hedefler. Parti programında millî eğitimin amacı, düşünce, karakter, sanat, beden ve ruh güçlerinin geliştirilmesidir. Eğitimin millî karakterde olması ilkesi temeldir. Millî eğitimin hedefi, bilimi, ahlâkı, irfanı, üretkenliği, fedakarlığı ve düzen anlayışını benimsemiş ileri düşünceli aydınlar ve nesiller yetiştirmektir. Partiye göre, Millî eğitim bir karmaşa içindedir. Materyalist bir eğitim gençliğin ruhunu bozmaktadır. Halkın eğitimi açısından, vatandaşa çağın gelişmelerine uygun bilgiler öğretilmesi, her seviyede okullar açılması, meslekî kurslar düzenlenmesi, vatandaşın moralinin düzelmesi için millî günler ve toplu eğlencelere yer verilmesi, vatandaş ile aydınların bütünleşmesi, böylece kalkınma hamleleriyle halkın yarınlarına tekrar güvenle bakabilmesinin sağlanması gerekir. Ayrıca, insanın ihtiyaç duyduğu din eğitimini alması için dinî hizmetlerin nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi zarurîdir. Bu çerçevede, ilk öğretimden liseye kadar “din ve ahlâk-muâşeret (görgü) bilgisi” adı altında derslerin yetkin öğretmenlerce verilmesi, imam-hatiplerin “ilahiyat liselerine” dönüştürülmesi ve mezunlarının yüksek tahsil yapmalarının sağlanması önemlidir.

158 Okullara Ahlâk Derslerinin Konulması
Bir yıla yakın bir zaman süren CHP-MSP Koalisyon hükümeti döneminde, Öğretim yılında ilkokul 4. ve 5. sınıflar ile ortaokul ve liselerin her sınıfına zorunlu ahlâk dersi konmuştur. Dokuzuncu Millî Eğitim Şurası 1974 tarihinde toplanan 9. Millî Eğitim Şurası’nda, beş yıllık ilkokul, üç yıllık ortaokul ile birleştirilerek, ortaokul 8 yıllık zorunlu temel eğitim içine alınmıştır. Böylelikle, 1924 yılında kabul edilen ilkokulların beş yıllık süresi, 50 yıl sonra sekiz yıla çıkarılmıştır. Bu arada, alınan kararla ortaöğretim çeşitli programlar uygulayan liselerden oluşmuş, belli programlar uygulayan okullara lise, teknik lise ve tarım meslek lisesi gibi adlar verilmiştir.

159 Bazı Genel Amaçların Açıklanması
Bu dönemde kurulan Millîyetçi Cephe hükümetlerinin eğitimde gerçekleştirdiği en önemli uygulama tarih ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’ndaki Millî Eğitimin Genel Amaçları’nın birinci bendinde yer alan Türk Milletinin millî ve kültürel değerleri ile Türk ailesi kavramlarının ne olduğunun açıklanmasıdır. 1977 yılında Millî Eğitim Basımevi’nce “Eğitimde Temel Kavramlar Serisi” başlığı altında basılan Mehmet Kaplan’ın yazdığı “Türk Milletinin Kültürel Değerleri”, Amiran Kurtkan’ın yazdığı “Türk Milletinin Manevi Değerleri” ve Mehmet Eröz’ün yazdığı “Türk Ailesi” isimli kitapçıklarla Millî Eğitim Bakanlığı yeni nesillere ve Türk toplumuna kazandırmayı hedeflediği değerlere ilişkin kavramları ilk defa net olarak açıklamıştır. Ancak, bugün de geçerli olan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’ndaki Millî Eğitimin Genel amaçları içinde yer alan diğer kavramlar veya değerlerin açıklanması için gerek o tarihlerde ve gerekse günümüze kadar geçen süre içinde yeni kitapçıklar yayınlanmamış, sadece bu üç kitapçıkla, yani yalnızca bu üç kavramın açıklanmasıyla yetinilmiştir. TÜRK MİLLETİNİN KÜLTÜREL DEĞERLERİNİN AÇIKLANMASI: Prof.dr. Mehmet Kaplan imzasıyla 1977 yılında “Türk Milletinin Kültürel Değerleri” adıyla çıkan kitapta şunlara yer verilmiştir: Türk dili, Türk edebiyatı, Türk Tarihi, Türk Müziği, Türk Plastik Sanatları (elbiseler, heybeler, örtüler vs), Türk Şehirleri, Türkiye’nin Doğal Kaynakları ve Zenginlik Kaynakları, İslamiyet, Çağdaş Türk Kültürü ve Medeniyeti

160 TÜRK MİLLETİNİN MANEVİ DEĞERLERİNİN AÇIKLANMASI: Prof. dr
TÜRK MİLLETİNİN MANEVİ DEĞERLERİNİN AÇIKLANMASI: Prof. dr. Amiran Kurtkan “Türk Milletinin Manevî Değerleri” isimli eserinde, pek çok değer hükümlerimizin İslâm dini kökenli olduğunu belirttikten sonra bu değerlerin isimlerini şöyle belirlemiş ve kitapçığında bunları tek tek açıklamıştır: Bilime Saygı, Bireysel İradeye Saygı, İnsanlığa ve Adalete Yöneliş, Yardımseverlik, Laiklik, Demokrasi ve İnsan Hakları, Gerçek Anlamda Cihangirlik ve Fetih (nefs terbiyesi, kendini keşfetme), Vatanseverlik, Milliyetçilik, Hürriyetseverlik, Çalışkanlığa Yönelmek. Kurtkan’a göre, Türk Milletinin manevi değerlerinin hepsinin temelinde “Birlik İnancı” vardır. Kurtkan’a göre, Bilge Kağan’ın Türk milletine hitaben söylediği aşağıdaki sözler yeniden kendi manevi değerlerimize dönmemiz için bu gün dahi büyük değer taşımaktadır: ”Ey Türk milleti, kendine, kendi harsına, kendi törene dön ki, kendine dön ki, millet esir, asil oğlun köle, temiz kızın cariye olmasın”. Sonuç olarak, Kurtkan’a göre, “Türk milleti İslâmiyetin pekiştirdiği birlik ideali ile tam manasıyla uygun düşen kendi manevî değerlerine sadık kalırsa, gelip geçici zaaflara uğrasa bile neticede mutlaka yeniden kalkınır”

161 TÜRK AİLESİ KAVRAMININ AÇIKLANMASI: Özetle belirtmek gerekirse, Mehmet Eröz Türk Ailesi hakkında yazdığı kitapçıkta önce konunun tarihsel ve sosyolojik boyutunu irdelemekte, daha sonra Türk ailesinde erkek egemenliğine ilişkin güçlü kanıtlar bulunduğunu, ancak cinsler arası eşitliğin, tek eşle evliliğin daha yaygın olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, Eröz, Türk ailesinin niteliklerini şöyle belirtir:” a-misafir sevgisi, b-terbiyede tabîîlik, c-Tabiat sevgisi”. Son olarak, Eröz, çarpık şehirleşme, köyden şehirlere göç, iletişim ve haberleşme araçlarının etkisi, artan boşanmalar, ekonomik sorunlar ve sosyo-kültürel yapıdaki hızlı değişimlerin aile kurumunu sarstığı, millî kültürün aileyi bu çalkantılardan kurtarması gerektiğini belirtir

162 Diğer Eğitim Uygulamaları
öğretim yılında bazı ortaöğretim kurumlarında “ders geçme ve kredi düzeni” denenmiştir. Bu uygulama, daha sonra öğretim yılında dönemin hükümeti tarafından başarısız olduğu gerekçesiyle kaldırılmıştır. Milliyetçi Cephe Hükümetleri zamanında 1974 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir Planlama, Araştırma ve Koordinasyon Dairesi ile Mektupla Öğretim Merkezi kurulmuştur.

163 Toparlanma Dönemi ( ) 1970’li yıllarda Türkiye’de yaşanan anarşi ve kargaşa ortamı 12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koymasıyla son bulmuştur. 12 Eylül İhtilâlî ile gelen yeni dönemle iki temel anlayış Türk Millî Eğitimi’ne egemen olacaktır: Birincisi, bu dönemde eğitim, kültür ve kalkınma anlayışı kendi kültür ve tarihi ile bütünleşme düşüncesine dayandırılmıştır. Bunun anlamı, eğitim, kültür ve kalkınma anlayışında toplumsal hayatta hâlâ var olduğu düşünülen Geleneksel Türk-İslâm kültürünün değerleri temel alınacaktır Bu anlayışla birlikte, bu dönemde geçmişteki katı lâiklik anlayışından vazgeçilecek, hatta Millî Eğitimin Temel İlkeleri’nden biri olan lâiklik anlayışında değişikliğe gidilerek, Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk, orta, lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alacaktır. Kimi çevrelerce Türk-İslâm Sentezi olarak adlandırılan bu politika ile amaç, başta üniversite gençliği olmak üzere, toplumda yaygınlaşmış marksist değerleri etkisiz hale getirmek ya da buna karşı geleneksel Türk-İslâm değerlerini ortaya koyarak bir denge oluşturmaktır. Geleneksel-Türk İslâm değerlerinin devlet politikası olarak öne çıkmasıyla ders kitaplarında millîyetçilik, kahramanlık, înkılâp, otoriter devlet, haysiyet, kutsallık, bayrak, millî marş, lâiklik, askerlik, ordu-millet anlayışı, asker-millet anlayışı, fazilet, ilahî adalet, hayır, sevap, Allah gibi değerler yer almaya başlayacaktır. Tüm bu değerlerin merkezinde bulunan ve bunları denetleyen temel değer ise ULUS DEVLET düşüncesi olacaktır.

164 12 Eylül’le birlikte yeni döneme damgasını vuran ikinci anlayış ise “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ve “pragmatizm” felsefesini yansıtan liberalist düşüncedir. Bu anlayışla, gençliğin büyük bir kısmı depolitize edilmeye çalışılacak, “iş bitirme, köşe dönme” fikri öne çıkarak, bireyci ve çıkarcı bir toplumun oluşmasına kapı aralanacaktır. Bu pragmatist ve bireyci anlayış “yırtıcı, acımasız, olabildiğince bencil” ve her türlü amaca ulaşmada “kullanılan yöntem değil sonuç önemli”’diyen bir karakterle kendini gösterecektir. Ayrıca, bu dönemde Anavatan Partisi’yle birlikte Türk ekonomisi ve toplumu dış dünyaya açılacaktır. Toplumda para en önemli değer haline gelecek, paranın ne yolla kazanıldığı konusu ise bireylerin insiyatifine bırakılacaktır. Böylece, 12 Eylül İhtilali ile başlayan bu yeni dönemde millîleşme temel değerinin bir sonucu olarak Geleneksel Türk-İslâm değerleri ile modernleşme (batılılaşma) temel değerinin bir sonucu olan liberal ve pragmatist anlayış eğitim, kültür ve toplum hayatında etkili olacaktır. Bunlara ilâveten, bu dönemle birlikte genç kuşakta uyuşturucu, sigara, alkol, hırsızlık ve intihar olaylarının sayısı hızla artacaktır. Geliştirilen reform paketlerinde eğitime pek az yer verilecek, eğitim spontan ve geleneksel açılımını sürdürecektir. Türk Eğitimi’nde Toparlanma Dönemi ( ) olarak adlandırdığımız bu dönemi birbirine benzeyen iki evrede ele almak uygundur: 1-İhtilâl Hükümeti Zamanı Eğitim Uygulamaları ( ). 2-Anavatan Partisi Hükümetleri Zamanı Eğitim Uygulamaları ( ).

165 Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e Göre Eğitim: Evren çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda özellikle okuma-yazma seferberliği ileTürkiye’de okuma-yazma bilenlerin sayısının arttırılmasının önemini vurgulamıştır. Ayrıca, Evren, bilim ve tekniğin gerekliliğinden, okul ve kışlaya siyesetin sokulmamasından, vatana ve millete hayırlı evlat yetiştirmenin lüzumundan, Atatürkçülük ve onun ilkeleri ile kadın haklarından, yurtta ve dünyada barışın değerinden söz eder. Ona göre, gençler, şovenist değil, vatanperver; ateist ya da dinsiz değil, lâik düşünceye sahip; komünizmden uzak; atılımcı ve devletçi, gelenek ve göreneklerine bağlı; akılcı, millî ruh ve kültürle bütünleşmiş kişiler olmalıdır. Başbakan Bülent Ulusu: Ulusu çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda, yeni nesillerin Atatürk ilke ve înkılâplarını çok iyi anlamaları ve bu yönde çalışmaları gereğine değinmiş, gençlerin ailesine, milletine bağlı, vatansever, yurt ve dünya barışı için çaba gösteren, sevgi dolu, bilgili ve sağlıklı kişiler olarak yetiştirilmesinin önemini belirtmiştir.

166 1-İhtilâl Hükümeti Zamanı Eğitim Uygulamaları (1980-1983)
12 Eylül İhtilâli’ni takip eden Toparlanma Dönemi’yle birlikte bakanlık üst düzey yöneticilerinden oluşan bir “Ana İlkeler Çalışma Grubu” oluşturulmuştur. “Millî Eğitim Yüksek Danışma Kurulu” adını alan Ana İlkeler Çalışma Grubu’na bağlı olarak da 41 adet “Çalışma Grubu” teşkil edilmiştir. Bu çalışma gruplarının amacı, Türk Eğitim Sistemi’ne yeni bir şekil ve ruh vermek, ayrıca Türk Millî Eğitim Sistemi’ni Atatürkçü bir çizgiye çekmek için bütün eğitim alanlarını ilgilendiren konularda bilimsel çalışmalar yapmaktır. Ayrıca, İhtilâl dönemi hükümeti zamanında millî eğitime bir çeki düzen vermek için iki tane şura toplanmış, Millî Eğitim Temel Kanunu’nda bazı küçük değişikliklere gidilmiştir. Buna ilâveten, daha önce belirtildiği gibi, kamu kurumlarının daha etkin çalışabilmesi için yol gösterici olması düşüncesiyle bir “Millî Kültür Özel İhtisas Komisyonu” oluşturulmuştur. Komisyonun en önemli amacı Türk eğitim ve kültür hayatına rasyonel ve objektif boyutlar kazandırmak suretiyle yeni bir anlayış oluşturmaktır. Bu komisyonun ortaya koyduğu rapora bakıldığında din ve ahlaka önem verildiği, millî kültürün (millîleşme) ve buna bağlı olarak geleneksel Türk-İslâm değerlerin eğitim ve kültür hayatında yer almasının gereğinden söz edildiği görülmektedir.

167 İhtilal Hükümetleri Evresinde Eğitim Uygulamaları
12 Eylül 1980 İhtilâli’nin ardından kurulan hükümet zamanında bir okuma yazma seferberliği başlatılmıştır. Amaç, daha önceki iktidarların halkın okuma yazma öğretimini yaygınlaştırma konusunda gösterdiği yetersizliği telâfî etmek olmuştur. Ayrıca, bu dönemde bir de Millî Kültür Şurası toplanmıştır. İhtilal Hükümetleri zamanında 10. ve 11. eğitim şuraları toplanmıştır. Milli Eğitimin Genel Amaçları ve İlkeleri küçük değişikliklerle yeniden düzenlenmiştir. Bu dönemde Haziran 1983 tarihinde lise ve dengi okulları bitirenlere genel bir tanım altında “yüksek öğretim kurumlarına girmek için aday olma hakkı” verilmiştir. Böylece, imam-hatip liselerine bütün fakültelere girme hakkı tanınmış ve ayrıca 1980 İhtilâli ile gelen yeni dönemde ilk defa bir askerî ihtilâlin ardından kurulan hükümet tarafından din eğitimi zorunlu hale getirilmiştir. Son olarak, Öğretim yılında itibaren Din Bilgisi ve Ahlâk dersi “Din ve Ahlâk Bilgisi” dersi adı altında birleştirilip ilkokul 4. sınıftan itibaren haftada 2 saat ve zorunlu olarak, liselerde ise bir saat okutulmasına karar verilmiştir.

168 2-Anavatan Partisi Hükümetleri Zamanı Eğitim Uygulamaları (1983-1991)
1982 Mayısı’nda Millî Güvenlik Konseyi siyasal partilerin kurulmasına izin verince, 1980 İhtilâli ile kapatılan AP, CHP, MSP ve MHP dahil dört partinin eğilimini bünyesinde topladığını iddia eden Anavatan Partisi (ANAP) Turgut Özal tarafından kurulmuştur. Daha sonra, 1983 seçimlerinde oyların %45’ni toplayan ANAP TBMM’nde çoğunluğu kazanmıştır. Partinin genel başkanı ve Başbakan Özal’a göre, Anavatan hükümetleri millîyetçi, muhafazakar, sosyal adaletçi, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisini esas alan bir düşünceye sahiptir. Özal’a göre, “Türk gibi kuvvetli” sözü kadar “Türk kadar çalışkan” sözünü de tüm dünyaya kabul ettirmeliyiz. Gençlerin sporla ilgilenmeleri, sağlıklı olmaları için gerekli imkanların yaratılmasına inanan Özal, gençlerin “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesine bağlı; Türkiye’nin bağımsız, gelişmiş ve müreffeh bir ülke olmasını ülkü edinmiş; kavgadan ve bölücü anlayıştan uzak bir biçimde yetişmelerini amaçladıklarını belirtir.

169 Anavatan Partisi’nin parti programına bakıldığında, Partinin muhafazakarlık anlayışı Türk toplumunun millî, manevî ve ahlâkî değerlerine, kültürüne, tarihine, örf, âdet ve geleneklerine bağlılığı içermektedir. Bunun yanında, ANAP’ın parti programında yer alan bazı amaçlar şunlardır: 1-ANAP herkesin vicdan, dinî inanç ve ibadet hürriyetine sahiptir. 2-Gençlerin en az bir yabancı dil öğrenmeleri temin edilmelidir. 3-Bireyler meslek sahibi kılınmalıdır 4-Lâiklik ilkesi korunmalıdır 5-Türk dilinin özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan eğitim ve bilim dili olarak okullarda öğretilmesi sağlanmalıdır 5-İslâm dininin ehil öğretmenlerce öğretilmesi temin edilmelidir. On ikinci Millî Eğitim Şurası 18-22 Temmuz 1988 tarihinde toplanan 12. Millî Eğitim Şurası’nda ortaöğretim seviyesinde tüm öğrencilere ortak bir genel kültür verilmesi; bu evrede öğrencilerin kişilik bütünlüğünün geliştirilmesi, millî kimlik bilincinin kazandırılması, millî tarihin, sosyal ve kültürel varlığının öğretilmesi ve sorun çözme becerilerinin geliştirilmesi düşünceleri karara bağlanmıştır.

170 On üçüncü Millî Eğitim Şurası
15-19 Ocak 1990 tarihinde toplanan 13. Millî Eğitim Şurası’nda geniş bir biçimde yaygın eğitim konusu ele alınmıştır. Şura’da, yaygın eğitimle ilgili kısaca şu kararlar alınmıştır: Avrupa Topluluğu sosyal, ekonomik ve kültürel yönleri olan kapsamlı bir entegrasyondur. Türkiye’nin bu entegrasyona ulusal kültürünü bozmadan girebilmesi için, yaygın eğitimin bu konuda sorumluluk alması zorunludur. Örgün ve yaygın eğitimde sosyal kültürel programlar kapsamında, özel olarak demokrasi eğitimi, çevre ve doğayı koruma, yaşadığı toplumu hak ve görevleri konusunda bilinçlendirme, katılımcı insan tipini yaratma hususları ağırlıklı olarak ele alınmalıdır. Ayrıca, yaygın eğitim programlarında, yurt dışındaki vatandaşlarımızla çocuklarının çevreye uyumlarının sağlanması, millî kültürün korunması, vatana bağlılık ile millî birlik ve beraberliğin pekiştirilmesi konularına da yer verilmelidir. Son olarak, ANAP döneminde Türkiye’de ilk defa Güzel Sanatlar Lisesi açılmıştır. Ayrıca, Anavatan Hükümetleri zamanında Millî Eğitim Bakanlığı gençlerin sorunlarına daha yakından eğilmek için Ekim 1988 tarihlerinde Birinci Gençlik Şurası’nı toplamıştır.

171 Küreselleşme ve Çözülme Dönemi (1991-?)
90’lı yıllar hem Türkiye’de hem de dünya’da hızlı ve zaman zaman kontrolden çıkan dönüşümler ve değişimlerin yaşandığı bir evredir. Bu dönemde kitle iletişim araçlarının etkisiyle değişim hemen tüm toplumlarca anında algılanmakta, insanların ufukları genişlerken millî sınırlar ortadan kalkmakta, dünyanın her tarafında yaygınlaşan bilgi ve haber akışı tüm toplumları sıkı bir biçimde kuşatmaktadır. Siyasal ve toplumsal açıdan bakıldığında, Dünya 1989 yılına Soğuk Savaşın sonu, Yeni Dünya Düzeni’ni oluşturma çabalarıyla girmiştir. Dağılan Sovyetler Birliği siyasal, toplumsal ve iktisadî çalkantı ve düzensizlikler içerisine yuvarlanmıştır. Bu dönemde, dünyanın Komünist ve Kapitalist bloklar olarak bölünmüşlüğü sona ermiş, Varşova Paktı tarihe gömülmüştür. Bu arada, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla iki Almanya birleşirken, bir başka önemli dağılma Yugoslavya’da yaşanmış ve Balkanlar’ın haritasında yeni isimler ve çizgiler oluşmuştur. 1990’lı yıllarda ortaya atılan Yeni Dünya Düzeni projesi zamanla bugünlere kadar gelen Düzensizlikler Dünyasına dönüşecektir.

172 Öte yandan, iktisadî açıdan baktığımızda, 1990’lardan itibaren eskinin korumacı ve iç-pazar ağırlıklı kalkınma modelleri, küresel pazar ve kalkınma modelleriyle kökten değişmektedir. Küreselleşen serbest piyasada tek tek ülkelerin ekonomik rekabette yetersiz kalmaları ortak pazar kavramını gündeme getirmiş, sonuçta Avrupa Topluluğu’nu Doğu Asya Ekonomik Pazarı, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) gibi ekonomi temelli birlikler izlemiştir. Komünist kalkınma modeli çökerken, kapitalist toplum modelleri de çürük yerlerine ya dolgu yapmakta ya da eski modellerini revize etmektedir. Sosyo-pedagojik açıdan, 1980’lerin sonunda gelişmiş ülkelerde başlayan bilgi toplumu denen yeni oluşumla günlük hayatımızın her alanı karşılaşmakta, kitle iletişim ve bildirişim araçlarının güçlenmesi, internet gibi olgularla ülkelerarası sınırlar ortadan kalkmaktadır. Teknoloji hayatı kolaylaştırırken, bireyden beklenen meslekî bilgi ve beceri anlayışı kökten değişmektedir.

173 Bu dönemde görülen bir başka önemli devrimsel gelişme de bilgi anlayışında meydana gelmiştir.
1990 yılının başlarından itibaren pozitivist-rasyonalist dünya görüşleri kaos ve düzensizlikle yer değiştirmeye başlamıştır. Post-modern olarak da adlandırılan bu yeni anlayışta mutlak bilginin olmadığı kabul edilmektedir. Bu yeni bilgi-bilim anlayışında, pozitivist-rasyonalist felsefenin aksine tek doğru değil, insanların doğruları vardır. Bilimsel sonuçlar değerlerden bağımsız değil, değer yüklüdür. Türk toplumunda da modernleşmenin (batılılaşmanın, çağdaşlaşmanın) bir sonucu olarak Osmanlı devletinin son döneminden itibaren eğitim-kültür hayatında etkili olan pozitivist ve akılcı anlayış bu dönemde bilimsel anlamda büyük bir kuşatma altına alınmıştır. Pozitivist-rasyonalist paradigmanın düşüşe geçmesiyle daha önce bireysel yaşama hapsedilen din toplumsal, siyasal ve eğitim-kültür hayatında tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Dinin bir değer olarak yükselişinde 1980’li yılların sonlarından itibaren Batı Avrupa’da ve Amerika’da geleneksel sağ partilerin modern endüstri toplumunun hastalıklarının iyileştirilmesinde ve sosyal bilincin egemen olduğu bir toplumun yaratılmasında dinî değerlerin güçlendirilmesinin önemli katkılar sağlayabileceğini düşünmelerinin etkisi vardır.

174 Türkiye, 1990’lı yıllarla birlikte meydana gelen dünyadaki gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerden biridir. 1990’lı yılların başından itibaren yaygınlaşan ve eğitim-kültür alanında devletin tekelini büyük oranda ortadan kaldıran özel radyo ve televizyonların etkisiyle Türkiye’de toplumsal hayatta yoğun bir etkileşim, yaygın bir eleştiri ve arayış başlamıştır. Cumhuriyetin üzerine oturduğu temel siyasî ilkeler ve değerler, demokrasi anlayışı, devlet-birey ilişkileri, din ve lâiklik, eğitim, sağlık gibi hemen her konuda bir sorgulama ve değişim isteği topluma hâkim olmaya başlamıştır. Böylelikle, yaygın eğitimin bireyler üzerindeki etkisi örgün eğitimin çok ötesine geçmiştir. O güne kadar siyasal partilerin çizdiği “aydınlık ve müreffeh yarınlara” ilişkin söylemden halk artık sıkılmaya, bu söyleme karşı alaycı ve kuşkucu bir tavır takınmaya başlamıştır. Hükümetler sorunlar karşısında ezilmekte, çözüm isteyen kitleler meydanlara çıkmakta, hukuktan ümidini kesen insanlar mafyaya ve çetelere bel bağlamakta, eğitim sorunlarını çözeceğim diyenler de sistemi yamalı bohçaya çevirmektedir. 90’lı yıllarla birlikte, Türkiye’de siyasal sistemin ciddi ve radikal reformlara tabi tutulması hemen herkesçe belirtilmekte, başta siyasal sistemin piyasa ekonomisine ve açık toplum modeline uyumunu sağlayacak düzenlemelerin yapılması beklenmektedir.

175 Bu dönemde, Türkiye’de devlet yapısal ve organik tıkanıklıklar yaşamakta, Cumhuriyetin kuruluşundaki ideoloji de toplumsal hayatta yaşanan dönüşümler, ekonomik gelişme, kentleşme ve demografik yapının değişimiyle giderek gücünü kaybetmektedir. Devletin hizmet ettiği topluma yeniden adaptasyonunun sağlanması istenmekte, bu durum, devletin yapısını oluşturan felsefî ilkeler ve ideolojide değişimi gerekli kılmaktadır. Bunlara ilâveten, gelişen siyasal İslâm devletin yapısını tehdit etmekte, dinî değerler ve uygulamalar sık sık ülke gündemine getirilip tartışılmaktadır. Bu arada, lâiklik bu dönemde de sıkça tartışılan konuların başında gelmektedir. Bu arada, 28 Şubat 1997’de Millî Güvenlik Kurulu zamanın Refahyol Hükümeti’nin istifasına yol açacak bir bildiri vermiş ve bu tarihten itibaren devletin lâiklik anlayışı giderek katılaşmıştır. Bu dönemde varlığını derinden hissettiren bir başka gelişme ise ulus-devlet anlayışını reddeden ve bölücü bir nitelik taşıyan etnik kökenli PKK terörünün ciddi bir olgu olarak ülke gündemine gelmesi, ülkedeki Kürt nüfusta da kendi kimliğine yönelme arayışlarının görülmesidir. İçeride bu gelişmeler yaşanırken, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleri 90’lı yıllarda Türkiye’den çok çeşitli beklentilerde bulunmuş, ancak bu beklentiler boşa çıkmıştır.

176 Sonuçta, 90’lı yıllarla birlikte, Türkiye’nin sınırları dışında dünyanın çeşitli yerlerinde hemen her gün bir şeyler altüst olmakta, sınırlarımız içinde de pek çok kavram ve kurumun temelleri sarsılmakta ya da yerle bir olmaktadır. 1990’lı yılların kuşağı dünyada ve Türkiye’de yaşamın her alanında eski ile yeninin yer değiştirmesine şahitlik etmektedir. Türk toplumu bu yeni döneme hazırlıksız yakalanmış, hâlâ eğitim ve kültür politikasını nasıl oluşturacağına karar verememiştir. Bu arada, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’da yaşanan büyük depremler halkın devletin kurumlarına olan güvenini iyice sarsmış, bugüne kadar izlenen çağdaşlaşma politikalarındaki başarısızlığı iyice gün yüzüne çıkmıştır. Netice olarak, 90’lı yıllarda gerek içeride ve gerekse dış dünyada hızla meydana gelen değişimler karşısında afallayan ve sorunlar karşısında aciz kalan siyaset ve Eğitim Sistemi’nin temel değer ve ilkeleri tek tek sarsılmıştır. Küreselleşme ve Çözülme Dönemindeki eğitim politikalarını iki evrede incelemek uygundur: 1-Hükümet Bunalımları Dönemi Eğitim Politikaları ( ) 2-Ak Parti Dönemi Eğitim Politikaları (2002-?)

177 1-Hükümet Bunalımları Dönemi Eğitim Politikaları (1991-2001)
Dönemin Siyasal Partilerinin Parti Programında Eğitim Bu dönemde iktidar ya da iktidara ortak veya destek olmuş partiler ve bu partilerin programında eğitimle ilgili aşağıdaki düşüncelere yer verilmiştir. Doğru Yol Partisi Parti Programında Eğitim: 1983 yılında kurulan Doğru Yol Partisi’ne (DYP) göre, eğitim, hür, kişilikli, doğru düşünen, doğru karar veren, üretken bir birey olabilmek için gerekli bilgi ve beceriyi kazanmış yurttaş yetiştirmektir. Eğitim sistemi tek taraflı telkinde bulunan bir mekanizma olmamalıdır. Hür ve demokrat Cumhuriyetin insanı, komünizmi de faşizmi de tanıyan, demokratik hürriyetlerle bunları kıyaslayabilen ve sonuçta kararını verebilecek fikri olgunluğa sahip olmalıdır. Millet bilinci ve ortak millî ideal eğitimle bütün vatandaşlara anlatılmalıdır. Vatandaşlık ve demokrasi eğitimi millî eğitimin amaçlarındandır. Millîyetçi, lâik, hürriyetçi, medeniyetçi ve ilerici düşüncelerin eğitimle yurttaşlara aktarılması devletin görevi olmalıdır.

178 Sosyal Demokrat Halkçı Parti Parti Programında Eğitim: 1983 tarihinde kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), yeni nesillerin eşit olanaklar içinde, bilime dayalı, düşündüren, bilinçlendiren, lâik ve demokratik bir eğitimden yanadır. SHP, meslekî ve teknik eğitimin sistem içinde ağırlığının arttırılmasına önem vermektedir. Parti, eğitimin uygulamayla ilişkisinin güçlendirilmesi ve toplumsal maliyetinin düşürülmesi için okul-işyeri ortaklaşa eğitimine de değer vermektedir. Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programında Eğitim: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) daha önce kapatılan partilerin tekrar açılmasına olanak veren yasadan yararlanarak Haziran 1992 yılında tekrar açılmıştır. Deniz Baykal’ın Genel Başkanlığında siyaset arenasına dönen CHP’nin bu dönemde eğitimle ilgili düşünceleri kısaca şöyledir: CHP, öğretmenliğin toplumda yeniden saygın bir yere kavuşturulmasını sağlamayı amaçlamaktadır. CHP’ye göre, lâik ve çağdaş eğitim bugün büyük yaralar almış durumdadır. Milletin lâiklikten uzaklaştırılması, 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle artmaya başlamış, ihtilâl bu durumu hazırlamıştır. Tevhid-î Tedrisat yasası da çiğnenmektedir. CHP’nin amacı bütün bu olumsuz gelişmeleri önlemektir.

179 Demokratik Sol Parti Parti Programında Eğitim: 1985 yılında kurulan Demokratik Sol Parti’nin (DSP) parti programına göre, eğitim, kültür, sanat ve spor alanlarında “özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik kurallara göre” düzenlemeler yapılması esastır. Eğitimin her alanında çağdaş ilkelerin geçerli olması; öğretmen ve öğrencilerin katkılarının özendirilmesi; süreli kurslar düzenlenmesi; gezici eğitim ekipleri kurulması; toplum kalkınmasında gençliğin katkısının sağlanması için eğitim-istihdam dengesinin kurulması; halkın demokrasi kültür ve bilincinin yükseltilmesi; kültür, sanat ve spor çalışmalarının köylere kadar yurdun her yerine yayılması; ve televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarıyla tiyatrodan halkın ve gençliğin eğitiminde yararlanılması eğitimde gözetilecek önemli hususlardır. Refah Partisi Parti Programında Eğitim: 1983 yılında kurulan Refah Partisi’nin (RP) Parti programında şu düşüncelere yer verilir: Millî eğitimin kalkınma planları doğrultusunda şekillendirilmesi; eğitim sisteminin bilim, araştırma ve kuram ithal eden bir mekanizma değil, bilimin kaynağını kendi bünyesinde bulan, geliştiren ve millete hizmet olarak sunan bağımsız, kişilikli bilim ve kültür etkinliklerinin merkezi olması; gençlerin fikren, bedenen gelişmesi, boş zamanlarını iyi değerlendirmesi ve ülkeyi tanımalarına önem verilmesi, daha önce düştüğü anarşi ve ideolojik çatışmalara tekrar düşmemesi için öncelikle onların bilinçlendirilmesine ve millî manevi değerlerimizle teçhiz edilmesi; aydın din görevlisi yetiştirilmesi gözetilen hedefler arasındadır. Refah Partisi lâikliğe aykırı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle 1998’in Ocak ayında kapatılmıştır.

180 Büyük Birlik Partisi Parti Programında Eğitim: 1993 tarihinde kurulan Büyük Birlik Partisi, eğitimle “millî ve manevi değerlere sahip, çağın ilim ve teknolojisiyle mücehhez, hür düşünceli, üretken, ahlâklı ve yenilikçi nesiller” yetiştirmeyi amaçlar. Parti, ayrıca eğitimde hür düşüncenin esas alınması, düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanması, kılık kıyafet hürriyetinin temin edilmesi, yabancı dil öğretilmesi ve yabancı dilde eğitime son verilmesi taraftarıdır. Son olarak, Büyük Birlik Partisi 21. yüzyılı Türk ve İslâm Yüzyılı kılacak nitelikte insan yetiştirilmesi gerektiği düşüncesindedir. Demokrat Türkiye Partisi Parti Programında Eğitim: Demokrat Türkiye Partisi, DYP kurucularından Hüsamettin Cindoruk’un partiden ihraç edilmesinden sonra DYP’den çeşitli nedenlerle kopan milletvekillerinin bir araya gelmesiyle 1997 yılında kurulmuştur. Demokrat Türkiye Partisi’nin parti programına baktığımızda, meslekî-teknik eğitime ağırlık verilmesi, alınan eğitim sonucu bireylerin kendi ayakları üzerinde durabilmesi, demokratik rejime bağlı yurttaşlar yetiştirilmesinin önemli olduğu belirtilir.

181 Dönemin Başbakan ve Millî Eğitim Bakanlarına Göre Eğitim
Başbakan Tansu Çiller: Çiller’e göre, Türkiye’de kadınların %33’ünün okuma-yazma bilmemesi büyük bir ayıptır ve bunun üstesinden gelmek gerekir. Kadınların hem iyi bir anne hem de üretken bireyler olarak topluma katılmaları son derece önemlidir. Gelenek ve görenekler ile dinî değerlerimize bağlı kalarak çağdaş bir insan olmak mümkündür. Bireyin yaşamında alacağı meslekî eğitim önemlidir. Bu nedenle, temel eğitimin 8 yıla çıkarılması, 3 yıllık lise eğitiminin meslekî bir içerikle verilmesi ve bunu daha sonra iki yıllık yükseköğretimin tamamlanması gerekmektedir. Öte yandan, Çiller’e göre, Avrupa Birliği kendi kültürel değerlerini oturtmuş görünmektedir. Türkiye’nin AB’ye girmesinde engel oluşturan faktörlerden birinin din farklılığı olduğu söylenmektedir. Ancak, din farklılığı yüzünden Türkiye’nin AB’den dışlanması gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zira, Türkiye tarihsel, kurumsal ve siyasal açıdan Avrupa’nın içindedir ve bir Avrupa ülkesidir. Din farklılığı nedeniyle Türkiye’nin AB bütünlüğünü bozabileceği kaygısı da geçerli değildir. Türkiye’nin 21. yüzyıla taşınmasında demokrasinin temel zemini oluşturduğu hatırlanmalı, ideolojik saplantılarla işletilen bir devlet olmaktan akılla meselelere yaklaşan bir devlet yaratılmalıdır.

182 Başbakan Necmettin Erbakan: Erbakan, kendi görüşlerini “Milli Görüş” adını verdiği bir başlıkla sistematize etmeye çalışmıştır. Millî Görüş kavramını bir slogan olarak siyaset arenalarında kullanan Erbakan’a göre, Anayasa’daki lâiklik kavramı yeterince tanımlanmadığı için Türkiye’de lâikliğe aykırı uygulamalar söz konusudur. Bu durum, sürekli olarak toplumsal yapıda büyük yaraların açılmasına, millî birlik ve beraberliğin bozulmasına yol açmaktadır. Lâiklik, herkesin düşünce, vicdan, ibadet hürriyetine sahip olması, kimseye inancından dolayı tahakküm edilmemesi demektir. Ancak, Erbakan’a göre bugün Türkiye’de bu tanımın dışında hareket edilmekte, lâiklik çiğnenmektedir. Erbakan Türkiye’de hem dinî inancını yaşayan hem de siyasetle uğraşanların din istismarcılığı ve din esaslarına dayalı devlet kurmakla suçlandıklarını belirtir. Ona göre, asıl din istismarcıları dindar ya da dinden görünerek bu milleti aldatanlardır. Erbakan’a göre, Türkiye’de sadece belli bir düşünceye yer verilmektedir. Fikir hürriyeti olmadan demokrasi olamayacağına göre milletin diğer düşünceleri de dinlemesine olanak verilmelidir. Türk milleti tarihi boyunca büyük fazilet ve bilim adamları yetiştirmiştir. Batı, bizden aldığı bilimsel temellerle bugün ileri bir noktaya gelmiştir. Bugün Türk Eğitim Sistemi insan yetiştiremeyen tek eğitim sistemidir. Öğretim programlarımızda kendi tarihi zenginliklerimize yer verilmemektedir. Kendi kültürel birikimimiz bir yana bırakılmakta, kör bir Batı taklitçiliği yapılmaktadır. Manevî alanımız kozmopolit ve komünist fikirlerin istilasına uğramıştır. Bunun sonucunda, yeni nesiller millî bilinç ve şahsiyetten mahrum kalmışlardır. MSP’nin kuracağı eğitim sisteminde ilkokuldan yüksek öğrenime kadar maddeci anlayış ortadan kaldırılarak yerine ahlâkî ve manevî bir anlayış getirilecektir.

183 Eğitimde amaç, kalkınmanın sağlanması, Türk milletinin her açıdan çağdaş medeniyetin üzerine çıkması ve kendine has bir medeniyet kurabilmesi için tarihine, geçmişine, örf ve adetlerine saygı ile bağlı, her türlü taklitçilikten uzak, millî şahsiyetinin farkında olan, her gün bir önceki günden ileri olmak çabasına ve bilincine sahip nesiller yetiştirmektir. Yeni nesillere, “edebi, hayayı, ahlâkı, maneviyatı, iffeti” öğretmek gerekir. “Nefsine hakim ol” ilkesi temel slogandır. Amaç, bugünkü “renksiz ve maddeci” eğitimin yerine “millî maarifi” kurmaktır. Eğitim ve öğretimde temel ilke teorik bilgi yerine, uygulamaya dayanan, faydalı ve bilimsel bilgi vermektir. Din eğitimini daha kaliteli yapmak için gereken tedbirler alınmalıdır. Sadece dinî değerleri değil, milletimizin bütün manevî değerlerinin öğretilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar yanlış bir kalkınma politikası takip edilmiş, yeni nesillere sadece meslekî teknik eğitim verilmeye çalışılmış, bunda bile başarısız olunmuş, gençlere millî, manevî değerler, fikrî gelişme ve millî ahlâkla teçhiz olma düşüncesi kazandırılmamıştır. Tarih boyunca idealist bir anlayışla yetiştirilen gençler, bugün ezberci bir materyalizmle eğitilmeye çalışılmaktadır. MSP’nin istediği eğitim milletin tarihî karakterine ve ahlâkına uygun bir eğitim anlayışını içermektedir. Amaç, eğitim kurumlarını “anarşist, Maocu, hippi” yetiştiren müesseseler olmaktan kurtarmaktır. Son olarak, Erbakan Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girmesiyle Batı’nın sömürgesi olacağı, millî sanayinin eriyeceği, Türkiye’nin millî değerlerinin ve kimliğinin yok olacağı iddiasındadır. Ona göre, Türkiye müslüman ülkelerle alternatif bir ortak pazar kurmalıdır

184 Millî Eğitim Bakanı Köksal Toptan: Toptan’a göre, dünyada artık silahların değil, kültürlerin çatışması söz konusudur. Başka toplumların kültürlerine kapalı olmak artık mümkün değildir. Bir ülke kendi kültürünü koruyarak başka kültürlerle uzlaşmasını ve yaşamasını bilmelidir. Gençler, kendi kültürlerini iyice özümsemeli, sonra da evrensel kültürle kendi kültürlerini birleştirebilmeli, böylelikle çağdaşlığı yakalayabilmelidir. Bunun başka alternatifi yoktur. Yabancı kültürlere gençlerin kapılmaması için devlet görevini yapmalıdır. Devlet, yeni nesillere bu bilinci vermelidir. Millî Eğitim Temel Kanunu bu konuda hükümler içermektedir.”Bu hükümleri ne kadar taşıyabildiğimiz, yansıtabildiğimiz tartışma konusudur”. Millî değerlerimize ve kültürümüze uygun bir eğitim vermek gelecek nesillere borcumuzdur. Amaç, eğitimin her kademesinde demokratik anlayışı yaymaktır. Ateist ve materyalist düşüncelerle yetişen nesillerden topluma hizmet beklemek boşunadır. Eğitim sistemi, ülkesi ve milleti için başarılı hizmetler gerçekleştirmiş, büyüklerine saygılı, insanlara karşı sevgi ve saygı dolu, inandığını yaşayan, çevresine örnek olan, medenî cesarete sahip, faziletli ve hoşgörülü insanlar yetiştirmelidir. Eğitimciler de araştırıcı, çağın ihtiyaçlarına cevap verebilen, çağdaş bilgiyi ve teknolojiyi kullanabilen kişiler olmalıdır.

185 Hükümet Bunalımları Dönemi Eğitim Uygulamaları
yılları arasında sık sık hükümet kurma krizleri yaşanmış, birkaç koalisyon hükümeti kurulmuş fakat kurulan tüm koalisyon hükümetleri kısa sürmüştür. Bu evrede kurulan hükümetler ve bunların eğitimle ilgili uygulamalarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1991 Ekiminde yapılan erken genel seçimlerde Doğru Yol Partisi (DYP) 178 milletvekili çıkarınca Genel Başkan Süleyman Demirel başbakanlığa atandı. Demirel de aynı yıl Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yle (SHP) uzlaşarak DYP-SHP Koalisyon Hükümetlerini başlatmış oldu. Ancak, Süleyman Demirel’ın başbakanlığında kurulan ve bir yılı bile doldurmayan 49. Hükümet sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Nisan 1993’te ani ölümü siyasal hayatta dengeleri değiştirdi. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olurken, Doğru Yol Partisi’nin Genel Başkanlığına gelen Tansu Çiller de başbakan olarak ilk hükümetini kurdu. Bu arada, 1995’te SHP ile Cumhuriyet Halk Partisi CHP çatısı altında birleşme kararı aldı tarihinde DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da aralarında anlaşarak bir seçim hükümeti kurdular. Sonuç olarak, DYP-SHP (sonradan CHP) Koalisyonu sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 49,50,51 ve 52 hükümetleri ( ) zamanında Türkiye’nin eğitim ve kültür politikası ile ilgili en önemli olay Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) kurulmasıdır. Bunun yanında, bu zamanda 14. Millî Eğitim Şurası da toplanmıştır.

186 1995 Aralığında yapılan genel seçimlerde Türkiye’deki sistemi temelinden eleştiren ve söylemlerinde dinî motiflerin ağırlık bastığı Refah Partisi (RP) birinci parti olmuştur. Refah Partisi artık iyice yozlaşmış Türk siyasal sistemi içinde bir alternatif olarak ortaya çıkmıştı. Dinî değerleri ve Türkiye’deki lâiklik uygulamalarını en çok gündeme getiren parti olan Refah Partisi sık sık İslâmı siyasalaştırmak ve rejim bunalımı yaratmakla suçlanmıştır Aralık Seçimleri’nden sonra, ANAP lideri Mesut Yılmaz ile DYP lideri Tansu Çiller RP ile bir koalisyon düşünmediklerini kamuoyuna beyan ettiler. Daha sonra, dönüşümlü başbakanlık formülü ile uzlaşan iki parti lideri ANAYOL Koalisyon hükümetini 1996 yılında kurdular. Dört ay süren bu koalisyon hükümeti zamanında 15. Milli Eğitim Şurası toplanmıştır. Anayol Hükümeti dağılınca, Cumhurbaşkanı Başbakanlık görevini Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a verdi. Başbakanlık görevinin Erbakan’a verilmesi sonucu Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin Koalisyon hükümeti (Refahyol) kuruldu. Refahyol iktidarı döneminde Refah Partili milletvekilleri İslâmî düşünceleri gündeme getirmeye ve yer yer kamuoyunda sert tartışmalara giriştiler. Taksime cami yapılması fikri, üniversitelerde türban serbestliği istemi, Susurluk Skandalı, DYP Genel Başkanı Çiller’in aleyhinde yürütülen yolsuzluk suçlamaları ve demokrasinin şeriate ulaşmak için bir araç olarak kullanıldığı tartışmaları Refahyol iktidarı boyunca kamuoyu gündeminden inmemiştir.

187 Refahyol iktidarıyla Türkiye’deki lâiklik anlayışı sık sık gündeme gelmiş, Türk toplumunun müslümanlık anlayışı ve din-devlet ilişkileri yoğun bir biçimde tartışılmış, sosyal ve siyasal alanda lâik-antilâik tartışmaları zaman zaman toplumda kutuplaşmalara neden olmuştur. Bir yönüyle, Türkiye lâiklik düşüncesi etrafındaki tartışmalarla bu dönemden itibaren iki ayrı medeniyet olan Batı ve İslâm kültürlerinin karşı karşıya geldiği bir zemin olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri izlenen yanlış politikalar sonucu Batı ve İslâm medeniyet değerleri bu dönemde birbirlerini dışlamaya başlamış, Türk toplumu yer yer iki medeniyetin arasında kaldığını ve zaman zaman tercih yapma ihtiyacını hissetmiştir. Bu durum, ülkedeki bütün kurumları derinden sarsmıştır. 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Millî Güvenlik Kurulu’nda asker üyelerin önerileriyle irtica ve 8 yıllık temel eğitim konuları siyasî hayatın odağına yerleşmiştir. Bu tarihten itibaren, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle Refahyol Hükümet’i arasında bir rejim sorunu tartışması başlamıştır. Bunun yanında, Refah Partisi’nin ilkokuldan sonra başlayan imam-hatip eğitiminin ortaokul seviyesinden lise seviyesine alınmasına yol açan 8 yıllık kesintisiz temel eğitime sıcak bakmayışı da her iki taraf arasında bir başka ikilem yaratmıştır. 28 Şubat 1997 tarihindeki Millî Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yayınlanan bildiride, Cumhuriyetin lâiklik, demokrasi ve çağdaş hukuk devleti ilkelerine vurgu yapılarak, ülkede oluşmaya başlayan lâik-antilâik kutuplaşmasının devleti güçsüzleştireceği ve rejim bunalımına yol açacağı bildiriliyor, Avrupa Topluluğu’na tam üye olmanın Türkiye’nin öncelikli bir hedefi olduğu Refahyol Hükümeti’ne hatırlatılmıştır. Bildiride yer alan bu düşünceler kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açmış, kimilerince bunun bir muhtıra ya da darbe olduğu ileri sürülmüştür.

188 Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat toplantısından yaklaşık üç ay sonra, hükümetin 28 Şubat Bildirisi’ndeki kararlara yeterince hassasiyet göstermediğine inanan Türk Silahlı Kuvvetleri, siyasal İslâm ve irtica konusunda savcılar ve yargıçlar, üniversite öğretim üyeleri, basın mensupları gibi kişi ve kurum liderlerine brifing vermeye başlamıştır. Bu brifingler neticesi oluşan havadan etkilenen bazı DYP’li milletvekilleri partisinden ayrılmış, ordunun her an müdahale yapacağı söylentisi ortalığa yayılmaya başlamıştır. Hükümet, oluşan bu siyasal bunalımı aşmak için başbakanlığa Çiller’i getirmek amacıyla Başbakan Erbakan Cumhurbaşkanı’na istifasını vermiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı Hükümet’in beklentisinin aksine yeni hükümeti kurma görevini DYP Genel Başkanı Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermiştir. ANAP lideri Yılmaz da DSP ve DTP ile ortak bir koalisyon hükümeti kurmuş, bu koalisyon yeterli sayıda milletvekili desteğine sahip olmadığı için Cumhuriyet Halk Partisi’nin de dışarıdan desteği alınmıştır. Böylece, ANASOL-D Hükümeti kurulmuştur. ANASOL-D Koalisyon hükümeti tarihli kanunla ilköğretimi kesintisiz 8 yıla çıkarmıştır. Böylelikle, ortaokullar seviyesindeki tüm meslekî-teknik okullar kapanmıştır. Buna ilâveten, temel amacı imam-hatip liselerinin kendi meslekleri dışında farklı bölüm ve mesleklere gitmelerinin önlenmesi olan yeni bir ÖSS anlayışı öğretim yılından itibaren yürürlüğe konmuş, böylece imam-hatipler dahil tüm meslek lisesi mezunlarına getirilen alan sistemi ile bu öğrencilerin kendi mesleklerinin devamı olan bölümler dışında başka bölümlere girmeleri şansı ortadan kaldırılmıştır.

189 ANASOL-D Hükümeti’nden CHP’nin desteğini çekmesi ve 55
ANASOL-D Hükümeti’nden CHP’nin desteğini çekmesi ve 55. hükümetin güven oylamasıyla düşürülmesinden sonra Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit ANAP ile DYP’nin dışarıdan desteğini alarak 18 Nisan 1999 genel ve yerel yönetim seçimlerine kadar bir azınlık hükümeti kurmuştur (12 Ocak Temmuz 1999). Kısa süren bu hükümet zamanında Şubat 1999 tarihlerinde meslekî ve teknik eğitimin ortaöğretim sistemi içinde yeniden yapılandırılmasını konu alan 16. Millî Eğitim Şurası’nın toplanması dışında bu hükümetin başka bir uygulaması olmamıştır. 18 Nisan 1999 seçimlerine girilirken Türkiye’de millîyetçilik rüzgarları oldukça sert esmiştir. Zira yaklaşık 20 yıldır ülke gündeminde olan PKK terörünün elebaşı Türkiye’ye getirilmiş ve yargılanmaya başlamıştır. Türkiye 18 Nisan Seçimlerine bu atmosferde girmiş, sonuçta millîyetçilik rüzgarlarını arkasına alan Bülent Ecevit’in DSP’si birinci parti olurken (yaklaşık %22), millîyetçiliği temel alan MHP de uzun yıllar sonra barajı aşıp ikinci parti olarak (yaklaşık %17) parlamentoya girmiştir. Öte yandan, CHP (yaklaşık %9), baraja takılıp parlamento dışı kalmış, ANAP (yaklaşık %14),, DYP (yaklaşık %13), ve RP’nin mirasçısı olan Fazilet Partisi de (yaklaşık %15) umdukları sonucu elde edememiştir. 18 Nisan Seçimlerinin sonuçları koalisyonu emretmiş, uzun süren sürtüşmeler, pazarlıklar basının ve diğer etkili ve yetkili kişi ve kurumların çabaları sonucu DSP, MHP ve ANAP bir araya getirilerek Başbakanlığını Bülent Ecevit’in yapacağı ANASOL-M İktidarı oluşturulmuştur (Türkiye Cumhuriyeti’nin Elliyedinci Hükümeti)

190 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri, başörtüsü, demokratikleşme, 28 Şubat Kararları, büyüyen iç ve dış borçlar, Avrupa Topluluğu ile bütünleşme, cezaevi isyanları ve enflasyonun yol açtığı sarsıntılar bu hükümetin uğraştığı sorunların başında yer almıştır. Bu hükümet zamanında kayda değer bir eğitim uygulaması yoktur

191 AK Parti Parti Programında Eğitim
2-Ak Parti Dönemi Eğitim Politikaları (2002-?) AK Parti Parti Programında Eğitim Türkiye eğitim alanında ciddi bir karmaşa yaşamaktadır. Eğitim kalitesi, olması gerekenin çok altındadır. Eğitimde fırsat eşitliği her geçen gün yok olmaktadır. Eğitim sistemi ideolojik kavgaların arenası haline getirilmiştir. Eğitim, araştırma ve istihdam planları olmaksızın yapılmaktadır. Yüksek öğretim kurumları dahil, eğitim sistemi gerçekçi bir anlayıştan uzak, diplomalı işsizler yetiştirmektedir. Bu nedenlerle partimiz, eğitim alanında köklü bir reform hareketine girişecektir. ---Okul öncesi eğitim ülke genelinde yaygınlaştırılacaktır. ----Temel eğitim müfredatı çağın gereklerine, ihtiyaçlarımıza ve öğrencilerin kazanacakları donanıma göre yeniden oluşturulacaktır. Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı ise denetleyici, düzenleyici ve standart oluşturucu bir konuma getirilecektir.

192 ----Zorunlu eğitim kademeli, tercih ve yönlendirmeye imkan sağlayacak şekilde yeniden düzenlenecek, halen sekiz yıl olan zorunlu eğitim, alt yapı çalışmaları hızlandırılarak makul bir süre içerisinde on bir yıla çıkarılacaktır. ----Üniversiteye giriş sınavlarında tüm lise ve dengi okul mezunlarına fırsat eşitliği sağlanacaktır. -----Temel eğitimin beşinci sınıfından itibaren “seçmeli dersler” konularak öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre genel ve mesleki eğitime yönelmeleri sağlanacaktır. -----Özel sektörün eğitim yatırımlarında bulunmasını sağlamak amacıyla özendirici düzenlemeler yapılarak özel öğretim kurumları yaygınlaştırılacak ve mevcut okulların % 100 kapasite ile çalışmalarını temin eden düzenlemeler yapılacaktır. Başarı kıstası esas alınarak maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarının da özel okullarda okuyabilmelerini sağlamak amacıyla devlet tarafından hizmet satın alınması yoluna gidilecektir. Talep oluşturularak özel sektörün eğitim yatırımlarına kaynak ayırması temin edilecektir.

193 -----Mesleki okullar, diploma vermenin ötesinde meslek kazandırmaya yönelik bir niteliğe kavuşturulacak. Sanayi ve ticaret odaları ve işadamlarının kurmuş olduğu sivil toplum örgütleri ile birlikte iş dünyasının ihtiyaç alanları belirlenerek dinamik ve günün ihtiyaçlarına uyan “Mesleki Eğitim Programları” geliştirilecektir. Uzun süreli okul programlarına devam edemeyecek durumda bulunanlar için kısa süreli meslek kazandırma eğitimi veren kuruluşlar oluşturulacaktır. -----Üniversitelere yerel yönetimler, odalar ve işadamları ile şirket kurabilmeleri ve ortak projeler yapmaları fırsatı yaratılacak, yerel yönetimler ve özel sektörün üniversitelerle ilişkilerinin geliştirilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılacaktır. ------Üniversitelerimizin sanayi ile işbirliği içerisinde olmaları, pratik faydayı gözeten kurumlar haline gelmeleri sağlanacak, toplumdan ve hayattan kopuk bir görüntü arz etmelerinin önüne geçilecektir. ------Türkiye’de yüksek öğretim, nicelik açısından büyük bir ilerleme kaydetmiş, ancak nitelik bakımından aynı başarı gösterilememiştir. Yüksek öğretimde köklü bir reforma ihtiyaç vardır.

194 ------Eğitim yapıları mimari özellikleri fiziksel ve eğitsel donanımları yönünden geliştirilecektir.
Okullarda sınıf esası yerine ders esasını temel alan fiziki yapılanma benimsenecek; okul yapımında tek tip bayındırlık modeli terk edilerek esnek bir yapılanmaya gidilecektir. ------Okul aile birliklerinin ve rehberlik sisteminin, sosyal bilimcilerin hazırlayacağı projelerle desteklenmesi ve güçlendirilmesi sağlanacaktır. ------Partimiz, yabancı dil öğretimini teşvik ederken, Türkçe’nin bilim dili olarak kullanımını özendirecektir. ------İsteğe bağlı din eğitimi ihtiyacı, eksiksiz düzeyde karşılanacak. ------Üniversitelerde, öğrencilerin internet ortamında yapılan öğretimden yararlanmalarını sağlayıcı düzenlemeler yapılacaktır. ------Özürlü öğrencilerin eğitimine özel bir önem verilecek, bu amaçla faaliyet gösteren dernek, vakıf ve sosyal yardım kuruluşlarının faaliyetleri özellikle desteklenecektir.

195 Ak Parti Dönemi Bazı Eğitim Uygulamaları
Başbakan Erdoğan “eğitime yaptığımız çok büyük yatırımlarla, eğitimin altyapısına olduğu kadar, kalitesine yönelik reformlarla, Türkiye'de eğitim anlayışını artık kökten değiştiriyor, küresel rekabette iddia sahibi olacak bir eğitim sistemini Türkiye'ye kazandırıyoruz“…"Son yıllara kadar aslında Türkiye'de eğitim yoktu . Olsa olsa öğretim vardı . Eğitime yeni yeni geçen bir Türkiye var . Şimdi eğitim ve öğretimi iç içe birlikte yürütür hale geliyoruz . Şimdi teori ile pratiği yakalayan bir yapıyı hayata geçiriyoruz . “ AKP’ye Ait Bazı Uygulamalar 2005 PROGRAMI, KATSAYI düzenlemesi MEMURİYET ve diğer ÖSYM SINAVLARI (atanmayan 300 bin öğretmen) 444 DERS KİTABI DAĞITIMI ( yılları arasında toplam 1 milyar 513 milyon ders kitabı ücretsiz dağıtıldı) FATİH PROJESİ (bütün okullardaki sınıfların akıllı tahtalarla donatılması her öğrenciye bir tablet bilgisayar dağıtılması, internet altyapısının kurulması, içerik ve müfredat yazılımlarından oluşmaktadır)

196 TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ ÖRGÜTÜ VE İŞLEYİŞİ

197 PLANLILIK AÇISINDAN EĞİTİM, ikiye ayrılır: formal ve informal
FORMAL EĞİTİM: Amaç + mekan + uzman öğreten + plan-program (örneğin okullar, halk eğit. merkezi) İNFORMAL EĞİTİM: yok + yok öğreten yok (örneğin, kötü alışkanlık, hemşerilik, takım tutma vs) FORMAL EĞİTİM, örgün ve yaygın olarak ikiye ayrılır. Örgün eğitim: hayata/mesleğe hazırlamak için, bilgi/becerileri, okul/okul niteliği taşıyan yerlerde, yasalarca düzenlenen planlı eğitimdir. Yaygın eğitim: örgün eğitime devam eden/etmeyene, örgün eğitimden ayrı sunulan eğitim faaliyetleridir (İngilizce, bilgisayar, hat kursu gibi).

198 Türk eğitim sistemi, ülke yönetiminin özelliklerine uygun olarak, merkezi bir yönetim yapısına sahiptir. Eğitimle ilgili önemli politik, sosyal ve ekonomik kararlar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından alınmaktadır. Türk Millî Eğitim Sisteminin genel çerçevesi, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile belirlenmiştir.

199 1739 Sayılı Temel Kanuna göre, Türk Millî eğitim sistemi,
"örgün eğitim" ve "yaygın eğitim" olmak üzere, ikiye ayrılır: 1-ÖRGÜN EĞİTİM: Belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere, amaca göre hazırlanmış programlarla okul çatısı altında yapılan düzenli eğitimdir. Örgün eğitim, okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsar. Okul Öncesi Eğitim İsteğe bağlı olarak zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş 3-5 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Okul öncesi eğitim kurumları, bağımsız ana okulları olarak kurulabildikleri gibi, kız meslek liselerine bağlı uygulama sınıfları ile diğer öğretim kurumlarına bağlı anasınıfları olarak da açılabilmektedir. Okul öncesi eğitimin amacı; çocukların bedensel, zihinsel, duygusal gelişimini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını, onların ilköğretime hazırlanmasını, koşulları elverişsiz çevrelerden gelen çocuklar için ortak bir yetişme ortamı yaratılmasını, Türkçe'nin doğru ve güzel konuşulmasını sağlamaktır eğitim-öğretim yılında okul öncesi eğitim kurumunda, çocuk eğitim görmekte olup, bu kurumlarda öğretmen görev yapmaktadır.

200 İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur.
İlköğretim İlköğretim, 6-13 yaş grubundaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsar. İlköğretimin amacı; her Türk çocuğunun iyi birer yurttaş olabilmesi için, gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlık kazanmasını, millî ahlak anlayışına uygun olarak yetişmesini, ilgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda hayata ve bir üst öğrenime hazırlanmasını sağlamaktır. İlköğretim kız ve erkek bütün yurttaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır. İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur. eğitim-öğretim yılında okulda, öğrenci öğrenim görmekte olup öğretmen görev yapmaktadır. İlköğretim okulu, Pansiyonlu ilköğretim okulu(PİO), Yatılı ilköğretim bölge okulu(YİBO), Taşıma merkezi ilköğretim okulu, İşitme engelliler ilköğretim okulu, Görme engelliler ilköğretim okulu, Ortopedik engelliler ilköğretim okulu, Zihinsel engelliler ilköğretim okulu, Özel Türk-Yabancı, Azınlık ilköğretim okulları, Açık ilköğretim okulu ilköğretim kurumlarıdır.

201 Ortaöğretim Ortaöğretim; ilköğretime dayalı, en az dört yıllık genel, meslekî ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsar. Ortaöğretimin amacı; öğrencilere asgarî ortak bir genel kültür vermek, birey ve toplum sorunlarını tanıtmak ve çözüm yolları aramak, ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak bilinci kazandırarak öğrencileri ilgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda hem yükseköğretime hem de mesleğe veya hayata ve iş alanlarına hazırlamaktır. Ortaöğretim; * Genel ortaöğretim * Meslekî ve teknik ortaöğretim” olmak üzere iki bölümden oluşur. Ortaöğretim, çeşitli programlar uygulayan liselerden meydana gelir. Ortaöğretim (liseler) 2005 yılından itibaren dört yıla çıkarılmıştır.

202 Genel Ortaöğretim: Amacı; öğrencileri ortaöğretim seviyesinde asgari genel kültüre sahip, toplumun sorunlarını tanıyan, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunan insanlar olarak yetiştirmek ve yükseköğretime hazırlamaktır. Genel ortaöğretim; Genel liseler, Anadolu liseleri, Fen liseleri, sosyal bilimler liseleri Anadolu öğretmen liseleri, spor liseleri, Anadolu güzel sanatlar liseleri ve Çok programlı liselerden oluşur. Meslekî ve Teknik Ortaöğretim: İş ve meslek alanlarına iş gücü yetiştiren ve öğrencileri yükseköğretime hazırlayan öğretim kurumlarıdır. Meslekî ve teknik ortaöğretim; Erkek teknik öğretim okulları, Kız teknik öğretim okulları, Ticaret ve turizm öğretimi okulları ve Din öğretimi okullarından oluşur. eğitim-öğretim yılında 4.038'i meslekî ve teknik eğitim okulu olmak üzere okulda, öğrenci ( 'ı genel, 'i meslekî ve teknik ortaöğretimde) öğrenim görmekte olup; öğretmen ( 'si genel, 'u meslekî ve teknik ortaöğretimde) görev yapmaktadır.

203 Özel Eğitim: Amacı, özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayarak onları toplumla bütünleştirmek ve meslek sahibi yapmaktır. Özel eğitim okulları Türk millî eğitim sistemindeki kademelendirmeye göre yapılandırılmıştır. Ancak, diğer okullardan farklı olarak, ilköğretim öncesinde hazırlık sınıfı bulunur. İlköğretime devam edecek durumda olan engelli öğrenciler hazırlık sınıfına alınmadan ilköğretime başlamaktadır. Özel eğitim okullarında; Görme Engellilerin Eğitimi, İşitme Engellilerin Eğitimi, Ortopedik Engellilerin Eğitimi, Zihinsel Engellilerin Eğitimi, Süreğen Hastalığı Olanların Eğitimi, Otistik Çocukların Eğitimi, Üstün veya Özel Yeteneklilerin Eğitimi ve Kaynaştırma ve Özel Sınıflarda Eğitim kategorilerinde eğitim verilir. eğitim-öğretim yılında 495 özel eğitim okulunda, öğrenci eğitim görmekte ve bu kurumlarda öğretmen görev yapmaktadır.

204 Özel Öğretim Özel öğretim kurumları 625 sayılı kanun doğrultusunda açılmış, her kademe ve türdeki özel okullar, özel dershaneler, özel mesleki ve teknik kurslar, özel motorlu taşıt sürücüleri kursları ile öğrenci etüt eğitim merkezlerini kapsar. Özel öğretim kurumları faaliyetlerini, Milli Eğitim Bakanlığı'nın gözetim ve denetiminde sürdürür eğitim-öğretim yılında özel öğretim kurumunda, öğrenci eğitim görmekte bu kurumlarda öğretmen görev yapmaktadır. Yükseköğretim Ortaöğretime dayalı en az iki yıllık yüksek öğrenim veren, en üst seviyeli insan gücünün ve bilimsel araştırma alanlarının istediği elemanları yetiştiren eğitim kurumlarının tümünü kapsar. Yüksek öğretimin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak; 1. Öğrencileri ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda yurdumuzun bilim politikasına ve toplumun yüksek seviyede ve çeşitli kademelerdeki insan gücü ihtiyaçlarına göre yetiştirmek,

205 2. Çeşitli kademelerde bilimsel öğretim yapmak,
3. Yurdumuzu ilgilendirenler başta olmak üzere, bütün bilimsel, teknik ve kültürel sorunları çözmek için bilimleri genişletip derinleştirecek inceleme ve araştırmalarda bulunmak, 4. Yurdumuzun türlü yönde ilerleme ve gelişmesini ilgilendiren bütün sorunları, Hükümet ve kurumlarla da elbirliği etmek suretiyle öğretim ve araştırma konusu yaparak sonuçlarını toplumun yararlanmasına sunmak ve Hükümetçe istenecek inceleme ve araştırmaları sonuçlandırarak düşüncelerini bildirmek, 5. Araştırma ve incelemelerin sonuçlarını gösteren, bilim ve tekniğin ilerlemesini sağlayan her türlü yayınları yapmak, 6. Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici ve kamu oyunu aydınlatıcı bilim verilerini sözle, yazı ile halka yaymak ve yaygın eğitim hizmetlerinde bulunmaktır. Yükseköğretim kurumları; Üniversite, fakülte, enstitü, yüksekokul, konservatuar, meslek yüksekokulu ile uygulama ve araştırma merkezlerinden oluşmaktadır.

206 YAYGIN EĞİTİM Yaygın eğitim, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş, herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademelerden birinden ayrılmış olan bireylere ilgi ve gereksinme duydukları alanda örgün eğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar. Yaygın eğitim; genel ve meslekî teknik yaygın eğitim olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Yaygın eğitim kurumları şunlardır: Halk eğitimi merkezleri, Çıraklık eğitimi merkezleri, Pratik kız sanat okulları, Olgunlaşma enstitüleri, Endüstri pratik sanat okulları, Mesleki eğitim merkezi, Yetişkinler teknik eğitim merkezleri, Özel kurslar, Özel dershaneler, Eğitim ve uygulama okulları(özel eğitim), Meslek okulları(özel eğitim), Meslekî eğitim merkezleri (özel eğitim), Bilim ve sanat merkezleri (özel eğitim), Açık ilköğretim okulu, Açık öğretim lisesi. Yaygın eğitim, yetişkinlere okuma-yazma öğretmek, temel bilgiler vermek, en son devam ettikleri öğrenim kademesinde edindikleri bilgi ve kabiliyetlerini geliştirmek ve hayatını kazanmasını sağlayacak yeni imkânlar kazandırmak amacıyla verilen okul dışı eğitimdir. Yaygın eğitim; halk eğitimi, çıraklık eğitimi ve uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilmektedir.

207 MEB MERKEZ ÖRGÜTÜ Tarihsel Gelişim İlk bakanlık, 1839’da Rüşdiye Okulları Bakanlığı (Mekatib-i Rüşdiye Nezareti). Ancak genel müdürlük hüviyetinde idi. Okullar Genel Bakanlığı (Mekatib-i Umumiye Nezareti) Bakanlık düzeyinde ilk eğitim örgütü: 1857  Bakanlar Kuruluna (Meclis’i Vükela) dahil bir Bakan (Nazır) tarafından yönetilen Eğitim Genel Bakanlığı (Maarif-i Umumiye Nezareti) kurulmuştur. 1869 Eğitim Genel Tüzüğü (Maarif-i Umumiye Nizamnamesi), bugünkü eğitim sisteminin temelini oluşturan ilk belge.


"TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE İŞLEYİŞİ Dr. Kemalettin Parlak" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları