ŞEBİNKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ 2011
SAYIN KATILIMCILAR Her insan, çocuk, genç, yetişkin, kendi temel öğrenme gereksinimlerini karşılamak üzere tasarlanmış eğitim olanaklarından yararlanabilmelidir. Bu ihtiyaçlar, hem temel öğrenme araçlarını (okuma-yazma, sözlü anlatım, rakamsal işlemler ve problem çözme becerileri) hem de insanların varlıklarını sürdürmek, kapasitelerini sonuna kadar geliştirmek, onurlu bir biçimde yaşamak ve çalışmak, kalkınmaya her anlamda katılmak, yaşam standartlarını yükseltmek, bilinçli kararlar vermek ve öğrenmeyi sürdürmek için gerekli temel öğrenimin içeriğini kapsar.
Birey, yüzeysellikten uzaklaşır, bilgiye dayalı düşünce üretebilir. Söz konusu temel haklara sahip olan bireyin, eğitim ve öğretim yaşantısı sürecinde yaratıcılığı gelişir, düşünce dünyası zenginleşir, bilimin ve bilimsel düşüncenin kapıları açılır. Birey, yüzeysellikten uzaklaşır, bilgiye dayalı düşünce üretebilir. Eğitim insana yaşamı öğretir, yaşama katılmayı, üretmeyi ve paylaşmayı öğretir. Ufkunu genişleterek, yeni ilgi alanları yaratmasını, dünyaya ve olaylara daha geniş açıdan bakmasını olanaklı kılar.
Çağdaşlaşma ve ekonomik kalkınma ancak, akıl, sağduyu, bilgi ve birikimleri doğrultusunda, geleceğine yön verebilen eğitilmiş bireylerden oluşan yaratıcı toplumla gerçekleşebilir. Bilgi toplumu düzeyine ulaşabilmek için, bilim ve teknolojideki yenilikleri herkesin kullanımına sunmak, bireyin, kurum ve kuruluşların bilgi çağının koşullarına ayak uydurmalarını, sürekli gelişim ve yenilenme içinde olmalarını sağlamak zorundayız.
Bu noktada yaşam boyu öğrenme kavramı önem kazanmaktadır. İnsan gücü, kalkınma çabalarını sürekli kılan ve sonuca ulaştıran en önemli öğedir. Unutulmamalıdır ki, yeniliklerin de değişimlerin de odağında insan vardır. Bu noktada yaşam boyu öğrenme kavramı önem kazanmaktadır. Yaşam boyu öğrenme, “Katılanların öğrenmesi ve anlamasına yönelik, insancıl temellere oturtulmuş ve yaşamın herhangi bir döneminde olabilen planlı etkinlikler serisi” olarak tanımlanmaktadır.
Temelinde ekonomik bir birlik olan AB ve Yaşam Boyu Eğitim Temelinde ekonomik bir birlik olan Avrupa Birliği de eğitimin, ekonomik rekabetin ön koşulu haline gelmesi ile birlikte, “doğuşta ayrılan bireyleri” bir araya getirebilme ve sosyal uyumu sağlamada önemli bir rolü bulunan eğitim politikaları ile ekonomik ve sosyal politikaları birlikte ele almaya başlamıştır. Söz konusu kapsamda Avrupa Konseyi 2000 ve 2001 yıllarında gerçekleştirdiği Lizbon ve Stockholm toplantılarında yaşam boyu öğrenime büyük önem vermiş ve 19-20 Haziran 2000 Feira tebliği hazırlanmıştır. Tebliğ’de yaşam boyu öğrenim “Bilgi, beceri ve yeterliliği arttırmak amacıyla, kişisel, toplumsal ve istihdam perspektiflerinde yaşam boyu süren tüm öğrenim aktiviteleri olarak” tanımlanmaktadır.
Başka bir tanıma göre ise yaşam boyu öğrenme; “Çocukluk dönemindeki öğrenmeden başlayarak, resmi öğrenimin bütün düzeylerini, yetişkinlik dönemi boyunca süren bağımsız öğrenmeyi ve uzaktan eğitimi de kapsayan tüm öğrenme süreci” dir.
2000 yılı Lizbon hedefleri çerçevesinde AB’nin yeni stratejisi; “2010 yılında AB’nin dünyada dinamizmi ve rekabet gücü en yüksek bilgi toplumu olma hedefini sağlayacak ekonomik ve sosyal reformların gerçekleştirilmesi olarak belirlenmiştir”. Bu anlamda Avrupa Birliği kadınların iş piyasalarında yer alma oranlarının 2010 yılına kadar % 60’a çıkartılmasını, herkes için eğitim ve sosyal içerme imkânlarının geliştirilmesini hedeflemiştir. Bu hedefe ulaşmanın önemli bir aracı olarak da erken çocukluk bakımı ve eğitiminden faydalanan çocukların oranını 2010 yılına kadar üç yaş altında %33’e, üç ve zorunlu eğitime başlama yaşı arasında ise % 90’a çıkarmayı benimsemiştir.
Okul öncesi eğitim dünyada giderek yaygınlaşan ve önemi artan bir eğitim basamağı haline gelmiştir. Özellikle gelişmiş ülkelerin öncelikli eğitim basamağı olarak bu dönemi ele almaya başlamalarının ardında yatan farklı sosyal ve ekonomik nedenler bulunmaktadır. Ailelerin değişen yapısı, nüfusun giderek daha da yaşlanması, doğum oranlarının azalması, kadınların iş gücü piyasalarında daha çok yer almaya başlaması gibi demografik ve sosyal eğilimlerin bu anlamda önemli etkisi bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra tüm dünyayı etkisi altına alan küreselleşme de, erken çocukluk bakımı ve eğitimi hizmetlerine önem verilmesine neden olmuştur. Erken çocukluk dönemi hizmetlerinin eğitim, sağlık, sosyal sermaye alanlarında görülen etkileri toplumsal eşitliğe katkı sağlarken bu da ekonomik büyüme ve nihai olarak ekonomik kalkınmaya yol açmaktadır.
İnsanların kalkınmanın hem aracı, hem de nihai amacı olarak görüldüğü günümüz dünyasında, fayda- maliyet analizleri çerçevesinde bu alana yapılan yatırımlar da arttırılmıştır. Bu bağlamda erken çocukluk gelişim programlarının aynı zamanda uzun vadeli ekonomik kalkınma stratejileri olarak da görülmesi gerektiği ortaya konulmaktadır.
özellikle okul öncesi dönemde birbirinden Okul öncesi dönem, çocuğun çevresini araştırıp tanımaya çalıştığı, çevresiyle iletişim kurmaya istekli olduğu, yaşadığı toplumun değer yargılarını ve o toplumun kültürel yapısına uygun davranış ve alışkanlıkları kazanmaya başladığı bir dönemdir. Okul öncesi dönem, 0–6 yaşlar arasını kapsamaktadır. Bu dönemde gelişim, yaşamın diğer dönemlerine oranla çok daha hızlı ilerler. Bilişsel, sosyal-duygusal, dil ve hareket gelişimi başlıklarıyla özetlenen farklı gelişim alanları, özellikle okul öncesi dönemde birbirinden ayrı düşünülemeyecek bir bütün oluştururlar. Çocuk kalıtım ile getirdiği belirli yapılar çerçevesinde, yaşadığı çevreden edindiği çeşitli deneyimler ile bu gelişim alanlarında ilerleme gösterir.
Erken eğitime önem verildiğinde kız çocuklarına yönelik Ancak potansiyelini en üst noktasına kadar kullanabilmek, çocuğun çevresinin onun gelişimine ne denli destek verdiği ile yakından ilgilidir. Erken dönemde verilen eğitim çocuğa uyarıcı bir çevre sağlayarak gelişimini olumlu yönde etkileyebilmektedir. Erken eğitime önem verildiğinde kız çocuklarına yönelik ayrımcılığın üstesinden gelinebilmekte ve ailelerin kız çocuklarının yetenek ve geleceği ile ilgili görüşlerinin değişmesi sağlanabilmektedir. Bu durum kız çocukların da okula daha iyi hazırlanmalarına ve okulda başarılı olmalarına yol açabilmektedir. Bu ise, kızların daha çoğunun okula gitmesi ve yetişkinlikte üretken bir konuma gelebilmesi demektir.
Erken eğitimin bir başka önemi ise gelişimi okullaşmayla ve daha sonrası ile ilişkilendirmesidir. Okul öncesi devrede hem çocuk hem de ailesi okula hazır olursa, çocuk okula rahat uyum sağlayacak, bu da onun okula devamını ve başarısını, yaşamda da ilerlemesini sağlayacaktır.
Dünyada sosyal ve demografik şartlar sanayileşmeyi ve kadının işgücüne katılımını getirmiştir. Bu bağlamda kadın çalıştığı için çocukların bakımı konusunda destek almak önemli hale gelmiştir. Dünyada durum bu iken Türkiye’de çalışan kadın sayısı çok yüksek değildir. Erken çocukluk eğitimi hizmetleri çalışan kadınların ihtiyaçlarını karşıladığında hem daha çok kadın işgücüne katılabilecek hem de çalışırken çocuğu bakılan kadının doğal olarak üretimi artacaktır.
Herkes için eğitim ve yaşam boyu öğrenme ilkelerini de düşündüğümüzde eğitim sürecinde her insanın neler yapamadığından çok, neler yapabileceğinin düşünülmesi gerektiği görülmektedir. Çünkü bilimsel çalışmalar insanların farklı beyin, çevre ve zeka yapılarından dolayı öğrenme stillerinin de farklı olduğunu, farklı alanlarda başarılı olabileceklerini, dolayısıyla yaşamda farklı misyonları olacağını ortaya koymuştur.
Bakanlığımızın 2006 yılında yeniden gözden geçirerek geçtiğimiz yıl itibariyle kullanıma sunduğu “MEB OÖE Genel Müdürlüğü Okul Öncesi Eğitim Programı (36-72 Aylık Çocuklar İçin)” da çoklu zeka kuramını temel alan bu yaklaşımı benimseyen bir programdır. Programda çocukların kendilerinin ve ailelerinin özelliklerini bilmeleri, farklı kültürlerin özelliklerini öğrenmeleri, farklılıkları kabul edebilmeleri, hoşgörülü olmaları, yaşam gerçekleriyle ilgili kavramları öğrenmeleri, kendini ifade etme becerisi kazanabilmeleri ve yaşam becerileri ile donatılmaları amaçlanmıştır.
Bu amaca ulaşmak için farklı eğitim-öğretim yöntemleri ve eğitim ortamları kullanmak ve değişik kaynaklara ulaşarak öğrenme sürecini düzenlemek ise okul öncesi öğretmenlerinin görevleri arasındadır.
Yetişkin Eğitimi İlişkisi Okul Öncesi Eğitim ile Yetişkin Eğitimi İlişkisi Bireyi hayat başarısına götüren becerilerin çoğu 0-6 yaşları arasındaki okul öncesi dönemde kazanılmaktadır. Çocuğun öğrenme hızının ve kapasitesinin en yüksek olduğu okul öncesi eğitim ve ilköğretim yıllarının önemi bu bakımdan büyüktür. Bu dönemde yapılacak beceri eğitimi ve pekiştirme çalışmaları öğrencinin hayat başarısını olumlu yönde etkileyeceği gibi, onun sınıf-ev-sosyal ortamlarda gösterdiği istenmeyen davranış sayı ve sıklığını da en az düzeye indirecektir.
Yapılan çalışmalarda insanı hayatta başarılı kılan beceriler farklı ortam ve durumlara göre değişiklik gösterse de, bireylerin genellikle şu alanlarda becerili olmaları beklenmektedir; Kendine güven, Motivasyon, Çaba, Sorumluluk, İnisiyatif, Sebat, Duyarlılık,Takım çalışması, Sağduyu ve Problem çözme.
Bu beceriler hem okul yaşantısında hem de okul sonrasında başarıyı belirlemede çok önemli rol oynarlar.Bu nedenle okul ve eğitimciler bilgiyi öğretmekle kalmamalı, bilgiyi artırıcı becerileri kazandırmayı ana hedeflerden birisi olarak belirlemelidirler Ancak bu yolla bireyler içinde yaşadıkları kültürün değerlerini benimseyebilirler. Öğrenci için hayatın bir bütün olduğu ve bu kazanımların ancak okul aile işbirliği sayesinde gerçekleşebileceği ise unutulmamalıdır.
Yetişkin eğitiminin önemli bir konusu olan Aile Katılımı Yetişkin eğitiminin önemli bir konusu olan “aile eğitim programları”nın bir parçası olarak aile katılımı, MEB okul öncesi eğitim programının bir öğesi olarak da ele alınmaktadır. Aile eğitimi çalışmalarının okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanması önerilmektedir ve ülkemizde son derece güzel uygulama örnekleri vardır. Söz konusu kapsamda 0–6 yaş döneminde çocuğu bulunan ailelere yönelik olarak planlanan, çocuk haklarına dayalı, toplumsal cinsiyete duyarlı, katılımcı ve enteraktif bir yetişkin eğitimi olan, yaşam boyu öğrenme felsefesi temelinde etkili anne-babalık konularına odaklı “Benim Ailem Programı” proje temelli olarak uygulanmaktadır.
Yapılan birçok araştırmada anne ve babaların öğrenim düzeyleri ve benlik saygı düzeyleri yükseldikçe daha demokratik tutumları benimsedikleri, çocuklarının sosyal yaşama uyum düzeylerinin de yükseldiği belirlenmektedir. Ayrıca anne babaların öğrenim düzeyi yükseldikçe ailedeki çocuk sayısı azalmaktadır. Ailedeki çocuk sayısı arttıkça çocukların bilişsel hazır bulunuşluk düzeylerinin düştüğünü düşünecek olursak anne babaların bakımını ve eğitimini sürdürebilecekleri kadar çocuğa sahip olmaları gerektiğini desteklememiz gerektiğini görebiliriz.
Ailelerin okul öncesi eğitim çağındaki çocuklarının eğitimiyle ilgilenmeleri ve eğitimlerine katkıda bulunmaları artık sadece çocuğun gelişimine bir katkı olarak değil, ailenin gelişimine de katkı olarak anlaşılmaktadır. Aile katılımı çalışmalarının içinde yer alan aile iletişim ve aile eğitim çalışmalarıyla “bireylere ve ailelere kişilerarası ilişkilerini geliştirmelerinde ve fiziksel, duygusal, sosyal, cinsel gelişimlerinde ulaşabilecekleri en üst düzeye ulaşmalarında rehberlik etmek” amaçlanmaktadır.
Bugün Dünyada birçok ülkenin engelli çocukların sağlıklı gelişme ve eğitim alma hakkını sağlayamama sorunu vardır. Oysaki erken tanı ve müdahale ile birçok olumlu adım atıldığı bilinmektedir. Bu çalışmalar hem normal hem de engelli çocukların aileleri ile yapıldığında, okullarımızda kaynaştırma eğitiminin ilkelerine uyma, engelli çocuklarımıza doğru eğitim verme şansını yakalayabiliriz.
Araştırmalarda okul öncesi eğitimden yararlanan özel eğitim gereksinimi olan çocukların okul başarılarının arttığı, lise ve daha ileri düzeyde okullara devam edebildikleri, tüm öğrenim kademelerinde okuma aritmetik ve dil testlerinde daha başarılı oldukları, özel eğitim hizmetlerine % 50 daha az ihtiyaç duydukları, okul dışında daha az antisosyal davranış gösterdikleri, üstün olan çocukların da daha az başarısız oldukları görülmüştür.
Yukarıda verilen bilgiler, insanın yaşamının başlangıcından itibaren verilen eğitimin insanın kişiliğini ve yaşamını ne kadar etkilediğini ve birey-aile-toplum üçlüsüne bütüncül bakıldığı takdirde yaşam boyu öğrenme koşullarının gerçekleşebileceğini bizlere göstermektedir.
İnsanların, daha iyi bir gelecek için kendi yaşamları üzerine eleştirel bir bakış açısıyla bakabilme iradesini kazandığı ve bunu toplumsal düzeyde birlikte yapmaya yöneldiği öğrenme ortamlarını ve sürecini geliştirebilirsek eğer, daha nitelikli ve sağlıklı bir geleceğin temelini bugünden atmış sayılabiliriz…
ŞEBİNKARAHİSAR RAM