HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDİN-İ RÛMİ 30 Eylül 1207’de Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Lakabı Celâleddin’dir. Efendimiz anlamındaki Mevlânâ ünvanı, onu yüceltmek maksadıyla söylenmiştir. Türk olduğu, kendi ifadesiyle sabittir. Babası Bahâeddin Veled, Hz. Ebubekir’in soyundan gelmektedir.
Bahâeddin Veled, Belh halkından incindiği için ve aldığı manevi bir işaretle Hicaz’a gitmek üzere şehri terk ettiğinde Hz.Mevlânâ henüz 5 yaşındadır. Hicaz’dan dönerken Şam, Malatya, Sivas ve Erzincan üzerinden Akşehir’e geçer ve 4 yıl ders okuttuktan sonra Lârende’ye (Karaman) gidip burada da en az 7 yıl müderrislik yapar.
Bu medresede yedi yıldan fazla süren eğitimini tamamlayan Hz Bu medresede yedi yıldan fazla süren eğitimini tamamlayan Hz.Mevlânâ, 17-18 yaşlarındayken Gevher Hatun’la evlenir. Mevlânâ’nın annesi Mü’mine Hatun Lârende’de vefat etmiş ve defnedildiği yere daha sonra Karaman Mevlevihânesi inşa edilmiştir.
Sultan Alâeddin Keykubad’ın daveti üzerine yerleştiği Konya’da Altınapa Medresesinde iki yıl müderrislik yapan Bahâeddin Veled, 1231 yılında vefat eder. Bu sırada 24 yaşında olan Hz.Mevlânâ, babasının yerine geçip müderrislik yapmaya başlar.
Seyyid Burhaneddin’e mürit olup dokuz yıl hizmet eden Hz Seyyid Burhaneddin’e mürit olup dokuz yıl hizmet eden Hz.Mevlânâ, Seyyid Burhaneddin’in vefatından sonra vaaz vermeyi, çoğu ulemâ ve yönetici kesiminden olan müritleriyle sohbet etmeyi sürdürür.
1246 yılında Konya’da karşılaştığı Şems-i Tebrizi’nin sorduğu, -Hz.Muhammed, “seni tesbih ederim Allah’ım, seni layıkıyla bilemedik” derken Bâyezîd-i Bistamî ise “benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım” demektedir, bu durumda hangisi daha büyüktür? sorusuna karşılık,
“Bâyezîd’in susuzluğu az olduğu için bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi, halbuki Hz.Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu, O’nun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” cevabı karşısında Şems-i Tebrizi kendinden geçer ve Hz.Mevlânâ ile kucaklaşır.
Hz.Mevlânâ, Şems-i Tebrizi ile karşılaştıktan sonra halkla ilişkisini keser, medresedeki derslerini ve müridlerini irşâd işini bir yana bırakıp bütün zamanını Şems ile sohbet ederek geçirir. Bu durum, müridlerin Şems’e kin beslemelerine ve bazı dedikoduların yayılmasına sebep olunca Şems aniden şehri terk eder.
Hz.Mevlânâ’yı çok üzen bu olaylardan sonra durumun daha da kötüleşmesi üzerine müridler Hz.Mevlânâ’dan özür diler. Hz.Mevlânâ, oğlu Sultan Veled’i Şam’a gönderir ve ısrarlar üzerine Şems geri döner. Müridler ve halk tekrar dedikoduya başlayınca Şems ikinci kez ortadan kaybolur ve bir daha gözükmez.
Hz.Mevlânâ, Şems’i bulmak umuduyla birkaç kez Şam’a gitmiş, fakat bulamamıştır. Şems’in ortadan kaybolmasıyla ilgili değişik rivayetler vardır. Oğlu Sultan Veled’in ifadesine göre, Şems’in ikinci kez ortadan kaybolması üzerine Hz.Mevlânâ aşkla şiirler söylemeye ve gece gündüz hiç ara vermeden semâ yapmaya başlamıştır.
Bu olaydan sonra Hz.Mevlânâ, şeyhlik makamına kendisi yerine Selahaddin-i Zerkub’u, onun vefatından sonra ise Hüsameddin Çelebi’yi geçirmiştir.
17 Aralık 1273 yılında vefat eden Hz 17 Aralık 1273 yılında vefat eden Hz.Mevlânâ, cenazesinde ağlayıp feryat edilmemesini vasiyet etmiş ve vefat gününü kavuşma vakti olarak tanımlaması sebebiyle vefat gününe “şeb-i arûs” (düğün gecesi) denmiş ve vefatının yıl dönümleri bu adla anılagelmiştir.
Cenazesine her din ve mezhepten çok kalabalık bir insan topluluğu katılmış, Müslümanlar onu Hz.Muhammed’in nuru ve sırrı, hristiyanlar kendilerinin İsa’sı, Yahudiler de kendilerinin Musa’sı olarak görmüşlerdir. Hz.Mevlânâ’nın vasiyeti gereği cenaze namazını kıldırmak üzere tabutun önüne gelen Sadreddin Konevi’nin hıçkırıklarla kendinden geçmesi üzerine namazı Kadı Sirâceddin kıldırmıştır.
Hz.Mevlânâ’nın müridleri çoğunlukla halk tabakasındandı, her sanat ve meslekten insanlar semâ meclislerine katılıyordu. Bununla birlikte dönemin yöneticileriyle de yakın ilişkisi vardı. Ancak Hz.Mevlânâ bu ilişkiyi genellikle nasihat çerçevesinde sürdürmüş, yöneticiler arasındaki çekişme ve rekabete dayalı siyasi mücadelelerin içine girmemeye özen göstermiştir.
Müridlerinden bazıları; Selçuklu devlet adamlarından II Müridlerinden bazıları; Selçuklu devlet adamlarından II.İzzeddin Keykâvus, Celâleddin Karatay, Konya’lı Kadı İzzeddin, Emir Bedreddin Gevhertaş, IV.Kılıçarslan, Muînüddin Pervâne, Mecdüddin Atabeg, Emînüddin Mîkâil, Tâceddin Mu’tez, Sâhib Fahreddin, Alemüddin Kayser, Celâleddin Müstevfî, Atabeg Arslandoğmuş, Kırşehir hâkimi Cacaoğlu Nûreddin, Muînüddin Pervâne’nin eşi Gürcü Hatun, IV.Kılıçarslan’ın eşi Gömeç Hatun’dur.
Hz.Mevlânâ kâmil manada bir âlim, sûfi ve şairlik özelliklerine sahip bir şahsiyettir. İlk tasavvufi eğitimini, babası Bahâeddin Veled’den almıştır. Şems-i Tebrizi ile karşılaşması, Hz.Mevlânâ’nın hayatında bir dönüm noktası oluşturur.
Şems’in Konya’ya gelmesinden sonra vaazlarını, medresedeki dersleri, mürşidleri irşâdı bir yana bırakmış, ilâhi aşk ve vecd terennüm eden asıl Hz.Mevlânâ bu dönemde doğmuş, önceleri aşkı takvâsında gizli iken tâkvası aşkında gizlenmiştir.
Dünya şiirinin zirvelerinden Divân-ı Kebir’deki şiirlerin büyük bir kısmını bu devirde söylemiş, bunu, İslâm kültürünün en yaygın ve en önemli eserlerinden olan Mesnevi takip etmiştir.
HZ.MEVLÂNÂ VE TASAVVUF Hz.Mevlânâ’daki dini-tasavvufi düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. “Pergel gibiyim, bir ayağımla şeriat üstünde sağlamca durduğum halde öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum” diyerek bir Müslüman olarak insanlığı kucaklayabildiğini belirtmiştir.
“Can taşıdığım müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Hz “Can taşıdığım müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) yolunun toprağıyım. Kim benden bundan başka bir şey söylerse, o sözlerden de söyleyenden de bîzârım.” ifadeleri ışığında Hz.Mevlânâ’yı İslâm’dan, Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) ayrı düşünmek ve koparmak mümkün değildir.
Hz.Mevlânâ’ya göre görünüşte ayrılık olsa da varlıkta birlik (vahdet-i vücûd) esastır. İkilikten kurtuluş (gerçek tevhid) kulun kendi varlığından soyulmasıyla gerçekleşir. Birlik ittihat ya da hulûl değil, kulun kendi izafi varlığından geçmesidir. Allah’ın yanında iki “ben” söz konusu olamaz.
Bu konuda “sen ben diyorsun, O da ben diyor Bu konuda “sen ben diyorsun, O da ben diyor. Ya sen kendini yok et ya da O yok olsun ki bu ikilik kalmasın. O’nun yok olması imkânsız olduğuna göre yok olmak sana düşer” diyerek tasavvufun hedefi olan “ölmeden önce ölme” ilkesine vurgu yapmaktadır.
Hz.Mevlânâ’ya göre kul benliğinden sıyrılmakla gerçek anlamda irade hürriyetine kavuşmaktadır. Çünkü ferdiyetten kurtulup mutlak varlığa kavuşan kimsenin iradesi tıpkı varlığı gibi Allah’ta fani olmuştur. Onun irade ve ihtiyarı, Allah’ın irade ve ihtiyarıdır. Bu mertebede kul cebirden de ihtiyardan da söz edebilir. Ancak ferdiyetinden kurtulmadan yaptıklarını Allah’a isnat etmek yalancılıktır. Dünyevi işlerde yararlı olan akıl, mahiyeti icabı ilâhî hakikatlere ulaşmada ve Hakk’a vuslatta ayak bağı olabilir.
Hz.Mevlânâ’daki insan sevgisinin temelinde ‘aşk’ın çok önemli bir yeri vardır. O, ‘aşk’ın mahiyetini ve insan hayatındaki yerini dikkatli bir şekilde açıklar. Ona göre, insanın Sonsuz Olan’la irtibat kurabilmesi ancak aşk ile olur. Hz.Mevlânâ’da aşk, hayatın aslıdır, özüdür; kâinatın yaratılış gayesidir. Mânevî yolculuk için ilâhî aşk gereklidir. Aklın yetersiz kaldığı alanlardan biri de aşk ve ahvâlidir. Kur’an’da “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” buyrulmuştur. Dolayısıyla aşkın kaynağı ilâhîdir.
Varlık âleminin yaratılmasındaki yegâne gâye, Allah’ın Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) duyduğu sevgidir. Mademki varlığın özü aşktır, aşkın en ileri noktası olan Allah aşkı ve sevgisi her şeyin üzerinde bir değere sahiptir. Hz.Mevlânâ bu düşünceden hareketle, binlerce beyitte ilâhî aşktan bahseder.
“Her kimde aşk yoksa, kanatsız bir kuş gibidir.” Ona göre aşk olmasaydı, yaratma da olmazdı. Hayatın bir safhadan ötekine yükseltilmesine ve cansızdan canlının çıkarılmasına vesile olan aşk, yaratılışın, büyümenin ve gelişmenin ana prensibidir. “Her kimde aşk yoksa, kanatsız bir kuş gibidir.”
Hz.Mevlânâ’ya göre, insanın ideal mahiyetini bulan ve onun idrakinde olan kişi hem “âşık” hem de “mâşuk”, yani hem Allah’ı seven hem de Allah’ın sevdiği kişi olur. Hz.Mevlânâ burada âdeta bir “aşk felsefesi” yapar. İdeal insan (insan-ı kâmil) bu aşkı bütün benliğinde bulan ve yaşayan kişidir. Dolayısıyla insan kendi canında O’nu bulacak ve orada Gerçek Dostun’a kavuşacak bir varlıktır. O, bu hususu şöyle dile getirir: “Her şeyi aramadıkça bulamazsın; Ancak bu Dost başka; O’nu bulmadan arayamazsın.”
Kâmil insan İnsan-ı kâmil, kemâl ufkundaki insan demektir ve din adına da hüsn-ü misâldir. Bugüne kadar insanların arızasız Hakk’a yönelmeleri hep insan-ı kâmiller tarafından temsil edilmiştir. Bu itibarla her mekânın, her zaman diliminin su kadar, hava kadar insan-ı kâmile ihtiyacı vardır. İnsan-ı kâmil, yeryüzünde Allah’ın tam halifesidir çünkü . Esasen, herkes kendi çerçevesinde kâmildir ve kemâli de onun istidât ve mârifet gayretiyle doğru orantılıdır. Kâmil insanların en kâmili ise insanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.).
“Canının içinde bir can var, o canı ara! Hz.Mevlânâ, eserlerinde insanın faziletlerinden bahseder. İnsan ancak kendisindeki bu cevheri keşfettiği zaman insan olma vasfını taşır: “Canının içinde bir can var, o canı ara! Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara! A yürüyüp giden sûfî, gücün yeterse ara; Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara!”
Hz.Mevlânâ, insanı ruh ve beden bütünlüğü açısından ele alırken, onun asıl yönünün mânevî cephesi olduğunu söyler: “Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.”
Yukarıdaki ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, Hz Yukarıdaki ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, Hz.Mevlânâ insanı fizikî âlemle metafizik âlem arasına yerleştirir ve insanda her iki yönün bulunduğunu belirtir. İnsanın fizikî âlemle alâkalı yönü, maddî yönüdür. İnsanın gerçek yönü, özü veya insanlık cephesi ise, mânevî yönünü oluşturur ve onu metafizik âlemle münasebet kurmaya sevk eder.
Gerçek kulluk Hz.Mevlânâ, Allah’a samimi bir imandan sonra, gerçek kulluğun da, evrensel insanlık düşüncesinin oluşması ve kazanılmasında büyük rol oynadığını düşünür. Ona göre insanın asıl varoluş gâyesi kulluktur ve kulluk da hakiki mânâsıyla ibadet yapmaktır..
“İnsan, her işi yapabilir; fakat yaratılmasındaki maksat ibadettir.” “Gerçi kitap, bilgi öğrenmek içindir; ama istersen sen onu yastık yapabilirsin.Fakat ondan maksat, onun yastık yapılması değil; ilim ve irşattır.”
Hz.Mevlânâ kulluğun yalnızca düşünce ve sözlerle gerçekleşemeyeceğini; ibadetlerin, insanın Allah’a olan inancı ve sevgisi konusunda birer şahit olduğunu dile getirir: “Sevgi (kulluk), düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı.”
Hz. Mevlânâ’ya göre ibadetin bir özü ve bir de sûreti vardır Hz.Mevlânâ’ya göre ibadetin bir özü ve bir de sûreti vardır. Asıl ibadet bu özdür, sûret ise kalıptan ibarettir. Namaz sûretten (yani yapılan beden hareketlerinden) ibaret değildir. Sûret, namazın kalıbıdır. Namazın başı vardır, sonu vardır. Başı ve sonu olan her şey kalıptan ibarettir... Bu ibadetlerin özü ise keyfiyete sığmaz, sonsuzdur, başı ve sonu yoktur.”
İman ile ibadeti aşk içinde birleştiren Hz İman ile ibadeti aşk içinde birleştiren Hz.Mevlânâ, onlarla insanın Mutlak Zât’a ulaşacağına inanır. Ona göre insan, görünüşte, küçük bir âlemdir. Ancak hakikatte büyük âlem O’dur. Hakkıyla yapılan ibadet; insanı hakiki kulluk ve dindarlığa götürür. Mevlânâ’ya göre hakiki dindarlık, insana, vicdan muhasebesi yapmayı öğretir; eksiği ve ayıbı başkalarında değil, önce kendinde aratır: “Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür; kim birinin ayıbını söylese alınır, o ayıbı kendinde bulur.
Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu, o zamanlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan bir dergaha bağışlamak ister.
Adam Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gider Adam Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaş-ı Veli'ye anlatır ve o 'helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Hz.Mevlânâ'ya anlatır. Hz. Mevlânâ ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-ı Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Hz. Mevlânâ'ya bunun sebebini sorar.
Hz.Mevlânâ şöyle der: - Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. Adam üşenmez, kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve ona, Hz.Mevlânâ'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-ı Veli'ye sorar.
O da şöyle der:- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Hz O da şöyle der:- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Hz.Mevlânâ 'nın gönlü OKYANUS gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
HZ.MEVLÂNÂ’DA SEVGİ VE HOŞGÖRÜ Hakiki kulluk, insanı hoşgörüye götürür. Hoşgörü, başka inanç ve kanaatlere saygılı olmaktır. Esasen başka inanç ve kanaatlere saygılı olmak, kendi inanç ve kanaatine bağlı olmamak değildir. Ayrıca bütün inanç ve kanaatler karşısında kayıtsız kalmak da değildir. Hoşgörü, ne fikrî mânâda başıboşluk, ne de şahsiyetten fedakârlıktır.
Sözün özü hoşgörü, insanları kendi konumunda kabul etmektir Sözün özü hoşgörü, insanları kendi konumunda kabul etmektir. İnançsızlık (küfür) her ne kadar cinayetlerin en büyüğü olarak değerlendirilse bile, kul ile Allah arasında kabul edilir ve böylesi cinayetlerin cezasının Âhiret’e ertelendiği belirtilir.
Bu prensipten hareketle, sosyal, ahlâkî ve hukukî münasebetlerde, insanlık vasfı esas alınır. Bu anlayışa göre, kötü olan insan değil, insanın davranışlarıdır.
Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın... Tutmayacak bir ele uzandığın için kendine mi ? Dertli insan, içi duman dolu bir odaya benzer.Onu dinlemek o odaya bir pencere açmak gibidir... Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
Öte yandan Müslümanlarla ehl-i kitap arasında Yaratıcı birliği söz konusudur. Zaten Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler Hz. İbrahim’i (a.s.) peygamber kabul ederler. Öyleyse en azından ateizm ve materyalizm düşüncesine karşı semâvî din mensuplarından, aralarındaki teolojik ve tarihî ihtilafları tartışma konusu yapmaktan ziyade, ittifak noktalarını öne çıkarmaları beklenir.
Ayrıca bir köy hâline gelen dünyamızda bütün insanları ilgilendiren terör, açlık, gelir dağılımındaki dengesizlik, eğitimsizlik, insan hakları ihlâlleri, emanet bırakılan tabiatın tahribi gibi problemlere karşı artık milletlerarası ortak mücadeleye ihtiyaç vardır. İnsanlar, özündeki sevgiye, barışa, huzura, güven ve kardeşliğe hasrettir. Çünkü temiz vicdanlar her zaman iyinin ve güzelin tutkunudur.
Böylece bütün insanlık, dini, rengi, dili ne olursa olsun Hz Böylece bütün insanlık, dini, rengi, dili ne olursa olsun Hz.Mevlânâ’nın çağırdığı bu dergâha davetlidir. Yaşama sevinçlerini kaybedenler, hayata küsenler, tövbesini bozanlar bu dergâhta yeni ümitlere ulaşabilirler. Hz.Mevlânâ bu davetiyle, insan kitlelerini parçalayan, gönüllerin öze ulaşmasını engelleyen bütün zincirlerin koparılmasını ister ve herkesi en iyiye, en doğruya, yegâne hakikate çağırır. Yani, insanın bir ayağı merkezde kalırken, diğer ayağı yetmiş iki milleti dolaşmalıdır.
“Gel, gel, her ne olursan ol, gel! Hz.Mevlânâ’ya izafe edilen meşhur dörtlük bu konuda evrensel bir mesaj niteliğindedir. “Gel, gel, her ne olursan ol, gel! İnançsız da, putperest de olsan, gel! Burası umutsuzluk dergâhı değil, Yüz kere bozsan da tövbeni, yine gel!”
Hz. Mevlânâ, “A yoksul. Hiçbir insanı hor görme Hz.Mevlânâ, “A yoksul! Hiçbir insanı hor görme!” diyerek bütün insanları kucaklamak ister. Bunu yaparken çıkış noktası, hepsinin aynı Allah’ın kulu olmalarıdır. Allah, sevgi nurunu bütün âleme yaymıştır. Ona göre bütün insanlar, Allah’ı her şeyin Yaratıcısı olduğu için severler. Bundan dolayı, Allah sevgisi her insanda bulunur. Hz.Mevlânâ bitki, hayvan ve insan âlemini tek bir bütün hâlinde görür. Bütün insanları da kendi benliklerine ait farklılıkları muhafaza ederken, barışa ve kardeşliğe çağırır.
O, Müslüman olsun veya olmasın bütün insanlara karşı merhamet ve nezaket hisleri içinde olmanın gerekliliğine işaret eder. Hz.Mevlânâ 'nın sevgi ve hoşgörüsü bütün insanlaradır. O, kendisine selâm veren ve saygı gösteren yahudi ve hristiyanlara da aynı şekilde karşılık vermiştir.
Mesnevi'de başkalarının ayıbını yüzüne vurmamak gerektiği nasihat ve hikâyelerle defalarca anlatılır. Hz.Mevlânâ, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatırken, onları incitmemeye son derece özen gösterirdi. Yeni evlenmiş talebelerinden biri, para sıkıntısı çeker. Durumu hisseden Hz.Mevlânâ, bir gün ona "Önceden güzel bir adetin vardı. Sık sık elimizi sıkardın. Uzun zamandır bu adetini terk ettin. " deyince, talebesi elini öpmek ister. Hz.Mevlânâ da gizlice eline para sıkıştırır ve "Bu adetini daima koru. " der.
Hayatı boyunca, bir gönül eğitimcisi olarak; insanlara sevgiyi, gerçek aşkı, Hak ve hakikat yolunda örnek şahsiyet olmayı ve güzel ahlâkı bizzat yaşayarak ilâhî aşkı tattırmış ve Hakk‘ın varlığında yücelmeyi öğretmiştir. Neticede İslâm kültür ve medeniyeti, insan sevgisini bir hayat tarzı olarak takdim eder. Yaratan-yaratılan ilişkisini önce böyle bir bağlamda ele alır.
İnsan sevgisi deyince aklımıza, çağlara ışık tutan Hz İnsan sevgisi deyince aklımıza, çağlara ışık tutan Hz.Mevlânâ gelmektedir. Hz.Mevlânâ, Peygamber Efendimizin ahlâkını ve yaşam tarzını kendisine ilke edinmiş önemli bir düşünürdür. Onun bütün eserlerinde sevgi, hoşgörü, anlayış, fazilet gibi insani duyguları ön plana çıkardığını görürüz.“Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz. Benim çatım gökyüzü, insanlar ise ailemdir.” diyen Hz.Mevlânâ sevginin önemine dikkat çekerek, en önemli hazinemizin sevgi olduğunu söyler.
“Sevgiden bulanık sular durulaşır, dertler şifa bulur, sevgiden padişahlar kul olur.” diyen Hz.Mevlânâ, düşüncelerini ve davranışlarını sevgi mayasıyla yoğurup sonraki nesillere örnek olmuş bir gönül eridir. Hz.Mevlânâ sadece İslam dünyasında değil, düşünceleriyle bütün dünyada kabul görmüş önemli bir şahsiyettir. O; dini, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun bütün insanlara seslenebilmiş ve dünya insanının kalbinde önemli bir yer edinmiştir.
Ne mutlu sevgiyle yaşayanlara! Bu konuda çeşitli ülkelerden Hz.Mevlânâ’nın kabrini ziyarete gelen insanlar bunun somut bir örneğidir. Güvensizliğin, ahlâksızlığın, sevgisizliğin, kalp katılığının kol gezdiği şu zamanımızda, insanlığın Hz.Mevlânâ’dan alacağı çok ders vardır. Ne mutlu sevgiyle yaşayanlara! Ne mutlu Allah için birbirlerini sevenlere!...
HZ.MEVLÂNÂ’DAN ÖZLÜ SÖZLER
“Dil, tencerenin kapağına benzer “Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.”
“İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.”
Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim” der. Kendinde olmayış, kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
“Allah yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de, hem çirkin yüzlü hem çirkin huylu olma bari.”
cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!” “Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!”
“Ne kadar bilirsen bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.”
Geminin içindeki su, gemiyi batırır Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki su ise, gemiye arka olur.
“Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir “Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.”
“Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.”
“Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?”
Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine; sevmek ve sevilmek için çareler arayın..!
Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
“Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar.”
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”
HZ.MEVLÂNÂ’NIN YEDİ ÖĞÜDÜ
Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçakgönüllü-lükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Kaynaklar -Amiran Kurtkan Bilgiseven, “Mevlânâ’nın Sosyalleşme Terbiyesi Hakkındaki Fikirleri”, Konya, 1989. -Emine Yeniterzi, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Ankara, 1997. -İslâm Ansiklopedisi ( Türkiye Diyanet Vakfı ) -Kâmil Yaylalı, Mevlânâ’da İnanç Sistemi, Konya -Mehmet Aydın, “Hz. Mevlânâ ve Dinler”, 1. Millî Mevlânâ Kongresi, Konya, 1984. -Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, çev. Ahmed Avni Konuk, İstanbul, 1994. -Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, İstanbul, 1991. -Mevlânâ, Rubâîler, çev. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul, 1964. -Mevlânâ, Rubâîler, çev. M.Nuri Gençosman, İstanbul, 1994. -Muhammed İkbâl, İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N.Ahmet Asrar, İstanbul, 1984.
Sabrınız için TEŞEKKÜRLER Mehmet BOZGAN