Türkiye Beşeri Coğrafyası

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
NEREDE VE NASIL YAŞIYORUZ
Advertisements

NEREDE VE NASIL YAŞIYORUZ
Türkiye Beşeri Coğrafyası
TÜRKİYE’DE BÖLGE SINIFLANDIRMASI
Köy altı yerleşmeleri.
TÜRKİYE’DE YERLEŞMELER
Yerleşme İklim Yerleşmeyi etkileyen en önemli faktördür. Nemli iklim bölgelerinde genellikle ahşap evler, kurak iklim bölgelerinde ise toprak ve kerpiç.
Göç Nedir? İnsanların, doğdukları yerden başka yerlere geçici ya da sürekli olmak üzere taşınmasına GÖÇ denir.
TÜRKİYE’DE GÖÇLER.
NECDET YILMAZ SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENİ 2008 ISPARTA
Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma Perspektifi
HAZIRLAYAN : BUSE DANIŞMAN 6-B
COĞRAFİ BÖLGELER.
Türkiye’nin Coğrafi Bölgeleri
Nerede, Nasıl Yaşıyoruz?
TÜRKİYE’DE KIR YERLEŞMELERİ
Kazanım 3. Yaşadığı bölgedeki insanların yoğun olarak yaşadıkları yerlerle coğrafi özellikleri ilişkilendirir.
TOPLUMSAL YAPIYI OLUŞTURAN ÖĞELER
Farklı Sistemlerde Kentleşme ve Kentleşme Politikası
SAĞLIKSIZ KENTLEŞME (ÇARPIK KENTLEŞME)
MARMARA BÖLGESİ YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ:
COĞRAFYA İÇERİSİNDEKİ YERİ
SOSYOLOJİ DERSİ 2.ÜNİTE TOPLUMSAL YAPI.
Farklı Sistemlerde Kentleşme ve Kentleşme Politikası
Türkiye’deki Gelişmişlik Düzeyinin Çeşitli Göstergeler Kullanılarak Coğrafi Bilgi Sistemi ile İller Bazında İrdelenmesi.
BÖLGESEL KALKINMA PROJELERİ
TÜRKİYE DE NÜFUSUN VE YERLEŞMENİN DAGILIŞINI ETKİYELEN FAKTÖRLER
KIRSAL SOSYOLOJİ. KIRSAL SOSYOLOJİ “Kırsal Alanda Yaşayan Her İnsan Geçimini Tarımsal Faaliyet İle Sağlar” “Geçimini Tarımsal Faaliyetlerden Elde Ettiği.
TOPLUMSAL DEĞİŞME NEDİR? Toplumsal değişme, toplumsal yapının, kurumların, toplumsal ilişkiler ağının, davranış kalıplarının, toplumsal norm ve değerlerin.
COĞRAFYA PERFORMANS ÖDEVİ
MERKANTİLİZM TANIM Orta çağın sonları ile sanayi devrimi arasında kalan dönem. Ticaret Ev-sanayi şeklinde başlayan sanayi Kapitalist sınıf: sanayiciler,
ÜLKEMİZDE NÜFUS Rasitgokhansucu.com.
KONU:TÜRKİYE’DE NÜFUS
NÜFUSUN GELİŞİMİ DAĞILIŞI ve NİTELİKLERİ
NÜFUS VE YERLEŞME.
6.Sınıf Sosyal Bilgiler Ülkemiz ve Dünya
İsviçre.
TARİHSEL SÜREÇTE ŞEHİRLER
Sosyal Bilgiler GÖÇÜN NEDEN VE SONUÇLARI
ÜLKEMİZDE NÜFUS ÖZGÜR GÜVERCİN 7.Sınıf SOSYAL BİLGİLER.
ÜLKEMİZDE NÜFUS.
Sosyal Bilgiler TÜRKİYE NÜFUSUNUN ÖZELLİKLERİ.
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEKTÖREL DAĞILIMI
ÜLKEMİZDE NÜFUS.
NÜFUS.
TÜRKİYE’DE ULAŞIM:.
NÜFUS : Belli bir yerde yaşayan insan sayısına denir.
DÜNYADA NÜFUSUN ALANSAL DAĞILIŞI
TÜRKİYE’NİN NÜFUS ÖZELLİKLERİ
TÜRKİYE’DE TARIM VE HAYVANCILIK
NÜFUS ÖZELLİKLERİ VE NÜFUSUN ÖNEMİ
TÜRKİYE KIRSAL YERLEŞME DÜZENİ
EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ
KIRSAL KALKINMA ve ÖRNEK PROJELER
EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ
COĞRAFYA PROJE ÖDEVİ:.
İktİsadİ ve Hukukİ sİstemler ve polİtİkalar
Tükiyenin Dış Ticareti. Ülkelere, bölgelere ve mal grupuna göre dağılımı.
Türkiye’de Arazi Kullanımı
Yurdumuzda Nüfus.
ÜLKEMİZDE NÜFUS / Nüfusumuzun Dağılışı
BEŞERİ COĞRAFYA.
BEŞERİ COĞRAFYA.
ÜLKEMİZDE NÜFUS / Nedenleri ve Sonuçları İle Göç
ÜLKEMİZDE NÜFUS / Nüfusumuzun Özellikleri
TÜRKİYE NÜFUSUNUN ÖZELLİKLERİ —Nüfus artışı yüksektir — Genç nüfus fazladır. — Aktif nüfus fazladır.(çalışabilecek nüfus). Çalışma çağındaki nüfustur.
TÜRKİYE KIRSAL YERLEŞME DÜZENİ. 16. yüzyıla ait kayıtlara bakıldığında Anadolu da iki farklı kırsal yerleşim görünmektedir. a) KÖY : Ekonomisi bitkisel.
Bu Sunu En İyi Ofis 2010 Yüklü Bilgisayarlarda Görüntülenir
DEMOGRAFI.
SHB-221 TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPISI
Sunum transkripti:

Türkiye Beşeri Coğrafyası Yrd. Doç. Dr. Taner KILIÇ

NÜFUS Nüfus, sınırları belli bir alanda, belli bir tarihte yaşayan insan sayısıdır. Nüfusun artışı, dağılışı ve niteliklerinin belirlenmesi, planlamaların yapılması bakımından önemlidir. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmıştır. İkincisi 1935 yılında yapılmış, 1990’a kadar da sonu 0 ve 5 ile biten yıllarda tekrar edilmiştir. BM’nin nüfus sayımı tanımı: Bir ülkenin tamamında veya ülkenin iyi tanımlanmış bölgesindeki bütün insanlarla ilgili demografik, ekonomik ve toplumsal verilerin; toplanma değerlendirme, analiz edilme ve yayınlanma işlemlerinin tamamı nüfus sayımı olarak tanımlamaktadır.

1997 yılında bu genel kuralın dışına çıkılarak nüfus tespiti ve onunla birlikte seçmen kütüğü yazımı gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde nüfus verilerinin toplanması DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) tarafından yapılırken, 2005 yılında adı TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) olmuştur. Türkiye’de nüfus sayımları 1997 yılına kadar de facto (hazır durum) yöntemi ile yapılırken, günümüzde de jure (nüfusun ikametgahına göre) yöntemi ile yapılmaktadır.

Türkiye Nüfusunun Gelişimi Türkiye nüfusu, ilk nüfus sayımından bu yana dönemler itibariyle farklı gelişim hızları gösterse de sürekli artış eğiliminde olmuştur. Nüfus artışlarının büyük kısmı doğal nüfus artışı yoluyla olmuştur. 1939 yılında Hatay Türkiye’ye katılmış, 1982 yılında Afganistan’dan göçmen kabul edilmiş ve 1989 yılında Bulgaristan’dan çok sayıda Türk, Türkiye’ye gelmiştir.

Sayım Yılları Toplam Nüfus Yıllık Ortalama Nüfus Artış Hızı (Binde) 1927 13 648 270 - 1935 16 158 018 21.1 1940 17 820 950 19.6 1945 18 790 174 10.6 1950 20 947 188 21.7 1955 24 064 763 27.8 1960 27 754 820 28.5 1965 31 391 421 24.6 1970 35 605 176 25.2 1975 40 347 719 25 1980 44 736 957 20.7 1985 50 664 458 24.9 1990 56 473 035 2000 67 803 927 18.2 2009 72 561 312 15.8

Nüfus Artışının Nedenleri Doğurganlık oranının yüksek olması Bebek ölüm oranlarının azalması Beslenme ve sağlık koşullarının iyileşmesi ve buna bağlı olarak ortalama insan ömrünün uzaması Dış göçler Genç nüfus miktarının fazla olması

Nüfus Artışının Ortaya çıkardığı Sorunlar Kırsal kesimden kentlere doğru göç artar. Kişi başına düşen milli gelir azalır ve refah seviyesi düşer. Kişi başına düşen tarım arazisi miktarı azalır. Konut sıkıntısı ortaya çıkar ve çarpık kentleşme oluşur. Ekonomik kalkınma hızı yavaşlar. İşsizliğin artmasına neden olur. Bağımlı ve genç nüfus miktarı artar. Sağlık eğitim alt yapı hizmetleri aksar. Doğal kaynaklar aşırı ölçüde kullanılır. Çevre sorunları ortaya çıkar.

Türkiye’de Nüfusun Dağılışı Ülkemizde nüfus dağılışı ve yoğunluğu konusunda ilk belirlenebilen özellik, denize kıyısı bulunan bölgeler ile ülkenin orta kısımları arasındaki zıtlıktır. Bununla birlikte her bölgenin kendi içinde de nüfusun sıklığı değişmektedir. Karadeniz Bölgesi’nde Bafra Ovası’ndan Gürcistan sınırına kadar olan Doğu Karadeniz Bölümü’nün dar kıyı şeridinde nüfus yoğunluğu fazladır.

Kıyının hemen gerisinde uzanan dağlarda ise nüfus yoğunluğu oldukça düşüktür. Dağların yüksek kesimleri yaylacılık faaliyetleri bakımından önemlidir. Orta ve Batı Karadeniz kıyılarının bazı kesimlerinde nüfus yoğunluğu görülse de Doğu Karadeniz’in kıyı kesimindeki kadar bir yoğunluk yoktur.

Karadeniz Bölgesi’nin iç kısımlarında yer alan Niksar, Erbaa, Ladik, Merzifon, Bolu ve Düzce ovalarında nüfus yoğunluğu fazladır. Ereğli-Zonguldak havzasında çıkarılan taşkömürü ve buna bağlı olarak gelişen demir çelik endüstrisi nüfus artışına yol açmıştır. Marmara Bölgesi’nde İstanbul çevresi, İzmit ve Gemlik körfezlerinin kıyısı, bu körfezlerin doğu devamındaki ova ve havzalar (Adapazarı, İznik, Pamukova) ve Güney Marmara’daki ova ve havzalar yoğun nüfuslu alanlardır.

Marmara Bölgesi’nde Yıldız dağları, Samanlı dağları, Uludağ, Biga dağları ve Kocaeli Platosu’nun kuzeyi seyrek nüfuslu alanlardır. Ege Bölgesi’nde Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz grabenleri yoğun nüfuslu alanlar iken Aydın dağları, Bozdağlar ve Menteşe yöresi seyrek nüfuslu alanlardır. İçbatı Anadolu’nun plato düzlükleri seyrek nüfusludur.

İzmir, Manisa ve Aydın yoğun nüfuslu alanlardır. Akdeniz Bölgesi’nde Toros dağlarının batı ve orta kesimleri büyük ölçüde boştur. Kıyı kesiminde Antalya, Silifke, Mersin, Adana ve Ceyhan ovaları ile İskenderun Körfezi çevresi yoğun nüfuslu alanlardır. İç Anadolu’da Tuz Gölü batısı ve güneyi (Cihanbeyli ve Obruk Platoları) ile Uzunyayla seyrek nüfusludur.

Ankara, Kayseri, Eskişehir, Konya gibi kentler önemli nüfusa sahiptir. Güneydoğu Anadolu’da Urfa Platosu, Karacadağ ve Mardin eşiği seyrek nüfusludur. Gaziantep, Kilis, Diyarbakır, Mardin, Kızıltepe ovaları nispeten sık nüfusludur. Doğu Anadolu Bölgesi’nde Yukarı Fırat Bölümü hariç genellikle seyrek nüfusludur.

Türkiye’de Göçler Göç insanların daimi olarak oturdukları yerlerden bir başka yere gitmeleri olayıdır. Bir alandaki geçim kaynakları, oradaki nüfusun insan gibi yaşamasını sağlayamıyorsa, zaman içinde göçün meydana gelmesi kaçınılmazdır. Hızlı nüfus artışı, tarım topraklarının küçülmesi, tarım alet ve makinelerinin kullanımının artması, verimlilikte düşüş, kan davaları, baraj yapımı, güvenlik sebebiyle yerleşme boşaltmaları göçün nedenleri arasındadır.

Göçler çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. 1. Göçe neden olan faktörlere göre (doğal, beşeri ve ekonomik nedenlerle yapılan) 2. Mesafeye göre (iç ve dış göç) 3. Sürekliliğine göre (geçici ve daimi) 4. İsteğe bağlı ve zorunlu

TÜRKİYE’DEKİ İÇ GÖÇLER 1. Dönemlik İç Göçler Göçebe hayvancılık ve yaylacılık kapsamındaki dönemlik nüfus hareketleri geçmişe oranla azalmış olmakla birlikte, Kuzey Anadolu dağları, Toroslar, Erzurum-Kars platoları gibi alanlarda varlığını sürdürmektedir. Dönemlik iç göçler içinde mevsimlik iş gücü göçleri de yer alır. Turizm, inşaat, tarım, orman işçiliği, seyyar satıcılık vs.

2. Daimi İç Göçler Türkiye’de cumhuriyet döneminde daimi iç göçler 1950’li yıllardan itibaren ivme kazanmıştır. Kırsal kesimden kentlere doğru olan daimi iç göçler sonucunda kentler önemli sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır. Göç ile nüfus kazanan iller endüstrisi ve alt yapısı gelişmiş çeşitli faaliyetlere imkan tanıyan yerlerdir (İstanbul, Ankara, Kocaeli, Bursa, İzmir, Mersin, Adana, Antalya vb).

Dışarıya göç veren iller ağırlıklı olarak ülkenin doğusunda yer almaktadır. Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve GD Anadolu bölgeleri. 1980’li yıllardan sonra özellikle Doğu ve GD Anadolu bölgeleri çok fazla göç vermiştir.

Zorunlu Göçün Sebepleri 1- Doğal Kaynaklı (Deprem, sel, taşkın) 2- İnsan Kaynaklı A- Şiddet/Çatışma Nedenli a- Siyasi Nedenli b- Siyasi Nedenli Olmayan (Kan davası vs) B- Şiddet/Çatışma Nedenli Olmayan (baraj, kamulaştırma, kentsel dönüşüm)

Zorunlu Göçün Tanımı Zorla ya da zorunda kalarak evlerinden veya sürekli yaşamakta oldukları yerlerden, özellikler silahlı çatışmaların, yaygın şiddet hareketlerinin, insan hakları ihlallerinin veya doğal ya da insan kaynaklı felaketlerin sonucunda veya bunların etkilerinden kaçınmak için, uluslar arası düzeyde kabul görmüş devlet sınırını geçmeksizin kaçan ya da bu yerleri terk eden kişiler ya da gruplar biçiminde tanımlanabilir.

Mülteci Ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendini baskı altında hissederek, kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranamayacağı düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından kabul edilen kişidir.

Sığınmacı Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini ter eden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülke yetkilileri tarafından soruşturma aşamasındaki kişidir.

Göçmen Mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir. Kaçak göçmen ise; gittikleri ülkelerin otoritelerine kendilerini bildirmeden veya iznini almadan o ülkede yaşayanlardır.

2008 yılı verilerine göre (BM) dünyadaki toplam zorunlu göçmen sayısı yaklaşık 42 milyondur. Bunun 15.2 milyonu mülteci, 827 bini sığınmacı ve 26 milyonu da ülke içinde yerinden edilmiş kişilerden oluşmaktadır. Yine BM verilerine göre 58 ülkede tespit edilebilen 6,6 milyon vatansız insan yaşamaktadır (Haymatlos).

Bu verilerin gösterdiği bir diğer gerçek ise ortaya çıkan şiddet ve çatışmaların temel olarak iki ülke grubunu etkilediğidir: Şiddet ve çatışmanın yaşandığı ülkeye sınırı olan ülkeler ve gelişmiş ülkeler. Pakistan, İran, Suriye, Türkiye vs.

TÜRKİYE’DE DIŞ GÖÇLER 1. Türkiye’den Yurt Dışına Olan Göçler 1915 Tehcir Kanunu ile 500 bin Ermeni ve 150 bin Asuri/Arami (Hakkari ve Mardin) göçü. 1923 Lozan Anlaşması ile Türk-Yunan Mübadelesi (yaklaşık 190 bin). 1948 İsrail Devleti’nin kurulması ile yaklaşık 30 bin kişi İsrail’e göç etmiştir. 1961 yılında Almanya ile Türkiye arasında işgücü göçü imzalanmıştır (Yaklaşık 1 milyon). Fransa 56 bin, Avusturya 40 bin, Hollanda 25 bin Belçika 16 bin, İsviçre 10 bin kişi ile göç alan diğer Avrupa ülkeleridir.

1974’ten sonra 500 bin Türk Libya, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün ve Kuveyt gibi Arap ülkelerine göç etmiştir. 1991 sonrasında SSCB’nin dağılması ile Rusya Federasyonu, Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan gibi ülkelere çok sayıda Türk işçisi gitmiştir. Yurt dışına verilen göç yaklaşık 1.5 milyon civarındadır.

2. Yurtdışından Türkiye’ye Olan Göçler 19. yüzyılda başlayan Osmanlı Devleti’nin küçülme süreci, temel olarak Rusya’nın balkanlar, Kırım ve Kafkasya’daki ilerleyişi ve Osmanlı Devleti’nin elinde bulundurduğu Balkanlardaki topraklarda birçok ulus devletin kurulması ile gerçekleşmiştir. Anadolu’ya ilk kitlesel Türk/Müslüman göçmen akışının 1774 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan sonra yaşandığı görülmektedir. 1783-1922 yılları arasında tahmini 1.8 milyon Tatar Anadolu’ya göç etmiştir. 1859-1879 yılları arasında çoğunluğu Çerkez 1.5 milyon

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra 1.5 milyon 1912-1913 Balkan Savaşı’ndan sonra 650 bin 1923-26 yılları arasında 355 635 Türk/Müslüman Yunanistan’dan Türkiye’ye, 1923-1951’e kadar Bulgaristan’dan 122 bin 1954 yılından sonra Yugoslavya’dan 115 bin kişi 1982’de 4000 Afgan göçmeni 1989’da Bulgaristan’dan 300 bin kişi İran, Irak, Bosna-Hersek , Çeçenistan ve Çin’den gelen göçmenler sayılabilir. Son dönemde çok sayıda Suriyeli de Türkiye’ye gelmiştir.

Beyin Göçünün Nedenleri, Boyutları Etkileri Eğitimli ve yüksek vasıflı kişilerin çalışmak ve yaşamak amacıyla kendi ülkesinin dışında bir ülkeye gitmesi beyin göçü olarak adlandırılmaktadır. Genellikle gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru yaşanan beyin göçünde yüksek niteliğe sahip kişilerin göçe karar vermelerinde itici ve çekici etkenlerin rolü bulunmaktadır.

İtici Etkenler Ücret yetersizliğinden kaynaklanan mali sorunlar ve ekonomik istikrarsızlıklar Gelişmekte olan ülkelerde bilim ve teknolojiye gereken önemin verilmemesi sonucu mesleki alanlarda çalışma koşullarının yetersizliği Yetişmiş işgücünün sahip olduğu mesleklere ilişkin istihdam yetersizlikleri ve işsizlik Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, çatışmalı ortamlar ve yapılan ayrımcı (siyasi, dini, politik, etnik) uygulamalardır.

Çekici Etkenler Gelişmiş ülkelerin sundukları elverişli çalışma ortamları Kariyer ve ücret imkanları Düzenli, güvenli ve istikrarlı bir yaşam tarzı

Beyin göçünün gelişmiş ülkeler açısından yararları Yüksek becerili işgücünde var olan açıkların kapatılması AR-GE faaliyetlerinin ve ekonominin motoru olan sektörlerde üretimin armasına katkı sağlar Teknoloji ihracatı için fırsat yaratır. Paralı yükseköğretim programları yoluyla önemli bir gelir kaynağına kavuşur. Üniversitelerden mezun olan yabancılar arasından en iyilerini seçme imkanı bulur.

Beyin göçü gelişmekte olan ülkeler açısından önemli kayıplara yola açan önemli bir sorundur. 1961-1983 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerden ABD, Kanada ve İngiltere’ye 700 000 yetişmiş eleman gitmiştir. 1970-80’lerde üniversite mezunlarının Filipinler ve Kore’de % 10’u, Sahra altı Afrika’da % 30’u, Orta Amerika ve Karayipler’de % 20-40 arasındaki bir kesimi ülkelerini terk etmiştir.

1972-85 yılları arasında Hindistan, Filipinler, Çin ve Kore’den 145 000 eğitimli insan ABD’ye gitmiştir. Hindistan’dan doktorlar ve mühendisler, Filipinler’den hemşireler giden en kalabalık gruplardır. 1990’lı yılların başında sosyalist sistemin çökmesi ve piyasa ekonomilerine geçilmesiyle Doğu Avrupa ülkeleri ve eski SSCB hızla beyin göçünün yeni kaynak ülkeleri olmuştur.

Beyin göçünün ilk aşaması tüm dünyadan öğrencilerin lisans ve lisansüstü eğitim görmek amacıyla başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelere gelmesidir. 1989-1990 akademik yılında ABD’deki yabancı öğrencilerin sayısı 386 851’dir. Bu sayı 2000’de 475 200’e çıkmıştır. İngiltere’deki öğrenci sayısı 222 900, Almanya’daki 187 000 ve Fransa’daki 137 100’dür.

Kalınan süre uzadıkça geri dönme eğilimi zayıflamaktadır. 2000’li yıllarda Japonya, Tayvan, Güney Kore ve Singapur gibi ülkeler, AR-GE faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırarak tersine beyin göçü olarak adlandırılabilecek bir süreç yaşamışlardır.

Birçok ülke vasıflı işgücünü çekmek için uğraşmakta ancak en büyük çekim merkezi ABD olmaktadır. Bu açıdan belirleyici gelişme ABD’nin 1965’te çıkardığı Kennedy-Johnson yasası olarak da bilinen göç yasasıdır. Daha önceleri gelişmekte olan ülkelerden göç ulusal kotalara göre sınırlı tutulurken, yeni yasa gelenlerin seçiminde doğum yeri ve milliyet kriterlerinin yerini mesleki ve vasıf kriterlerinin almasını öngörmüştür.

Bu düzenlemenin göçmen bilim adamları ve mühendislerin etnik bileşimi üzerinde çarpıcı etkileri olmuştur. 1964’te sadece % 10’u Asya’dan gelmişken, 1970’te bu oran % 62’ye çıkmıştır. Aynı durum sağlık personeli için de geçerlidir. 1964’te % 10 olan bu oran, 1970’de % 72’dir. Gelişmiş ülkelerin yararlandığı bu durum gelişmekte olan ülkeler için önemli bir kayıptır.

ABD Kongre Araştırma Hizmetleri’ne göre 1971-72’de gelişmekte olan ülkelerin vasıflı her göçmen için yaptıkları yatırım 20 000$’dır. Günümüzde gelişmiş ülkelerin özellikle bilişim sektöründeki uzman açıklarını kapatmak için beyin göçünü hızlandırma çabaları artış göstermektedir. Bu konuda yine başı ABD çekmektedir. Türkiye Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden az da olsa beyin göçü almaktadır.

Türkiye Nüfusunun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri Bir ülkede yaşayan nüfusun sayısı kadar, belki de ondan da fazla, o nüfusun sahip olduğu özellikler büyük değer ifade etmektedir. Nüfusun nerede yaşadığı, cinsiyeti, yaşı, eğitim ve mesleki durumu, gelir düzeyi ve benzeri konular bilinmesi gereken niteliklerdir. Bu sayede toplumun sosyal ve ekonomik düzeyi hakkında bilgi sahibi olunmaktadır.

1. Oturduğu Yer İtibariyle Nüfus ve Şehirleşme Ülkemiz hızlı bir kentleşme içerisindedir. Buna bağlı olarak da kırsal nüfus hızla azalmaktadır. Ülkemizde 1985 yılından sonra kentsel nüfus, kırsal nüfusu geçmiştir. Günümüzde ülkemiz nüfusunun % 75’i kentlerde yaşamaktadır. Kentleşmenin en fazla olduğu bölge Marmara Bölgesi iken en az olduğu bölge Karadeniz Bölgesidir.

Coğrafi bölgelerimize göre öne çıkan kentler bulunmaktadır Coğrafi bölgelerimize göre öne çıkan kentler bulunmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde Antalya, Adana ve Mersin gibi. Türkiye’de belli alanlarda kentsel yerleşmeler kümelenmektedir. İstanbul ile İzmit Körfezi çevresi, İzmir civarı, Çukurova ve Hatay-Kahramanmaraş oluğu, Orta ve Doğu Karadeniz kıyı şeridi ve Zonguldak çevresi gibi.

2. Nüfusun Cinsiyet Yapısı Türkiye’de kadın ve erkek nüfus oranları genelde dengededir. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusumuzun cinsiyet yapısı I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının olumsuz izleri, erkeklerin savaşlarda yitirilmesinden dolayı kadın fazlalığını aksettirecek şeklinde kendini göstermiştir. 1945 yılından sonra bu durum erkeklerin lehine dönmüştür.

Göç yoluyla nüfus kaybeden illerde genel cinsiyet oranlarının kadınlar, nüfus kazanan yerlerdeyse erkekler lehine olması, göç ile cinsiyet yapısı arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır (Karadeniz Bölgesi). Askeri birliklerin bulunduğu merkezlerde erkek nüfus fazlalığı vardır. Turizm faaliyetlerinin canlı olduğu yörelerde erkek nüfus fazlalığı vardır.

Endüstrileşmenin hızla geliştiği yerlerde erkek nüfus fazlalığı vardır. İnşaat ve bayındırlık hizmetlerinin yaygın olduğu yerlerde erkek nüfus oranı yüksektir. Günümüzde kadınların daha fazla çalışma hayatına katılması bu dengeleri etkilese de hala yukarıdaki saptamaların geçerli olduğu söylenebilir.

3. Nüfusun Yaş Yapısı Bir ülkenin veya herhangi bir yerin nüfusunun yaş yapısının belirlenmesi ve izlenmesi de, planlama açısından büyük değer ifade eder. Nüfusun yaş özelliklerini saptayıp, yorumlayabilmek için, nüfus piramitleri, ana yaş grupları, bağımlılık oranları, medyan yaş değerleri bize yardımcı olabilir. Medyan yaş arttıkça nüfusun yetişkin ve yaşlı nüfusa doğru kaydığını, azaldıkça nüfusun gençleştiğini tespit etmek mümkündür.

Medyan yaş; bir nüfusu oluşturan kişilerin yaş büyüklüğüne göre sıralandığında en ortada kalan kişinin yaşı veya iki kişinin yaşlarının aritmetik ortalaması olarak tanımlanır. Nüfus piramitleri ülkenin genel nüfus durumu (yaş grupları ve cinsiyet)hakkında bilgi edinmek bakımından önem taşır. Ülkemizin doğusunda 15 yaşın altındakilerin oranı % 40’ı aşarken, Orta kısımlarında % 30-40, en batısında ise 30’un altındadır.

Bazı ülkelerdeki Yaş Grupları 65 ve üstü Türkiye 26 67 7 Suriye 41 66 3 Almanya 16 68

Özellikle çocuk nüfus ile yaşlı nüfus sayı ve oranlarının yüksek olması, bağımlı nüfus oranlarının da yüksek olmasına yol açar. Kendileri çalışmayıp, o toplumdaki çalışanların üretimini tüketen nüfusa, bağımlı nüfus ve bu nüfus kitlesinin toplam nüfustaki payına ise, bağımlı nüfus oranı denir. Bağımlı nüfus aşağıdaki gibi hesaplanır.

Bağımlı Nüfus= 0-14 + 65 ve üstü x 100 15-64 Türkiye B.N.= 19.4 + 4.4 x 100 = % 49.2 48.3 Japonya B.N.= 17.1 + 28.1 = % 55.3 81.6

Çalışma çağındaki nüfusu fazla, yani bağımlılık oranı düşük olan ülkeler, her zaman ekonomik açıdan sorunları çözümlenmiş ülkeler anlamına da gelmezler. Çünkü, çalışma çağındaki nüfus, çalışıp üretme ve ekonomiye artı gelir sağlam yaşında nüfus olmakla birlikte, bunların hepsi çalışan nüfus değildir. Bu nüfusun bir kısmı eğitimini sürdürürken, bir kısmı da işsizlik sorunu ile karşı karşıyadır.

4. Nüfusun Eğitim Durumu Bir ülkenin kalkınması ancak iyi eğitilmiş bir nüfus kitlesi sayesinde, ortaya çıkarılabilir, harekete geçirilebilir veya yönlendirilebilir. Ülkemizde okur yazar oranı giderek yükselmektedir. Ancak bölgeler arasında önemli dengesizlikler vardır. Kadın nüfusta okur yazarlık oranı daha düşüktür. Nüfusun yarısı ilkokul düzeyinde eğitim görmüştür.

5. Nüfusun Ekonomik Özellikleri Bir ülkede çalışan nüfusun miktarı, toplam ve çalışma çağındaki nüfusa oranları, bu nüfusun hangi sektörlerde faaliyette bulunduğu ve işsizlik bibi konuların özel anlamları vardır. Türkiye’de faal nüfusun % 25’i tarım (Ziraat, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık) sektöründe, % 26’sı sanayi sektöründe (imalat, maden, inşaat) ve % 49’u ise hizmet ve ticaret sektöründe çalışmaktadır.

Türkiye’deki Nüfus Politikaları Türkiye’de 1923-1960 yılları arasında pronatalist politikalar uygulanırken, 1960 sonrasında ise antinatalist politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de nüfusun artması gerektiğini savunanların (pronatalist) temel argümanları şunlardır: 1- Türkiye doğal kaynakları oldukça zengin, gıda maddesi ithal etmeden nüfusunu besleyebilecek 6-7 ülkeden birisidir. 2- Dünyanın askeri ve siyasi yönden temas noktasında bulunan Türkiye önemli bir jeopolitiğe sahiptir. Bir noktada siyasi ve askeri gücümüzün sembolü de nüfusumuzdur.

3- Dünyada görülen hızlı teknolojik gelişmeler, ülke nüfuslarının sayısal önemini azaltmış olmakla beraber, eşdeğer teknolojilere sahip ülkeler arasında nüfus miktarı önemini devam ettirmektedir. 4- Gelişmiş ve yoğun nüfusa sahip batılı ülkeler hammadde dolayısıyla gıda maddeleri sıkıntısı çekmektedir. Bu ülkeler daha büyük sıkıntılar çekmemek ve büyük ölçüde gelişmekte olan ülkelerden ithal edilen hammaddeleri daha fazla sağlayabilmek için gelişmekte olan ülkelerin nüfus artışlarını frenlemesini istemektedir.

5- Nüfus, ekonomik kaynaklardan biri olarak girişimi, üretimi kısaca gelişmeyi sağlayan bir unsurdur. Türkiye’de nüfusun artmaması gerektiğini savunanların (Antinatalist) temel argümanları ise şunlardır: 1- Aynı pastayı çok sayıda insanın bölüşmesi, kişi başına düşen dilimi küçültmektedir.

2- Türkiye’de nüfus artış hızı yüksek olduğundan yeterli sermaye birikimi yapılamamıştır. Bu nedenle doğal kaynakların bolluğu ölçüsünde yatırım yapılamamaktadır. Nüfusun daha da artması sermaye birikimini ve yatırımları geciktirecek, kamu tasarrufları nüfusumuza oranla azalabilecektir. 3- Türkiye’de oldukça yaygın görülen sağlıksız şehirleşme ve gecekondulaşma aşırı nüfuslanmadan kaynaklanmaktadır.

4- İstihdam sorunu büyük boyutlara ulaşmaktadır 4- İstihdam sorunu büyük boyutlara ulaşmaktadır. Nüfusun artması işsiz sayısının daha da artmasına sebep olacaktır. 5- Kalkınma hızı düşmektedir. Nüfus planlaması nüfusun gelişimi üzerinde etkili olmakla birlikte, bu etkiler bir dereceye kadar etkili olabilmektedir. Nüfus gelişimini etkileyen faktörler; kültürel, endüstriyel ve sosyal güvenlik alanında görülebilecek gelişmelere bağlıdır.

Türkiye’de Nüfus Yoğunlukları Nüfus yoğunluğu; bir yerde yaşayan nüfus ile yüzölçümü arasındaki ilişkiyi ifade eder. Nüfusun bir yerde sık veya seyrek olmasında temel etken, oranın insan yaşamı bakımından elverişli olup olmamasıdır. Eğer bir insan yaşamı için elverişli doğal koşulların yanında çeşitli insan etkinliklerinin de yoğun olduğu bir alan ise orada nüfus yoğundur.

Aritmetik Nüfus Yoğunluğu ANY= Toplam Nüfus = 73 722 988 = 96 Yüzölçümü 769 604 Türkiye’de sayım yıllarına göre ANY sürekli artış göstermiştir. 1927’de 18 1950’de 27 1980’de 58 2000’de ise 88 olmuştur.

Nüfus yoğunluğu en fazla il İstanbul (2551), en az olduğu il ise Tunceli’dir (10). Türkiye ortalamasının üzerinde nüfus yoğunluğu olan illerimiz; Kocaeli (432), İzmir (329), Hatay (254), Trabzon (164), Yalova (241), Bursa (250), Gaziantep (249), Sakarya (180) ve Ankara’dır (195). Diğer illerimiz Türkiye ortalamasının altındadır. En az olan iller; Sivas (22), Erzincan (19), Erzurum (30) ve Hakkari’dir (35).

Bazı ülkelerin aritmetik nüfus yoğunlukları Japonya 336 Almanya 233 Belçika 337 Suriye 93 Bulgaristan 69 Yunanistan 81 İran 40 Kanada 3 ABD 29 Rusya 9 İngiltere 244

Fizyolojik Nüfus Yoğunluğu FNY= Toplam Nüfus = 73 722 988 = 279 Tarım Arazisi 263 790 Fizyolojik nüfus yoğunluğu tarım arazileri üzerindeki nüfus baskısını belirlememizi sağlar. Orman, çayır ve meraların dikkate alınmaması önemli bir eksikliktir. En yüksek FNY İstanbul’da, en düşük ise Kırşehir’dedir.

Nüfusu fazla olan, ancak tarım arazilerinin alanı az olan illerde fizyolojik nüfus yoğunluğu değeri yüksektir. Trabzon, Rize, Tunceli, Elazığ, Hakkari, Kars, Ardahan, Batman. İç Anadolu Bölgesi’nde ise tarım arazileri geniş olduğundan FNY düşüktür. FNY 1950’de 136 iken, günümüzde iki katına çıkmıştır.

Tarımsal Nüfus Yoğunluğu TNY= Tarımla Uğraşan Nüf. = 23 797 653 =90 Tarım Arazisi 263 790 Tarımdan geçimini sağlayanlar ile tarım arazileri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak için yapılır. Çiftçi nüfus yoğunluğu da denilmektedir.

Türkiye’de tarımsal nüfus yoğunluğu göç sebebiyle yıllara göre azalmıştır. Kırsal nüfus fazla ve tarım alanları dar olduğundan Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde tarımsal nüfus yoğunluğu yüksektir. İl ve ilçe merkezleri dışında oturanlar kırsal nüfus kabul edilir. Ancak kırlarda oturup tarımla uğraşmayan veya kentlerde oturup tarımla uğraşan bir nüfusun olması hesaplamada önemli bir eksikliktir.

YERLEŞME Barınmak ya da belirli bir faaliyeti sürdürmek amacıyla bir saha üzerine inşa edilmiş bir veya birden fazla sayıda meskenden (konut) oluşan kümeye yerleşme denir. Sürekli veya dönemlik (sezonluk) olarak insanın içerisinde barındığı veya değişik şekillerde faaliyette bulunduğu bir konut bile yerleşme sayılmaktadır. Bir yerleşim kümesi, yerleşim alanı ile bu saha üzerinde değişik amaçlara yönelik olarak inşa edilmiş meskenlerden oluşmaktadır.

Yerleşim alanının coğrafi özellikleri, konutların saha üzerindeki yayılış düzenine, konut tiplerine ve ortaya çıkan yerleşmelerin fonksiyonel özelliklerine etki etmektedir. Bir yerleşme kümesinde meskenlerle işgal edilen saha, aynı zamanda o yerleşmenin sitini teşkil etmektedir.

Türkiye’de Yerleşmenin Dağılışına Etki Eden Faktörler A) Fiziki Faktörler 1. İklim 2. Su 3. Yükselti 4. Sazlık, bataklık ve taşkın yatakları 5. Bitki Örtüsü

B) Beşeri Faktörler 1. Tarımsal Faaliyetler 2. Savunma 3. Ulaşım 4. Sanayi 5. Madencilik 6. Turizm

Türkiye’de Yerleşmenin Tarihçesi Ülkemizin yerleşme tarihi, tarih öncesi dönemlere kadar inmektedir. Türkiye’de yerleşme düzeninin oluşmasında çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olmasının yanında; topraklarının üzerinde istila, iç karışıklık ve savaşların yaşanmış olmasının da etkileri olmuştur. Tarih öncesi yerleşmeleri mağara ve höyük yerleşmeleri olarak ikiye ayırmak mümkündür.

Mağara Yerleşmeleri Mağara yerleşmeleri genellikle paleolitik ve mezolitik dönemlere aittir. Ülkemizde geçmiş dönemlere ait çok sayıda mağara yerleşmesi vardır. Özellikle Toros dağları mağara yerleşmeleri için oldukça uygundur. Antalya yakınlarında Karain, Beldibi, Belbaşı Öküzini, Alanya’da Kadıini mağaralı önemlidir.

Höyük Yerleşmeleri Bu yerleşmeler tepe şeklinde olup çeşitli dönemlere ait kültür katlarından oluşmaktadır. Çumra yakınlarındaki Çatalhöyük 13, Burdur yakınlarındaki Hacılar 7 kültür katından oluşmaktadır. Çayönü, Aşıklıhöyük (Aksaray), Can Hasan(Karaman) en fazla bilinen höyüklerdir. Höyükler 15-20 bin yıl öncesine ait yerleşmelerdir. İç Anadolu ve GD Anadolu Bölgeleri höyükler bakımından zengindir.

Eski devrilerde kurulmuş yerleşmelerin bir kısmı zamanla yıpranarak da olsa varlığını sürdürebilmiştir. Bu tip yerleşmeleri ören adı verilir. Ören yerleşmelerinin höyüklerden en önemli farkı, tepe şeklinde değil, düz yerleşmeler şeklinde olmasıdır. Ören genel olarak virane (harap) yer anlamına gelir

Eski Anadolu Uygarlıkları Ülkemizin bugünkü yerleşme düzeninin oluşmasında üzerinde kurulmuş olan uygarlıkların önemli etkileri olmuştur. Anadolu’da tarihi devirlerin Hititler ile başladığı kabul edilmektedir. Hititler MÖ 3500-1295 yılları arasında Kızılırmak yayı içinde varlığını sürdürmüşlerdir. Hititler sulu tarım sistemini geliştirmiş ve toprağa bağlı etkinlikleri yasalarla düzenlemişlerdir.

Hititler döneminde şehir devletleri de önem kazanmışlardır Hititler döneminde şehir devletleri de önem kazanmışlardır. Alacahöyük ve Boğazköy yerleşmeleri (Çorum-Alaca), Hititlerden kalma önemli birer şehir devleti kalıntılarıdır. Eski çağ’da Anadolu’da hakimiyet süren bir başka toplum da Urartulardır. Urartuların varlığı aşağı yukarı Hititler le aynı döneme rastlar.

Urartu yerleşmelerinin en önemli özelliği genellikle kale tipi yerleşmeler şeklinde olmasıdır. Van, Malatya, Erzurum, Gaziantep, Palu, kentleri eski bir Urartu yerleşmesidir. Urartular’ın sulama kanalları ve sulama göletleri yapımına önem vermeleri tarımın önemli bir geçim kaynağı olduğunu gösterir. Batı Anadolu’da ise Frigler hakimiyet kurmuşlardır. Tarım, hayvancılık, ormancılık ve madencilik önemi geçim kaynaklarıdır.

Frig devletinin başkenti Ankara Polatlı yakınlarındaki Gordion’dur. Frigler’de tarafı surlarla çevrili kale ve saraylar inşa etmişlerdir. Lidyalılar Batı Anadolu’da gelişen bir başka uygarlıktır. Friglerden sonra egemen olmuşlardır. Başkenti Sard şehridir. Lidyalılar parayı ilk kullanan uygarlıktır. Altın işlemesi de önemlidir.

Anadolu’da kurulmuş başka bir uygarlık ise denizci bir kavim olan İyonlardır. Urartu ve Lidya krallıkları, Persler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Tarih Çağlarında Ülkemizde Yerleşme Romalılar ve Bizanslılar döneminde şehirlerde özellikle tapınaklar ve saraylar inşa edilmiştir. Düşmanlarından korunmak için şehirlerin çevresini surlarla kuşatmışlardır. 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türk boyları Anadolu’ya yayılmaya başlamışlardır. Anadolu’da sırasıyla Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı Devleti dönemleri yaşanmıştır.

Selçuklularda toprak, devletin malı olarak kabul ediliyor ve araziler; tımar, mülk ve vakıf olarak sınıflandırılıyordu. Köylüler vergi vererek toprağı işliyor ve ona sahip oluyorlardı. Hayvancılık önemli bir ekonomik faaliyet olarak görülüyordu. Bu dönemde kır yerleşmeleri gelişme göstermiştir.

Selçukluların en önemli özelliklerinden birisi, yeni şehirler kurmadan eski şehirlerin imarına önem vermiş olmalarıdır. Şehir ve kasabalarda lonca teşkilatı kurularak ticaret ve dolayısıyla yerleşmelerin gelişmeleri sağlanmıştır. Kayseri, Sivas ve Konya önemli gelişme gösteren şehirlerdir.

Selçuklulardan sonra Anadolu Beylikleri dönemi yaşanmıştır Selçuklulardan sonra Anadolu Beylikleri dönemi yaşanmıştır. Beylikler döneminde Anadolu’da Türk nüfusu artış göstermiştir. Beylikler döneminden sonra Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmüştür. Osmanlı döneminde toprak has, zeamet ve tımar olarak ayrılmıştır. Anadolu’ya Kafkaslar, Balkanlar ve Kırım’dan gelenler de iskan düzenini etkilemiştir. Diğer yandan yaşanan iç karışıklıklar sırasında dağlık alanlarda yerleşime açılmıştır.

Türkiye’de Yerleşmelerin Özellikleri Türkiye’deki yerleşmeler; nüfus, doku ve şekil ve fonksiyonel özellikleri ele alınarak incelenebilir. Yerleşim merkezleri; tarımsal, idari, sanayi ve hizmet fonksiyonlarına sahip olabilir. Kentler birden çok fonksiyona sahiptir. Kır yerleşmelerinde genellikle tarımsal fonksiyonlar gelişmiştir.

Yerleşim birimlerinin önemli fonksiyonlarından birisi idari fonksiyondur. Türkiye’de yerleşim birimleri idari statü olarak il, ilçe, bucak ve köy şeklinde sıralanmaktadır. 2010 yılı itibariyle yönetim birimi olarak Türkiye’de 81 il, 892 ilçe, 34 424 köy vardır. Nüfusu 2000’in üzerinde olanlarda belediye örgütü vardır.

İdari olarak köy olarak nitelendirilen yerleşmeler tek bir yerleşmeden meydana gelebileceği gibi birden çok parçanın mahallenin bir araya gelmesiyle de oluşabilir. Köy ünitesi içinde idari özelliği olmayan köyden küçük veya köy altı yerleşmesi olarak adlandırılan yerleşmeler de bulunabilir. Türkiye idari bölünüşündeki en büyük idari birim ildir.

İlin yönetiminin bulunduğu ilçeye merkez ilçe, diğerlerine ise taşra ilçeleri adı verilir. Merkez ilçeye doğrudan bağlı köyler vardır. İllerimizin bir kısmında birden çok merkez ilçe vardır. 2010 yılı itibariyle birden çok merkez ilçesi bulunan Büyükşehir (Anakent) belediye teşkilatına sahip olan 16 ilimiz vardır. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Samsun, Gaziantep, Adana, Kayseri, Konya, Antalya, Erzurum, Eskişehir, Adapazarı, İzmit ve Mersin.

Belde, belediye örgütü bulunan, ancak idari statüde ilçe veya il merkezi özelliğinde olmayan yerleşmelere verilen addır. Yerleşme coğrafyasında ise yerleşmeler kır, kasaba ve şehir (kent) olarak ayrılır.

Türkiye’de Kır Yerleşmeleri Türkiye’deki kırsal yerleşmelerde yer alan ev ve eklentileri; farklı morfolojik üniteler, iklim tipleri, gelenek ve görenekler, değişik ekonomik faaliyetler ve ekonomik seviye ve çeşitli zevkler altında birbirinden oldukça farklıdır. Kır yerleşmelerinde evler (mesken) genellikle yakın çevreden temin edilen malzeme ile yapılır. Tek malzeme ile yapılmış evler oldukça azdır.

Kerpiç evler GD Anadolu’da, ahşap evler Karadeniz’de ve taş evler ise Toroslar, Ege ve Doğu Anadolu’da yaygındır. Kırsal yerleşmelerde genellikle birkaç malzeme bir arada kullanılır. Konut ile malzeme arasındaki bu ilişkiye rağmen, konutun kuruluş, şekil alış ve kullanılışında malzemeden başka faktörler de etkilidir (Fiziki ve beşeri coğrafya faktörleri).

Kır yerleşmelerinde nüfus genellikle azdır Kır yerleşmelerinde nüfus genellikle azdır. İnsanlar arasında akrabalık ilişkileri söz konusudur. Geçim kaynakları genellikle tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Fonksiyon alanları belirgin değildir. Alt ve üst yapı hizmetleri gelişmemiştir. Sürekli yerleşmeler yanında yayla, oba gibi geçici yerleşmeler de söz konusudur. Eğitim, sağlık, hizmet ve kültürel hizmetler gelişmemiştir. Halkın geleneksel yaşam tarzı devam etmektedir.

Köyler Köyler sürekli kır yerleşmeleridir. Köy yerleşmeleri, hem idari sistemde hem de yerleşme coğrafyası açısından yapılan sınıflandırmada yer alır. Köy yerleşmeleri tek bir yerleşmeden meydana gelebileceği gibi, birden çok yerleşim biriminin (köy altı) bir araya gelmesiyle de oluşabilir.

Köy-Altı İskan Şekilleri Köy altı iskanı henüz köy niteliğine ulaşamamış yerleşmeler olarak tanımlanabilir. Köy altı yerleşmelerinin en önemlileri; mahalle, mezraa, kom, çiftlik, oba, yayla, ağıl, divan, dam, bağ evi gibi yerleşmelerdir.

Yayla Yaylacılık faaliyetleri, köy çevresinde hayvan otlatmaya uygun alanın yeterli olmamasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yayla ikinci bir hayat veya geçim alanı olarak kırsal hayatın içine girmiştir. Günümüzde birçok yayla yerleşmesinde çeşitli şenlikler düzenlenerek hem geleneksel yapı korunup hatırlanmakta hem de yaylaların tanıtımı yapılarak turizme kazandırılmaktadır. Bazı yaylalar yazlık ev gibi kullanılır (Akdeniz).

Ağıl Genellikle sürü sahipleri tarafından köyün hemen yakınında kurulmuş kır yerleşme tipidir. Ağıllar çevreden elde edilmiş malzeme ile yapılmış olan bir çoban evi ve hayvan barınağından oluşur. Ağıllarda hayvanlar geceler, sütleri sağılır, yünleri kırkılır. Zamanla köy yerleşmelerine dönüşebilirler.

Oba Genellikle konar göçer aile ve aşiretlerin yazın belirli bir döneminde oluşturdukları ve asıl ekonomik fonksiyonu hayvancılık olan geçici yerleşmelere denir. Obaların en önemli özelliklerinden birisi çadırlardan oluşmasıdır. Orta Asya’dan gelme bir yaşam tarzıdır. Toroslar ve Kuzey Anadolu dağlarında görülür.

Kom Hayvancılık yapmak amacıyla genellikle köyden biraz uzaklarda kurulmuş, ev ve eklentilerinden oluşan kır yerleşme tipidir. Komlar pınar veya subaşlarıyla otlak alanların yakınında kurulur. Kom yerleşmelerinin bazılarının çevresindeki elverişli arazilerde hayvan yemi olarak kullanılmak üzere arpa ekimi de yapılır. Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaygınlık gösterir. GD ve İç Anadolu’da da az da olsa görülür.

Dam Genellikle hayvan yetiştirmek amacıyla kurulan geçici yerleşim birimleridir. En önemli ekonomik fonksiyonu hayvancılıktır. Gökçeada ve Bozcaada’da yaygındır. Manisa ve çevresinde tütün damı olarak bilinen ve tarımsal amaçlı kullanılan damlar da vardır. Buradaki amaç köy tarla arasındaki gidip gelme zahmetinden kurtulmak tütün kurutmak, depolamaktır.

Mahalle Köyden küçük, fakat köy idari alanı içerisinde yer alan sürekli yerleşmelerdir. Mahalle yerleşmeleri genellikle engebeli sahalarda daha yaygındır. Bu nedenle en çok Karadeniz Bölgesi’nde rastlanır. Mahallelerin ortaya çıkmasında arazinin topografik durumu, su, orman , tarımsal faaliyetler, otlaklar, akrabalık ve ulaşım durumu gibi faktörler etkili olmuştur.

Çiftlik Genişçe bir toprak mülkiyeti içinde teşekkül etmiş, ufak bir iskan şekli olarak tarif edilebilir. Çiftliğin içindeki ev ve eklentileri çiftliğin ekonomik faaliyetlerine göre şekillenir. Ege ve Marmara Bölgelerinde yaygındır. Akdeniz ve İç Anadolu’da da az da olsa görülür. Hem hayvancılık hem de ziraat yapılır veya her ikisi birden yapılan çiftlikler de bulunur.

Kışla Koyun yetiştiriciliği ile geçimini temin eden ailelerin devamlı yerleşmelerine uzak konumlarda ve nadasa bırakılan tarlalar ile fundalık ve hazine arazilerinde ekim-mayıs ayları arasında kurdukları mevsimlik yerleşmelerdir.

Saya Yerleşim alanlarının uzağında, mera alanları içerisinde, hayvan sürülerinin yıl boyunca barındırılması, beslenmesi, süt sağımı ve bakıma yönelik olarak ortaya çıkan yerleşme şeklidir.

Mezraa 1. Köyün sahip olduğu arazi az ise bu alan artan nüfusu besleyememekte ve yeni tarım alanları oluşturulmaktadır. 2. Varlıklı kişilere ait arazilerin başkalarınca işletilmesi sonucunda meydana gelir. 3. Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlete ait arazilerin tarıma kazandırılmak amacıyla tararlılık gösteren kişilere dağıtılmasıyla ya da çevrede güvenliğin sağlanması amacıyla aşiretlerin yerleştirilmesi sonucunda oluşurlar.

4. Sel baskını, sıtma, bataklık, düşmandan korunma gibi sebeplerle savunulması kolay yerlere kurulan yerleşmelerin daha çukurdaki tarım alanları iken, arazi ıslahı ve güvenliğin sağlanması sonucunda sürekli oturulan yerler olmuşlardır. 5. Birbirinden uzak ve ayrı olan komların gelişmesiyle meydana gelen birkaç haneli yerleşmelere devletin ya da kanunlarının ulaştırılamaması sebebiyle bunlar devlet tarafından yıktırılmak zorunda kalınmış, geriye kalanların büyük olanları mezraa adı ile civar köylere bağlanmıştır.

6. Erzurum, Trabzon ve Artvin çevresinde ise mezraalar yaylaya çıkışta ve yayladan inişte belirli sürelerle kullanılan ve ekonomik hayatın doğal sonucu olarak ortaya çıkan geçici yerleşmelerdir.

Kasaba Kasabalar, köy yerleşmesi ile kent arasında köprü oluşturan yerleşmelerdir. Kasabalar fonksiyonları itibariyle kentler kadar gelişmemiş, fakat köy yerleşmelerine oranla bir hayli gelişmiş yerleşmelerdir. Bu nedenle kasabalarda hem köyün, hem de şehrin hayat tarzını bir arada bulmak mümkündür.

Kentleşme Kentleşme, dar anlamda, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır. Kentsel nüfus doğumlar ve göçler ile artar. Kentleşmenin dar anlamdaki tanımı, demografik nitelik taşır. Oysa kentleşme, yalnız bir nüfus hareketi değildir. Kentleşme olgusu, bir toplumun ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısındaki değişmelerden doğar.

Kentleşme şöyle tanımlanabilir: Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplumsal yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim sürecidir.

Üretim biçimindeki değişimin, yani ekonomik öğenin kentleşme tanımında özel bir ağırlığı vardır. Kentleşme tarımsal üretimin ileri bir aşamasıdır. Kentleşme hareketi, zaman içindeki bir değişmeyi anlatır. Kentleşme hareketi demografik tanımıyla, belli bir süre içinde kentleşme oranında görülen değişiklik olarak ele alınabilir.

Kentleşmenin toplumsal değişme boyutunu yansıtan kavram kentlileşmedir Kentleşmenin toplumsal değişme boyutunu yansıtan kavram kentlileşmedir. Bu kavramı kentleşme ile karıştırmamak gerekir. Bundan başka, kentsel gelişmenin bir düzen ve denetim altına alınması yollarını gösteren şehircilik (kentbilim) ile bir toplumsal olayın adı olan kentleşmenin birbirinden farklı oldukları bilinmelidir.

Türkiye’de Kentlerin Ortaya Çıkışı Sosyal bilimciler genellikle, kentlerin ortaya çıkışı ile uygarlıkların doğuşuna eş anlamlı olarak bakarlar. Neolitikte en büyük kentlerin nüfuslarının 15-20 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemiz elverişli doğal ve beşeri koşullara bağlı olarak, yeryüzündeki ilk yerleşime açılan bölgelerindendir.

Şehirlerin kuruluş ve gelişmesinde doğal ortam koşulları, çevresinin etki merkezi olması, ticari faaliyetleri, önemli yol kavşakları ve güzergahlarında bulunması, el sanatlarının gelişmesi, ekonomik faaliyetler ve dini inanışlar etkili olmuştur. Bergama, Efes, Priene ve Milet (Aydın), Truva, Perge, Belkıs ve Side (Antalya) ve Sard (Manisa) önemli antik kentlerdir.

Selçuklular Dönemi Anadolu’daki kent yerleşmelerinin en önemli gelişme evrelerinden biridir. Bu dönemde kent yerleşmeleri birer ticari merkeze dönüşmüştür. Bu dönemde kentlerde işbölümü gelişmiştir. Bu dönemde kervansaraylar önem kazanmıştır. Sivas, Kayseri, Aksaray, Erzurum, Malatya, Elazığ (Harput), Sinop, Antalya ve Alanya önemlidir.

Moğol istilası bu düzeni bozmuştur. Anadolu Selçuklularından sonra Beylikler döneminde de bu düzen korunmaya çalışılmıştır.

Osmanlı Dönemi Osmanlıların Anadolu’da birliği sağlaması sosyal ve iktisadi hayatın gelişmesine sebep olmuştur. Bu durum 17.yy’a kadar devam etmiştir. Osmanlılar döneminde ekonomik hayat şehirlerde daha çok küçük imalat sanayi ile ticaret ve el sanatlarına; kır kesiminde ziraata, konar göçerlerde ise hayvancılığa dayanıyordu.

Bursa, Edirne, Diyarbakır, Manisa, Tokat ve Trabzon gibi kentler gelişme göstermiştir. Kentlerin gerilemesinde, isyanlar, işgaller, istilalar, Avrupa ile rekabet edilememesi, kır ile şehirlerin arasındaki bağlantıların kopması vergi toprak düzeninin bozulmasına sebep olmuştur.

Cumhuriyet Dönemi 1920’li yıllardan itibaren kırsal yerleşmelerde yaşayanlar eski asli uğraşlarına dönmüşlerdir. Hayvancılık ve ziraat faaliyetleri canlanmıştır. Sanayi faaliyetlerine bağlı kentleşme 1950’den sonra belirginleşmiştir. Demiryollarında meydana gelen gelişmeler kentlerin büyümesinde etkili olmuştur (Eskişehir). 1950’li yıllarda demiryolunun yerini karayolu almıştır. Cumhuriyet döneminde bazı kentlerin gelişmesinde yurt dışından gelen göçmenlerin de etkisi olmuştur.

Ekonomik Fonksiyonlarına Göre Şehirler Tarım Şehirleri (Bafra, Çarşamba, Bergama, Söke, Salihli, Kırşehir, Aksaray, Karaman, Iğdır, Erzincan ve Şanlıurfa). Sanayi Şehirleri (Karabük, İskenderun, Batman, Kırıkkale, İzmit, Gaziantep) Madencilik Şehirleri (Afşin, Elbistan, Divriği, Soma) Ticaret Şehirleri (İstanbul, İzmir, Mersin).

Liman Şehirleri (İstanbul, izmir, Mersin, samsun) Kültür (İstanbul, Sivas, Konya, Edirne, Konya, Erzurum) Hizmet (İstanbul, Ankara, İzmir) İdari (Ankara) Askeri (Kırkağaç, Eğirdir, Isparta, Sarıkamış, Bilecik) Turizm (Antalya, Bodrum, Marmaris, Ürgüp, Göreme)

Kentleşmeye Bağlı Olarak Ortaya Çıkan Sorunlar Çarpık kentleşme Çevre sorunları Trafik Eğitim ve sağlık sorunları Alt yapı yetersizliği İşsizlik

Çağdaş Kentleşmenin Özellikleri Günümüzdeki kentleşme hareketleri, geçen yüzyılın kentleşme hareketlerinden birkaç noktada ayrılır. 19.yüzyılın büyük kentleri hammadde kaynaklarından ve maden havzalarından Avrupa ve Kuzey Amerika’ya dışsatım yapılan, buna karşılık o ülkelerden getirilen sanayi mallarının alındığı ve dağıtıldığı geçiş merkezleri konumda idiler. Rio de Janeiro, Bombay, Şangay gibi.

Bu kentler, yerli ve yabancı işadamlarının toplandığı, sömürgeci bir ekonomik ve siyasal düzenin ürünü olan kentlerdi. Bu tip kentleşmeye bağımlı kentleşme (L’Urbanisation dépendante) denir. Oysa, aynı yüzyılın Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinde nüfus birikimi, sanayi devriminin yarattığı büyük sanayi kuruluşlarının çevresinde olmuştur.

Bugünün azgelişmiş ülkelerinin hemen hemen hepsinde gözlemlenen kentleşme biçimi, Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinin sanayiye dayalı kentleşmesinden çok, sömürgecilik çağının kentleşme biçimini andırır (sanayide çalışan nüfus azdır). 20.yüzyılın kentleşmesini bir önceki yüzyıldan ayıran en önemli özelliklerinden biri de, çağımızın bir nüfus patlaması çağı olmasıdır.

Sanayileşmiş toplumlarda kentleşme, tarihsel gelişim içinde genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise sanayileşme, kentleşmeyi yavaş bir hızla arkadan izlemektedir. Batı’da kentleşme liberal bir ekonomik düzen içinde başlamış ve gelişmiştir. Bugün ise bir çok ülkede müdahaleci yönetimler kentleşme sorunlarını çözmeye çalışmaktadır.

Kentleşme Nedenleri Ekonomik Teknolojik Siyasal Sosyopsikolojik

Ekonomik Nedenler Ekonomik nedenlerden bir kısmı, köylü nüfusu köyünden iten, tarım kesiminin içinde bulunduğu koşullardan kaynak alan nedenlerdir. Bunlara itici (push) etmenler adı da verilir. Kapitalistleşmiş tarım işletmeleri, tarımdaki işgücünün azalmasını özendirici etkide bulunmaktadır (makineleşme).

Azgelişmiş ülkelerde, tarımın verimliliği ve kişi başına düşen tarımsal gelir köylüyü köyünde tutmaya yetecek düzeyde değildir. Tarım topraklarının küçülmesi, iklim koşulları ve erozyon bu itici etmenleri güçlendirir. Kentlerdeki iş olanakları ve kentsel yaşam tarzının imkanları çekici etmenler (pull) olarak karşımıza çıkar.

Goodall kentleşmenin ekonomik üstünlüklerini 5 noktada toplamaktadır. Uzmanlaşma: Büyük çapta üretimi kolaylaştırarak, üretim sürecinin bölünmesini olanaklı kılarak, çok sayıda uzmana ihtiyaç duyar. Dışsal tasarruf: Birbirinin tamamlayıcısı olan, birbirinin ürettiği mal ve hizmetlere gereksinme duyan, üretim birimlerinin aynı yerleşme yerini tercih etmesi durumunda sağladıkları ekonomik yararlardır.

3. Kentleşme tasarrufları: ucuz ve kullanışlı bir ulaşım sistemi, işyeri yapmak için elverişli arsa ve arazi, çeşitli yardımcı hizmetler, araştırma ve eğitim kolaylıkları, hammadde bolluğu. 4. Ucuz ve kalifiye işgücü bulmanın kolaylığı. Kentlerde kişi başına gelir, tarım kesimindeki gelire oranla yüksektir. Sendikalar gibi kentsel örgütler, kentteki emeğin fiyatını, kırsal alanlara oranla yükseltmiştir. Bankacılık ve girişim gücü yönünden de üstünlük sunan yerlerdir. 5. Kentte yaşayanlar insanlar köylerde bulmaları güç olan türlü mal ve hizmetlere erişebilir.

Teknolojik Nedenler Sanayi devrimi ve tarımdaki gelişmeler, kentleşmenin hızlanmasını teknolojik gelişmelerle birlikte sağlamıştır. Artan üretimin kentleşmede rol oynaması, Ürünün kolay ve ucuz taşınmasını sağlayacak teknolojik araçların gelişmesine bağlıdır. Buhar makinesinin keşfedilmesiyle birlikte çeşitli üretim etkinliklerinin, bir yandan da yönetim hizmetinin ve dağıtım etkinliklerinin fabrikaların yanında birikmesine yol açmıştır.

Buhar gücünün nüfusu yoğunlaştırıcı etkisine paralel olarak, elektrik enerjisi de kent merkezine akın eden nüfusu kentin çevresine dağılmasına önemli bir rol oynamıştır. Banliyöleşme ve metropolitenleşme gibi olaylar otomobil çağının ürünleridir. 20. yüzyılın ikinci yarısında iletişim ve bilgisayar teknolojilerindeki ilerlemeler kentleşmeyi derinden etkilemiştir.

Siyasal Nedenler Çeşitli düzeylerde alınan siyasal kararlar, yönetim yapısının özellikleri, hukuk kurumları ve uluslar arası ilişkiler de kentleşmeyi özendirici olabilir. İngiltere’de 1946 yılında çıkarılan bir yasa ile kentleşme Londra çevresine kurulacak yeni kentlere yöneltilmiştir. Savaşlar ve siyasal anlaşmazlıklar da kentleşmeye etki yapar. 1947’de Pakistan ve Hindistan’ın ayrılması, Filistinli göçmenlerin Ürdün’e sığınması, özellikle başkent Amman’ın nüfusunu artırmıştır.

Gezme, yerleşme ve ticaret özgürlüklerinin artması kentleşme üzerinde etkilidir. Kentlerin başkent statüsü alması, bulundukları bölgeyi etkiler (Ankara, Canberra, Brasilia, Bonn). Tarım topraklarının büyük kısmının, kiracı olarak çalışan çiftçi ailelerce kullanıldığı ülkelerde, kentlere büyük nüfus akınları olur.

Sosyo-psikolojik Nedenler Bu nedenler köy ve kent yaşam biçimleri arasındaki farklardan kaynaklanır. Bunlara genellikle kentlerin çekici özelikleri gözüyle bakılır. Kentlerin nispeten özgür havası ve kendini gerçekleştirme duygusu da kente olan göçler üzerinde etkili olan faktörlerdir.

Kentleşme ve Kalkınma Kuramsal olarak kentleşme, sanayileşmekte, kalkınmakta olan, Rostow’un deyimiyle kalkış (take-off) aşamasına varmış toplumlarda hız kazanır. Bunun içindir ki, kentleşme hemen hemen her ülkede tarımsal nüfusun azalmasını, buna karşılık tarım dışı alanlardaki nüfus oranının artmasını gerekli kılmıştır.

Hızlı kalkınmanın gerektirdiği yatırımlar kentlerde yapıldığı, sanayi ve hizmet kesimlerinin aradığı gelişme ortamı kentlerde yaratıldığı için kentleşmenin kalkınmanın yaratıcı ve hızlandırıcı bir etmeni olduğu öne sürülür. Oysa bugün, hızla kentleştiği görülen görülen ülkelerden birçoğunda durum bunun tersidir. Kentler sanayi işçisi yerine işsizlerle, gizli işsizlerle ve marjinal sektörlerde çalışanlarca doldurulur.

Azgelişmiş Ülkeler ve Aşırı Kentleşme Azgelişmiş ülkelerin kentleşmesi hızlı, çarpık, sağlıksız, aşırı vs gibi terimlerle ifade edilir. Bu ülkelerde kentleşme sanayileşmeden önde gitmekte faal nüfus doğrudan tarımdan hizmet sektörüne geçmektedir. Bu terimlerle tanımlanmaya çalışılan özellikler: 1- Kentleşmenin, demografik bir süreç olarak sanayileşmiş ülkelere oranla hızla artması 2- Büyük ve çok büyük kentlerin, orta büyüklükteki ve küçük kentlere oranla daha hızlı büyümesi

3- Kentleşme hareketlerinin kimi coğrafi bölgelerdeki kentlere yönelmiş olması nedeniyle, kimi bölgelerin kentleşme oranının düşük düzeyde kalması 4- Kentleşen nüfusun kent ve kamu hizmetleri gereksinimlerinin karşılanmasında yetersizliklerin görülmesi 5- Kentleşen nüfusun çalışmasına olanak verecek temel sanayi yatırımlarının yapılamaması yüzünden, işgücünün marjinal mesleklerde yığılması.

Kentleşme ve Siyasal Davranışlar Kentleşme çağdaşlaşmanın ve gelişmenin bir ölçüsü olarak kabul edilince, onun da siyasal katılmayı özendirmesini beklemek doğaldır. Kentleşmenin kente getirdiği kitlelerin kullandıkları oyun “yönü” önemlidir. Bu konu ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Kentleşme sonucu ortaya çıkan gecekondularda, çoğunlukla hizmet kesimini oluşturan marjinal grupların siyasal davranışları “tutucu” yöndedir.

Çünkü bu gruplar köylerindeki oranla daha fazla para kazanmakta ve bir gecekonduya sahip olduklarından kendilerini daha fazla güvenlikte görmekte ve çeşitli belediye hizmetlerinden yararlanmaktadırlar. Bu durumda bu kitleler “düzen değiştirici-devrimci” olmaları için bir neden kalmamaktadır.

Bir başka görüş ise, kentleşen kitlelerin siyasal davranışlarının devrimci yönde gelişeceğini varsaymaktadır. Yoksullaşan ve her an patlamaya hazır hale gelen bu kitleler, siyasal yönden kendilerine kolay biçim verilebilen devrimci kümelerdir. Çünkü bu ikinci kuşaktan çocuklar, kentsel bir ortamda yetişmekte ve bu çevrenin özlem ve istekleriyle beslenmektedirler.

Büyük Kent Olgusu Genel bir ifade ile nüfusu 1 milyonu aşan kentlere metropoliten kent (anakent) denir. Metropoliten kentlerin çevresindeki yerleşmelerin kentleşme hızı, metropoliten kente yaklaşmış veya geçmiş ise metropoliten bölge adı da verilmektedir. Metropoliten kentlerin ikamet ve sanayi yerleşmeleri için çekici olmaktan çıkması banliyöleşme (yörekent) hareketini başlatmıştır.

Elektriğin, hızlı ulaşım araçlarının, otomobilin, iletişimin gelişmesi de bu durumu desteklemiştir. Gelişmiş ülkelerde metropolitenleşme, varlıklı sınıfların kent merkezinin gürültüsünden, pisliğinden yeni ve temiz semtlere kaçma isteğinden meydana gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise kente gelen köylü kitlelerin ucuz toprak bulabildikleri ve gecekondu yapmayı başarabildikleri yerler olduğundan hızla gelişmektedir.

Gelişmekte ola ülkelerde kentleşmenin büyük kentlere yönelmesi ülkede bir kentin öteki kentler aleyhine ölçüsüz olarak büyümesine yol açar. Ülkenin Tek büyük kenti (primate city) durumuna gelir. En büyük bir yada birkaç kentle, çok sayıda küçük kent ve kasabanın oluşturduğu bu yerleşme yapısı, günümüzün az gelişmiş ülkelerinin çoğunda görülür. İstanbul, Kahire, Tahran, Caracas, Santiago, Karaçi.

Yeni Kent-Uydu Kent-Köykent Yeni kent kavramını ilk olarak İngilizler Ebenezer Howard tarafından geliştirilen Bahçe Kent (Garden City) düşüncesinin uygulanabilmesi için kullanmışlardır. Londra’da nüfus yoğunlaşmasının ekonomik, toplumsal ve stratejik sakıncaları ortaya konduğundan nüfusu ve sanayiyi dengeli bir biçimde ülkeye yaymak istemişlerdir.

Bugün sayıları 40’ı bulan bu kentlerde köylerin huzuru, sessizliği yeşilliği açık ve temiz havası sağlık koşulları ile kentlerin bilgisi, görgüsü, teknik olanakları, siyasal dayanışma gücü ve ekonomik olanakları birleştirilmek istenmiştir. Yeni kurulacak sanayi kuruluşlarının bu kentlere gitmesi özendirilmiştir. Ancak kurulan bu kentlerin durumu halen tartışmalıdır.

Kentlerin çevresinde ekonomik ve toplumsal gereksinimleri bakımından bağlı bulundukları anakente dayanan yerleşmelere ise uydukent (satellite city) adı verilmektedir. Bu kentlere bazen yatakhane (dormitory town) kent adı da verilmektedir. Buralarda oturanlar gündüz çalışmak ya da alış veriş yapmak için kent merkezine gider, akşamları uydu kente dönerler.

Köy-kent, kırsal kesim nüfusunun toplumsal, kültürel, ekonomik ve kamusal gereksinimlerini karşılayacak biçimde donatılmış kırsal yerleşim birimi olarak tanımlanabilir. Buradaki temel amaç köylerden kentlere olan göçleri önlemektir.

Kentleşme Politikaları Köylerden kentlere olan nüfus akınlarının hızını, biçimini, coğrafi dağılışını, ülkenin kalkınmasına yardım edecek biçimde etkileyen eşgüdümlü politikaların tümüne kentleşme politikaları denilmektedir. Bazı bilim adamları, kentleşmenin hızını ve biçimini arz ve talep yasalarının etkilerine açık tutmak gerektiği düşüncesindedirler.

Bazı ülkeler ise kentleşmenin hızını kesmek için bazı tedbirler almışlardır. Ancak genellikle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Toprak reformları bu uygulamaların başında gelir (Hindistan). Bazı ülkeler ise nüfusun ülke yüzeyine dengeli dağılması için desantralizasyon deneyimi yaşamışlardır. İngiltere, Fransa, Çin, Sovyet Rusya, Hindistan.

Desantralizasyonun karşıtı ise büyük metropoller yaratmaktır. Metropoller, kalkınmanın ilk evrelerindeki ülkelerde, kimi ekonomik üstünlükler sağlamasına karşın, türlü toplumsal sorunlar yaratmakta ve bölgesel dengesizliklerin büyümesine yol açmaktadır.

Küreselleşme ve Kent Küreselleşme, 20.yüzyılın son yıllarında insanlığın kullandığı başlıca kavramlar arasındadır. Toplumların, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yaşamını yakından etkilemeye başladı. İletişim teknolojisindeki baş döndürücü ilerlemeler yeryüzünde uzaklık kavramını eskitti.

Devletler arasındaki sınırlar, yalnız uluslar arası bölgesel kuruluşlar çevresinde değil, bütün dünyada önemini giderek yitirmeye yüz tuttu. Hatta ulusal egemenlik kavramının bile gücünü yitirmekte olduğunu gösteren gelişmeler var. Gerçekte küreselleşme, kapitalizmin ortak bir yaşam biçimi olarak yaygınlık kazanması, uluslar arası sermayenin yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmesi anlamına gelir.

1980’lerin sonunda SSCB’nin yıkılması küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Geleneksel kamu yararı anlayışının yerini bireylerin, özel girişimcinin, sermaye sahiplerinin çıkarlarının toplamından oluşan “yeni bir kamu yararı anlayışı” ortaya çıkmıştır. Kamunun ekonomik ve toplumsal yaşamdaki etkinliğinin azaltılması sonucunda, küresel sermaye kentsel çevredeki eşitsizlik ve adaletsizlikleri alabildiğine artırıcı etkiler yapar.

Kamu hizmetlerinin ederi Pazar kurallarına göre belirlenmekte, kentlerin dar gelirli sınıfları açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Küreselleşme, ülkede kimi kentleri “dünya kenti” durumuna getirebilmek için büyük iş ve ticaret merkezleriyle bağlantı haline geçirmiştir.

Türkiye’de Kentleşme Kent tespitinde çeşitli kriterler vardır. Bunlar en önemlileri nüfus ve yönetsel ölçütlerdir. 10 binden fazla olan yerleşmeler kent olarak ele alınırsa; Türkiye’de kentleşme oranı % 62’dir (2000 nüfus sayımı). İl ve ilçe merkezleri esas alınacak olursa bu oran % 65’e çıkmaktadır.

KENTLİ NÜFUS Yıllar 10 Bin ve üstü % İl ve ilçe Mer. 1927 2 236 085 16,4 3 305 879 24,2 1950 4 883 865 18,5 5 244 337 25 1980 20 330265 45,4 19 645 007 43,9 2000 41 713 716 61,7 44 006 274 64,9

Ülkemizde kent sayısı sürekli bir artış içerisindedir (10 bin kriteri). Türkiye’de ortalama kent büyüklüğü de sürekli artmaktadır. 1935’te 33 bin, 1980’de 63 bin ve 2000 yılında 88 bine ulaşmıştır.

A. Kent Büyüklüklerine Göre Kentleşme 1960-2000 yılları arasında artan kentsel nüfusun çok büyük çoğunluğu (% 75’i), 100 bin ve daha fazla nüfuslu kentlere yerleşmişlerdir. Nüfusu 1 milyonu aşan kentlerimizin, kentsel nüfus içindeki payları % 40’ı aşmıştır. Kentlere yeni göç edenler ve zengin aileler kent merkezlerinden ziyade genellikle çevredeki alanlara yerleşmeyi tercih etmektedir. Bundan dolayı kent merkezindeki nüfus artışı çevresindeki artıştan çok daha yavaş olmaktadır.

Tek Tek Kentlerin Durumu 1970-75 Döneminde kentleşme hızı en yüksek olan yerleşmeler Kırıkkale, Batman, İstanbul, Yalova, Kocaeli (Gebze), Seydişehir, Ankara, İzmir, Mersin ve Adana olmuştur. 1980-85 Döneminde Gümüşhane, Ordu, Mersin, Tunceli, Antalya, Adana, Gebze ve Bandırma büyüyen yerleşmelerdir. 1985-90 Döneminde İstanbul, Çeşme, Antalya, Kocaeli (Gebze), Ankara, Kayseri ile Doğu ve GD Anadolu’daki iller yerleşmeler hızlı büyümüştür.

1990-97 Arasında yine Doğu ve GD Anadolu Bölgesi’ndeki kent merkezlerinin nüfusu hızlı büyümüştür. Bunun yanı sıra; İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Antalya, Bursa, Denizli, Diyarbakır, Mersin, Şanlıurfa, Van, Yalova ve Düzce hızlı büyüyen yerleşmelerdir.

Türkiye’ye Özgü Kentleşme Nedenleri Kentleşme itici (push), iletici ve çekici (pull) güçlerin etkisi altında oluşan ve değişen bir nüfus hareketidir. İtici Güçler: Ülkemizde tarım kesimine egemen bulunan koşullarda özellikle son elli yılda büyük değişmeler olmuş, bu değişmeler köylüyü tarımdan dışarı itmiştir. Verim düşüklüğü, tarımsal gelirin azlığı, gelirin ve toprak sahipliğinin dengesiz dağılımı, tarım topraklarının çok parçalanmış olması ve makineleşme 1950’lerden beri Türk tarımını önemli ölçüde etkilemiştir.

Coğrafi Bölgelerin Kentleşme Düzeyleri (2000) Marmara % 78 Ege % 62 İç Anadolu % 62 Akdeniz % 60 GD Anadolu % 56 Doğu Anadolu % 47 Karadeniz % 41

İletici Güçler: Taşıma ve haberleşme olanaklarındaki gelişmelerdir. Kentleşme hareketleri; mal ve hizmet alışverişinin belli taşıma ve haberleşme ağları içinde merkezileşmiş belli yerleşim yerleri ile bunlara bağlı çeşitli düzeylerdeki yerleşmeler arasındaki yoğunlaşmalardan doğmaktadır. Bu nedenle kentleşmeyi, mal ve hizmet dağıtımının ve bu dağıtım işlevinin gerektirdiği bir işbölümü, uzmanlaşma ve nüfusun toplanma süreci olarak ele almak mümkündür. Ulaştırma ve haberleşmenin ulusal gelir içindeki payı sürekli artmaktadır.

Çekici Güçler: Çalışma, sağlık, eğitim, alt yapı, ulaşım ve haberleşme imkanlarının fazla olması. Özgürlüklerin kırsal alanlara göre daha fazla olması kentlerde yaşama isteğini artıran sebeplerdir.

Farklı Sistemlerde Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması I. Kapitalist Ülkelerde Kent ve Kentleşme: Kapitalizm üretim araçlarının genel olarak bireylerin elinde bulunduğu ve kar sağlamak amacıyla üretim yapılan bir ekonomik sistemdir. Kapitalist sistemlerde, kentlerin iç yapısında (mahalleler) belirgin sınıfsal farklılaşmalar görülür. Toprak ve konut geniş ölçüde ticarete konu olur. Bu sistemde arsa değerlerinin, spekülasyon sonucunda alabildiğine artmasına olumlu gözle dahi bakılabilir.

Konut yapımını özel kesim üstlenmiştir Konut yapımını özel kesim üstlenmiştir. Bununla birlikte arsa spekülasyonunun dar gelirli aileleri ezmesini önleyen toplumsal bazı yasalar da çıkarılmıştır. Kapitalist sistem, kent ve kentleşme olguları karşısında düşünsel temellerine aykırı düşse , de, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsizler” kuralının katılığını bir ölçüde tek etmek zorunda kalmıştır (Laissez faire, laissez passer).

Geri kalmış ülkelerde görülen aşırı kentleşme (hyper urbanization) sanayileşmeye dayanmadığından, bu durum bağımlı kentleşme ile açıklanmaktadır (Manuel Castells). Bağımlı kentleşme, geri kalmış ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki asimetrik ilişkiler çerçevesinde gelişir. Gelişmiş ülke az gelişmiş ülke üzerinde sömürücü ticaret kapitalizmine dayanan bir üstünlük kurar.

II. Sosyalist toplumlarda kent ve kentleşme: Sosyalizmde temel öğe üretim araçlarının özel mülke konu olmaması ve kamuya mal edilmiş bulunmasıdır. Bir kentin çeşitli semtleri arasında keskin ve açık çelişkilerin bulunmaması, oturma alanlarının kalitesi, insanların konut ve temel kent hizmetleri gibi en temel gereksinimlerinin belli bir düzeyde karşılanmış olması, toplumsal yapının kentler arasında ve kentlerin bütün kesimlerinde türdeşlik göstermesi, sosyalist kentin dayandığı temel ilkelerdir.

Gecekondu ve büyük kentlerde yaşayan işsizler ordusu, sosyalist ülkelerin kentlerine yabancı olgulardır. Sosyalist kentin her yanı, bir kural olarak toplumun tümüne açık, sınıfsız bir toplum yapısını yansıtıcı nitelikte değilse kendi felsefesine ters düşer.

Sosyalist Toplumlarda Kent ve Bölge Planlaması 1. Her türlü toprak üzerinde özel mülkiyet hakkı kaldırılmış ve toprağın rantı toplumun yararı için kullanılmaya sunulmuştur. Bu ilke devlete ve planlama organlarına, kentlerin yapısına istenen biçimin verilmesi için bir olanak sağlar. 2. Sosyalist kent planlamasının ikinci ilkesi standartlaşmadır. Konutun standartlaşması için ölçütler saptamak, sosyalist kent plancılarının kabul ettikleri temel ilkelerdendir.

3. Kentler için en elverişli ve uygun büyüklüğün sağlanması. Bu ilkeye göre, kentlerin en uygun büyüklüklerini o kentin üretici gücü belirler. Artan nüfus uydu kentlere yönlendirilmelidir. Böylece kapitalist ülkelerdeki büyük kentlerin sefaletinden kurtulmak ve küçük kentleri ülke yüzeyine yayarak kent-köy ayırımını gidermek mümkün olacaktır.

4. Kapitalist ülkelerin bir iş ve ticaret merkezi olan, kent merkezleri; sosyalist ülkelerde daha çok siyasal, kültürel ve yönetimsel bir kimliğe sahip olmasıdır. 5. Sosyalist kent planları merkezi planlama ile bağlantılıdır. 6. Kapitalist sanayi ülkelerinde halkın planlama sürecine katılması olgusuna, sosyalist kent planlamasında rastlanamaz.

7. Sosyalist kent planlamasında kitlelerin konut gereksinmelerine öncelik verilir. 8. Spor alanları, parklar, hastane ve banyolar mikrorayon (blokların birleşiminden meydana gelir) denilen oturma alanlarına göre planlanmaktadır. Amaç kentte türdeşlik ve eşitlik sağlamaktır.

Kent Tanımları DİE (TÜİK) yayınlarında il ve ilçe nüfusu kentli nüfus olarak sayılmaktadır. Bundan dolayı Türkiye’de kır kent ayrımında idari ayırımın esas alındığı söylenebilir. Köy Kanunu’na göre nüfusu 2000’den aşağı olanlara köy, 2000-20 000 arasında olanlara kasaba ve 20 000’den faza olanlara ise şehir denilmektedir.

DPT planlarında ise nüfusu 10 000’den fazla olan yerleşmeler kent olarak değerlendirilmektedir. Beş yıllık kalkınma planlarında ise nüfusu 20 000’den fazla olan yerleşmeleri kent olarak sayma eğilimi vardır. Ekonomistler ise kenti nüfusun büyük kısmının tarım sektörünün dışında çalıştığı yerleşmeler olarak tanımlamaktadır.

Sosyologların yaptığı kent tanımlamalarının ortak özellikleri ise belli bir nüfus çokluğu, yoğunluk, işbölümü, uzmanlaşma ve türdeş olmama gibi özelliklerdir. Yerleşmelerin sınıflandırılmasında kullanılan kavramlardan biri de büyük kent anlamına gelen metropolis’tir (métropole). Metropolün nüfusunun ne kadar olması gerektiği konusunda kesin bir sayı vermek güçtür.

Genellikle metropoller çevrelerindeki irili ufaklı yerleşmeler ile bir bütün oluşturur. Metropol ile çevresindeki yerleşmeler fiziksel yönden birleşik olmasalar da ekonomik ve toplumsal yönlerden bütünleşmiştir. Bu bütünleşmiş birimlere metropoliten bölge adı verilir. New York, Paris, Londra, Tokyo, İstanbul gibi.

Metropoliten bölgelerin bir araya gelmesinden oluşmuş kentleşmiş bölgelere Megalopolis denilmektedir. Megalopolis ile kast edilen sürekli aralıksız bir kent niteliği gösteren yoğun biçimde sanayileşmiş bir çok büyük metropolün uc uca gelmesinden oluşan coğrafi bölgelerdir. Washington-Boston arası, Tokyo-Nagoya-Osaka arası bu bölgelere örnek verilebilir.

Kent Planlaması Tanımları Thomas Adams, toplumsal ve iktisadi gereksinmeleri göz önünde bulundurarak kentlerin fiziksel gelişmelerinin biçimlenmesine bir yön vermekle ilgili sorunlarla uğraşan bir bilim, bir sanat ve bir uğraş alanı olarak tanımlamaktadır. Howard ise kentsel planlamayı, kentsel alanların değişmesine bir yön verilmesi olarak tanımlamaktadır. Bu niteliğiyle kent planlamasını yapıların, yolların, parkların kamu kuruluşlarının fiziki anlamda düzenlenmesinden daha ileri giden çeşitli toplumsal ve ekonomik amaçların gerçekleştirilmesine yönelik olduğunu belirtir.

Kent Planlamasının Evrimi Tarih boyunca her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri var olagelmiştir. İnsanların yerel ve ortak gereksinmelerini karşılamaları için bir araya toplanmalarından doğan kentler, her çağda ve uygarlık içinde, belli bir düzenleme gerektirmiştir. Ticaret yollarının kesişme noktaları olan Ortaçağ kentlerinde savunma kaygıları yanında ışınsal (radiyal), uzunlama, ağ biçiminde, üçgen, dikdörtgen biçiminde geometrik biçimlerin egemen olduğu görülür. Surlarla çevrili kaleler, Pazar yerleri, yönetim yapıları, meslek loncalarının adı ile anılan sokaklar ortaçağ kentlerini simgeleyen başlıca öğelerdir.

Simetrik, düzgün ve görkemli meydanların, bir meydandan dışa doğru açılan düz ışınların belirlediği yolların nitelediği Rönesans kentleri, bugün bile bu varlıklarını yer yer korumaktadırlar. 17.yüzyılın ikinci yarısını izleyen döneme damgasını vuran barok şehirciliği, krallık rejiminin özelliğine uygun olarak sarayı merkez alan bir biçimde gelişmiştir. Koruların ve parkların kenti süsleyen bir öğe olarak kullanılması, Barok şehirciliğinin bir ürünüdür.

19. Yüzyıl sanayi kentlerinin ortaya çıktığı bir dönemdir. Sanayileşme, kırsal nüfusu hızla büyüyen kent merkezlerine çekmiş ve kentler eskiye oranla çok fazla büyümüştür. Özellikle ulaşım imkanlarının artması kent biçimlerini derinden etkilemiştir. 20. Yüzyıl her alanda olduğu gibi kent planlaması alanında da büyük bir sıçramanın başlangıcıdır.

Ebenezer Howard aşırı kentleşmenin ekonomik ve toplumsal sakıncalarını gidermek, nüfusun daha dengeli dağılışını sağlamak için önerdiği bahçe-kent yaklaşımı ortaya atıldığı tarihe göre çok ileri bir adım sayılmıştır. Howard’a göre ideal yaşam biçimini ne köylerde ne de kentlerde bulma olanağı vardır. Köylerle kentleri bir anlamda evlendirmeyi sağlayan bahçe-kentler, ideal yaşamı gerçekleştirecek yenilikler olarak ileri sürülmüştür.

Kent planlaması hemen hemen bütün ülkelerde aşağıdaki gelişim sürecini izlemiştir. 1) Birinci aşama, kent planlamasının, kentlerin güzelleştirilmesini sağlayan bir uğraşı alanı olarak görülmesidir. Geniş caddeler, görkemli yapılar, büyük ve güzel parklar ve meydanlar, bu anlayışın üzerinde durduğu önemli konulardır.

2) Bu aşamada, kent plancısı ile kent arasındaki ilişki, sanki bir mühendislik firması ile önündeki proje arasındaki arasındaki ilişkiye benzer. Bu aşamada kent planlama görevinin yalnız mimarlar ve mühendisler tarafından yerine getirildiği görülür.

3) Bu aşamada kent plancılığının salt bir teknik uğraşı olmak yerine, ekonomik ve toplumsal etmenlerin de hesaba katıldığı çok yönlü bir çaba olarak dikkate alınmasıdır. Yine bu aşamada teknik elemanlar yanında diğer bilim alanlarında uzmanlaşmış kişilerinde planlama ekipleri içinde yer aldığı görülür.

4) Bu aşamada kentleri, kendi sınırları içinde ele alarak planlamanın yetersizliği kabul edilmiş, çevrelerindeki köy ve kentlerden bağımsız bir planlama yaklaşımının geçerli sayılamayacağı anlaşılmıştır. Metropoliten ve bölge planlaması kent planlamasını, kent sınırlarına doğru genişlemesi sonucunda ortaya çıkmıştır.

5) Bu aşamada planlama eyleminin siyasal boyutları da bu sürece eklenmiştir. Artık günümüzde kent planlamanın siyasal bir temeli ve ilişkileri olduğu kabul edilmektedir. Kamuoyu, baskı kümeleri, yerel yönetim ilişkileri ve nüfuz ticareti kent planlamalarında artık dikkate alınan öğeler olarak ortaya çıkmıştır.

Kent Kuramları I. İnsan Ekolojistlerinin Kuramları Bu kuramlar kent yapısını açıklamayı amaçlayan geleneksel girişimlerdir. Daha çok kent sosyolojisi ve ekolojiden kaynaklarını alır. Hepsinde kentlerin yalnız belirli çevrebilim ilkelerine uygun olarak büyümesi gözlemlenir; gelişmeyi etkileyici dışsal etkenler, örneğin planlı girişimler hesaba katılmaz.

Ortak Özekli Çemberler Kuramı Bu kurama göre kentler içi içe çemberlerin birbirinden ayırdığı işlev bölgelerinden oluşur. En içte bulunan çekirdek merkezi iş ve ticaret bölgesidir. Bunun dışında işyerlerinin istilasına uğramış bir geçiş bölgesi bulunur. Üçüncü halka işyerlerine yakın olmak zorunda bulunan işçilerin oturdukları mahalleleri kapsar.

Dördüncü bölge, iyi konutların bulunduğu oturma bölgesidir. En sonda da genellikle kent sınırları dışına taşan banliyöler (yörekent) yer alır. Ortak merkezli çemberler kuramı, arsa değerlerinin; kent merkezinden çevreye doğru gidildikçe azaldığı gözleminde dayanır.

Bu kuram birçok yönden eleştirilmiştir. Kuramın aşırı derecede basitleştirme olduğuna dikkat çekilerek, hiçbir kentin bu ölçüde düzenli bir gelişme gösteremeyeceği vurgulanmıştır. Bu kuram her yerde ve her zaman gerçeklere uymaz. Bir kentin topoğrafik ve ulaşım özellikleri gibi özellikler bu durumu bozabilir. Son bir eleştiri de, bu kuramın merkezi ya da yerel yönetimlerce uygulanacak toprak denetimlerini ve planlama kararlarını dikkate almamasına karşı yapılmıştır.

Dilimler Kuramı Kurama göre farklı gelir dilimlerinde ve farklı sınıflara üye olanlar, farklı bölgelerde oturur ve gelirlerindeki yükselmeyle, aynı kesim içinde merkezden çevreye doğru hareket ederler. Yüksek standartlı oturma alanları, konut bölgelerinin gelişme yönü üzerinde önemli bir etkendir. Kent daima bu yüksek standartlı oturma alanları yönünde gelişme gösterir. Yine bir çemberin merkezinden çevresine doğru uzayan dilimler biçiminde olmaktadır.

Bu kuram, kenti beş ayrı dilimden oluşan bir organizma olarak görür. Merkezde yer alan bölge merkezi iş ve ticaret bölgesidir. İkinci dilimde hafif sanayi kuruluşu ve toptancılar yer alır. Bu kısım yüksek standartlı oturma alanlarının tam karşısında yer alır. Üçüncü dilim alt sınıfların konutları bölgesidir. Burası sanayi bölgesine yakındır. Eskiden zengin sınıflar otururken, şimdi onların terk ettiği, geçiş halindeki alanlarda da alt sınıf konutlarına rastlanabilir.

Dördüncü ve beşinci dilimler ise sırasıyla orta halli sınıf ve katmanlarla, yüksek gelirli sınıfların oturmalarına ayrılmış durumdadır. Bu kuram gelişmekte olan kentlerin yapısına ortak merkezli çemberler kuramından daha fazla uymaktadır. Yapılan eleştiriler ise; Toplumsal sınıf yapısını gereksiz ölçüde basitleştirmiştir.

19.yy liberalizminin egemen olduğu bir konut düzenini veri olarak alır. Yerel yönetimlerin ve merkezi planlamaların etkilerini hesaba katmaz. Dilim kavramı anlaşılmaz şekilde kullanılmış ve iyi tanımlanmamıştır. Topraktan yaralanmada kümelerin değer yargılarının ve toplumsal davranışların etkisini dikkate almamıştır.

Birden Çok merkezli Büyüme Kuramı Bu kurama göre kentler tek bir merkezin değil, birkaç ayrı merkezin etrafında gelişme göstermiştir. Örneğin; Ankara’da Ulus ve Kızılay, Diyarbakır’da Dağkapı ve Ofis gibi. Bir kent ne kadar büyük ise sahip bulunduğu çekirdek sayısı da o kadar çoktur.

II. Merkezileşen Yerler Kuramı Walter Christaller’in ortaya koyduğu bir kuramdır. Buna göre, kentin başlıca görevi, hinterlandı için bir hizmet merkezi olmak, kısaca çevresine türlü hizmetler sağlamaktır. Kentler çevrelerine sundukları hizmetlerin içeriğine ve önem sırasına göre sıralanabilir. Kentler aynı zamanda sundukları hizmetlere duyulan istem çoğaldığı ölçüde büyürler.

Bu kuram kentlerin büyümesini açıklamak bakımından önemlidir Bu kuram kentlerin büyümesini açıklamak bakımından önemlidir. Çünkü kentle içinde bulunduğu bölge arasındaki ilişkiyi açıklaması değerini artırmaktadır. Ancak ulaşım ve haberleşmede meydana gelen gelişmeler merkezileşen yerler kuramının düzenini bozmuştur. Merkezileşmiş yerlere özgü mal ve hizmetleri belirlemek güçtür. Kullanılan ölçütler de toplumlara göre farklılık gösterebilir.

III. Tek Büyük Kent Kuramı (Primate City) Bu kuram da merkezileşmiş yerler kuramı gibi, bir kentin iç yapısını incelemekten çok, bir ülkede nüfusun dağılışı, kentlerin kademelenmesi ile ilgilidir. Kuram, ülkede nüfusun bir ya da iki merkezde toplanması, ülkenin kaynaklarının merkezlerde emilmekte olması gözlemine dayanır. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda geçerlidir.

Tek büyük kentin ekonomik başarıları ve etkinliği, yetişmiş insan gücü ve teknik eleman sağlama kolaylığı, sermaye azlığı gibi sebepler tek büyük kentin oluşmasında etkilidir. Bu tür gelişen ülkelerde; bölgeler arasındaki dengesizlik oldukça fazladır. Bu durumda çeşitli toplumsal sorunlara yol açmaktadır.

IV. Sıra Büyüklük Kuralı Kentlerin büyüklüğü ile büyüklük sıraları arasında bir bağıntı bulunduğunu varsayar. İkinci büyük kentin nüfusunu 2 ile, 3. kenti 3 ile 4. kenti 4 ile yani bulundukları sıra ile çarpımı sonucu en büyük kentin nüfusu çıkmaktadır. 9, 4.5, 3 ve 2.25 gibi.

V. Toplumbilimcilerin Kent Kuramları Karl Marx (1818-1883) Karl Marx, kente, işbölümünün arttığı bir yerleşim gözü ile bakar. Kenti üretim araçlarının, kapitalin toplanmış olduğu yüksek zevklerin temsil edildiği yerler olarak tanımlar. Kırsal alanları ise yalnızlık ve dağınıklığın simgesi sayar. Artan nüfusa kentlerde iş bulunabileceğini ve kentlerin sanayileşmeden doğduğunu öne sürer.

Marx’a göre gücün ve zenginliğin kaynağı toprak değil, emektir Marx’a göre gücün ve zenginliğin kaynağı toprak değil, emektir. Yiyecek, giyim, kuşam vb bütün gereksinimler emek karşılığında sağlanır. Kentsoyluları ve emekçileri yaratan da kenttir. Kentte, üreticiler üretim birimlerini ellerinde bulundurur. Senyörlerin köylüler karşısındaki rollerini, kentte bunlar üstlenmiştir.

Ticaret ve zanaat büyük kentsoyluları yaratır (burjuvazi) Ticaret ve zanaat büyük kentsoyluları yaratır (burjuvazi). Küçük kentsoylular loncalar içinde toplanmıştır. Kent öyle bir yerleşim yeridir ki, çıkar ve çelişki kümelerinden kendine özgü bir bilinç yaratarak, sınıf yapısının doğmasına yol açar.

Emile Durkheim (1858-1917) Durkheim kenti işbölümü ve dayanışma kavramlarıyla ilişkili olarak ele alır. Kentleşme işbölümünü artırır. Ona göre, topluma işbölümü iki etmenle artar. 1- Nüfus yoğunluğundaki artış 2- Toplumsal ilişkilerle meydana gelen yoğunluk Mesleki ve toplumsal işbölümü arttıkça, yerelliğin önemini yitirdiğini savunur.

Max Weber (1864-1920) Weber’e göre nüfus, bir kent kavramlaştırmasında yeterli bir ölçü olamaz. Önemli olan kentin ekonomik ve siyasal örgütlenme biçimidir. Kent sürekli bir Pazar yeridir. Kentin ekonomik işlevi, hem o yerleşim yerinde yaşayanların, hem de bir ölçüde art bölgesinde yaşayanların beslenmesini sağlar.

Weber, tüketim kenti ile üretim kentini birbirinden ayırt eder. Tüketim kentleri antik ortaçağ kentleridir. Üretim kenti ise çağdaş, kentin dışı için üretim yapan fabrikaların zanaatların bulunduğu kenttir.

Louis Wirth Kenti üç özelliğin karakterize ettiğini varsaymıştır. Nüfus büyüklüğü, yoğunluk ve heterojenliktir. Ulaşım ve iletişim alanındaki ilerlemelerin köy-kent ayrımını giderek ortadan kaldırdığını savunmuştur.

Ortadoğu ve İslam Kültürü Etkisindeki Kent İslam kenti üç temel öğe üzerine oturur: Cami, pazaryeri ve hamam. Cami yakınında; medreseler, kitapçılar, dericiler ve ayakkabıcılar yer alır. Daha sonra marangozlar, çilingirler ve bakırcılar yer alır. Demirciler onların uzağında yer alır. Pazaryerlerinin yapısı hemen hemen bütün İslam kentlerinde aynıdır. Aynı malların üreticileri birbirlerine yakındır. Ticaret konusu olan malların çoğu ilkel tüketim mallarıdır.

Müslüman evleri mahremiyeti en üst düzeyde sağlayacak şekilde planlamıştır. Günümüz İslam kentlerinde eski kentlerin yanında Avrupai tarzda inşa edilmiş bir de yeni kent bulunur. Kapalı çarşılar, Pazar yerlerinin iç düzeni birbirine yakındır.

Feodal Kent-Sanayi Kenti Ayrımı 1. Sanayi Öncesi Kent Dinsel ve yönetsel merkezlerdir. Ekonomik işlevleri ikinci planda kalmıştır. Seçkinler kent merkezinde yaşar. Her uğraş kümesi (lonca), belli bir sokak ya da mahallede yaşar. Loncalar rekabeti önler ve fiyatları belirler. Zanaatkarlar malın hem yapımı hem de pazarlamasıyla uğraşır.

2. Sanayi Kenti Ticaret ve sanayi merkezleridir. Uzmanlaşma ve işbölümü vardır. Oturma ve çalışma alanları birbirinden belirli çizgilerle ayrılır. Üst ve orta sınıflar kentin dış mahallelerinde otururlar. Sanayi kentinde kadınlar çalışma yaşamına katılmışlardır.

Din, kentlerin yaşamında etkili olmakla birlikte, etkisi azalmıştır. Türkiye’de gelişmekte olan kentler sanayileşmekte olan kentler kümesine girer. Ancak yer yer sanayi öncesi kent yapısı bütünüyle kaybolmamıştır.

Neomarksist Kentsel Politika Yaklaşımları Manuel Castells ve Lefebvre önemli temsilcileridir. Bu yazarlara göre; Kentsel sistem, emeğin tüketim yoluyla yeniden üretilmesi sürecinin bir parçasıdır. Kitlesel tüketim konusu olan kent hizmetleri geniş ölçüde siyasallaşmaya elverişlidir. Bu siyasallaşma kentsel toplumsal hareketlere yol açar ve kapitalist sistemin çökertilmesiyle sonuçlanabilir.

Bu araştırıcılar toplu konut, yoksulluk yuvalarının temizlenmesi, kentsel yenilenme, kentsel toplumsal hareketler üzerine çalışmışlardır. Kent hizmetlerinin sağlanmasında devletin rol almasını; toplumsal çatışmaları yatıştırma, kapitalistlerin çıkarlarını uzun dönemde güvence altına alma, işgücünün yeniden üretilmesi sürecini kolaylaştırma amacıyla üstlendiği biçiminde açıklar. Bir başka deyişle (Althusserci yaklaşımla) devletin, burjuvaların ve kapitalizmin çıkarlarını savunmak, güvenceye bağlamak için var olacağı iddiasında birleşirler.

Kent Planlaması Kuramları I. Klasik Kent Planlaması Yaklaşımı Klasik şehircilik, planlamayı üç aşamalı bir eylem olarak görür. 1- Etüt ve araştırma 2- Fiilen plan yapma 3- Uygulama Bu üç aşamalı eylemin başlıca amacı; sağlıklı, rahat, güzel ve estetik (tartışmalı) yerleşmeler oluşturmaktır.

Klasik şehircilikte, bu işlevler belli ölçekteki paftalar, haritalar üzerinde gösterilir. Bu teknik bir çabadır. Bu nedenle, klasik kentçilik yaklaşımı, kent planlamasını mimarlık ve mühendislik projesi gibi görür. Başlıca uygulama araçları bölgeleme (zoning) ve parselleme gibi araçlardır.

İmar planı kentin yalnız fiziksel gelişimini konu edinen, toprak kullanılış biçimlerini gösteren plandır. Kent planı (nazım plan) ise bundan daha geniş bir kavramdır. Bu planlar genellikle 20-25 yıllık süreler için hazırlanır. Türkiye’de egemen olan kent planlaması yaklaşımı klasik yaklaşımdır.

II. Klasik Kent Planlamasına Yapılan Eleştiriler Nazım plan teknik bir belgedir. Halka değil yerel yönetim organlarına seslenir. Durağan bir yaklaşımdır. Nasıl gerçekleştirileceği net değildir. Fiziksel niteliği ağır basan planlardır. Toplumsal ve ekonomik mal oluşun önemli rolünü göz ardı etmiştir. Politikacıların ve yöneticilerin hareket özgürlüğünü kısıtlar.

III. Geniş Kapsamlı Kent Planlaması Bu yaklaşım planlmayı, bir toprak kullanım planı olarak değil (land use plan), kentin tüm gelişmesinin bir aracı olarak görür. Bu anlamdaki planların kapsamına yalnız fiziksel yönler değil toplumsal, ekonomik ve idari yönler de girer. Belirli bir program dahilinde ve geniş kapsamlı olarak uygulanır.

Kent, belli yönetsel sınırlar içinde kalan bir yerleşme olarak ele alınmaz. Çevresiyle birlikte (hnterland) hesaba katılır. Eşgüdüm tek elden sağlanır (merkezileşme).

IV. Geniş Kapsamlı Planlamaya Yapılan Eleştiriler Kamu yararını saptamak güçtür. Bir kentte yaşayanların ortak amaçta birleşmeleri güçtür. Planlama eylemi teknik bir uğraştır. Politikanın üstünde ve dışında tutulmalıdır. Geniş kapsamlı planlamanın gereksinimlerine yanıt verecek tüm bilgileri elde etmek güçtür. Geniş kapsamlı planlarda süre çok uzun olacağından uygulaması güçtür. Çünkü teknolojik gelişmeler çok hızlıdır.

Kent Planının İçeriği Oturma (ikametgah) alanları, tcaret ve sanayi alanları Kültür ve eğlence alanları Ulaşıma ayrılacak alanlar Kamu binaları Belediye hizmetlerine ayrılmış alanlar (su, elektrik, kanalizasyon) Gecekondu önleme ve temizleme bölgeleri, yeni parseller vs.

Kent Planlama İlkeleri Genellik Geniş kapsamlılık Uzun süreli olma Zorunluluk (uyma) Nesnellik (belli kişi ve gruplara değil, herkese eşit ve adil olarak hazırlanmalıdır). Açıklık (halkın bilgisine sunmak) Esneklik (ilahi kitaplar olmadığından, günün koşullarına göre düzenlenebilir)