Krizi ve 24 Ocak 1980 İstikrar Kararları

Slides:



Advertisements
Benzer bir sunumlar
Fiyat İstikrarı ve Büyüme
Advertisements

TÜRKİYE TIBBİ CİHAZ TEDARİKÇİ PROBLEMLERİ
TÜRKİYE EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARETİ
24 Mart 2006 TBB EKONOMİ ÇALIŞMA GRUBU. Rezerv Politikası Üzerine Türkiye’de kriz sonrası dönemde rezerv hareketleri ve kısa bir “güvence” değerlendirmesi.
Bazı Ekonomilere İlişkin Büyüme Tahminleri
Küresel Büyüme Oranları (%)
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 05 Eylül 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Enflasyon Enflasyon, bir ekonomide para miktarının (nominal gelirin) yine o ekonomideki mal ve hizmet miktarına (reel gelire) göre daha fazla artması nedeniyle.
Döviz Piyasası ve Döviz Kurunun Belirlenmesi
FİNANSAL AMAÇ VE FİNANS FONKSİYONU
Krizin gelişimi 2000’li yılların başında Yunanistan Ekonomisi Avrupa Bölgesinin en hızlı gelişen ekonomilerinden biriydi yılında Küresel krizYunanistan’ı.
YASED BAROMETRE 2006 AĞUSTOS.
1 YASED BAROMETRE 18 MART 2008 İSTANBUL.
Bölüm 25 Toplam Arz- Toplam Talep. 2 Toplam Talep (AD) Monetaristler: AD negatif eğimli, sadece para arzı değişiklikleri kaymasına neden olur. Keynesyenler:
Kamu Borç Stokun Yapısı ve Sorunları R. Hakan ÖZYILDIZ 2013.
22 Eylül 2006 TBB BANKACILIK ALT ÇALIŞMA GRUBU Nurhan Aydoğdu
GÜNCEL EKONOMİK GELİŞMELER VE 2008 OCAK-HAZİRAN DÖNEMİ MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE UYGULAMA SONUÇLARI KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 10 Temmuz 2008 T.C. MALİYE.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 5 Eylül 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
FİNANS SEKTÖRÜNDE YABANCI SERMAYE ARALIK TSPAKB 2 İSTİKRAR  Siyasi istikrar Uluslararası yatırımcıların güvenini sağlayan tek parti hükümeti 
İKT-102 İktisata Giriş II Makro İktisatın Temelleri
DIŞ TİCARET POLİTİKALARI
MALİYE POLİTİKASININ DOĞUŞU
Küresel Piyasalardaki Gelişmeler Işığında Türkiye Ekonomisine ve Bankacılık Sistemine İlişkin Değerlendirmeler Hüseyin Aydın Yönetim Kurulu Başkanı 1 Şubat.
Küresel Kriz Sonrası Türkiye’de Finansal Sistem “Bankacılık Sektörü” Ekrem Keskin Mayıs 2010.
Yüksek ve İstikrarlı Büyüme Perspektifinde Türkiye Ekonomisi
DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER İSA COŞKUN MÜSTEŞAR YARDIMCISI … Mayıs 2009 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER HASAN BASRİ AKTAN MALİYE MÜSTEŞARI Bişkek 13 Nisan 2009 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Uluslararası Gelişmeler, Türkiye Ekonomisine ve Bankacılık Sektörüne Yansımaları Eylül 2009.
Bankacılık sektörü Temmuz-Eylül 2011 dönemindeki gelişmeler 18 Ekim 2011.
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri ve Beklentiler Raporu.
Toplam Talep ve Toplam Arz.
GENEL MAKRO EKONOMİK DEĞERLENDİRME VE 2008 YILI BÜTÇESİ HASAN BASRİ AKTAN MALİYE MÜSTEŞARI 3 Ocak 2008 – İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
Kopenhag Kriterleri Ümit Boynukalın.
Makro İktisat İktisadi Analiz
Bankacılık sektörü 2010 Ocak-Aralık dönemindeki gelişmeler Ocak 2011.
Bankacılık sektörü 2010 yılının ilk yarısındaki gelişmeler “Temmuz 2010”
Uluslararası İşletmecilik Kısım 3 Bölüm 9 – Ödemeler Dengesi
Ünite 9 ENFLASYON PROF. DR. TÜMAY ERTEK
İlaç Sektöründe Ufuk Turu AİFD Tuncay Teksöz Pfizer,Türkiye
Türkiye Bankalar Birliği 49. Genel Kurulu 1 Türkiye Ekonomisi ve Bankacılık Sistemindeki Gelişmeler Ersin Özince Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 15 Ekim 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
PARA TEORİSİ VE PARA POLİTİKASI
7. büyük tekstil ve hammaddeleri 6. büyük hazır giyim ve konfeksiyon
MAKRO EKONOMİ POLİTİKALARI VE TARIM SEKTÖRÜ İLİŞKİLERİ
Kamu Borç Stokun Yapısı ve Sorunları R. Hakan ÖZYILDIZ 2015.
Bankacılık sektörü Nisan-Haziran 2011 dönemindeki gelişmeler 27 Temmuz 2011.
MAKRO EKONOMİ POLİTİKALARI VE TARIM SEKTÖRÜ İLİŞKİLERİ
ABD’deki yüksek riskli mortgage kredilerinden kaynaklanan endişeler artmış ve bankacılık sisteminde bu kredilere ilişkin zararlar derinleşmiştir. Finansal.
MAKRO EKONOMİYE GENEL BAKIŞ
GENEL MAKRO EKONOMİK DEĞERLENDİRME VE 2009 YILI BÜTÇESİ HASAN BASRİ AKTAN MALİYE MÜSTEŞARI 30 Ocak 2009 – İSTANBUL T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
2 Mart 2005 TBB MAKRO EKONOMİ ALT ÇALIŞMA GRUBU. İÇİNDEKİLER - SANAYİ ÜRETİMİ - İSTİHDAM - İSTİHDAM - DIŞ TİCARET - CARİ İŞLEMLER DENGESİ - KAMU MALİYESİ.
Ders 8 Temel Analiz Hüseyin İlker Erçen
Copyright ©2004, South-Western College Publishing Uluslar arası İktisat By Robert J. Carbaugh 9th Edition 1. Bölüm: Uluslar arası İktisat.
PARA POLİTİKASI.
Devlet borçlanması-3.Hafta
Soru 7 Gümrük Birliğinin Türkiye’nin ekonomisi üzerinde etkilerini Türkiye’nin beklentileri ve gerçekleşenler üzerinden tartışınız?
1929 BUHRANI VE türkİye ekonomisi üzerİne etkİleri
2010 YILI BÜTÇE SUNUŞ KONUŞMASI (TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu) Mehmet ŞİMŞEK Maliye Bakanı 26 Ekim 2009.
TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ VE SON GELİŞMELER KEMAL UNAKITAN MALİYE BAKANI 15 Ekim 2008 T.C. MALİYE BAKANLIĞI.
2017 OCAK-NİSAN AYLARI TÜRKİYE VE MALATYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER
MAKROEKONOMİYE GİRİŞ Oya Cesur Demir.
ULUSLARARASI İKTİSAT TEORİSİ
Uluslararası İşletmecilik Kısım 3 Bölüm 9 – Ödemeler Dengesi
İçerik PARA (PARANIN ÖZELLİKLERİ, FONKSİYONLARI, ÇEŞİTLERİ, PARANIN KIYMETİNİN ÖLÇÜLMESİ, ENFLASYON, DEFLASYON, DEVELÜASYON, REVALÜASYON, PARA POLİTİKASI)
Para, Banka ve Finansal Piyasaları Niye Çalışıyoruz?
2018 OCAK AYI TÜRKİYE VE MALATYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER
Uluslararası İşletme Yönetimi
NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ
R. Hakan Özyıldız Kamu bankacılığı R. Hakan Özyıldız
Sunum transkripti:

1978-79 Krizi ve 24 Ocak 1980 İstikrar Kararları Yedinci Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz…

Dönemin Başbakanları Mustafa Bülend Ecevit 5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979 Sami Süleyman Gündoğdu Demirel 12 Kasım 1979 – 12 Eylül 1980

Bülend Ulusu 12 Eylül 1980 – 13 Aralık 1983 Halil Turgut Özal 13 Aralık 1983 – 21 Aralık 1987 21 Aralık 1987 – 31 Ekim 1989

Giriş Aslında planlı yılların ilk alt periyodunda (1963-70 yılları arasında) istikrarlı bir büyüme süreci yakalanmıştır. Bu dönemde yıllık ortalama büyüme hızı %6.5 ve yıllık ortalama enflasyon %5.5 düzeyindedir. Refah seviyesinde yıllık ortalama %3.8’lik artışlar yakalanmıştır.

Oysa, planlı dönemin ikinci alt periyodunda (1973-77 yılları arasında) büyüme süreci devam etmekle birlikte, enflasyonun artışa geçtiği dikkatleri çekmektedir. Yıllık enflasyon rakamları %10 ile %30 arasında değişen düzeylerde olmuş, ortalama enflasyon oranı %18’i aşmıştır. Bu durumun en önemli sebepleri; 1973 petrol krizi ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sebebiyle Türkiye’ye uygulanan ekonomik ambargodur.

1974’ten itibaren ekonomik bunalımın ilk belirtileri hissedilmeye başlanmış, ancak alınan geçici önlemlerle krizin patlak vermesi sürekli ertelenmiştir. Ana hatlarıyla 1956’da yaşanan Döviz krizinin bir benzeri olan bu kriz, 1978-79 yıllarında, daha fazla bastırılamayarak, patlak vermiştir. 1978-79 yıllarında yine bir takım önlemler alınmış, ancak bu önlemler de krizden çıkış için yeterli olmamıştır. Krizden çıkış ancak 24 Ocak 1980 kararları ile mümkün olabilmiştir.

Bunalımın Nedenleri Bunalımın en önemli nedeni, sürdürülmekte olan sanayileşme stratejisidir. BBYKP ve İBYKP döneminde tüketim mallarının ithal ikamesi süreci bitirilmiş ve ÜBYKP döneminden itibaren en zor aşamaya, yani ara ve yatırım mallarının ithal ikamesi sürecine başlanılmıştır.

Daha önceden kurulan üretim tesislerinin, üretime devam edebilmesi için, yurt dışından ithal edilecek olan ara ve yatırım mallarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu mallar ithal edilmediği takdirde, yurt içi üretim yapmak bile olası olmayacaktır. Dolayısıyla, başlangıçta döviz tasarrufu amacıyla tercih edilen strateji, gelinen son noktada, döviz tasarruf etmek yerine, dövize olan talebi ve ekonominin dışa bağımlılığını artırmıştır.

Uygulanmakta olan sabit döviz kuru sistemi de bu krizde etkili olmuştur. Sık sık devalüasyon yapılmadığı için, TL sık sık aşırı değerli hale gelmiştir. TL’nin aşırı değerli olması, ihracat yapmayı zorlaştırdığı gibi, ithalata da özendirmiştir. Özellikle yabancı sermaye mallarını yeni yeni üretilmeye başlayan yerli sermaye malları yerine tercih etmek çok daha ucuza mal olmaktadır. Yani ithalat normalin üstünde bir artış göstermektedir.

Bu durumda dövize olan talep de beklenmedik ölçüde artmaktadır Bu durumda dövize olan talep de beklenmedik ölçüde artmaktadır. İthalat yapılması (adeta) piyasalardan temin edilecek olan dış kredilere bağımlı kalmaktadır. 1970’li yılların ilk başlarında, artan bu talep, gurbetçi işçilerin ülkeye gönderdikleri dövizler ile karşılanabilirken, 1973’ün sonlarında ortaya çıkan petrol krizi nedeniyle bu dövizler de yetersiz hale gelmeye başlamıştır.

Sonuç olarak sürdürülmekte olan sanayileşme stratejisi, döviz kazandırıcı ekonomik faaliyetlerin teşvik edilmemesi durumunda, daha fazla sürdürülemeyecektir. Bu durum kendini ağır bir şekilde hissettirmiştir. … Döviz krizinin bir diğer nedeni de 1973’ün sonlarında (kitapta 1974 diye geçiyor) OPEC’in ham petrol fiyatlarını artırmasıdır.

1974’de tonu 68. 4 dolar olan ham petrol, 1977’de 99 1974’de tonu 68.4 dolar olan ham petrol, 1977’de 99.9 dolara, 1979’da 145.2 dolara ve 1980’de ise 243.1 dolara yükselmiştir. Yani 7 yıl içerisinde kümülatif %255 oranında artmıştır. Tabii ki artan petrol fiyatları, Türkiye’nin petrole yaptığı ödemeleri de artırmıştır. 1974’de 752 milyon dolar olan petrol harcamaları, 1980’de 2990 milyon dolara yükselmiştir. Bu kalemdeki kümülatif artış ise %297’dir.

Petrol fiyatları %255 artarken, petrole yapılan ödemelerin %297 oranında artması, dönem içerisinde daha fazla petrol tüketildiğinin bir kanıtıdır. Çünkü 1960 ve 70’li yıllarda nispeten ucuz olan petrol, sanayide petrole dayalı bir yapılanma sonucunu doğurmuştur. Ayrıca otomotiv sektörünün gelişmesi için sağlanan teşvik politikaları, petrole olan talebi artırmıştır.

Petrol fiyatlarındaki bu aşırı yükseliş, ilk başlarda yurt içi fiyatlara yansıtılmayarak, aradaki fark hazine kaynaklarından ödendi. Yani bir bakıma devlet kendi kasasından sübvansiyon sağlayarak petrol tüketimini teşvik etti. Demiryolu taşımacılığının terk edilip, karayoluna ağırlık verilmesi de petrol talebinin artmasında bir diğer nedeni oluşturdu.

Seyidoğlu’nun 1963-77 yılları arasında trend hesabına dayanarak yaptığı varsayımsal petrol harcamaları ile gerçekleşen petrol harcamaları arasındaki fark, 1980 yılında 2500 milyon dolara kadar yükselmiştir. Aradaki bu fark, uygulanan yanlış politikalar nedeniyle, hazinenin sırtına yük olarak binmiştir. Trend hesabına göre, söz konusu dönemde petrole yapılacak ödemelerin toplamı 2400 milyon dolar olması gerekirdi. Oysa gerçekleşen ödemeler toplamı 10198 milyon dolar olmuştur. Aradaki yaklaşık 7800 milyon dolarlık fark, bu dönemdeki dış borç artışına çok yakın bir rakamdır.

Petrol fiyatlarındaki bu yükseliş, ara ve yatırım malları üreticisi olan sanayileşmiş ülkelerin ürünlerinin fiyatlarını yükseltti. Bu malların ithalatçısı olan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu mallara yaptığı ödemeler artarken, dış ticaret hadleri de bu ülkelerin aleyhine değişti. 1973 yılı 100 kabul edildiğinde, 1979 yılı endeks rakamı olan 77.7 değeri, dış ticaret hadlerindeki çarpıcı değişimi göstermektedir. Söz konusu endeks 1980’de 56.9’a gerilemiştir.

Az önce de ifade edildiği üzere, petrol fiyatlarındaki hızlı yükseliş, Türkiye’nin kısa vadeli dış borçlarını da artırmıştır. Kısa vadeli borçların toplam dış borçlara oranı 1975’de %24 iken 1977’de %57.9 ve 1978’de %52 olmuştur. Kısa vadeli borçlardaki bu artış, borç faiz oranlarının da yükselmesi sonucunu doğurmuştur. Yurt içi enflasyon oranlarının yükselmesine yol açmıştır.

1970’li yıllarda kamu gelirleri ile kamu giderleri arasındaki fark da giderek açılmıştır. Kamu kesimi borçlanma gereği; 1972-73’de %2 iken, 1974-76 döneminde %6.6 ve 1977-79 döneminde %9.2 olmuştur. 1970’li yıllardaki yüksek enflasyonun bir diğer nedeni de bu kamu açıklarıdır. Kamu açıkları ise büyük ölçüde KİT zararlarından kaynaklanmaktadır. KİT zararları 1977’de 36.2 milyar TL iken, 1978’de 52 milyar ve 1979’da ise 60 milyar TL olmuştur.

Kıbrıs Barış Harekatı da bu krizde önemli bir rol oynamıştır. Enflasyon uygulanan bu politikaların doğal bir sonucu gibi görünmekle birlikte, aslında krizin ağırlaşmasında rol oynayan sebeplerden birisi halini almıştır. Artan enflasyon TL’nin satın alma gücünü düşürdüğü için ve devalüasyon yapılmakta çoğu zaman geç kalındığı için, dış ticareti olumsuz yönde etkilemiş, dış ticaret bilanço açıklarının daha da artmasına yol açmıştır.

Krizin Göstergeleri 1978-79 krizinin benzerini 1956-58’de de yaşamış olmamıza rağmen, bu seferki kriz çok daha derin olmuştur. Bu derinliği krizin göstergelerine baktığımızda çok daha rahat anlayabiliriz Birazdan kriz göstergesi olarak verilecek olan “Dış ödemeler bilançosu” açıkları zaten kronik bir hastalık halini almıştır. Açık işsizlik ise 1960’lı yıllardan itibaren varlığını hissettirmektedir. Ancak bu iki sorun da 1970’li yıllarda derinleşmiştir.

Enflasyonist baskılar artmıştır Ödemeler bilançosu açıkları artmıştır İşsizlik artmıştır KKO oranı ve üretim seviyesi düşmüştür Bu döneme kadar, II. Dünya Savaşı ve 1956-58 krizi göz ardı edilirse, Türkiye’de Enflasyon son derece ılımlı seyretmiştir. 1970’lerin başında harekete geçen enflasyon, 70’lerin ikinci yarısında iyice artmış hatta 1980’de 3 haneli bir düzeye ulaşmıştır.

Enflasyon 1978’de %53.3, 1979’da %62 ve 1980’de %116.6 olmuştur. Bu yükselişin 2 nedeni vardır: (a) Yapısal nedenler ve (b) Yüksek büyüme rakamları tutturmak için izlenen genişlemeci para ve maliye politikaları Yapısal nedenler şu şekilde özetlenebilir: İthal ikameci stratejiden kaynaklanan tıkanıklıklar, piyasa mekanizmasının tam işlememesi, korumacılıktan kaynaklanan monopolist eğilimler, ekonominin düal yapısı ve hızlı nüfus artışı

Bu yapısal aksaklıklara bir de yüksek büyüme rakamlarına ulaşabilmek için uygulanan genişlemeci para ve maliye politikaları eklenince, enflasyon beklenildiği üzere artışa geçmiştir Bu yıllardaki enflasyon sadece talep yanlı değildir. Enerji ve döviz darboğazı nedeniyle arz daralmaları da söz konusudur. KKO oranları düşmektedir. Sanayi üretimi, bu darboğazlar nedeniyle, 1979’da %5.4, 1980’de ise %5.6 oranında düşmüştür.

Sanayi sektöründeki bu gerileme GSYİH’ya da yansımıştır Sanayi sektöründeki bu gerileme GSYİH’ya da yansımıştır. 1979 ve 1980’de GSYİH -%0.5 ve -%1.1 oranlarında küçülmüştür. Yükselen enflasyon kaynak dağılımını bozucu bir etki göstererek toplumsal huzurluklara yol açmıştır. Bu toplumsal huzursuzluk anarşi, politik grevler ve iş yavaşlatma eylemlerine yol açmıştır. Bu da, zaten düşmekte olan sanayi üretiminin iyice düşmesine yol açmıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürekli verilmekte olan dış ödemeler bilanço açıkları bu dönemde artış göstermiştir. 1980 öncesinde asla tam liberasyona tabi olmayan bir ithalat yapısı olmasına rağmen, ithalatın sürekli kotalarla ve kambiyo denetimi gibi araçlarla kontrol edilmesine rağmen, dış ödemeler bilançosunun açık vermesi, bu açığın bilinçli bir şekilde verildiğini göstermektedir.

Gerçekten de, sürdürülmekte olan ithal ikameci stratejinin bir gereği olarak, yüksek büyüme rakamlarına ulaşmak için sanayi sektörünün bol miktarda ara ve yatırım malı ithal etmesi gerekmektedir. Bu da ödemeler bilançosunun finanse edilebilecek kadar açık vermesine göz yummayı gerektirmektedir Ancak 1970’li yılların sonlarında bu açıklar finanse edilebilir boyutları aşmıştır

Yaşanan döviz darboğazı kısa vadeli borçları artırmış, getirilen yeni ithalat kontrolleri de durumu kurtarmaya yetmediği gibi, yurtiçi üretimin düşmesine yol açmıştır. Giderek artan miktarlarda verilen dış açıklar döviz darboğazını tetiklemiştir Vadesi gelen borçlar, döviz rezervleri tükendiği için, kısa vadeli yeni borçlarla ödenmeye çalışılmıştır. Bu da borç kompozisyonu içerisinde kısa vadeli borçların oranının %24’ten %57’ye yükselmesi sonucunu doğurmuştur.

Döviz darboğazının bir diğer nedeni de DÇM’lerdir. 1978’de 4 Döviz darboğazının bir diğer nedeni de DÇM’lerdir. 1978’de 4.84 milyar dolar dış borçların 1.38 milyar doları DÇM’lerden kaynaklanan borçlardır. Toplam dış borçlar üç yıl içerisinde 4.7 milyar dolardan 13.8 milyar dolara yükselmiştir. Bu tarihlerde Türkiye’de dış borç yönetimi diye bir kavramın olmadığı çok açıktır. Günü kurtarma politikası ile sürekli yeni ve kısa vadeli borçlar alınmıştır. 1978’de borçlarını ödemekte zorlanan Türkiye IMF güdümünde borç konsolidasyonuna baş vurmak zorunda kalmış ve tamamen IMF güdümlü politikalara yönelmiştir

Bir diğer sıkıntı da işsizliktir Bir diğer sıkıntı da işsizliktir. 1950’li yıllarda köyden kente göçün hızlanmasıyla artış ivmesi yakalayan açık işsizlik, 1970’li yıllarda iyice kendini hissettirmeye başlamıştır. İşsizliğin en büyük nedeni elbette hızlı nüfus artışıdır. Ancak takip edilen ekonomi politikaları da işsizliği düşürme konusunda başarısız olmuştur. Enerji ve döviz darboğazı gibi nedenlerle düşen üretim düzeyi, eksik kapasitelerin ortaya çıkması gibi nedenler de işsizliğe katkı yapmıştır. 1978’de %12.7 olan işsizlik, 1979’da %14, 1980’de %15.4 ve 1981’de %16.9 olmuştur.

Bunalımdan çıkış için politika arayışları: 1978 ve 79 İstikrar Programları Ödemeler bilançosu açıklarının acilen finanse edilebilmesi için, vadesi gelmiş borçların ötelenmesi ve yeni dış borç alınması gerekmektedir Bunun için de IMF’ye bir niyet mektubu vermek ve stand-by anlaşması yapmak şarttır (?)

Bunu sağlayabilmek için Mart 1978 ve Nisan 1979’da iki adet istikrar programı yürürlüğe konulmuş ve IMF ile anlaşma yapılmıştır IMF’nin desteği (?) alınarak hazırlanan bu programların içeriği şu şekilde özetlenebilir: TL’nin aşırı değerini normale döndürmek için sık sık devalüasyon yapılmıştır. 19.25 olan dolar kuru Mart 1978’de 25 TL, Nisan 1979’da 35 TL, Mayıs 1979’da 42 TL ve Haziran 1979’da 47.1 TL yapıldı.

KİT zararlarını önlemek ve bütçe üzerindeki yükünü azaltmak için KİT ürünlerine zam yapıldı Harcamalar kısılacak (dönemin tabiriyle, kemer sıkma politikası uygulanacak), KİT zararları azaltılacak, TCMB kaynaklarına daha az başvurulacak ve emisyon hacmi ciddi şekilde daraltılacak İthalat kısılacak ihracat teşvik edilecek ve böylece ödemeler bilançosu açıkları düşürülecek

Faizler yükseltilerek yurt içi tasarruf açığı azaltılacak, böylece dış borç ihtiyacı düşecek Yüksek büyüme hedefleri terk edilecek, yatırımlar azaltılacak Tarım ürünlerinin destekleme alım kapsamı daraltılacak Ücret ve maaş artışları sınırlandırılacak DÇM uygulamasına son verilecektir

Türkiye bu önlemleri uygularsa vadesi gelmiş borçları ertelenecektir Türkiye bu önlemleri uygularsa vadesi gelmiş borçları ertelenecektir. Nitekim 1978 ve 79’da Türkiye’den alacağı olan bir çok ülke bu önlemlerin alınması ile birlikte borç erteleme anlaşması yapmıştır Ayrıca Mart 1978 programı için 640 milyon dolar ve Nisan 1979 programı için ise 1.8 milyar dolar yeni dış borç temin edilmiştir (? ? ? ? ?)… Bu dış kaynağın 910 milyon doları OECD’den 400 milyon doları da uluslararası ticari bankalardan alınacaktı

Ancak alınan bu önlemler kararlılıkla uygulanmadığı için, temin edilen bu taze dış kaynakların kullanımı son derece sınırlı olmuştur. Hem kararlı uygulamanın olmaması hem de beklenen dış kaynağın tam kullanılamaması, bu programların başarısız olması sonucunu doğurmuştur Ücretler konusunda baskı altında kalan (grevlere maruz kalan) hükümetler, kemer sıkma konusunda da yetersiz kalmışlar ve harcamaları düşürememişlerdir

Vergi gelirleri artırılamadığı için bütçe hedefleri tutturulamamıştır Destekleme alımları azaltılmamış tam tersine destekleme alım fiyatları artırılmıştır. Bu da TCMB kaynaklarına daha fazla baş vurma sonucunu doğurmuştur Doğal olarak enflasyon artışa geçmiş ve Aralık 1979’da %80’i geçmiştir. Karaborsa yaygınlaşmış, KKO %30’lara kadar gerilemiştir

Toparlamak gerekirse, 1978 ve 79 istikrar programlarının başarısız olma nedenlerini 3 maddede özetleyebiliriz: Sık sık yaşanan hükümet değişiklikleri, programların kararlı bir şekilde yürütülmesini engellemiştir Bazı önlemler hükümetlerin oy kaybetmesine yol açacağı için uygulanmamıştır. Örneğin enflasyondan daha düşük düzeyde ücret ve maaş artışları veya tarımsal destekleme alımlarının kapsamının daraltılması gibi. Oy kaybetmek istemeyen hükümetler bu önlemleri uygulamamıştır (!)

Uluslararası çevreler de bu durumu görünce, elbette destek vermediler ve sonuç kaçınılmaz bir şekilde başarısızlık oldu. 12 Eylül askeri darbesinden önce iktidarda bulunan azınlık hükümeti (S. Demirel) ekonomiyi düze çıkarmak için 24 Ocak 1980 Kararlarını oluşturdu. Bu kararların hazırlanmasında o dönemde DPT Müsteşarı olan Turgut Özal’ın çok büyük katkıları olmuştur. 12 Eylül’de yönetime el koyan askeri hükümetin Başbakanı olan Ulusu, programın sekteye uğramaması için Özal’ı başbakan yardımcısı yapmıştır. Turgut Özal, 1983’te yapılan seçimlerde Başbakan olmuştur.

24 Ocak Kararlarının Felsefesi 24 Ocak kararlarının kendinden önceki istikrar programlarından belki de en önemli farkı, Keynesyen politikaların terk edilip Neo-liberal politikalara geçişin yolunu açmış olmasıdır. Gerek monetarist olsun ve gerekse arz yanlı iktisat olsun, neo-liberal politikalar devletin ekonomiye müdahalesini en aza indirmeyi amaçlar. Piyasa mekanizmasına güvenirler.

Enflasyonu önlemek için para arzının kontrol altında tutulması, devletin ekonomiye müdahalesinin azaltılması ve arz-talep dengesinin piyasa mekanizmasına bırakılması gerekmektedir. Uzun dönemde enflasyon ile işsizlik arasında bir trade-off (ödünleşme) yoktur. Bu ilişki kısa dönemlidir ve işsizliği azaltmak için uygulanacak olan politikalar kısa dönemde enflasyonu artıracağı için “Stagflasyon”a yol açar.

Arz yanlı iktisatçılar da benzer fikirlere sahiptir, vergi oranlarının düşürülmesi gibi politikalarla özel kesimin elinde daha fazla fon oluşması sağlanabilir. Özel kesim bu fonları kamu kesiminden daha verimli işletebilir.

LRPC Enflasyon %8 SRPC (e=8) İşsizlik %10 %16 SRPC (e=0)

24 Ocak Kararlarının Strateji ve Hedefleri Ana hedef ekonomiye devlet müdahalesinin en aza indirgenmesi, makro ve mikro dengelerin oluşumunu idari kararlar yerine piyasa mekanizmasına terk edilmesi oluşturuyordu Döviz kıtlıklarına yol açan ithal ikameci sanayileşme stratejisinin terk edilip ihracata dayalı sanayileşme stratejisine geçilmesi hedeflenmişti

Bu uzun vadeli amaçların yanı sıra, ekonominin bunalımdan çıkması için bir dizi kısa vadeli amaç da bulunuyordu: Acil dış ödeme güçlüklerine çözüm bulmak. Bunun için vadesi gelen borçlar ertelenmeli, yeni kaynaklar bulunmalı ve döviz kazandırıcı ihracat faaliyetleri artırılmalı idi Enflasyon hızının düşürülmesi, enflasyon sarmalının kırılması

Atıl kapasitelerin harekete geçirilmesi ve büyüme hızının yeniden pozitif olması Bu kısa ve uzun vadeli amaçlara, serbest Pazar ekonomisi ve dışa açık bir model ile ulaşılacaktı. Temel strateji buydu. KİT’ler dahil tüm kamu kesimi daraltılacak, özel kesim teşvik edilecektir İthalat serbestleştirilecek, yabancı sermaye teşvik edilerek rekabet ortamı sağlanacaktı Sadece mal ve hizmet fiyatları değil, döviz kuru ve faiz oranları da serbest piyasa koşulları içerisinde belirlenecekti.

24 Ocak Programının Kapsamı ve Uygulanan Politikalar Uygulanan ilk politika ekonomide istikrarı sağlama ve enflasyonu düşürme amacını gütmektedir. Talebi kısmak ve KİT zararlarını önlemek için KİT ürünlerine yüklü zamlar yapıldı Para arzı kontrol altına alındı Bulunan yeni dış borçlarla beklemede olan ara ve yatırım malları ithal edilerek KKO yükseltilmeye çalışıldı Kıtlığı çekilen tüketim mallarının ithalatı ile karaborsaya son verildi

Bu çabaların neticesinde 1980’de %108 olan enflasyon oranı, 1981’de %36.8’e, 1982’de %27.1’e düşürüldü Devletin piyasa içindeki yerinin daraltılması bir diğer politikadır Bu amaçla sigara tekeli kaldırılmıştır Madenlerin kamulaştırılmasına son verilmiştir KİT’lerin özelleştirilmesi süreci başlatılmıştır

KİT’lerin kendi ürünlerini özerk yapı içerisinde kendileri fiyatlandırmaya başlamış, “Fiyat Tespit ve Kontrol Komitesi” fesh edilmiştir İthalat serbestleştirilmiştir Destekleme alımlarının kapsamı daraltılmıştır Faiz oranları ve döviz kurları serbest piyasa koşullarına terk edilmiştir

Yabancı sermayenin teşvik edilmesi politikası uygulanmıştır Bunun sağlanması ile ekonomide döviz arzının artacağı öngörülmüştür Bunu sağlamak için, döviz alım satımı serbest bırakılmış, kambiyo denetimi gevşetilmiştir. Yani TPKKK liberalleşmiştir TL’nin aşırı değerli olmasını önlemek için önce 24 Ocak kararları ile birlikte 47.1 TL olan kur, 70 TL’ye devalüe edilmiştir

TL’nin konvertibiletisini sağlamak amacıyla Mayıs 1981’den itibaren günlük döviz kuru uygulamasına geçiş yapıldı Ağustos 1989’da 32 sayılı KHK ile TL’nin tam konvertibiletisi ilan edildi Uygulanan bir diğer politika ise dış ticaretin serbestleştirilmesidir. Bu politika ile ekonominin dışa açılacağı, rekabetle birlikte kalitenin artacağı, maliyetlerin düşeceği öngörülüyordu

İthalattan alınan damga resmi ve teminatlar düşürülmüştür Kotaya tabi mal sayısı azaltılmıştır Ocak 1984’te ortalama %76 olan gümrük vergileri %49’a indirilmiştir İthalat üzerindeki dolaysız devlet kontrolleri kaldırılmıştır İhracattaki kontroller kaldırılmış ve hatta ihracat teşvikleri yoğunlaştırılmıştır. İhracattaki dolaylı vergilerin iadesi politikası sürdürülmüş, ihracatçı üreticilere hammadde ve ara malı ithalatında öncelik ve döviz tahsisinde kolaylıklar sağlanmıştır

Yabancı yatırımları teşvik etmek için, yeni teşvikler getirildi, idari denetim gevşetildi Formaliteleri azaltmak için bu görevler tek bir kuruluşta (DPT’ye bağlı “Yabancı Sermaye Daire Başkanlığı”) toplandı Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü kuruldu Yabancı bankaların Türkiye’de faaliyette bulunmaları serbestleştirildi Turizm alanında yabancı sermaye çekmek için “Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi” çıkarıldı Finansal kiralama ve DTH’ları serbest bırakıldı (1985)

Faiz hadleri serbestleştirildi ve reel faiz uygulanmasına geçildi 1 Temmuz 1980’den itibaren faizler tamamen serbest bırakıldı fakat sürdürülemedi Temmuz 1983’te yeniden düzenleme yapıldı. Aralık 1983’te yapılan düzenleme ile faizlerin üst limiti TCMB tarafından belirlenmeye başladı Temmuz 1987’de bir kez daha serbestleşmeye gidildi ancak yine başarılı olmadı Bu başarısızlığın nedenleri arasında, Türkiye’deki bankacılık sektörünün oligopolistik yapısı ve holdinglerle olan organik bağları gösterilmektedir

Fiyat oluşumlarının serbest bırakılması ve fiyat kontrollerinin kaldırılması politikası uygulandı Bu amaçla KİT ürünlerinin fiyatlandırılması özerkliğe terk edildi Taban fiyat uygulamasının kapsamı daraltıldı. Tarım ürünlerinin taban fiyatları enflasyondan daha düşük artırıldı, satın alınan ürünlerinin paraları geç ödendi. Bunların neticesinde iç ticaret hadleri tarım aleyhine döndü

GSMH içerisinde tarımın payı azaldı 1987 seçimlerinden sonra bu tarım politikaları gözden geçirilmek zorunda kalındı ve taban fiyatlar yükseltildiği gibi ürün bedelleri de daha düzenli ödenmeye başlandı Neo-liberal politikalara uygun olarak sendikalar pasifize edilmiş, reel ücretlerin düşürülmesi politikası uygulanmıştır 12 Eylül darbesi ile sendikal faaliyetler yasaklanmıştır

İşçi ücretleri ve memur maaşları enflasyondan daha az artırılarak, sanayiinin daha karlı olması hedeflenmiştir 1984’ten sonra sendikal haklar iade edilmiştir Ancak 1982 Anayasası’nın kısıtlayıcı hükümleri nedeniyle sendikalar pek etkin olamamıştır 1984’te enflasyonun yeniden hız kazanması (kazandırılması) ile reel ücretler düşmeye devam etmiştir

24 Ocak 1980 Kararlarının Uygulama Sonuçları 1980-1983 Dönemi

Her ne kadar askeri darbeler siyasi anlamda hoş görülmez hareketler olarak kabul edilse de, ekonomi açısından aslında iyi bile olmuştur. Sekteye uğrayan demokratik ortam, oy kaygısı taşımayan bir hükümetin bulunması, programın kararlılıkla sürdürülmesini sağlamıştır. Oy kaygısı güden bir hükümet iş başında bulunmuş olsaydı, 24 Ocak kararlarının akıbeti de Mart 1978 ve Nisan 1979 İstikrar Programları gibi olabilirdi.

Ayrıca, ihtilal ortamında, sendikal hakların askıya alınmış olması, grevlerin son bulmuş olması, işçi ve memur maaşlarının kontrol edilmesini kolaylaştırmış, para arzı kontrol altına alınabilmiştir. Kararların uygulanmasına ilk başlanıldığında, öncelikli olarak kısa vadeli hedefler üzerinde yoğunlaşılmıştır. Kıtlıkların önlenmesi, kuyrukların ve karaborsanın önlenmesi, enflasyon sarmalının kırılması üzerinde durulmuştur. Bunda da başarılı olunmuştur.

Sağlanan dış kaynaklarla döviz krizi aşılmış, tıkanma noktasına gelen ithalat yeniden başlamıştır. 5 Nisan 1980’de OECD’den 1162 milyon Dolar 26 Nisan 1980’de IMF’den 350 milyon Dolar 16 Mayıs 1980’de Dünya Bankası’ndan 670 milyon Dolar kredi sağlanmıştır. Aşılan döviz krizi, ithalatın artmasını, bu da yurtiçi üretimin canlanmasını sağlamıştır.

Üretimdeki hafif canlanma ile birlikte, özellikle KİT ürünlerine yapılan yüklü zamlarla birlikte toplam talep kısılmış, bu şekilde enflasyon düşürülebilmiştir. 1980’de %108 olan enflasyon, 1981-87 döneminde yıllık ortalama %30’lara gerilemiştir. Temmuz 1980’den itibaren faiz oranları yükseltilmiş ve yurtiçi tasarruflar teşvik edilmiştir. Ancak serbest bırakılan faizler, bankerler ile bankaların faiz yarışına girmesine yol açmış, bu da kredi maliyetlerini yükselmiştir.

Artan kredi maliyetleri bir takım özel kuruluşların iflas etmesine yol açmıştır. Üretimin yeniden düşmesini ve işsizliğin yükselmesini istemeyen yönetim, kamu bankaları aracılığı ile bu firmalara finansman sağlamıştır. Dönemin ifadesiyle “Şirket Kurtarma Operasyonları” yürütülmüştür. Bu operasyonların amacı üretimin düşmesini ve işsizliğin artmasını önlemektir.

Nisan 1980’de Dolar kuru 73. 8 TL, Haziran 1980’de 78 Nisan 1980’de Dolar kuru 73.8 TL, Haziran 1980’de 78.4 TL, Ekim 1980’de 82.7 TL, Kasım 1980’de 87.95 TL ve Şubat 1981’de 95.91 TL yapılmıştır. Bu devalüasyonların amacı TL’nin aşırı değerli olmasını önlemektir. Aşırı değerli olmaktan kurtulan TL sayesinde; ihracat artabilmiş, yabancı sermaye çekilebilmiş ve azalmaya başlayan işçi dövizi akışı yeniden canlanmıştır. Yani döviz krizi aşılabilmiştir.

Gerçekçi döviz kuru, reel faiz ve liberal dış ticaret politikaları ile ivme kazanan ihracat kısa süre içerisinde neredeyse 2 kat artmıştır. 1980’de 2.9 milyar dolar olan ihracat 1983’de 5.9 milyar dolara yükselmiştir. 1979 ve 1980’de küçülen ekonomi, 1981 yılından itibaren yeniden büyümeye başlamıştır. Büyüme oranı 1981’de %4.2, 1982’de %4.6 ve 1983’de %3.3 olmuştur. Daha önceki büyüme oranları ile kıyaslandığında düşük gibi görünen bu büyüme rakamlarının, bir regülasyon döneminde yakalanmış olması, programın her şeye rağmen başarılı olduğunu göstermektedir.

Enflasyonu kontrol edebilmek için parasal daralma politikası uyguluyor olmamıza rağmen bu büyüme rakamlarının tutturulması programın başarılı olduğunun bir kanıtıdır. --- KİT ürünlerine yapılan zamlar, KİT’lerin zarar etmelerini önlemiş ve TCMB kaynaklarına daha az müracaat edilmiştir. Para arzı ve TCMB kredileri reel olarak düşürülmüştür. Para arzındaki daralma iç talebin azalmasına yol açmıştır.

İthalat ve ihracatın serbestleşmesi ile birlikte artışa geçen üretim, talebin azalmasıyla desteklenince, enflasyon kısa süre içerisinde düşürülebilmiştir. --- Destekleme alımlarının kapsamı daraltıldı, taban fiyat artışları enflasyondan daha düşük tutuldu. Aynı durum işçi ve memur maaşları için de geçerlidir.

Bu politikalarla iç talep düşürüldüğü için, üretim büyük ölçüde dış piyasalara satış yapmak amacını edindi, bir çok sektör ihracata dayalı bir üretim anlayışına geçiş yaptı. Sürekli yapılan devalüasyonlarla birlikte yerli malların fiyat rekabeti konusunda avantajlı olması sağlandı. İhracat rekor üstüne rekor kırmaya başladı. Dış ödemeler bilançosu açıkları kısa sürede azalmaya başladı, ödeme güçlükleri ve döviz darboğazı bu şekilde aşılmış oldu.

Düşük de olsa ekonominin yeniden büyümesi sağlandı, enflasyon düşürüldü. Bunlara karşılık; işsizlik arttı, gelir dağılımı sabit ücretliler aleyhine bozuldu, para piyasalarındaki dengesizlikler devam etti ve kamunun ekonomi içerisindeki payı küçültülemedi…

1984-1989 Dönemi Sonuçları 1983 seçimlerini ANAP kazandı ve bu şekilde yeniden sivil bir yönetime geçiş yapıldı. 24 Ocak kararlarının mimarı olarak kabul edilen Turgut Özal başbakan oldu. Özal, seçim öncesinde; enflasyonu düşüreceğini, orta direği güçlendireceğini, kapsamlı bir özelleştirme ve liberalleştirme programı uygulayacağını vaat etmişti.

Gerçekten de kısa sürede; döviz kuru, faiz haddi, dış ticaret ve yabancı sermaye politikalarında serbestleşmeye yönelik ciddi değişiklikler yapıldı. Sermaye piyasası yenilendi, İMKB açıldı, bankalar arası para piyasası (Interbank) oluşturuldu (1986) ve TCMB açık piyasa işlemlerine başladı (1987). Açık piyasa işlemlerine başlayan TCMB, artık para arzını daha kolay ayarlayabilir hale gelmişti. Diğer yandan sermaye piyasalarındaki yeni yapılanmalar TL’nin konvertibilitesi açısından bir zemin oluşturmayı amaçlıyordu.

ANAP iktidarı ile birlikte yeniden genişlemeci para ve maliye politikalarına dönüş yapıldı. Bundaki amaç, büyüme oranlarını yeniden planlı dönemde olduğu gibi %6-7 düzeylerine yükseltmekti. Mevduat Munzam Karşılık Oranları’nın düşürülmesi ve Döviz Tevdiat Hesapları’ndaki genişlemeye göz yumularak parasal genişlemeye izin verildi. Kamu açıklarındaki artış ile birlikte kamunun borçlanma gereği de yükseldi.

Bu uygulamalar neticesinde büyüme yeniden hız kazandı ve 1984-87 döneminde yıllık ortalama %6.7 olarak gerçekleşti. Ancak genişlemeci politikaların doğal bir sonucu olarak, enflasyon da yeniden canlanmaya başladı. Bu dönemde uygulanan genişlemeci politikalar bir bakıma zorunlu bir tercih olarak da görülmüştür.

Çünkü Türkiye’de para arzını kontrol etmek oldukça zordur Çünkü Türkiye’de para arzını kontrol etmek oldukça zordur. Vadeli çek ve taksitli alış veriş uygulamaları para arzının daraltılmasının etkilerini kısa sürede mas edebilmekte, etkinliğini zayıflatmaktadır. Diğer taraftan, serbest bırakılan DTH, ödemelerin arzı daraltılmış TL yerine, yabancı paralar ile yapılmasının önünü açmış (para ikamesi olgusu) bu nedenle daraltıcı politikalar etkinliğini yitirmiştir.

Bu durumun farkında olan dönemin yöneticileri “Madem para arzını daraltmanın bir etkinliği yok, o halde genişlemeci politikalar ile yüksek büyüme hedeflerine ulaşalım” şeklinde hedeflerini değiştirmişlerdir. Dönemin yöneticilerinin yüksek enflasyona göz yummalarının bir diğer nedeni de kamu açıklarının iç borçlanma yoluyla kapatılmasıdır. Yükselen enflasyon iç borçların reel maliyetini düşürdüğü için, enflasyona göz yumulduğu dahi iddialar arasındadır.

Hükümet kamu kesiminin ekonomi içerisindeki ağırlığını azaltmak için bir takım vergi indirimleri yapmıştır. Ancak kamu harcamaları azaltılamamış, KİT zararları bütçe üzerinde yük oluşturmaya devam etmiştir. Vergi indirimleri ile azalan kamu gelirlerine ilave olarak kamu harcamalarındaki artış devam etmiş, bu da kamunun borçlanma gereğini yükseltmiştir.

Kamu harcamalarının artmasında en büyük pay, bu dönemde enflasyona bağlı olarak yükselen faiz oranlarıdır. Yükselen faiz oranları bir yandan kamu borçlarının maliyetini artırırken, diğer yandan harcamaların kompozisyonunu da değiştirmiştir. Faiz ödemelerinin (Transfer harcamaları kaleminden takip edilebilir) toplam kamu harcamaları içindeki payı 1981’de %19 iken 1991’de %41’e ulaşmıştır. Buna karşılık yatırım harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı %35’den %26’ya gerilemiştir.

Ayrıca kamu yatırım harcamaları içerisinde alt yapı yatırımlarının payı artmış, doğrudan üretken yatırımların payı azalmıştır. Yani “devlet eliyle sanayileşme politikası” bu dönemde terk edilmiştir. 1984’de özelleştirme çalışmaları başlamış, ancak pek kayda değer bir özelleştirme gerçekleştirilememiştir. Özelleştirmeden beklediği geliri elde edemeyen hükümet iç borçlanma yolunu seçmiştir. 1981’de 990.9 milyar TL olan iç borçlar, 1991’de 93643 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Boğaz Köprüsü ve barajların gelirleri karşılık gösterilerek iç borçlanma senetleri çıkarılmıştır. Bir takım vergiler yürürlükten kaldırılmış ve yerlerine KDV getirilmiştir (1985). Buradaki amaç vergi sisteminin basitleştirilmesi, denetimin kolaylaştırılması, faturalı işlem sayısını artırarak toplanan vergileri artırmaktır. Ancak bu da işe yaramamıştır, çünkü Türk insanı bu sefer de fatura almaksızın ürün fiyatından indirim sağlayarak alış-verişe devam etmiştir.

Bu dönemin en çok eleştiri alan uygulamalarından biri de harcamaların bütçe denetimine bağlı olmayan fonlar aracılığı yapılmış olmasıdır. Kamu kesimi borçlanma gereği, bu denetimsiz ortamda oldukça yükselmiştir. Önceki slaytlarda verilen iç borç artışına ilave olarak, bu dönemde dış borçlar da oldukça yükselmiştir. 1981’de 14.6 milyar dolar olan dış borç stoku, 1991’de 50.5 milyar dolara yükselmiştir.

Devletin bu şekilde aşırı borçlanması özel kesimi dışlama etkisi dediğimiz (crowding-out) etkisine yol açtı. Özel kesim yatırımları sanayiden daha ziyade kısa vadede gelir getiren yatırımlara (örneğin turizme) yöneldi. Para arzının kontrol edilememesi, kamunun aşırı borçlanması, iç talebin sınırlandırılamaması, kredi faizlerinin ve ithal girdi fiyatlarının sürekli artması sonucunda enflasyon kontrolden çıktı ve 1988’de %68.3’e ulaştı. Daha sonra da %50’nin altına pek inmedi…

Burada şunu da vurgulamak gerekmektedir Burada şunu da vurgulamak gerekmektedir. O dönemdeki siyasi otorite enflasyonist bir ortamı pek fazla önemsememiş ve tercihini iktisadi büyümeden yana kullanmıştır. Bu tercih neticesinde 1986’da %8.1 ve 1987’de %7.5 gibi oldukça yüksek büyüme rakamları tutturulmuştur. Ancak bu yüksek büyüme rakamları sürdürülemedi, 1988’de %3.6 ve 1989’da ise %1.9 gibi oldukça düşük büyüme rakamları tutturuldu.

Sonuç olarak 24 Ocak kararlarının, KİT’lerin özelleştirilmesi, para arzının kontrol altına alınması ve enflasyonun düşürülmesi konularında başarısız olduğunu, onun dışındaki hedeflerde ciddi bir çok yapısal dönüşümün gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz… Aşırı kamu borçlanması, kendisinden sonraki dönemde 1994 krizinin ortaya çıkmasına 5 Nisan paketine yol açmıştır diyebiliriz…