AİLE VE TOPLUMSAL CİNSİYET Aile, birbirleriyle doğrudan akrabalık bağları olan yetişkin bireylerden kuruludur. Ailede asıl amaç, erişkin (yetişkin) üyelerin çocuklara bakma sorumluluğunu üstlenmeleridir. Akrabalık, bireyler arasında evlilik ya da kan bağıyla kurulur.
Modern toplumlarda akrabalık ilişkileri evlilik aracılığıyla tanımlanır. Evlilik, iki erişkin birey arasında hem toplumsal olarak hem de hukuken onaylanan cinsel birleşme ve çocuk yetiştirme pratiğidir.
İki tür aile biçimi vardır: Çekirdek Aile ve Geniş Aile. Geniş aile modern öncesi toplumlarda ortaya çıkmış olsa da, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş ülkelerdeki göçmen topluluklarda hala önemli bir güçtür.
Geleneksel ailede, dayanışma ve işbölümü önde gelir Geleneksel ailede, dayanışma ve işbölümü önde gelir. Geleneksel aileler üretici ailelerdir. Çekirdek ailede esas etken evli çiftlerdir. İster evlat edinilmiş, isterse kendi çocukları olsun, ailenin diğer bireyleri, anne babanın gelir, kültür ya da sosyal çevrelerinden etkilenir.
Çekirdek aile tüketici bir aile biçimidir. Tüketim derken, aile bireylerinin geçimlik üretim yerine, sanayi ve hizmetler alanlarında istihdam edilmesi olgusu kastedilmektedir. Çekirdek aile, tek eşliliğe uygun olup çokeşliliğin yadsınmasıdır.
İşlevselci Yaklaşımlara göre aile, birincil toplumsallaşma ve kişiliğin dengelenmesine yarar. Birincil toplumsallaşma, çocukların içinde yaşadıkları tolumun kültürel ölçütlerini öğrendikleri süreçtir. Kişiliklerin dengelenmesi ise, yetişkinlerin duygusal dünyalarının oluşmasında ailenin rolünü açıklar
Aile pek çok insana rahatlık, sevgi ve dostluk kaynağı olarak görünür. Feminist yaklaşımlar aynı kanıda değildir. Onlara göre aile, uyumlu, rahat ve eşitlikçi bir alan değildir. En azından kadınlar ve kız çocuklar için böyle değildir.
Aile içinde güç ilişkileri eşitlikçi değildir ve işbölümü de bu eşitsizlik üzerine kurulmuştur. Evdeki işbölümü sanayi tipi işbölümünden önce gelir. İlkindeki çıkar ve akılcı hesaplamadan farklı biçimde, evdeki işbölümü, hem ekonomik hem de simgesel bakımdan eşitsizlik yaratır.
Evlilik kurumu, tarihsel bakımdan, her şeyden önce, çoğalmanın kural altına alınması ve mal, hizmet ve mirasın düzenlenmesidir. Romantizm ve evlilik başlangıçta birbirinden çok farklı şeyler olarak düşünülürdü.
Ancak modern hayatın getirdiği anonimleşme ve yalnızlık duygusu, ailenin başlangıçta öngörülmeyen yeni nitelikleri olabileceğini göstermiştir. Romantik aşk ve evlilik modern hayatın getirdiği bir olgudur.
Dikkat edilmesi gereken önemli bazı konu başlıkları: Tek ebeveynli evler Çocuksuz evler Göçmen aileleri Evlilik ve sosyal devlet Aile içi şiddet boşanma
TOPLUMSAL CİNSİYET Cinsiyet olgusu, insanların fizyolojik farklarını ve buradan kaynaklanan sorunları ele alır. Toplumsal cinsiyet ise (gender), erkekler ile kadınlar arasındaki , psikolojik, toplumsal ve kültürel farklar ile ilgilidir. Erkekler ile kadınlar arasındaki farkların çok büyük bir bölümü biyolojik kökenli değildir.
Biyolojik yaklaşımlar “doğal farklar”a dayanır. Cinsler arası eşitsizliği genetik özelliklere dayandırır. Buna göre karakter özellikleri, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliği evrenselleştiren ana faktördür.
Kadınlar tarih boyunca her yerde ve her zaman aile içinde rol üstlenirler. Erkekler ise, saldırgan içgüdüleri gereği, avcı ve savaşçıdırlar. Dünya-tarihsel süreç bu yaklaşımı doğrular gözükse de, mesele o kadar da basit değildir. Kadınların ikinci dereceden (subordination) ele alınması hususu bütün toplumlarda aynı biçimde değildir.
Modern toplumlarda cinsiyetler arası eşitsizliğin hem yapısı hem biçimi niteliksel bir değişime uğramıştır. Cinsiyet artık sadece “biyolojik” faktörlerle sınırlı olmayıp toplumsal değişimin sonucunda “toplumsal cinsiyet” sorunu haline gelmiştir.
Cinsiyetin toplumsallşmasında esas faktör hala ailedir. Ancak ailenin çekirdek aileye dönüşmesi, cinsiyet rolleri konusunda önemli bir değişikliği de beraberinde getirdi. Aileler çocuk yetiştirme pratiklerinde sadece geleneksel usullerden yararlanmıyorlar.
Medya, reklamlar, çocuk sağlığı hizmetleri ve psikiyatrik danışmanlık yardımıyla, toplumsal cinsiyetin kurulması ve aktarılması yeni ve çok yönlü bir nitelik kazanmıştır. Sorunun giderek karmaşık bir hal aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Erkeklerin klasik rol modellerini sorgulaması, yeni bir erillik ve babalık kavrayışının gelişmesi kuşkusuz toplumsal cinsiyet anlayışını değiştiriyor.
Ancak bu olgu bütün erkekler için aynı oranda ve aynı biçimde geçerli mi? Sorusu hala cevaplanmayı bekliyor. Toplumsal cinsiyet ile ilgili tartışmayı işlevselci ve feminist yaklaşımlar arasındaki tartışma olarak ele almak yerinde olacaktır.
İşlevselciler, toplumsal cinsiyet sorununa tamamen biyolojik temelli bir olgu olarak bakmasalar bile, aile içindeki işbölümü ve rol dağılımının belirli bir mantığı ve düzeni yansıttığını düşünürler. Kadınların ev içi işlerde uzmanlaşmasına ve çocuk yetiştirmelerine evrensel bir mantığın pratik bir sonucu diye bakarlar.
Feminist yaklaşımlar ise toplumsal cinsiyetin eşitsiz yapısına ve hiyerarşik düzenine işaret eder. Radikal feministlere göre toplumsal cinsiyeti tarih ve toplumlar üstü bir sorun haline getiren husus, ataerkil yapının bir parçası oluşudur. Erkekler ataerkil düzeni sadece devralmazlar, kadınların sömürülmesinde alenen çıkarları vardır.
Ataerkil düzen bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmadıkça toplumsal cinsiyetin eşitsizlik üreten yapısı da sürecektir. Köktenci feminizme karşı alternatif bir yaklaşım özgürlükçü feminizmdir.
Özgürlükçü feminist yaklaşımlar, toplumsal cinsiyetin eşitsiz yapısına dikkat çekmekle kalmaz, eşitsizlik üreten kurum ve olguların ortadan kaldırılması için gerekli somut mücadele biçimlerini de ortaya koyar. Eşitsizlik üreten yasa ve uygulamalara karşı kampanyalar ve baskı grupları oluşturulması; kısaca ataerkil düzende mücadelenin mümkün olduğu fikri, özgürlükçü feminizmi radikal unsurlardan ayırır.