Orta Doğu bölgesinde geçmişten günümüze Uluslararası Terörizm
Ortadoğu’da terörizmin tarihsel gelişimi ve terörizmin ortaya çıkışı Bugün kanlı çatışmaların ve terör saldırılarının adeta gündelikleştiği Ortadoğu olarak adlandırılan bu coğrafi bölgenin tarih boyunca ne ilk ne de son olarak paylaşılamayan bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Tarihte çekişme ve çatışmalara bu kadar aşina olan bu topraklarda daha önce yaşamış birçok uygarlığın kültür mirası ayrılıkçı teröre hep zemin hazırlamıştır. Bu konuma zengin petrol rezervlerinin keşfi de girince dış güçlerin etkisi hep hissedilmiştir. Dünya tarihinde ilk kez terörizm olgusunun yine bugün Ortadoğu adı verilen bu coğrafyada vuku bulmasının bu yönüyle rastlantısal olmadığını söyleyebiliriz. Eski Filistin de Jewish Zealots’un Romalılara karşı M.S tarihleri arasındaki şiddet kampanyaları göstermesi insanları köleleştiren Roma kurallarını değiştirme amacı dahilinde yapılmıştı. Zealots eylem için resmi ve dini günleri seçmekte ve hedefleri genellikle sembolik olmakta idi. Bu yüzden bu harekatın eylemleri tahmin edilemiyordu. Bu yolla Zealost’ un eylemleri ve propagandası en geniş şekilde yayılma şansına sahipti Zealost sonrası kurulan Siccariler ise; yine Ortadoğu’da Yahudilerin Roma’ya karşı yaptığı eylemlerle kendini duyurmuş bir örgüttü. Eylemlerinde intihar saldırılarını kullanan bu örgüttü. Ortadoğu ve dünya tarihinde de ilk intihar eylemleri yine bu örgütle anılmaya başlanmıştır.
Ortadoğu tarihinde öne çıkan bir diğer terörist grup ise Haşhaşiler olarak anılan Şii örgüttür. Hasan sabah öncülüğünde kurulan bu örgüt afyon veya haşhaş adı verilen uyuşturucu ve uyarıcı otlarla yetişen fedailer vasıtasıyla intihar saldırılarında bulunarak korku salmayı hedef edinmişlerdir.
Ortadoğu’da terörü besleyen unsurlar
Siyasi Faktörler Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde bulunan bölge merkezi otoritenin güç kaybetmesiyle ilgisiz kalmış ve emperyalist Batı’nın işgallerine maruz kalmıştır. Önce İngilizler Hint yolunun güvenliği amacıyla önce Kıbrıs’ı 1878’de ardından da Mısır’ı 1882’de işgal etmiş, ardından Fransa,1880’de Cezayir’i ve 1881’de Tunus’u işgal etmiştir. Bölgedeki ülkeleri işgal eden ve ardından manda yönetimlerini tesis eden Batılı güçler bu ülkelerde bürokrasiden hukuka, ekonomiden sosyal yaşamın hem en her alanına kadar nüfuz etmişler ve yerli halkı (özellikle Müslümanları) geri planda bırakmışlardır.
Bazı ülkelerde ise manda yönetimlerinin ardından başa gelen liderler katı otoriter tutumda olmuş ve zamanla yönetimlerini birer dikta rejimleri haline getirmişlerdir. Bazı ülkelerde ise iktidara gelen aileler, uzun yıllar boyunca yönetimi bırakmayacaklardı.Bu ülkelerde insanların siyasete katılmaları bir yana siyasi sistemleri eleştirme hakları bile yoktu.Batılı ülkelerin nüfuzu zaman zaman azalsa da günümüzde bile tamamen bitiği veya ülkelerin tamamen bağımsız hareket ettiklerini söylemek oldukça zordur.
Enerji Kaynakları Ve Ekonomik Faktörler Bölge dini ve tarihi önemlerinin yanında ekonomik olarak da oldukça önemli bir yere sahiptir. Kuzey Afrika, Orta Asya ve Kafkasya bölgelerini de kapsayan Büyük Orta Doğu adı verilen bu bölgede dünya petrol rezervlerinin %60’ı, doğal gaz rezervlerinin ise yaklaşık %50’si bulunmaktadır. Sadece Orta Doğu düşünülünce ise bu oranlar %50 ve %40’ın altına düşmemektedir. Dolayısıyla bölgeye egemen olan bir devlet, dünya ekonomisine yön verme fırsatını bulacaktır. Olası bir hakimiyeti kuran devletin dünya gücü olması sorgulanamaz. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, sonra Birleşik Krallık, Soğuk Savaş döneminde ise; ABD ve SSCB bölgede hakimiyet kurarak birer dünya gücü olmuşlardır.
Doğal kaynak zenginliğinin ekonomik gelişmişlik düzeyinin temel belirleyicisi olduğunu ileri süren görüşler dikkate alınırsa, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık olarak üçte ikisine ve doğalgaz rezervlerinin yaklaşık olarak yarısına sahip olan bu bölgenin dünyanın en gelişmiş bölgeleri arasında bulunması gerektiği söylenebilir. Oysa bu ülkeleri gelişmekte olan ülkeler veya az gelişmiş ülkeler kategorilerine koyabiliriz. Elbette bunun nedenini bu ülkeler ile birlikte tüm dünyanın hem ekonomik hem de sosyal, siyasi ve askeri tarihinde yatmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, Orta Doğu ülkelerinin yaklaşık yüzde 1.7’lik nüfus artış hızı, kişi başına sermeye birikim hızını yavaşlatarak ekonomik kalkınmanın önünde bir engel teşkil etmektedir. Yüksek nüfus artış hızı kişi başına düşen milli gelirin yeterli bir hızda yükseltilmesini zorlaştırmaktadır.
Bunların dışında toplum düzeyinde bulunan eşitsizlik, kayırmacılık ve yolsuzluktan da bahsetmek gerekir. Toplumda bulunan sınıflar, sosyal hoşnutsuzluk, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı yaşayan halkın gelir düzeyindeki dağılımda ciddi eşitsizlik ve sosyal devlet anlayışından yoksun olan otoriteler en önde gelen sorunlardır. Ekonomik eşitsizlik ve istikrarsızlık, bölge halklarını yasa dışı faaliyetlere yöneltmekte ve silah, uyuşturucu kaçakçılığı gibi yollarla gelir elde eden grupların gücünü artırmaktadır. Ayrıca, bölgenin hızla artan nüfusu ve artan nüfus karşısında yoğunlaşan işsizlik, genç ve işsiz nüfus arasında tepkiye neden olmaktadır. Bu tepki ise söz konusu gençleri, terörist, radikal ve sistem karşıtı gruplara yöneltmektedir. Kısaca söylemek gerekirse bölgedeki ekonomik sorunlar ve bu sorunların sosyal yansımaları, bölge içindeki radikal grupları güçlendirmekte ve teröre zemin sağlamaktadır.
Ayrıca bölge ülkelerinin özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından elde ettikleri bağımsızlıklarından sonra yaptıkları ilk iş, Batılıların kontrolündeki üretim faktörlerini millileştirmek oldu. Ancak bu hamleler, 1953’te İran ve 1956’da Mısır’da olduğu gibi, emperyalist güçlerin müdahaleleri ile ya hükümet darbesi ya da bir savaşa neden olmuştur. Zaman içerisinde emperyalist güçler, yabancı sermaye vasıtası ile tekrar bölge içindeki yerlerini aldılar. Bunu da söz konusu bölge devletlerinin yönetici elitleri aracılığı ile yaptılar. Bu durum, bölge devletleri içindeki bazı gruplar tarafından kabul edilmediği gibi emperyalist devletlere olan tepkiyi artırmıştır. Tepki neticesinde kurulan bazı örgütler, faaliyetlerinde terör taktiklerini kullanma yoluna gitmişlerdir
Din faktörü ve Etnik yapı Orta Doğu, insanlık tarihinin başladığı bölge olarak nitelenmesiyle farklı dinlere ve mezheplere ev sahipliği yapmaktadır. Etnik yapı olarak Araplar, Farslar ve Türklerden oluşmaktadır. Dinsel anlamda Müslümanların egemenliğinde olmuş ancak yapısında Yahudi ve Hıristiyan unsurları da barındırmaktadır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise Kürtlerin aktiviteleri artmıştır. Müslümanlar arasında mezhepsel olarak Sünni ve Şii farklılığı görülmektedir. Bunların dışında; Zeydiler, İsmailliler, Hariciler ayrımları göze çarpmaktadır. Orta Doğu bölgesindeki etnik çatışmaların en temel sebebi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırların son derece yapay olarak çizilmesidir. Bu yapay sınırlar oluşturulurken bölgenin ne etnik ne dinî ne de başka faktörleri göz önüne alınmamıştır. Orta Doğu bölgesindeki bu sınırlara ilişkin Ahmet Davutoğlu şu şekilde bir benzetme yapmaktadır: ‘Orta Doğu’da sınırlar son derece kötü örülmüş bir duvarı andırmaktadır. Bu kötü örülmüş duvardan herhangi bir taşı oynatmanın duvarı yıkmak anlamına gelebileceğini bilen ve yıkılan bir duvarın altında kalmak istemeyen uluslararası aktörler, değişik taşları eş zamanlı bir şekilde oynatarak duvarı yıkmadan yeni bir şekil vermeye çalışmaktadırlar. Ayrıca bölgedeki emperyalist güçler, konumlarını korumak veya kuvvetlendirmek amacıyla sıklıkla etnik unsurları kullanmayı temel politika edinmişlerdir. Ulus-devlet olgusunun gelişememesi de en önemli problemdir. Kaldı ki, sınırların büyük güçler tarafından çizildiği bir bölgede bu olgunun gelişememesi doğal karşılanabilir.
İslâm’da kutsal savaş veya Allah adına savaş olarak tanımlanabilecek cihad anlayışı çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır. Bu yorum farklılığını aşırılaştırıp farklı amaçlar için keyfi olarak kullanan kişiler de bulunmaktadır. Genel anlamda cihad kavramı öncelikle ikiye ayrılmaktadır: büyük cihad, küçük cihad. Büyük cihad, bir Müslüman’ın kendi nefsine karşı yürüttüğü savaştır ve hedefi mükemmel insan olmaktır. Küçük cihad ise Allah’ın insanlardan yapmasını veya yapmamasını istediği şeylerin diğer insanlara yayılıp bilgilendirilmesidir. Bunlar Daru’l-İslâm ve Daru’l-Harp’tır. Daru’l-İslâm denen yerlerde ve Müslümanların çoğunlukla yaşadığı yerlede silah kullanarak cihad yapılmamakla birlikte, Daru’l-Harp denen ve Müslümanların çoğunlukla yaşamadığı ve gayrimüslimlerin yaşadığı, anlaşma yapılarak barışın sağlanamayacağı yerlerde maddi cihad söz konusu olabilirse de buna karar vermeye yetkili kişi devlet başkanıdır. İslâmiyet, keyfi, başıbozuk hareketleri ve terör anlamına gelecek faliyetleri yasaklamaktadır.
Bugün dünyada yaklaşık 50 kadar aktif terörist grup vardır; bunların neredeyse yarısı dinî duygularla hareket ederler. El Kaide, Hamas, Hizbullah bunların en temel örnekleridir. Orta Doğu’da dinî kaynaklı terörü besleyen çeşitli faktörler mevcuttur. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür: Batı’ya ve özellikle de Batı hegomonyasına tepki, Bölgenin geneline bakıldığında, gittikçe radikalleşen dinî temelli hareketler ve grupların, Batı’nın hegemonyasına, siyasi ve ekonomik değerlerine tepki olarak çıktıkları gözlenmektedir. Orta Doğu’daki dinî temelli radikal gruplara sekülerleşme ve modernleşme adı altında Batılı değerler bölgeye sokulmaya çalışılmaktadır. Bu düşüncenin en temel ve en bilinen sonucu, 1979 İran İslâm devrimidir. Bu düşünce, hemen hemen Orta Doğu’daki bütün ülke toplumlarında mevcuttur ve toplumların diğer sıkıntıları (ekonomik, sosyal, siyasi) eklendiğinde, dinî temelli hareketler şiddete ve daha ileri gidecek olursak terörizme yönelmektedir. Sosyoekonomik sorunlar, Orta Doğu bölgesinin özellikle petrol yoksunu ülkelerinde bu sorun daha fazla dikkat çekmektedir. Eşit olmayan gelir dağılımı, işsizlik, hızlı nüfus artışı, istihdam sorunu gibi faktörler, din temelli terörü beslemektedir. Mevcut siyasi yapı, Arap - İsrail çatışmaları, dış güçlerin müdahaleleri de din temelli terörü etkileyen unsurlardır.
Aslında İslâm düşünürleri, çağdaş ulemalar, İslâm dini üzerinden siyaset yapan politikacılar ve her türlü İslami örgütlerin temsilcileri, ‘İslâm’ kelimesinin önüne herhangi bir sıfat getirilmesine karşıdırlar. ‘Siyasal İslâm’ tanımlamasını sevmezler. Doğal olarak ‘İslâmi terör’ sıfatı da, bütün bir dini töhmet altında bıraktığı için asla kabul edilemezdir. Ancak dünyanın değişik bölgelerinde bazen devlet gücünü hakim kılmak bazen de eylemlerine kolaylıkla taraftar bulabilmek amacıyla yorum farklılıkları görülmektedir. Her ülkede, yönetim gücünü elinde bulunduran, devleti yönetenlerin anlayışı hakim olur. İslâmi siyaset uygulamalarının belirleyen en önemli faktör, ‘devlet gücü’dür.
2010 Arap Baharindan gunumuze yasanan gelismeler ve terör örgütleri İlk olarak 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan protestolar, domino etkisi göstererek benzer sorunlar yaşayan Arap dünyasına yayılmıştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın tamamına yayılan Arap hareketleri, Mısır’da 30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek’in, Libya’da 42 yıllık diktatör Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle sonuçlanmıştır. Suriye’de rejime karşı başlayan gösterilere Beşşar Esad yönetiminin şiddetli bir şekilde karşılık vermesi üzerine protestolar iç savaşa dönüştü. Peki neden Suriye”de bu kadar uzun ve kanli surdu?
Suriye Sunni elitlere karsi Hristiyan ve Musluman iki ogretmen tarafindan kurulan Baas Partisi, Sekulerizm ve Ozgurluk uzerine insa edilmis ozellikle Alevi,durzi,ismaili gibi gruplara ve diger kirsal sinifa hitap etmistir. Baas”in Mezhepsel degil, Arap milliyetciligini bayraklastiran politikasi subaylarin kitleler halinde partiye cekmesini sagladi Bu askeri kanat Hafiz Esad”in da aralarinda bulundugu askeri komite ile 8 mart 1963 yilinda gerceklestirilen Baas Darbesi ile Arap Bahari Halk ayaklanmasi mi? Dis mudahale mi?. Ortadogu”da ulus devlet basarili olamamis daha cok mezhepsel unsurlara dayali kalmis ve catismistir. Bu icsel sorunlar hep vardi peki neden 2011 yilinda patlak verdi? 21.yy okuma-yazma oranlarinin artmasi, internet telefon sosyal medya gibi iletisim olanaklarinin artmasiyla halklarin bilincmesi hizlanmistir. Iletisim araclari domino etkisi yaratarak bir ulkeden diger bir ulkeeye sicramistir. Hatta arap bahari icin bir sosyal medya devrimi denebilir.
ISID KÜNYE İsmi : Irak-Şam İslam Devleti Kuruluş yeri ve tarihi : Irak – 2004 İdeoloji : Cihatçı (cihadi) selefi Karakteri : Beynelmilel Amaç : Irak ve Bilad-i Şam’da şeriat devleti kurmak
Daes mi? Deas mi? Isid mi? Isis mi? Dais mi?
Örgüt 2004 yılında “Tevhid ve Cihat” adıyla Ebu Musa Zerkavi tarafından Irak’ta kuruldu. Sonrasında Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’ye katıldı. El Kaide’ye katıldıktan sonra adını “Mezopotamya’da El Kaide” olarak değiştirdi. 7 Haziran 2006’da Zerkavi, ABD güçlerince düzenlenen bir operasyonda öldürüldü. Yerine Ebu Hamza el Muhacir geçti yılının sonlarında El Kaide’ye yakın Ebu Ömer el Bağdadi ise liderliğini yaptığı “Irak İslam Devleti”ni kurduklarını açıkladı. 2010 Nisan’ında, ABD ve Irak güçleri, Sisar bölgesinde Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in kaldıkları eve ortak bir operasyon düzenledi. Operasyonda her ikisi de öldürüldü. Ebu Bekir El Bağdadi örgütün yeni lideri oldu.
9 Nisan 2013’te Ebu Bekir Bağdadi’ye ait bir ses kaydında Nusra Cephesi’nin Irak İslam Devleti’nin müttefiki olduğu belirtildi. Aynı yıl, Bağdadi Nusra Cephesi ile Irak İslam Devleti’nin “Irak-Şam İslam Devleti” adı altında bir araya geldiğini açıkladı. 2013 Şubat’ında, El Kaide, Suriye’deki IŞİD’i tanımadığını ilan etti ve örgütün Suriye’yi terk etmesini istedi. El Kaide Suriye’deki temsilcisinin Nusra Cephesi olduğunu açıkladı. Nusra Cephesi ve IŞİD arasında birçok cephede çatışmalar yaşandı. En sonuncusu ise IŞİD’in Nusra Cephesi’nin kontrolündeki Deyr Ez-Zor kentinde kontrolü sağlamasıyla son buldu Suriye”de ki son durum (Önümüzdeki süreçte ne olabilir?
YPG – PYD – PYJ Pyd Nedir Açılımı Pyd Suriye Kürt bölgesi Rojava'da bulunan Kürt partisinin ismidir.2003 yılında kurulmuştur.Pyd'nin Kürtçe açılımı Partiya Yekîtiya Demokrat(Demokratik Birlik Partisi).Pyd'nin başkanı Salih Müslim'dir.Salih Muslim defalarca Ankara'ya davet edilmiş hükümet yetkilileriyle görüşmeler yapmıştır. Ypg Nedir Kimdir Açılımı? Ypg,Pyd'nin silahlı kanadının ismidir.Kürtçe ismi ''Yekîneyên Parastina Gel''şeklindedir.Türkçe anlamı ''Halk Savunma Birlikleri''dir. Ypj Nedir? Ypj ise Ypg'nin kadın savaşçı birliklerine verilen isimdir.Kürtçe ismi ''Yekîneyên Parastina Jin'' yani ''Kadın koruma Birlikleri'' anlamına gelmektedir.
Turkiye,Iran,Irak ve Suriye”de Kurt teror gruplari vardir. Tr”ye karsi PKK - HDP Irandaki kolu: Pejak Suriyedeki kolu ise: PYD YPG dir
El kaide 1988 yılında Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılan dönemde Sovyetler Birliğinin olası bir Afganistan işgalini önlemek amacıyla kurulan El Kaide süreç içinde örgüt yapısını, amacını ve kadrosunu değiştirerek 'İslami Terör Örgütü' olarak tabir edilen sınıfa dahil olmuştur. Ana amaç olarak kendilerine tüm Müslümanları halifelik çatısı altında toplamayı ve kurulacak devleti Şer'i hükümlerle var edecek bir sistem öngörmüşlerdir. El Kaide örgütünün fikir babası olarak Abdullah Azam kabul edilir. Abdullah Azam Bin Ladin'i Afganistan'da ki direnişe katılması için tavsiyelerde bulundu. Akabinde ise Usame Bin Ladin tarafından örgüt kurulmuştur yılında vermiş olduğu fetva da ' ister sivil, ister asker olsunlar Amerikalıları ve müttefiklerini öldürmek her Müslüman için farzdır ' beyanında bulunmuştur. Örgüt terör eylemlerine 1990'lı yılların başında başlasa da Dünya çapında büyük etkiler doğuran eylemi ABD'yi hedef aldığı 11 Eylül Saldırıları oldu. 15 El Kaide militanı kaçırdıkları 4 yolcu uçağı ile Pentagon, İkiz Kuleler ve Beyaz Sarayı hedef alarak dünyanın en kanlı eylemlerini gerçekleştirdiler. İkiz Kuleleri'n 94 ve 98. katlarına çarparak gerçekleştirilen bu terör eylemi sonucunda 3 bin insan hayatını kaybetmiştir.
El-Nusra Cephesi Suriye'de Beşşar Esed rejimi karşısında savaşan ve rejimi devirerek bölgede bir İslam devleti kurmayı hedefleyen, İslamcı cihatçı örgüttür. Amerika Birleşik Devletleri ve birçok ülke tarafından terör örgütü olarak tanımlanmıştır. Nisan 2013'te El-Kaide'ye bağlılığını açıkladı. IŞİD’den sonra Suriye’deki en büyük ikinci cihatçı örgüttür. İlk dönemlerde 5-6 bin eylemcisiyle 100 binlik muhalif cephedeki varlığı pek önemsenmeyen El Nusra, son dönemde elde ettiği ağır silahlarla düzenlediği kanlı eylemlerin ardından gündeme taşındı. 8 Temmuz 2016 tarihinde el-Kaide'den ayrıldığını bildirerek yeni isimlerinin Şam Fethi Cephesi olarak değiştirdiğini açıkladıŞam Fethi Cephesi Örgüt, Suriye rejimine ve azınlıkları içeren sivil hedeflere karşı bir dizi terör saldırısı gerçekleştirmiştir.
Örgütün Yapılanması Teşkilatı El Nusra; askerî kanat, dinî kanat ve politik kanat olmak üzere hepsi Ebu Muhammed Julani’nin liderliği altında olan üç ayrı kanattan oluşmaktadır.Ayrıca, Nusra’nın, stratejik politika oluşturmak ve dinî rehberlik yapmak gibi görevleri olan, kendi kontrolündeki yerel bölgelerin temsilcilerinden oluşan, sözde bir “Şûra Meclisi” vardır.Ayrıca askerî operasyonlar, finans sağlama, silah tedariği, dinî işlemler, iletişim ve halkla ilişkileri yürüten üst düzey yöneticiler de örgüt bünyesinde bulunmaktadır.
Örgütün Gerçekleştirdiği Terör Eylemleri El Nusra, Suriye’de devam eden iç savaşın sürmesinde önemli bir faktör olmakla birlikte, kendisine bölgesel ve politik bir boşluk sağlama avantajını yaratmak için, buradaki çatışma ortamını körüklemektedir. Örgüt, milyon dolarlarca finansal kaynak sağlayacak uluslararası yardımların ve binlerce yabancı terörist savaşçıdan oluşan gönüllülerin bölgeye akması için Suriye’deki çatışmayı bir bahane olarak kullanmaktadır. Suriye’deki sürece radikal dinci terör örgütlerinin de müdahil olmasıyla birlikte şiddet tırmanmıştır. Bu örgütlerin en önde gelenlerinden olan El Nusra, yalnızca rejim kuvvetlerine değil aynı zamanda din dışı gördüğü Hristiyanlar, Nusayriler ve diğer azınlıklara karşı da çeşitli eylemlerde bulunmaktadır yılının sonlarında, Şam yakınlarında bulunan ve Hristiyanların yaşadığı Malule kasabasına yönelik düzenlediği saldırı, azınlıklara karşı gerçekleştirdiği eylemlere örnek teşkil etmektedir.. El Nusra, “düşmanla mümkün olduğu kadar az temasa geçmek ve bu temaslarda büyük zayiatlar verdirmek” şeklinde etkili bir eylem yöntemi geliştirmiştir. Şehir merkezlerinde bombalı intihar saldırıları düzenlerken, kırsal alanlarda koordineli saldırılarla yerleşim yerlerine hâkim olmaya çalışmaktadır. Örgütün kullandığı yöntemler genellikle; bomba yüklü araç patlatma, motosikletli canlı bomba ve el yapımı patlayıcılar kullanmaktır.
Müslüman Kardeşler Kardeşler 1928 yılında dini siyasi bir oluşum olarak Mısır’da Hasan El Benna tarafından kurulmuştur. Başlangıçta Mısır’da faaliyet gösteren örgüt daha sonra Ortadoğu ve hatta özellikle Arap kimliği baskın olan bazı Afrika ülkelerinde faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu örgüte üye olmak için tek şart Müslüman olmanın yeterli olmasıdır. Bundan dolayı hareket belli mezhep ve etnik gruba, milliyete ve kabileye bakmamaktadır. Müslüman kardeşler hareketinin altı amacı vardır. Birincisi Kuran’ın tam net açıklaması yapmak, yanlış yorumlanmasını, anlaşılması önlemektir. İkincisi Mısırı ve diğer İslam devletlerini Kur’an ilkeleri altında bir çatı altında toplamak. Üçüncüsü Müslümanların ekonomik refahını sağlamaktır. Dördüncüsü sosyal adaletsizliği ortadan kaldırmaktır. Beşincisi İslam dünyasını yabancılardan hâkimiyetlerden kurtarmaktır. Altıncısı ise İslam ilkeleri etrafında evrensel barışı sağlamaktır.
’lı yıllara gelindiğinde ise batı kaynaklı ortaya çıkan milliyetçi anlayışa sahip yönetimlere karşı tavır almaya başlamıştır. Mısır, Libya, Cezayir, Irak gibi ülkelerde devlet yönetimler işlemez hale gelmiş ve yıkılmalar ortaya çıkmıştır. Hüsnü Mübarek’in 1981’de iktidara gelmesiyle Müslüman Kardeşler üç farklı yol izlemeye başlamıştır. Birincisi, Mısır parlamentosunda geniş kapsamlı olarak diğer küçük muhalefet partileri ile koalisyon oluşturarak grupta temsilci seçmek 7. İkincisi, profesyonel öğrenci dernek ve kuruluşları kontrol altında tutmaktır. Üçüncüsü ise mahalle ve köylerde sosyal hizmetlerin gelişmesini ve idaresini sağlamaktır. 30 Nisan 2011’de Özgürlük ve Adalet Partisi adı altında 2011 seçimlerinde sandalyelerin yarısını aldılar. Ayrıca Rusya, Suriye, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap emirlikleri Müslüman Kardeşleri resmi olarak terör örgütü olarak ilan etmiştir.
Hizbullah Hizbullah veya Allah’ın Partisi, etnik zenginliğin karmaşaya yol açtığı bir ülke olan Lübnan’da, 1980’li yılların başında artan Şii radikalizminin bir ürünüdür. Şiilerin örgütlenmesini başlangıcı, 1975’te lideri Nebih Berri olan ve Musa Sadr’ ın kurduğu Lübnan Direniş Kıtaları anlamına gelen “Efvacu’l Mukavemetu’l Lübnaniye” yani EMEL örgütüdür. [1] Musa Sadr, 1928 yılında İran’da doğmuş, Kum ve Necef gibi şehirlerde öğrenim görmüş bir bilgindir yılında Lübnan vatandaşlığını kabul ettikten sonra hayatına burada devam etmiş, çeşitli ortamlarda yaptığı konuşmalarla kısa zamanda farklı görüşteki insanları çevresine toplamayı başarmıştır. [2] 1974 yılında, EMEL örgütünün sosyal kanadı olan “Mahrumlar Hareketi” ni kurmuş, ezilen bölgelerde yaşayanların mahrumiyetlerini giderilmesini sağlamak amacıyla hareket etmiştir. “İsrail salt kötülüktür. ”sözünün sahibidir. [3] Sadr, 1978 yılında Libya lideri Muammer Kaddafi ile görüşmek üzere Libya’ya davet edildi. Gergin geçen görüşmelerden sonra Musa Sadr, Libya’da esrarengiz bir şekilde kaybolmuş ve bugünden sonra Kayıp İmam olarak adlandırılmıştır. Sadr’ın EMEL’in lideri Nebih Berri ile arasındaki fikir çatışmaları ve Berri’ nin Libya’ya olan yakınlığı göz önüne alındığında bu kayboluş ile ilgili akıllarda soru işaretleri bırakmıştır.
Hizbullah’ın İdeolojisi Hizbullah’ın ideolojisi hak ve batıl ayrımının olduğu basit temellere dayandırılmaktadır. ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılı güçlerin hepsi ve onların savunduğu değerler batıl olarak nitelendirilmektedir. İslam’ın yayılması ve dünya Müslümanların ümmet anlayışı çerçevesinde birlik olması uzun vadeli asıl hedef olarak belirtilmiştir yılında yapılan Hizbullah’ın ilk genel kurulunda alınan kararlar şöyledir: – Lübnan’ı problemlerinden kurtarmanın ilk yolu İslami bir devlet kurmaktan geçer. Ancak İslami bir sistem Lübnan halkı arasında eşitliği ve adaleti sağlayabilir. – Hizbullah, Batılı emperyalist güçlerin Lübnan'ı terk etmesi için elinden geleni yapacaktır. Ülkenin İsrail tarafından işgal edilmiş olmasıasıl problemdir. İşgal sona erinceye ve Siyonist düşman yok edilinceye kadar direniş sürecektir.
– Bütün dünya Müslümanların bu mücadelede Hizbullah’ın yanındadır Hizbullah kendi yayın organlarında ise amaçlarınışu şekilde anlatır: [16] – Lübnan’ıİsrail işgalinden kurtarmak – İsrail işgaline karşıLübnan halkınıeğitmek ve yardımda bulunmak – İsrail saldırılarına ve suikastlarına karşıdirenişi sağlamak – İsrail tarafından kurulan ve finanse edilen Güney Lübnan Ordusu’nu bölgeden sürmek – Tıbbi yardımlarda bulunmak, savaştan zarar gören sivil halka sağlık hizmeti götürmek.
Hizbullah’ın Eylemleri ve Parlamento Deneyimi Hizbullah, batılı ülkelere karşı ilk saldırısını İsrail İstihbaratına karşı24 Mayıs 1982’de Beyrut’taki Fransız Büyükelçiliği’ni bombalayarak gerçekleştirdi. Örgütün yaptığı diğer eylemlerinden bazıları şöyledir: – 19 Temmuz 1982: Suriye-Lübnan sınırında Lübnanlı askerlere saldırı, – 15 Mayıs 1983: BM Barış Gücü'ndeki İtalyan askerlere baskın, – 9 Nisan 1983: Fransız askerlere saldırı, 18 Nisan 1983: ABD’nin Beyrut Büyükelçiliğinde otomobilin infilakı, – Kasım 1983: İsrail askeri binasının kundaklanması, -17 Ocak 1984: Beyrut Marble Town Oteli’nde patlama, – 18 Ocak 1984: Beyrut Amerikan Üniversitesi Rektörü Malcolm Kerr’in kaçırılması – Haziran 1985: 847 sefer sayılı TWA yolcu uçağı kaçırılması, – Mart 1992: Arjantin Buenos Aires’teki İsrail Büyükelçiliği, eski genel sekreter Musavi’nin öldürülmesine misilleme olarak bombalanması, – Temmuz 1994: Arjantin-İsrail İşbirliği ve Yardımlaşma Derneği binası bombalanması.