Harran Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Ayşe Hümeyra Tüysüz SİYASİ TARİH Harran Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü Ayşe Hümeyra Tüysüz
Ders Saatleri: Pazartesi 09:00-12:00 Vize ve Final Derse katılım Ödevler İntihal (Aşırma) hrusiyasitarih.wordpress.com Ders kitabı: Siyasi Tarih, Oral Sander c.1 ve c.2 (İmge)
Ders Planı Hafta (6 Şubat 2017): Giriş. Siyasi Tarih nedir? Hafta (13 Şubat 2017): Fransız Devrimi ve Amerikan Devrimi Hafta (20 Şubat 2017): Sanayi Devrimi Hafta (27 Şubat 2017): Emperyalizm, sömürgecilik Hafta (6 Mart 2017): I. Dünya Savaşı Hafta (13 Mart 2017): İki Dünya Savaşı Arası Dönem Hafta (20 Mart 2017): II. Dünya Savaşı Hafta (27 Mart 2017): VİZE HAFTASI
Ders Planı Hafta (3 Nisan 2017): Soğuk Savaşa Geçiş Dönemi Hafta (10 Nisan 2017): Soğuk Savaşın Yayılması ve İki Kutuplu Dünya Hafta (17 Nisan 2017): Çok Merkezliliğe Geçiş Hafta (24 Nisan 2017): Yumuşama ve Yakınlaşma Hafta (1 Mayıs 2017): Soğuk Savaşın sonu, Küreselleşme Hafta (8 Mayıs 2017): Türk Dış Politikasına Genel Bakış Hafta (15 Mayıs 2017): -DERS YOK- Hafta: FİNAL HAFTASI
Siyasi Tarih nedir? “devletlerden, devletlerin ortaya çıkışından, değişme, gelişme, yıkılışlarından ve devletler arasındaki siyasal ve bir dereceye kadar ekonomik ilişkilerden” söz eden disiplin (Sander, c.1, s.19) Uluslararası ilişkiler tarihi Diplomasi (Dış siyaset) tarihi + Siyasal (İç siyaset) tarih ≠ Siyaset tarihi ≠ Türk siyasal tarihi Siyasal tarih= “Devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri değişiklikleri, gelişmeleri, devlet içindeki insanların, sınıfların, grupların birbirleriyle çatışmalarını ve devletlerin genel dünya tarihi ve dünya devletler mozaiği içindeki yer ve önemlerini inceleyen” Diplomasi tarihi= “Bağımsız devletlerin, yani uluslararası sistemin temel birimlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihini inceleyen”
Siyasi Tarih nereden başlar? İlk devletlerin kuruluşu (Mezopotamya, Mısır uygarlıkları vs.) Modern Avrupa’nın doğuşu ve yükselişi Feodalizmden mutlakiyetçi imparatorluklara geçiş Coğrafi keşifler Rönesans ve Reform hareketleri Westphalia düzeni (“güç dengesi sistemi” ve “egemenlerin eşitliği”) Dünyanın diğer bölgelerindeki aktörler? Amerika kıtası, Çin, Japonya, Rusya, Polonya, İran, Osmanlı vs Ortaçağ Avrupasındaki yaygın siyasi düzen Feodalizmdir. Kralın yanısıra kontlar/feodal beylerin de siyasi ve ekonomik güçleri vardır. Hükmettikleri toprakların vergi toplama ve yönetmehakları bu beylerdedir. Bu da kralların merkezi gücünü sınırlar. Feodal sistem ademi merkeziyetçi bir yapıdır. (merkezin yokluğu) Zaman içinde merkezdeki krallar güçlenmiş (yeni silahların ve savaş teknolojilerinin gelişmesiyle) ve feodal beylerin egemenliklerine son vererek mutlakiyetçi merkeziyetçi buyuk imparatorlukların yolu açılmıştır. Coğrefi keşifler de teknolojik gelişmelere paralel olarak gerçekleşti. Uzak coğrafyalara seyahat edilebilmesi (pusula, gemi, harita vs) keşifleri mümkün kıldı. İmparatorluklar bu keşifler için birbirleriyle yarıştı. Gittikleri denizaşırı toprakları sömürgeleştirdiler ve Avrupaya bu sayede ciddi bir maddi kaynak akışı oldu. Ekonomik refahın artmasıyla sanat ve kültüre yeraçıldı. Eski yunan ve humanizme merak arttı. Zenginlerin sponsorluğunda eski yunanca eserler tercüme edildi ve rönesans(yeniden doğuş) akımı yayıldı. Bu yeni fikir akımları kilisenin otoritesinin de sorgulanmasına vesile oldu. Papa, kilise ve din adamlarının mutlak otoritesi ve tekelinin kırılması “reform”. Bu reform hareketini başlatan gruplara “protestan” dendi. (kiliseyi protesto eden anlamında). Protestanlardan katolik kiliseden ayrılıp kendi kilise ve mezheplerini kurdu. Bu ayrışma din savaşlarına sebep oldu. Uzun yıllar süren yıpratıcı ve kanlı savaşlar oldu.dünya tarihinin 2. dünya savaşına kadar gördüğü en kanlı savaş olan 30 yıl savaşı. Önce almanyadaki katolik ve protestan prenslikler arasında başladı tüm avrupaya yayıldı. Bir yanda habsburglar, avusturya imp, kutsal roma imp., ispanya, kilise ve papalık öte yanda hollanda, isveç, danimarka, bohemya, protestan prenslikler, fransa. Burda fransa ilgi çekici. Zira katolik oldugu halde “ulusal çıkarlarını düşünerek” protestanların safında yer aldı. Ulusal çıkar meselesı artık devletlerin kararlarını belirliyor. Eskiden din daha baskındı. Bu savaşlar sonucunda oldukça geniş katılımlı bir uluslararası konferans yapıldı. Westphalia anlaşması imzalandı. Otuz Yıl Savaşları 1648’de Westphalia Barışı ile sona erdiğinde Avrupa’nın monarkları birbirlerini yeterince hırpalamış ve Fransız Devrimi’ne (1789) kadar süren bir güç-dengesi sistemi inşa etmişti. Westphalia (Vestfalya) sistemi aynı zamanda egemenlik konseptini de tesis etti. Westphalia Barışı’nın Oral Sander’e göre üç temel niteliği vardır. Birincisi, bu toplantı dini nitelikli değildir. Devlet-savaş ve iktidar ilişkileri üzerinde mutabakata varılmaya çalışılan laik bir konferanstır. İkincisi, anlaşmada Papa’nın imzası yoktur. Bu o dönem için bir devrim niteliğindedir ve kilise gücü sınırlandırılmıştır. Üçüncüsü ise Kutsal Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasıdır. Böylelikle o döneme kadar hâkim hanedan olan Habsburglar’ın da gücü kırılmış ve devletler kendi çıkarları doğrultusunda bir uluslar arası sisteme dâhil olmaya başlamışlardır.
Siyasi tarih ve Avrupa Merkezcilik Siyasi tarih doğası gereği ideolojik Avrupa-merkezcilik; sadece tarihsel tecrübelerin tarihi süreçte dönemlenmesinde değil, aynı zamanda tarihi vakaların ve aktörlerin değerlendirilmesinde de bazı hiyerarşik konumlamalar yapar. bizim dünya tarihine bakışımızı en çok belirleyen ideoloji. Buna göre, Avrupa çağımızdaki çoğu gelişmenin sahibidir ve Avrupa-dışı toplumların tarihi de Avrupa ölçü alınarak anlamlandırılmaktadır. Dünya tarihine ilişkin dönemlemeler Avrupa toplumlarının tarihsel tecrübeleri baz alınarak yapılmaktadır. Örneğin İlk çağ diye adlandırılan dönemden Orta çağa geçiş Roma İmparatorluğu'nun Batıda çöküşü ile tanımlanmaktadır. İyi ama, Roma'nın Batıda çöküşünden Hintliler ve Çinlilere ne ola ki? Ya da Orta çağdan Modern çağa geçişin sembolü olarak alman onbeşinci yüzyılın sonu onaltıncı yüzyılın başındaki denizaşırı seyahatlerin, Avrasya'daki topluluklar için ne önemi olabilir ki? Onlar için Moskova Düklüğünün yükselişi çok daha önemliydi. Avrupa-merkezcilik; sadece tarihsel tecrübelerin tarihi süreçte dönemlenmesinde değil, aynı zamanda tarihi vakaların ve aktörlerin değerlendirilmesinde de bazı hiyerarşik konumlamalar yapmakta. Mesela, Avrupa-merkezli bir tarih anlayışıyla baktığınız zaman, onüçüncü yüzyıl şöyle gözükür: Onüçüncü yüzyılın en önemli tarihsel olayı Avrupa'da var olan konsolidasyon-merkezileşme hareketleridir. Ve bu dönemde en önemli tarihsel aktörler olarak karşımıza Kral III. John, Kral III. Henry, Phillip August, IX Louis ve imparator II. Frederic çıkar. Lakin Avrupamerkezcilikten kurtulunca, onüçüncü yüzyılın en önemli tarihsel olayı büyük bir olasılıkla Moğol fetihleri veya Moğol istilaları olacaktır. Ve o dönemin en önemli tarihsel şahsiyeti de şüphesiz Cengiz Han'dır. Onaltıncı yüzyıla Avrupa-merkezci açıdan bakarsanız, en önemli tarihsel olaylar olarak hanedanlar arası savaşlar, mutlak monarşilerin yükselişi, din savaşları, Otuzyıl Savaşları ve Avrupa'nın denizaşırı yayılması karşımıza çıkar. Onaltıncı yüzyıla cihanşumul bir açıdan bakarsanız, Avrupa'nın genişlemesi, Avrupa'nın denizaşırı yayılması yine önemini korur, fakat bu noktada önemli bir tarihsel olay olarak hanedan savaşlarını değil de, Mohaç Savaşı'nı ve İnebahtı Deniz Savaşı'nı almamız daha yerinde olacaktır. Çünkü bu iki savaş, dünya tarihinde Akdeniz-merkezlilikten Atlantik-merkezliliğe geçişin habercisidir. Ondokuzuncu yüzyıla Avrupa-merkezli bir tarih açısından baktığımızda, Alman ve İtalyan Birliği'nin kurulması, Alman ve İtalyan milliyetçiliği, Avrupa'daki güç dengesi en önemli tarihsel olaylardır. Cihanşumul tarih açısından bakarsanız, belki bu olaylar önemini koruyacaktır, ama Büyük Britanya, Amerika ve Rusya arasında Kuzeybatı Hindistan'da, iran'da, Çin ye Pasifik'te yürütülen mücadele daha önem kazanacaktır. Uluslararası İlişkiler ya da Uluslararası İlişkiler tarihi öğrencilerinin çok aşina olduğu bir Avrupa-merkezcilik örneği de, Wallerstein ve Modelski'nin dünya sistemi analizleridir. Her iki yazar da onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllardaki dünya sisteminin önde gelen aktörleri arasında Osmanlı İmparatorluğu'na hiç değinmezler. Halbuki, indirgemeci olmayan bir bakış, onbeşinci yüzyılın ikinci yarısından en az onyedinci yüzyılın sonuna kadar, Osmanlı İmparatorluğunun belirleyici bir aktör olduğunu teslim edecektir.