KUŞADASI ŞEHİT KAYA ALDOĞAN ANADOLU LİSESİ BORA KAYAOĞLU KONU: FECR-İ ATİ VE AHMET HAŞİM
Fecr-i Âti Topluluğu “ Fecr ” sözcüğü “ şafak vakti, güneş doğmadan önceki vakit ” anlamına gelir. “ Âti ” ise “ gelecek ” anlamına gelir. “Fecr-i Âti” ise “ geleceğin şafağı, yarının geleceği ” anlamına gelir. II. Meşrutiyet ‘in ilanından sonra Servet-i Fünûn dergisi nde yayımladıkları bir bildiri ile topluluk faaliyetlerine başlar. Fecr-i Âti ile birlikte başlayan Batılılaşma sürecimiz de son ayağını tamamlamış olur. Tabi bundan sonraki dönem özlerimize dönüş dönemimiz olan Milli Edebiyat dönemimizdir. Servet-i Fünûn dergisi Milli Edebiyat
Fecr-i Âti’nin bilinmesi gereken en önemli özelliği bir akım olmasından ziyade bir “topluluk” olmasıdır. Ayrıca ortaya çıkış sebebi ile diğer dönem sanatçılarından ayrılır. Çünkü gerek Tanzimat sanatçıları, gerek Servet-i Fünûncular olsun plânlı bir şekilde ortaya çıkmamıştır. Tesadüfen ya da arkadaşlık bağlantılarını toplayarak bir dergi ya da gazete etrafında toplanmışlar, bazen de birbirlerini hiç tanımadan aynı görüşü savunmuşlardır. Ancak Fecr-i Âticilerin en önemli özelliği yeni bir sanat anlayışı ortaya çıkarmak amacıyla bilinçli bir şekilde bir araya gelmeleri ve bir “ beyannamesi ” yayımlamalarıdır. Fecr-i Âticiler Türk edebiyatında ilk bildiri yayımlayan topluluktur.
Fecr-i Âti Topluluğunun Ortaya Çıkışı II. Abdülhamit tarafından kapatılan Servet-i Fünûn dergisi 5 Aralık 1901’de yeniden açılmış ancak dergi edebî niteliğini yitirmiştir. Çünkü Servet-i Fünûn sanatçıları zaten çekingen, hassas, etliye sütlüye karışmayan mizaçları ile bu dergi etrafından uzaklaşmışlardır. Böylece Servet-i Fünûn Topluluğu dağılmış ve bir boşluk ortaya çıkmıştır. İşte bu boşluğu doldurmak isteyen ve II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Abdülhamit’in baskısının kalkmasından da faydalanan bazı sanatçılar Fecr-i Âti topluluğunu oluşturma kararı almışlardır. 20 Mart 1909’da Bab-ı Âli’deki Hilal gazetesinin matbaasında bir araya gelerek bu topluluğu kurdular. Topluluğa Fecr-i Âti (yarının aydınlığı) ismini koydular ve başkanlığa da Faik Ali Ozansoy’u seçtiler.
Fecr-i Âti Topluluğunun Amaçları: – Edebiyata hevesli ve yetenekli gençleri bir araya getirmek, – Edebiyat ve fikir konuları ile ilgili konferanslar düzenlemek, – Batı edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak, – Türk edebiyatını Batı edebiyatına tanıtmak, – Batıdaki benzer topluluklarla temas kurmak, – Fecr-i Âti kütüphanesi adı altında bir yayın serisi oluşturmak, – Açık fikir münakaşaları ile kamuoyunu aydınlatmak.
Fecr-i Âti Topluluğunun Genel Özellikleri Bireysel özgürlüğü ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savunurlar. Her biri sadece kendi duyuşuna, kendi beğenisine göre bir güzellik yaratma çabası içine girerler. – Sanat şahsi ve muhteremdir. – Edebiyat ciddi bir iştir, bunun halka anlatılması lazımdır. – Duygusal ve romantik aşkları dile getirmişlerdir. – “Sanat, sanat içindir” ilkesine bağlı kalırlar. – Batıyı, özellikle Fransız edebiyatını örnek alırlar. – Tiyatro ile yakından ilgilenirler. – Romantizm, sembolizm ve empresyonizmin etkisi altında kalırlar. – Edebiyatımızdaki ilk edebî topluluk olarak tarihe geçerler. Edebiyatımızdaki ilk beyanname yayımlayan topluluktur.
Fecr-i Âti Beyannamesine imza atan sanatçılar: Ahmet Haşim Ahmet Haşim Şahabettin Süleyman Emin Bülent, Ahmet Samim, Celal Sahir Erozan, Emin Lami, Tahsin Nahit Cemil Süleyman, Hamdullah Suphi Tanrıöver,
Abdülhak Hayri İzzet Melih, Ali Canip Yöntem, Refik Halit Karay, Ali Süha, Faik Ali Ozansoy, Fazıl Ahmet Aykaç, Mehmet Behçet, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İbrahim Alaattin.
Kısaca özetleyecek olursak; Fecri Âti’nin temsilcilerinden olan şair, topluluk dağıldıktan sonra hiçbir edebi topluluğa katılmamış; sanat anlayışını değiştirmeden sanat yaşamına bağımsız olarak devam etmiştir. İlk şiiri Hayal-i Aşkım’ı 1905’te yayımlamıştır. Sembolizmden ve Empresyonizmden etkilenmiştir. Şiirlerindeki doğa manzaraları, sembolistlerin genellikle tercih ettiği “akşam, şafak, gurup, gece, mehtap, güller, yıldızlar, ormanlar” gibi hayal kurmaya uygun yerler ve durumlardır. Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak da tanınır. “Sanat için sanat” anlayışını benimsemiş, toplumsal konularla ilgilenmemiştir.
Şiirlerinde daha çok serbest müstezat nazım biçimini kullanmıştır. Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerinin başlıca temalarıdır. Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. “Köylü vezni” olarak nitelendirdiği heceyi musiki açısından çok yetersiz bulduğu için kullanmamıştır. Şiirlerinde anlaşılmak için bir kaygısı yoktur. Dili ağırdır. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır. Son dönem şiirlerinde dil sadedir. Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından çok zengindir. Şiirleri dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasına bıraktığı izlenimlerini yansıtır. Dış dünya, Haşim’in hayal dünyasının en güzel renklerine bürünerek şiirlerine yansır.
Düz yazı türlerinde de çok başarılıdır. Fıkra, sohbet, gezi türündeki yapıtlarında kendine özgü bir üslubu vardır. Bu yazılarda parlak zekâsını ortaya koyan orijinal buluş ve görüşleri yer alır. Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir. Bazen nükteli ve alaycı bir üslup kullanmıştır. Şiirle ilgili görüşlerini “Piyale” adlı şiir kitabının ön sözünde (Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar) açıklamıştır. “Merdiven”, “O Belde” en önemli şiirleridir.
Şiirle ilgili görüşleri: Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili “musiki” ile “söz” arasında sözden ziyade musikiye yakındır. Sözcükler şiire anlam değerinden çok musiki değerlerine göre girer. Şiirin anlam bakımından açık olması önemli değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır (bilinçaltıdır). Şiir düz yazıya çevrilemeyen bir nazımdır. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiirde anlam aramak, eti için bülbülü öldürmek gibidir. En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir.
Eserleri: Şiir: Göl Saatleri, Piyale Gezi: Frankfurt Seyahatnamesi Deneme-Fıkra: Gurebahane-i Laklakan, Bize Göre
Fecr-i Âticilerin Dağılışı 1909’un Martından 1912 yılına kadar farklı gruplarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Ayrıca bireysel sanat anlayışını savunurlar. Bu bağımsızlık aralarında güçlü bir sanat bağlarının olmamasına yol açar. Sanatı toplum yararına kullanmak istemezler. Bu da topluluğun kolay çözülmesine sebep olur. Topluluğun hep gençlerden oluşması, onlara önderlik yapacak büyük birinin olmaması, kültürel bakımdan yeterli donanıma sahip olamamaları dağılma sürecini hızlandırmıştır.