EMEVİLER DÖNEMİNDE MİMARİ
Emevilerden Önce İslam Medeniyetindeki Mimari Nasıldı?
Hz. Muhammed (S.A.V) ile birlikte İslam sanatı ilk örneklerini vermiştir. Emevilerden önce, yalnız dinî görevlerin ifa edilmesine ve tabiat şartlarına karşı günlük hayatın sürdürülmesine uygun olmaları amacıyla yapılan son derece mütevazi ve sade binalar yapılmıştır.
Bu sebeple de İslam âleminde Emevilerden önce Emevî eserleri için örnek veya rakip teşkil edecek başka eserler mevcut olmamıştır. İslam’ın getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. Kullanılan malzeme ve geçirdiği değişikliklerden dolayı orjinal haliyle o zamandan günümüzde gelen bir eser yoktur. İlk camiler üzerleri açık, kerpiç duvarlı, hurma dallarının gölgelediği basit yapılardır. İlk cami Kuba Mescididir. Bu camilerde minber ve minare yoktur mihrap ise sadece yön belirten bir işarettir.
İslam mimarisinin asıl başlangıcı, Emeviler Döneminde olmuştur İslam mimarisinin asıl başlangıcı, Emeviler Döneminde olmuştur. . İslam sanatının gerçek anlamda temelini teşkil eden Emevi sanatı İslam sanat ve tarihi açıdan önemlidir. Çünkü ilk anıtsal örnekler bu devirde ortaya çıkmıştır. İlk sağlam ve esaslı mimariler inşa edilmiştir. Emeviler, çoğunlukla daha önceden mevcut bulunan yapıları, İslami donatılarla zenginleştirerek kullanıma sunmuşlardır. Emevi Mimarisinde, çok sayıda kilise ve benzeri yapıların orijinal unsurlarına dokunulmadan kullanımı vardır. Elbette yeni baştan yapılanlar da olmuştur. Ancak bilinmesi gereken şudur ki, İslam mimarisi açısından derme-çatma mimariden yapı mimarisine geçiş, Emevi mimarisiyle olmuştur. İslam medeniyetinin mimari açıdan gelişmesinin en önemli nedenlerinden birisi Emevilerin Bizans mimarisinden etkilenmesidir. Bunun yanı sıra Sasani ve Yunan mimarisinden de azımsanmayacak derece etkilenilmiştir. Eski Mezopotamya ve İran medeniyetlerinin üzerine gelen Helenistik kültürün temeline dayanmış Hristiyan anlayışı karşısında İslâm’ı temsil eden Emevîler, eskileri gölgede bırakabilecek görkemli eserlerin banisi oldukları kadar yeni yeni şekillenen İslâm sanatının da teşekkül ve tekâmülü yolunda önemli bir hizmette bulunmuşlardır.
İslâm âleminin bir bütün halinde o güne kadar ki en geniş sınırlarına ulaştığı ve cihanşümul bir nitelik kazandığı bu dönemde Emevî hükümdarları güçleri, zenginlikleri ve kendilerine olan güvenleriyle âbidevî sanat eserlerinin yapılmasına önderlik etmişler
Emevî sanatının ortaya koyduğu eserler, özellikle dinî mimarinin ilk plan şemalarının teşekkülünde önemli bir rol oynamıştır. Mihrabın mimari bir eleman olarak kullanılması ve minberin ana mekân bütününe katılması bu devirde gerçekleşmiş ve bu camilerin plan şemaları daha sonra yapılacak olanlar için örnek teşkil etmiştir. Ayrıca bir kapalı ibadet mekânı ile etrafı revaklarla çevrili avludan oluşan büyük cami planı da bu devirde ortaya çıkmıştır. Emevî mimarisi, günümüze kalabilen örnek azlığına rağmen İslâm sanatı tarihi açısından önemi büyük yapılarla temsil edilmektedir. Ana malzeme olarak taş ve tuğlanın kullanıldığı bu eserlerde bulunan tezyinatın değişik hususiyetleri ve ihtişamı da binalar kadar büyük önem taşımaktadır.
EMEVİLER DEVRİ MİMARİSİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ (661-750) Suriye, İran, Irak ve Mısır’ın İslam topraklarına katılmasıyla Araplar yeni kültür ve sanat eserleriyle karşılaştılar. Önceleri kerpiç ve çadır gibi sade mimariyi bilen Araplar taş ve tuğladan sanat eserleriyle karşılaştılar. Bu devirde İslam mimarisi oluşmaya başlamıştır. Yeni sanat ve mimari denemeler yapmak isteyen Araplar Hristiyan taş ustaları ve mimarlarından zorunlu olarak yardım almıştır.
Emevi devri mimari eserleri Suriye-Hristiyan mimarisi, Mısır Kopt mimarisi ve Sasani mimarisinden etkilenmiştir. Emevi sanatının bir özelliği de duvar yüzeylerini boş yer bırakmaksızın bezemekti. Resim ve bezemelerde de Yunan ve İran etkisi gözükmekteydi.(Kubbet’üs Sahra’da Hz. Meryem’in resmi varken İslam’da yasak olduğu için hayvan figürleri mimaride ön plandadır.)
Dini Mimari Hz. Peygamber döneminde mimarinin ana teması camiler iken Emevilerde de bu anlayış devam etmiştir. Çünkü İslam medeniyetinde şehirler ve toplumsal hayat cami merkezlidir.
Mescid-i Aksa
702 yılında Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından Bizans bazilikası üzerine inşa edilmiştir. 780 yılında Abbasi halifesi Mansur bu mescidi yeniden inşa ettirmiştir. İçerisinin de sonradan eklenenlerle beraber 7 adet nef vardır inşa etmiştir. Yapıda kesme taş kullanılmıştır.
Kubbetü’s-Sahra
Hz. Peygamber (S.A.V) miraca yükselirken üzerinde bulunduğu ‘Hacer-i Muallaka’ denilen kayalık üzerine Halife Abdülmelik tarafından 691 yılında inşa edilmiştir. Günümüzde orijinal şeklini muhafaza ederek gelmiş en eski eserdir. Kubbe kasnağında kufi yazı kuşağı İslam mimarisine ait en eski kitabe örneğidir. Kubbe kasnağı ve kemer aralarında mozaikler kullanılmıştır. Süslemede Romen-Helenistik ve Sasani etkileri vardır.
ŞAM ÜMEYYE CAMİİ
Emevilerden günümüze orijinal haliyle ulaşmış en eski camiidir. 714 tarihinde I.Velid tarafından Hristiyan bazilikasının kalıntıları üzerine kurulmuştur 3 yönden revaklarla çevrili avludan ana ibadet mekanına gidilir. Orta mekandaki kubbe Osmanlıdan kalmadır. Mozaik bezemeleri sadedir Kesme taş ve tuğla kullanılmıştır.
Sivil Mimari Emeviler döneminden günümüze dinsel mimarinin yanında sivil mimari örnekleri de gelmiştir. Bunların en önemlileri saraylardır. Emevi halifelerinin yaşamları kentlerden çok çöllerde geçtiği için mimari yapıların çoğu çöl sarayları olarak yapılmıştır.
Kuseyr Amra Sarayı (711-715)
Emeviler döneminde Ürdün'de yapılmıştır. Saray iki kısımdan oluşur Emeviler döneminde Ürdün'de yapılmıştır. Saray iki kısımdan oluşur. Birinci kısım kabul salonu, ikinci bölüm ise hamam kısmıdır. Sarayın iç duvarlarında Fresko türü resimler görülür. Zemini mermerlerle kaplı olup mozaikler vardır. Fresko ve mozaiklerin konuları av, banyo ve günlük yaşamla ilgili resimlerdir. Kusayru Amre’nin duvar resimleri Emevî devrinin en iyi korunmuş örnekleridir. Çok kuvvetli Helenistik gelenek ve Bizans etkisi gösteren fresk tekniğindeki bu resimlerin Bizanslı ustaların yardımıyla yapılmış olması muhtemeldir. Emevîler’e has biçimde insan figürlerinin bol miktarda kullanıldığı resimler arasında av sahneleri, avcılar, müzisyen ve rakkāselerin yanında çok cüretkâr bir şekilde ele alınmış eğlence sahnelerinin de bulunması dikkat çekicidir.
Bunların dışında hayvan mücadeleleri, güreşçiler, taş ocaklarından taşın çıkartılıp develerle taşınması, iki işçinin bu taşları yontması ve demirci, marangoz, duvarcı vb. zanaat er-babının bir bina yapması gibi sahneler de bulunmaktadır. Kusayru Amre’nin duvar resimleri arasında en önemli olanı, salonun batı duvarının güney ucunda yer alan Altı Kral panosudur. Bu resimde altı kişi ayakta durmakta ve başları üzerindeki Arapça ve Grekçe yazılardan bunların dördünün Bizans, İran ve Habeş imparatorları ile Vizigot (İspanya) kralı oldukları anlaşılmakta, yazıları okunamayan diğer ikisinin de Türk hakanıyla Çin imparatoru veya Hindistan hükümdarı oldukları tahmin edilmektedir. İslâm fetihleri sırasında Araplar’a yenilen dünyanın bu en büyük altı hükümdarı, biraz ileride elinde hükümranlık alâmeti olarak “lituus” (ucu kıvrık asâ) tutan bir şahsa yönelmişlerdir. Emevîler’in cihan hâkimiyetini ifade eden bu sahneden başka taht odasının arka duvarında yer alan bir başka panoda da bir sayvan altında oturan ve iki yanındaki hizmetkârlar tarafından yelpazelenen kişinin (Emevî halifesi) ayakları altına denizlere de hâkim olduğunu gösteren denizcilikle ilgili bir sahne resmedilmiştir.
Mşatta Sarayı
Kudüs'ün doğusunda bulunup Emevi halifelerinden II Kudüs'ün doğusunda bulunup Emevi halifelerinden II. Velid tarafından tamamlanmıştır. Yapıda son derece ilginç süslemeleri vardır. Helen döneminden izler taşıdığı gibi Sasani sanatının izlerini taşıyan motifler vardır. Sarayın çok ince bir işçilik gösteren oyma taş süslemeleri sanat tarihinde büyük önem taşır. Uzun yıllar tartışma konusu olan sarayın Emevîler’e aidiyeti kabul edilmeyip bir Sâsânî ve Gassânî binası olduğu ileri sürüldüğü gibi daha eski Suriye toplumlarına ait olabileceği de söylenmiştir. Binanın tamamlanmamış olması yüzünden güçlükler gösteren tarihleme ve kime ait olduğu tartışmaları neticede Emevîler lehine son bulurken bânisinin de Halife II. Velîd olduğu fikri benimsenmiştir. Bu durumda binanın VII ve VIII. yüzyıllara ait bir Emevî kasrı olması ihtimali iyice güçlenmiş, özellikle VIII. yüzyıla, daha açık bir tarihleme ile de II. Velîd’in halifelik yıllarına (743-744) ait olduğu kabul edilmiştir. Bina plan bakımından Roma mimarisindeki castrum plan geleneğini sürdüren bir yapıdır. Taş ve tuğla kullanılarak yapılan binanın geniş bir dikdörtgen avlu etrafında tertip edilmiş hira planına göre düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu durumuyla da kışlık ve baharlık bir iskân mahalli olarak yapılmaya başlandığı farkedilmektedir. Kenarları 144 m. uzunluğunda bir kare teşkil eden binanın köşelerinde kuleler bulunmaktadır ve etrafı da tahkimatlı bir duvarla çevrilmiştir. Giriş güney istikametinde olup sekizgen kaideler üzerinde yükselen beşgen kuleler tarafından korunmaktadır. Sarayın ana eksenini oluşturan bu girişe göre düzenlenen plan içinde düz bir hat doğrultusunda tanzim edilmiş küçük avlulardan geçilerek planın merkezini meydana getiren büyük ana avluya ulaşılmaktadır
Bu büyük avlunun kuzeyindeki divanhâne ile ona bağlı mekânlar bir eksen üzerinde yer almaktadır. Özellikle bu birimin avluya açılan cephesi, zafer takı görüntüsü veren üç kemerli bir giriş şeklindedir. Cephenin arkasında ve zeminden 1,50 m. yükseklikte bulunan taht salonu önde üç nefli olarak düzenlenmiş olup kuzey yönünde üç dilimli yonca planındadır. Mevcut durumuyla kemer çıkışlarına kadar yapılabilen bu mekânın üzerinin bir kubbeyle örtülmesinin düşünüldüğü farkedilmektedir. Taht odasının yanındaki beşik tonozlu odaların gündelik işlere yönelik olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında kalan diğer bölümlerin planları da az çok farkedilebilecek bir seviyede kalmıştır. Kasrü’l-Müşettâ’nın bölümlerinden birini teşkil eden cami girişin sağında yer almakta; simetrik bir tertibe göre tanzim edilmiş olup üç bölümlü bir düzenleme göstermektedir. Caminin özellikle girişin yanında bulunması ve taht odasından uzakta kalmış olması, binayı yaptıran kişinin korunmasına gösterdiği itinayla alâkalı bir durum olarak değerlendirilebileceği gibi bu tip kasır ve saray mimarisi için alışılmış bir hususiyet de arzetmektedir. Sarayın İslâm sanatı içinde en mühim özelliklerinden biri olan cephe tezyinatı, İslâm süslemeciliği ve bina tezyinatı açısından müstesna bir yer işgal etmektedir. Ön cephede yer alan kabartma tezyinat 40 m. uzunlukta ve 5 m. yükseklikte olup taş, stuko ve mermer kullanılarak yapılmıştır. Başka bir yerde benzeri bulunmayan bu frizde İran, Mezopotamya ve Helenistik etkilerin bir karışımı ve İslâm ruhunun değişik bir tezahürü ortaya konmuştur. Üçgenler şeklinde hazırlanmış bölmeler içinde zikzaklar, akantuslar, rozetler, hayvan ve az sayıda insan figürlerinden oluşmuş zengin bir görüntüye sahiptir. Caminin kıble duvarının dışına gelen kısımlarda figürlü süslemenin yer almaması bilhassa dikkat çekici olup bu kutsal mahalli diğer kısımlardan ayıran bir özellik olarak görülmektedir. Bu kabartma friz halen Berlin’de Devlet Müzesi’nde bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’nda Berlin’in bombalanması sırasında kulelerden biri parçalanmış ve daha sonra başarılı bir şekilde onarılmıştır.