İlk Yabancı Basın Örnekleri İlk Osmanlı gazetesi olarak kabul edilen Takvim-i Vekayi’den önce bazı bülten ve gazeteler dikkat çekmektedir. Fransızca ilk bülten ve gazeteler iki farklı dönemde yayınlanmıştır. Birinci grup, ihtilal sonrası Fransız sefareti tarafından İstanbul‟da, ikinci grup gazeteler ise 1820‟li yıllarda İzmir’de Fransız tüccarlar tarafından çıkarılmıştır. Osmanlı sınırları içerisinde iletişim amaçlı ilk yayın organı olarak Fransızca üç bülten dikkat çeker. Bunlardan ilki Eylül 1795‟ten Mart 1796‟ya kadar yayınlanmış olan “Le Bulletin de Nouvelles”, ikincisi Eylül 1796‟dan Mayıs 1797‟ye kadar çıkarılan “La Gazette Française de Constantinople”, üçüncüsü de Mayıs 1797‟den Temmuz 1797‟ye kadar yayınlanan “Mercure Oriental”dir. Bunlar Fransız elçiliğinde kurulan özel bir matbaada basılmıştı. Bu bülten ve gazeteler, Fransız devrimini ve yeni fikirlerini basın yoluyla ülke dışında yaşayan Fransızlara iletmek, bu vatandaşları da yeni cumhuriyet rejimine kazandırmak amacını taşıyordu. Dolayısıyla hedef kitleleri Fransızlar olan bu yayınları, Türk basın tarihinin bir parçası saymak mümkün değildir.
Fransızca yayın yapan gazeteler için ikinci aşama, 1821 yılında İzmir‟de başladı. Şehirde yerleşik olan Fransız tüccar kolonisine yönelik başlayan bu dönem gazetelerinin ilki, 24 Mart 1821’den itibaren Charles Tricon adlı Fransızın yayınladığı “Le Spectateur Oriental”dir. Gazete, esas gayesi olan şehirdeki Fransız kolonisi ve ticari faaliyetlerle ilgili yayın yapmak yerine, bu sırada başlayan Rum isyanına yoğunlaşmıştı. Gazetenin sütunlarında sık sık Batı Anadoludaki Yunan tarihiyle ilgili makalelere yer veriliyor ve Rum asileri hararetle destekleniyordu. Spectateur Oriental’in yayınları Osmanlı hükümetini rahatsız edince, reisülküttap harekete geçmiş ve gazete 17 Mart 1824‟te askıya alınmıştır. Bunun üzerine bir müddet sonra yine Charles Tricon, “Le Smyrnéen” adlı gazeteyi çıkararak Rumlar lehine yayın yapmaya devam etmiştir. Bu gazete reisülküttabın emri ile kapatılınca Le Spectateur Oriental tekrar yayınlanmaya başladı. Fakat gazete, bu kez yayın politikasını değiştirerek Rum aleyhtarı bir tavır takındı. Aslında bu yeni politika Rum korsanlarının saldırılarından zarar gören tüccarların duygularına da tercüman oluyordu. Gazetenin ortağı olan Alexandre Blacque (Türklerin ifadesiyle Blak Bey), yazdığı yazılarla dikkatleri üzerine çekmeye başlamıştı. Blak Bey, Osmanlı Devleti lehine yazdığı yazılarla büyük devletlerin tepkisine neden oluyordu. Blak, tüm suçu Rum korsanlara yüklüyor ve Osmanlılara yönelik hiçbir eleştiride bulunmuyordu. Blak Bey, hem bu gazetede hem de daha sonra çıkardığı “Le Courrier de Smyrne” adlı bir diğer gazetede yoğun bir Osmanlı Devleti yanlısı kampanya yürüttü. Avrupa basınında da yer bulan makaleleri, aynı zamanda Sultan II. Mahmut tarafından çevirtilip okunuyordu. İstanbul’daki Fransız, İngiliz, Rus, Avusturya ve Prusya elçileri hükümetlerine yönelik eleştirilere şiddetle karşı çıkıyor, gazetenin kapatılması için Bâbıâli‟yi sıkıştırıyorlardı.
Rus elçiliği şu argümanı ortaya koymuştu: “Fransa ve İngiltere’de gazetecilerin her şeyi hatta krallarına karşı dahi yazmak konusunda özgür oldukları doğrudur. Hatta eski dönemlerde İngiltere ve Fransa arasındaki bazı savaşların müsebbibinin bu gazeteler olduğu da doğrudur. Tanrıya şükür ki Osmanlı İmparatorluğu bu adam İzmir’de ortaya çıkana ve bu gazeteyi yayınlamaya başlayana kadar bu kötülükten korunmuştu. Onu durdurmak son derece akıllıca olacaktır. Evimde çıplak bir şekilde dolaşmakta özgürüm, fakat bu şekilde sokağa çıkarsam deli diye anında beni tutuklarlar. Benzer bir şekilde o Fransız gazeteci ülkesinde kendisini dilediği şekilde ifade etmekte özgürdür, ancak o Türkiye’de iken böyle yapmaktan ve dost devletlere saldırmaktan alı konulmalıdır.” Bu sırada, Sultan II. Mahmut’un reformlarının başarıya ulaşamamasının sorumluluğunu da Rusya’ya yükleyince baskı daha da artmıştı. Blak Bey, baskılara göğüs germeye çalışırken İstanbul’dan gelen yeni bir gazete çıkarma isteğini kabul ederek İstanbul’a gitti. İzmir’de yayınlanan gazeteleri Türk basın tarihinin bir parçası olarak kabul etmek mümkün değilse de, bunlar Türk basınının doğuşuna yaptıkları katkı dolayısıyla önem taşırlar. Zira II. Mahmut, Blak Bey‟in yazıları ve bunun Avrupa‟da uyandırdığı tesiri gördükten sonra basının gücünü ve ondan nasıl yararlanabileceğini anlamıştı.
“Vekayi-i Mısriyye” Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, 1828 yılında, yarısı Türkçe yarısı Arapça olan bir gazete çıkarmıştı. adlı gazete ile Paşa, Mısır‟da oluşturmaya çalıştığı düzeni halka anlatmayı amaçlıyordu. İşte bu gazete hiç olmazsa yarısının Türkçe olması hasebiyle özel önem arz eder. Fakat Mısır, nihayetinde Osmanlı Devleti’nin eyaletlerinden birisiydi ve dolayısıyla Vekayi-i Mısriyye bir vilayet gazetesinden başka bir şey değildi. Sultan II. Mahmut ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa aynı dönemde birbirine benzer yenilikler yapıyordu ve gazete de bunlardan biriydi. Osman Nuri (Ergin), Pertev Paşa ile birlikte Mısır’a giden Mustafa Reşit Bey’in (sonradan Paşa), Vekayi-i Mısriyye’yi gördükten sonra İstanbul’da da böyle bir gazete çıkarılmasına lüzum gördüğünü ifade etmişse de, Takvim-i Vekayi’nin çıkarılmasını sadece buna dayandırmak mümkün değildir.
Takvim-i Vekayi Sultan Mahmud’un 1247 (1831) tarihinde bir gazetenin kurulması ile ilgili verdiği emir şöyleydi: “… Bir gazete çıkarmak uzun yıllardır benim idealimdi. Ancak zamanın koşulları elvermediğinden bunun için en makul zamanı beklemeyi yeğledim. Artık vakti geldiğine ve bunun için dini veya kanuni bir mani olmadığına göre ve faydası herkesin malumu olduğu üzere, bir gazetenin kurulmasını arzu ediyoruz…” Gazetenin basımı için mevcut matbaanın yeterli olmayacağı anlaşıldığından, Serasker Kapısı civarında Takvim-i Vekayihâne-i Âmire adıyla yeni bir matbaa kuruldu. Bu iş için Vakanüvis Es’ad Efendi nazır, Sârım Efendi ve Said Bey de onun hizmetine memur olarak tayin edilmiŞti. Takvim-i Vekayi‟nin çıkış sebepleri ve amacı mukaddimesinde izah edilmiştir. Es’ad Efendi’nin yazıp Sadaret Kaymakamının da çeşitli düzeltmeler yaptığı “mukaddime”, Takvim-i Vekayi‟nin çıkış tarihinden üç hafta kadar önce 8 Ekim 1831‟de yayınlanmış ve ardından gazetenin ilk sayına ilave olarak 1 Kasım 1831 günü tekrar dağıtılmıştır.
Mukaddime “Geçmiş olayları bilmek imparatorluğun kanunları ve yapısı ile milletin dayanışmasının muhafazasına hizmet eder. İşte bu amaçla hükümet daima vakanüvisleri görevlendirmiş ve tarihi çalışmalar yayınlamıştır. Bunun yanı sıra, eğer güncel olaylar ortaya çıktıklarında ifşa edilmez veya olayların doğası ortaya konmazsa halk, devlet icraatlarını o tarihleri yazanların bile hayal edemeyeceği şekilde algılar ve değerlendirir. İnsan tabiatı itibariyle her zaman gerçekliğini ve muhteviyatını bilmediği her şeyi eleştirmek ve onun aleyhinde olmak eğilimindedir. Bu aleyhtarlık ve yanlış anlamaları engellemek, insanlara sağlam bir fikir altyapısı vermek ve onları bu manada tatmin etmek için hadiselerin gerçek akışı hakkında bilgilendirmek gerekir. Toplumsal gerçekleri bilim, güzel sanatlar ve zanaat üzerine inşa etmek hem millet hem de devlet için faydalı olacaktır. Ancak bu işi günlük olarak sadece elyazmaları ile yapmak oldukça güçtür. Bunun kolay yolu hali hazırda dersaadette mevcut matbaanın bir benzerini kullanmak olacaktır. Zatışahanelerinin tüm tebaaya karşı olan muhabbeti ve dost ülkelere duyduğu muhabbet aşikar olduğundan yapılan iş Türkçe dışında farklı dillerde de yayın yapmak suretiyle onları da iletilecektir. Bu amaca uygun olarak güvenilir bir muhacirin istihdamına karar verilmiştir. Gazete iki bölümden oluşarak, birinci bölümünde dahili meselelerle ilgili resmi duyurular, ikinci bölümde ise gayrı resmi haberler, eğitim, bilim ve ticaret yazılarının yanı sıra zaman ve koşullara göre “Kainatın Aynası” başlığıyla olayların kaydı yer alacaktır.”
Sultan ve Gazete Sultan II. Mahmut gazeteye büyük önem atfetmişti. Yayın politikasından görsel özelliklerine kadar birçok konuya müdahale etti. Kendisinin Varna’ya yaptığı gezi münasebetiyle gazetenin editörü eski resmi üslüb ile uzun bir yazı kaleme aldı. Bunun üzerine Padişah şu emri verdi: “İnkar edilemez ki bu yazı gayet güzel ve ustalıkla kaleme alınmıştır. Ancak halka hitab edilen yazılarda daha halk dilinden bir üslub kullanılmasına ve muhteviyatta herkesi anlayabileceği kelimeler ve tabirlerin seçilmesine itina gösterilmelidir.” Sonra da halka hitap eden bir yayında bulunmaması gereken ifadeleri tek tek saydı. Bundan sonra da Sultan bizzat memurlara karşı yaptığı tüm yazışmalarında daha basit ve babacan bir dil kullandı. Sultan Mahmud’un gazetesi yayına hayatına kendine özgü bir yolla başladı. Gazete aboneleri aramak yerine, “devlet adamları, önde gelen eğitimciler, ekabir ve eşraftan bazı kişiler, başkentte ve eyaletlerde bulunan elçilerden oluşan yaklaşık beş bin kopyanın dağıtılacağı uzunca bir liste hazırlandı ve gazete bu listeye göre dağıtıldı”. Aynı yıl içinde posta idaresi kurulmuştu, gazetenin her hafta binlerce kopyasının gönderilme gerekliliğinin bu kurumun ihdasında etkili olduğu da düşünülebilir. Avrupa resmi çevrelerinde Türkiye’de gazeteciliğin gelişimi 1853’ yazılan şu satırlarla tasvir edilmişti: “Türkiye’de gazetecilik başlangıçta önemsenmemiş ya da ömrü çok uzun olamayacak nafile bir çaba olarak görülmüştü. Ancak günden güne nasıl geliştiği ve ülke çapında kök saldığı görüldüğünde Pera’daki elçiliklerde ve Avrupalı misyonlar arasında tedirginlikler kendisini göstermeye başladı. Bu hoşnutsuzluk kısmen her ıslahat ve yenilik hareketine karşı çıkan çevrelerden, kısmen de birbirlerinin faaliyetlerini kıskanan Avrupa misyonlarının ve mevcut koşullar altında Fransa’nın etki alanını genişletmesinin yarattığı kıskançlıktan kaynaklanıyordu.
Ceride-i Havadis Bu yükselen yeniliği yok etmek için gizli entrikalar ve bazen açık karşıtlıklar devreye sokuldu. Bazen Türk hükümeti üzerinde gerginlik ve tedirginlik yaratan uyarı ya da sitem mahiyetindeki notalara rağmen Sultan Mahmut, kendi gücüne kuvvetli bir inançla dayanarak kulaklarını Avrupalı dostlarının bu tür isteklerine kapattı. Bir süre için Takvim-i Vekayi, müneccim başının yıllık almanağını saymazsak tek periyodik Türk yayını olarak kaldı. 1843’te, İngiliz vatandaşı Mr. N. Churcill’in kurduğu Ceride-i Havadis (haberlerin kaydı) adlı genel hatlarıyla dış politika haberlerine ağırlık veren Türkçe haftalık (daha sonra haftada 5 kez çıkmaya başladı) bir gazete yayına başladı. Ubicini’ye göre, bu gazete bazı Fransız gazeteleri gibi yıllık 1.400 dolar civarında bir devlet desteği almaktaydı. Devlet desteğindeki sınırlamalara ve yabancı elçiliklerin müdahalelerinin yarattığı sıkıntılara rağmen az sayıdaki gazeteler devrim niteliğinde bir etki yarattı. Kırım Savaşından önce yazdığı kitabında Ubicini derki: “Eğer otuz yıl öncesi ile bugünün Türkiye’sini kıyaslayacak olursak muhteşem bir değişim gözümüze çarpar. Bu değişim, bu ilerleme, Avrupalı milletlerin yaşadığı birçok avantajı tanımanın kazandırdığı –bu güne kadar görmezden gelinen ve ihmal edilen bu gün ise takdir gören- kendi diline, sanatına ve bilimine sahip çıkma arzusu basının yarattığı büyük etkiden bağımsız düşünülebilir mi?”