1 C. FELSEFİ METOD 4. Felsefeciler İslâm Tarihinde Ernevilerin son dönemlerinde ulûm-i kadîme adı verilen felsefî bilimler arabçaya terceme edilmeye başlandı. O devirde felsefe, ilahiyat (metafizik), tabiiyyât, riyâziyyât, mantık, siyaset ve ahlâk ilimlerini bünyesinde bulunduruyordu. Terceme hareketlerini takiben Kindi (öl. 252/866), Fârâbî (öl. 339/950), İbn Sînâ (öl. 428/1037), gibi İslâm filozoflarının tarih sahnesine çıktıklarını görüyoruz.
2 C. METODLAR Daha sonra Gazzâlî, felsefecilerin ilahiyat ve tabiiyyat konusundaki fikirlerini tenkit ve tahlile tabi tutmuş, ondan bîr asır sonra gelen Endülüslü İbn Rüşd (öl 595/1198), Gazzâlî'nin tenkitlerine Tehâfü tü't-tehâfüt isimli eserinde cevap vermiştir, İbn Rüşd, felsefeyi müdafaa etmiş, felsefî kıyasın hak ve hakikatleri ortaya çıkarmak için en doğru yol olduğu tezini ısrarla savunmuştur. O bu konuya dair iki risale kaleme almıştır: Faslu'l-Makâl, el-Keşf an menâhici'l-edille.
3 C. METODLAR Bu iki risale, Felsefetü ibnü Rüşd adıyla türkçeye terceme edilmiştir. (A.Ü. İlahiyat Ayasbeyoğlu tarafından “İbn Rüşdün Felsefesi” adıyla türkçeye terceme edilmiştir. (A.Ü. İlhiyat Fak. Yay., Ankara, 1955) İslâm Felsefecilerine göre peygamberlerin tebliğ ettiği dini ve ilâhî hakikatlerde, islâm filozoflarının aynı konudaki görüşleri arasında bir ayrılık ve aykırılık yoktur. Aksine bir uygunluk vardır.
4 C. METODLAR Mahiyet itibariyle bir've aynı olan ilâhî ve dinî gerçekleri, felsefeciler ehliyetli kişilere açık-seçik anlatmışlardır. Aynı hususlar din tarafından sembolik şekilde ifade edilmiştir. Felsefeyi de îslâmı da iyi bilen bir kimse nassla felsefe arasında tam bir, uygunluğun bulunduğunu görür. Çünkü hikmet (felsefî kıyas) şeriatın arkadaşı, adeta süt kardeşidir. Kur'an-ı Kerimde Allah Allah yoluna davetin üç şekli olduğu bildirilmiştir: Hikmet, güzel öğüt ve cedel. Bunlardan hikmet felsefecilerin metodu, güzel öğüt selefin, cedel de kelâmcıların yoludur. Öyleyse Kur'an hem felsefecilerin, hem selefin, hem de kelâmcıların metodunu ihtiva etmektedir.
5 C. METODLAR İbn Rüşd, zahiri üzere bırakılırsa bizi teşbihe ve hatta küfre götürecek olan nassların, burhan ehli ve delilden anlayan kişiler için tevil edilmesini zaruri görür. Halk için bu tip nassların tevili uygun değildir, hatta sakıncalıdır. Bir nass burhan seviyesine ulaşamamış kişilere tevil edildiği zaman; o kişinin idrak edebildiği zahiri mana onun nazarında iptal edilmiş ve hakikat olmaktan çıkarılmış olur. Ayrıca tevili kavrayamadığından, tevil neticesi hasıl olan mana da, ona göre sabit olmamış ve her iki durumda da hakikat iptal edilmiş olur. Görüldüğü gibi İbn Rüşd, tevil konusunda, nassın taşıdığı karakterle, muhatabın ilim, kültür ve zekâ seviyesini dikkate almaktadır. Dini hakikatlerin ortaya çıkarılması konusunda islâm filozoflarının takip ettiği metod eksiktir. Zira din, Allahın vaz ettiği bir kanundur. Kaynağı vahiydir. Dini araştırmalarda hareket noktası daima nakildir. Halbuki felsefede akıldır. Felsefi cereyanlarda, o cereyanı kuran şahsın akılcılığı hakimdir. İslâm filozofları da büyük ölçüde eski Yunan akılcılığının tesirinde kalmış, Eflâtun ve Aristoyu üstad saymışlardır. Hatta Fârâbî, bu iki filozof arasında fikir ayrılıklarının bulunması gayet tabii iken, onların görüşlerini uzlaştırmaya çalışmış, bu konuda da bir kitap yazmıştır. (Kitâbu'1-cem’ beyne ra'yeyi'l-hakîmeyn Eflâtun ve Aristotâlîs, Mısır, 1325/1907).
6 C. METODLAR Müşahede ettiğimiz alemde,- ancak olayları bilip, fakat künhüne vakıf olamazken, akim, ğayb aleminde, mebde' ve meâda dair meselelerde yeterli olması mümkün değildir. Aklın, bu konularda vereceği hükümler zan ve tahmine dayanır. Gerçi akıl, bir üstün kudrete boyun eğmeyi gerekli görürse de, bu üstün kudretin sıfatları, fiilleri, emir ve yasakları konusunda fikir söylemekten aciz kalır. İşte aklın yetişemediği bu konularda, nakil akla rehberlik yapar. Felsefî metodla, nakli hareket noktası kabul eden dinî metod arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz: a. Dinî metod daha sağlamdır. Felsefî metod, sadece felsefî kıyas ve burhana istinad ederken, dini metod hem vahye, hem hisse, hem de akla dayanır. b. Felsefî metod daha özel ve şahsî, dinî metod daha geneldir. c. Felsefeciler kendi aralarında dahi fikir birliğine varamadıkları için, felsefî metodun sonu buhrandır. Dini metodta ise teslimiyetle tatmine ulaşılır.
7 C. METODLAR İslâm düşüncesinde “dinî hakikatler ne ile anlaşılır?” sorusuna cevap vermeye çalışan, selef, kelâmcılar, sûfiyye ve felsefecilerin görüşlerini özetlemeye çalıştık. Bu metodlardan herhangi birini tercih kolay değildir. Çünkü toplumda hak ve hakikata ulaşmak isteyen kişilerin anlayışları birbirinden, farklıdır. Toplumda her metodun hitap edeceği kişi bulunacaktır. İslâm, tevhid dinî olduğuna göre, metodu anlayışla karşılamak, istifade edilecek yönlerinden yararlanmak gerekir. Her halde en ideal olanı da sûfi Ebû Bekir Varrâk (öl. 370/980) in dediği seviyeye ulaşabilmektir: “İlim konusunda kelâmla yetinip te fıkhı ve tasavvufu bir yana atan zındık olur. Tasavvufla iktifa ederek, kelâmı ve fıkhı bir yana bırakanlar bid'atçı olurlar. Fıkıhla yetinerek tasavvufu ve kelâmı bir yana bırakanlar fâsık olur.”