Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Emek süreçleri.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Emek süreçleri."— Sunum transkripti:

1 Emek süreçleri

2 Duygusal emek Duygusal emek kavramı, ilk defa 1983 yılında Arlie Hochschild tarafından kullanılmıştır. Hochschild’in “The Managed Heart” isimli kitabında ele alınan duygusal emek, aslında sosyal aktörlerin günlük yaşamlarındaki performanslarına atıf yapmaktadır. Genel anlamda duygular konusunda iki yaklaşım bulunmaktadır; organizmal ve enteraktif yaklaşım. İlkinde duygu; içgüdü ve dürtülere bağlı, ani bir refleks olarak ortaya çıkan bir durum olarak görülür. Bu ilk yaklaşıma sosyal faktörler sadece duyguların gösterilmesi, yansıtılması aşamasında dahil edilmektedir. Sosyal faktörlerin, duyguların ortaya çıkısında veya meydana gelişinde etkili olmadığı varsayılır. Dolayısıyla duygular bir başkası tarafından yönetilemezler. İ İkinci ekolde duygular daha sosyal bir boyutta ele alınmaktadır. İnsanlar büyüdükçe duygularını kontrol etmeye ve yönetmeye başlarlar (Hochschild; 1979, ). Buna gore, sosyal yasam bir dizi iliksiler ağına sahiptir ve bu surecte duygularını belirli kural ve ritüellerle yönetmeye başlayan bireyler, duruma uygun davranışları sergilemelerini sağlayan beceriyi genellikle farkında olmadan geliştirebilmektedirler. Dolayısıyla duygusal yönetim, özünde günlük sosyal iliksilerin doğal yansımasına isaret etmektedir (Payne; 2006, 7).

3 Duygu olgusu genel olarak “öznel bir his durumu’’olarak tanımlanabilir
Duygu olgusu genel olarak “öznel bir his durumu’’olarak tanımlanabilir. Sartre ise duygu olgusunun’’bir anlama sahip olmak ve bir şeyleri belirtmek’’ile ilgili olduğunu ifade etmektedir. Thoist duygu olgusunun şu dört bileşenii içerebileceğini öne sürmüştür (Seçer, 2005); Durumsal bir uyarıcının ya da ortamın değerlendirilmesi, Fizyolojik ya da bedensel hislerde değişiklik, Anlamlı el, kol, yüz hareketlerinin özgürce ya da sınırlı olarak gösterilmesi, Bunlardan bir ya da daha fazlasının birleşimini kültürel bir şekilde adlandırılmasıdır.

4 DUYGUSAL EMEK Yüzde ve bedende kamusal ve toplumsal yüz ve beden gösterimlerinin oluşturulması için gözlenebilen için duygu yönetimidir; bu süreç bir ücret karşılığında satıldığı için duygu yönetimidir; bu süreç bir ücret karşılığında satıldığı için bir değişim değeridir, emektir.bir değişim değeridir, emektir. (Hochschild, 1983).(Hochschild, 1983). Duygusal Emek çalışanın istenen davranışı göstermek için yönetmesidir (Chu, 2002). Bu, sosyal normları duygularını yönetmesidir, karşısındakini rahat ettirmek adına sağlayabilmek adına, karşısındakini rahat ettirmek adına kişinin bazı duyguları bastırması bazılarını da uyandırması kişinin bazı duyguları bastırması bazılarını da uyandırması anlamına

5 DUYGUSAL EMEK GEREKT RENİDUYGUSAL EMEK GEREKT RENİLERİŞLERİŞ
Halk ile yüz-yüze veya ses-ses olarak iletişim gereken Halk ile yüz-yüze veya ses-ses olarak iletişim gereken işlerde işlerde. Çalışanın bir diğer kişide bir duygu durumu üretmesinin Çalışanın bir diğer kişide bir duygu durumu üretmesinin gerektiği işlerde gerektiği işlerde.. Eğitim veya denetim aracılığıyla işverenin çalışanlar Eğitim veya denetim aracılığıyla işverenin çalışanlar üzerinde bir derece duygusal faaliyetlerini kontrol imkanı üzerinde bir derece duygusal faaliyetlerini kontrol imkanı veren işlerde.

6 DUYGUSAL EMEKDUYGUSAL EMEKBOYUTLARIBOYUTLARI
Yüzeysel davranış Duygu ve ifadeleri düzenleyerek istenilen vermek Duygusal Çelişki derin davranış Duyguların farklılaştırılması Gerçek davranış Doğal, samimi duyguların gösterilmesi

7 DUYGUSAL GÖSTER MİKURALLARIKURALLARI
Hizmet sektöründe çalışanlara dayatılan bir talep vardır Çalışanlar belli bir uygulama ile bu talebi bir düzeyde karşılamak zorundadırlar Hangi duyguların gösterilmesinin isteneceği önceden belirlenmelidir. Amir ve iş arkadaşlarının desteği süreçte önemlidir.

8

9

10

11

12

13 Duygusal emek‟, çalışanlar tarafından, ya derindeki duygunun ( deep acting) ya da yüzeydeki duygunun (surface acting) sunulmasıyla başarılmaktadır. Yüzeydeki duygu, çalışanlar tarafından, gerçekte hissedilmeyen ama gerekli olan duygunun sunumunu içermekte ve sahte bir duygu yaratarak, yani çalışanın kişisel duygularını saklayarak ya da bastırarak uygulanması biçiminde gelişmektedir. Derindeki duygu ise, organizasyonların belirlediği ve uygulanmasını gerekli gördüğü duyguların, çalışanlar tarafından gerçekte hissedilmeye çalışılarak, sunumunu içermektedir (Brotheridge ve Taylor, 2006:168). Organizasyonlar, çalışanlarından görünürdeki davranışlarından (surface act) daha fazlasını, yani çalışanlarının performanslarını duyguları ile kuşatmasını talep ettikleri gibi, çalışanın, sergilediği davranışını içselleştirmesini de istemektedirler (Bolton, 2005: 111). Duygu yönetimi olarak biçimlenen bu süreç, duygunun, kurumlarda ticari bir biçimde kullanıldığını (Bolton ve Boyd, 2003: 291) göstermektedir. Duygu yönetiminin, kurumların taleplerine uygun olarak, duygunun açıkça nasıl gösterileceğini içeren belirli eylemleri içermesi, „duygusal emek‟ olarak karşımıza çıkmaktadır. „Duygusal emek‟, yeni ekonominin bir olgusu olarak (Wolkowitz, 2006: 76–77), günümüzde, çalışma yaşamında, hizmetler sektörünün yükselişe geçmesi ile temelde müşterinin/tüketicinin memnuniyetinin ön planda tutulduğu, özellikle yüz yüze kurulan iletişimle hizmetin üretildiği alanlarda belirginleşmektedir. Dolayısıyla duyguların iş sürecinde, „iş‟ için yeniden oluşturulma ve verimliliğe dönüştürülme süreci, çoğu zaman çalışanın kişisel bütün özelliklerinin de ekonomik karşılığı olan bir değere dönüştürülmesine yol açmaktadır. Bu durum ise, Wright Mills‟in “kişilik piyasası” dediği durumun çıkmasına yol açmaktadır.

14 Duygusal emek; hizmetin sunulması esnasında müşterilerle yaşanan etkileşimde kurum tarafından talep edilen duyguların sergilenmesi durumudur. Bu tanımda dört temel nokta öne cıkmaktadır. ilk olarak, duygular etkilesimci model uzerinden ele alınmaktadır. Yani, kişiler duygularını sosyal çevreyi algılayış biçimlerine Gore sekilendirirler. ikinci nokta, yine etkileşimci model çerçevesinde, bireyin hissettiği duygular ile kurum tarafından talep edilen duygular arasında bir uyum olsa bile, bireyin yine de bu duyguları sergilemek icin belirli bir caba sarf etmek zorunda olmasıdır (Morris&Feldman; 1996, ). Üçüncü olarak, bir kez sergilenen duygu artık bir piyasa malı (meta) halini almıştır ve hizmet veren çalışan artık sunulan hizmetin bir parcası haline gelmiştir (Morris&Feldman; 1996, 988’den Wichroski, 1994). Dördüncü ve son nokta, duyguların ne zaman ve nasıl sergileneceğine dair belirlenmiş kurallar bulunmaktadır. Hochcschild bu kuralları “hissetme kuralları” (feeling rules) olarak tanımlamıştır. Hissetme kuralları sosyal yapının sekilendirdiği kurallardır. Pek çok durumda nasıl davranacağımızı veya bizden nasıl davranmamızın beklendiğini biliriz; örneğin, ne zaman birine kızma hakkımız olduğunu, yakınlarımızı kaybettiğimizde üzülmemiz veya şanslı olduğumuza sevinmemiz gerektiğini bildiğimiz gibi(Hochschild; 1979, ). Bu kurallar belirli bazı durumlara ve mesleklere göre değişebilmektedir

15 DUYGUSAL EMEK: "Bir görevliden, görevi süresince, müşterilerine (ilgili kişilere) doğru duygusal tepkiler göstermesi bekleniyor". Duygusal Emek, insanlarla (veya müşterilerle) birebir ilişki içinde olan bireylerin, belirli bazı duyguları karşısındakine yansıtması veya belirli duygularla çalışması anlamına gelmektedir. Yani, bireylerden, hizmet verdikleri süre içerisinde bazı duyguları sergilemele...ri bekleniyor. Bu da emek gerektiren bir iş olarak değerlendiriliyor. Bazı işlerde işin insan ilişkisi boyutu çok önemlidir. Hostesler, satış elemanları, öğretmenler, garsonlar, hemşireler, banka şube memurları, sekreterler, çağrı merkezi çalışanları, öğretim elemanları, otel resepsiyon görevlileri gibi. Bu tür görevlerde çalışanlar, çalıştıkları süre içerisinde hep belirli duyguları sergilemek zorunda kalıyorlar. Kurum ve kuruluşların yöneticilerinin talepleri doğrultusunda belirli duyguları sergilemek zorunda kalan çalışanların bu konuda özel olarak çaba sarfetmesi gerekiyor genellikle. Günümüzde, kalitenin ve rekabetin artan önemi ile birlikte, duygusal emek kullanımına yönelik ilgi de giderek büyümekte, ve duygusal emek kullanımı, hizmet kalitesinin sağlamanın temel koşullarından biri olarak görülmektedir.

16 “Bakım” kelimesinin ikili anlamı olduğu söylenebilir: bir yandan bakımla ilgili faaliyetler/işler, öte yandan da bakımla ilgili duygular, yani bakımını uygusal Emek ve Kadın İşi/Erkek İşi üstlendiğiniz kişiye karşı duyduğunuz ilgi, sevgi vb. duygular. Bakım emeği duygusal bağları her zaman içerir; sevdiğimiz, değer verdiğimiz için eşimize, kocamıza, çocuğumuza, hasta annemize bakarız. Bu öznellik ve emeğin kişiye bağlı olma hali, yani bakım emeğinin bakım faaliyetini yürütenden ayrılamaması ve hizmet sunulanla kurulan duygusal bağ, bakım emeğini diğer piyasalaşmış emek kategorilerinden ayırır. Eviçi üretim ve bakım emeğini pratikte birbirinden ayırmak gittikçe güçleşmektedir, örneğin çocuk ve yaşlı/hasta bakımı aynı zamanda evde yapılan pek çok işi de kapsamaktadır; çocuğa bakarken çamaşırını da yıkarsınız, ortalığı da toplarsınız, yaşlılara bakarken yemeğini de pişirirsiniz. Ancak hanedeki bakım emeğinin kendine has bir öznelliği olduğunu teslim etmek gerekir.

17 Bu öznellik hanelerde günlük pratiklerle sürekli üretilir ve yeniden yapılandırılır. Bu öznellik veri iken, duygusal emeğin özneleri olarak ne kadın, ne koca, ne de çocuk, bu üretim esnasında “şeyleşmez”ler; bu öznellik, duygusal emek aşk/sevgi emeği olarak algılandığında tüm ev işlerini de kapsar, daha çok ve kısmen koca/eş bakımı(heteroseksüel cinsel ilişki dahil) ve annelik söz konusu olduğunda, biricik/tek özel kişi bu hizmetleri vermektedir. Feminist literatürdeki 3. kişi kriteri, belirli bir işi yapması için bir başkasına ödeme yapma kapasitesi olarak tanımlanabilir; bu kriter “duygusal ekonomi”nin zaman, etkinlik ve verimlilik açısından ölçülmesini engeller. Zira, “duygusal ekonomi”de ne çalışma günü, ne de iş yoğunluğunun piyasa karşılığı yoktur (Beasley; 1994). Hatta evişlerinin çocuklara da yaptırılması, iş yoğunluğunu artırabilir, ama verimliliği (girdi-çıktı olarak ölçülen) azaltır. Bu durum, iktisadi olarak irrasyonellik yaratmaz; daha çok “çocuklu anne” olmanın anlamı ve toplumsal ilişki bakımından önemi, halihazırdaki mal ve hizmet üretiminden daha hayati olarak algılanır. Bakım emeği ile duygusal emeğin iç içe geçmesi, bu anlamda 3.kişi kriterini sorunlu hale getirir, çünkü ev işleri piyasadan ikame edilebilir, edilmektedir de ve bu anlamda bir piyasa değeri karşılığı bulunarak ölçülebilir; ancak duygusal emeğin ölçülmesi mümkün değildir; bu nedenle görünmez kalmaya devam eder. Bu yüzden çalışan anneler, çocuklarını bakıcılarla/kreşlerde büyütürken hep vicdan azabı çekerler ve bakıcı kadınlarda belirli özellikleri ararlar; çocuk seven, şefkatli olması gibi. Gerçekten birisi çocuğumu sevebilir mi? Ya da klişe ifadesiyle para aşkı satın alabilir mi? Aslında, bu soruyu şöyle de sorabiliriz: herhangi bir anne bakıcı kadının emek gücünü parasal olarak ödeyebilir mi ve şefkatli birisi olup olmadığını umursamadan edebilir mi? Duygusal emeğin ölçülememesi, anaakım ekonomi anlayışının ben merkezci ve seçim yapmak zorunda olan rasyonel bireyini de sorgulamamıza yol açar; sorun büyük ölçüde maddi üretim tanımının kadının yaptığı işe uymamasıdır. Zira, anaakım iktisat, duygusal emekle yakından bağlantılı diğerkamlık gibi dişil davranış biçimini analiz dışında bırakarak, kadınları görünmez kılmaktadır.

18 Piyasadaki metalaşmış emek sadece ürün/hizmet üretmez aynı zamanda cinsiyetlendirilmiş öznellik de üretir. Bu öznellik ve yapılandırma/içselleştirme aslında tüm işlerde mevcuttur; dolayısıyla sadece maddi/parasal üretimi temel alan anaakım iktisadın işgücü piyasası analizindeki birey, aslında rasyonel ve kendiçıkarını kollayan erkek işçidir.Duygusal emek, kuşkusuz sadece özel alanla/haneyle sınırlı değildir. Herkesin bildiği gibi, global trendler artık ücretli bakım emeğini gittikçe yaygın hale getirmektedir; hizmet sektörü daha hızla gelişmekte ve hem kamuda hem özel sektörde çalışan kadın sayısı gittikçe artmaktadır. Hizmet sektörünün “feminizasyonu (ve informelleşmesi) diye anılan bu süreçte, yatay ve dikey katmanlaşma gittikçe katılaşmaktadır: yatay katmanlaşmayla, kadın işi kadın işi olarak kalmaya devam etmektedir: hemşire, öğretmen, diyetisyen, sekreter, satış elemanı, sosyal hizmetli, kamu hizmeti sunanların çok büyük çoğunluğu hala kadındır; yani “ilişkisel/müşteriyle yüz yüze” işler daha çok kadınlar tarafından yürütülmekte, öte yandan mühendislik, montaj hattı üretimi, bilim/teknoloji ile ilgili işler de erkek işleri olarak kalmaya devam etmektedir. Dikey katmanlaşma olarak da cam duvarlar henüz çatlamamıştır bile; orta/üst düzey yöneticilerin çok büyük bir çoğunluğu hala erkektir. Çok uzun zamandır hane işleri artan bir biçimde, belirli sınıfa mensup insanlar için, piyasada üretilen mal ve hizmetlerin tüketimi ile ikame edilmektedir. Sadece yiyecek, giyecek, ev eşyası değil, çocuk bakımı, temizlik vd. hane işleri de piyasadan temin ediliyor; ya da bakım emeğini üstlenecek diğer yoksul, göçmen ya da etnik kimlikteki kadınlar ücretli olarak çalıştırılıyor. Bu yüzden “çalışan kadınlar”ın tarihi, sadece o bakıcı çalıştıran “işveren” kadınların değil, bir bakıma tüm sınıf/ırk ve etnik gruplardan kadınların deneyimi haline gelmiş durumda. Özellikle göçmen kadınların bakım emeği, patriyarkal kapitalizmin bireysel öznesi olarak, tüm üretim maliyeti bir başka ülkede karşılanmış ve yeniden üretim maliyetine (kadın)işverenin ve devletin hiç karışmadığı bir emek kategorisi olarak global piyasada yerini almıştır.

19 Duygusal emek, kuşkusuz sadece özel alanla/haneyle sınırlı değildir
Duygusal emek, kuşkusuz sadece özel alanla/haneyle sınırlı değildir. Herkesin bildiği gibi, global trendler artık ücretli bakım emeğini gittikçe yaygın hale getirmektedir; hizmet sektörü daha hızla gelişmekte ve hem kamuda hem özel sektörde çalışan kadın sayısı gittikçe artmaktadır. Hizmet sektörünün “feminizasyonu (ve informelleşmesi) diye anılan bu süreçte, yatay ve dikey katmanlaşma gittikçe katılaşmaktadır: yatay katmanlaşmayla, kadın işi kadın işi olarak kalmaya devam etmektedir: hemşire, öğretmen, diyetisyen, sekreter, satış elemanı, sosyal hizmetli, kamu hizmeti sunanların çok büyük çoğunluğu hala kadındır; yani “ilişkisel/müşteriyle yüz yüze” işler daha çok kadınlar tarafından yürütülmekte, öte yandan mühendislik, montaj hattı üretimi, bilim/teknoloji ile ilgili işler de erkek işleri olarak kalmaya devam etmektedir. Dikey katmanlaşma olarak da cam duvarlar henüz çatlamamıştır bile; orta/üst düzey yöneticilerin çok büyük bir çoğunluğu hala erkektir. Çok uzun zamandır hane işleri

20 Duygusal emek, kadın işlerinin niteliğine ışık tutan bir ayna; zira bakım/sosyal hizmet işlerinde çalışan erkekler de düşük ücret alıyor ancak bu ücret aynı işte çalışan kadınlardan daha fazla; çünkü “ahenk”, “bakım”, “anlayış”, “dayanışma”, “sabır” yani anne gibi davranışları ve duyguları çağrıştıran işler düşük ücretli oluyor; çünkü bu tip özellikler kadınların doğal özelliği kabul ediliyor ve itibarı ne talep ne de hak ettiği varsayılarak yapılandırılıyor. Duygusal emek kategorisini sadece hizmet sektöründe değil, imalat sanayiinde de irdelemek anlamlı olabilir; zira imalat sanayinde işverenler artık işçilerinin duygusal emek/empati katarak ekip dayanışması içinde çalışmalarını ve “duygusal zeka yönetimi” ni gittikçe daha çok talep ediyorlar. Emek süreçlerindeki bu global dönüşümün ulusal, sektörel düzeyde, organizasyon yapısı ile cinsiyet/ırk/etnik köken ve iş becerisi açısından farklılaştığını araştırmalardan öğreniyoruz. Bu kavram ilk defa hizmet sektörü bağlamında Hochschild tarafından 1983 yılındaki makalesinde ortaya atılmış ve havayollarında çalışan hostes/kabin amirleriyle araştırma yapılmıştır. Şöyle tanımlamış duygusal emeği Hochschild: “herkes tarafından gözlemlenebilen mimiksel ve bedensel gösterimler yaratabilmek için hislerin yönetilmesi”(Hochscild:1983). Duyguların işyerinde “doğru” yönetilmesi ve bu duygu yönetiminin de işin belirgin özelliklerinden birisi olarak, sermayenin, firmanın hedefleriyle uyumlu ve müşteri odaklı olmasının beklendiğini ve bu nedenle çalışana stres, depresyon vb. maliyetleri olduğunu biliyoruz. Horchschild’e göre, bu maliyet duyguların metalaşması/ticarileşmesinin dolaysız bir sonucu. Günümüzde “firmaların müşterilere sattıkları paketin bir parçasıdır artık duygusal emek”, dolayısıyla çalışanlar firmalara “gülümsemelerini” satarlar. İnsan duygularının hem cinsiyetçi, hem sınıfsal açıdan işyerlerinde kalıplaşması söz konusu ve duygusal emek kadını/erkeği, farklı sınıfları çok değişik ve karmaşık yollarla etkilemekte. Ancak, Horchschild’in bu analizi duygusal emeğin firma yönetimince geliştirilen daha çok dolaysız kontrol mekanizmalarıyla- şirket kuralları, katı eğitim programları gibi- ilgili gibidir; oysa duygusal emeğin denetimi profesyonellik anlayışından başlayıp, “katılımcı/demokratik”, “yüksek güven/şirkete bağlılık” gibi yönetim/denetim stratejilerini kapsayan takım/ekip çalışmaları yoluyla da dolaylı olarak gerçekleştirilmektedir. Örnek vermek gerekirse, danışmanlık/insan kaynakları şirketleri duygusal emek yerine duygusal zekayı/empatiyi ön plana çıkaran eğitim/seminerler veriyorlar. Duygusal zekanın, örgütsel hedeflere uygun olarak “yönetimi” gittikçe önem kazanıyor:

21 KADIN EMEĞİ GÖRÜNMEYEN EMEK OLDU

22 Görünmez emek Feminist iktisatçıların literatüre en önemli katkılarından birisi de, toplumsal yeniden üretim kategorisiyle, anaakım iktisat anlayışına karşı çıkmaları olarak ifade edilebilir. Piyasa üzerinden, metalaşmış, parasallaşmış bir değiş tokuşun dışında, ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı üretim faaliyetleri kapsayan yeniden üretimin daha geniş kapsamlı ele alınması çok önemlidir. Yeniden üretim üç başlık altında irdelenir: işgücünün yeniden üretimi, mevcut yaşamın sürdürülmesi için harcanan emek anlamında toplumsal yeniden üretim ve bir sonraki kuşağın yetiştirilmesi için harcanan emek olarak insanların yeniden üretimi; hepsi görünmeyen kadın emeğidir.

23 Zira Feminist iktisadın hedefi, iktisadı toplumsal cinsiyetçi bakışından kurtarıp, hem kadın, hem de erkek deneyimlerini-farklı toplumsal, kültürel, etnik ve sınıfsal konumlarını da gözeterek- içerebilecek bir biçimde genişletilmesidir. Bu noktada Neo-klasik iktisadın metodoloji, kapsam, konu ve hatta tanımı itibariyle nasıl kadını özel alana hapsettiğini hatırlayalım(Serdaroğlu ve Özkaplan;1998): Kadının ev içi iktisadi faaliyetleri, piyasa-dışı faaliyetler olarak önemsiz ve ikincil addedilmektedir. Daha net bir ifadeyle, kadın ve erkekleri farklı bir biçimde kavramsallaştıran bir takım örtük varsayımlarla, iktisatta kadın görünmez kılınmaktadır: Evli ve bağımlı kadın: tüm kadınların evli ya da bir gün mutlaka evlenecek olmalarının doğal sonucu, onların erkek yakınlarına iktisadi olarak bağımlı olmalarıdır. Böylece kadınların işgücü piyasasındaki mevcudiyetinin pek ciddiye alınmamasına zemin yaratılmaktadır. Anne-kadın: Evli kadınların diğer bir rolü anneliktir. Kadınların ev dışında çalışmaları, ev işlerini tam anlamıyla yapmalarını, çocukların doğru dürüst yetişmelerini engeller. Verimlilik: Sanayideki kadın emeği niteliksiz, daha düşük beşeri sermaye donanımlı, ve dolayısıyla daha verimsizdir, bu nedenle erkeklerle eşit ücret almaları beklenemez. Rasyonalite: Kadınlar (doğal/biyolojik olarak)rasyonel değildir; bu durum onların sadece iktisadi rasyonalite kurallarına aykırı davranmalarından kaynaklanmaz; aynı zamanda onların -geleneksel eş/anne rolleri gereği- rasyonel hareket etmeleri de söz konusu değildir. Anaakım iktisadın davranış modelleri bireylere dayanır. Bu bireyler rasyonel, özerk, kendi çıkarını gözeten, dışsal kısıtlar altında kar ya da fayda maksimizasyonunu gerçekleştiren, tercih ve seçimlerinde birbirlerinden ve kendi tarihlerinden bağımsız erkeklerdir. Temel üç (eril)kavram etrafında -kıtlık, bencillik ve rekabet- yapılandırılan iktisat, bolluk, diğerkamlık1 ve işbirliği gibi (dişil)özellikleri marj dışında bırakmaktadır. Böylelikle feminist iktisatçılar, anaakım iktisatta kadın davranışlarının ve kadınlar tarafından yürütülen üretim faaliyetlerin iktisat dışına itildiğini iddia ederler. Bu zıt kavramların birlikte içerilebileceği ve hatta yenilerinin eklenebileceği dinamik ve açık bir modelleştirme anlayışı önerirler.

24 Kadının statüsü Ücretli Evde çalışan Görünmez emek
Ücretsiz aile işçisi İşveren

25 Kadının Çalışmasının Nedenleri
Ekonomik nedenler İş piyasasının kadın işgücünü gerektirmesi Hizmet sektörünün gelişmesi Esnek çalışma biçimlerinin aygınlaşması Yaşam maliyetlerinin artması

26 Görünmez emek Kadınların aile içinde, yakınları ile ilişkilerinde, yakın erkeklerle ilişkilerinde harcadığı karşılıksız emektir.

27 1.Kadının ev içi emeği doğallaştırılmış emektir: Ev içi, aile, özel alan ve buradaki cinsiyetçi işbölümü sonucun bu alandaki ilişkiler ve pratikler doğallaştırılır.

28 2. Bu emegin kadınların yakınlarıyla iliskileri içinde gerçeklestirilmesi ve bunun aile içinde sevgi iliskileriyle sarmalanmıs ve peçelenmis durumda olması temel niteliğidir. Dolayısıyla da burada harcanan emek, karsılıgı olan bir emek olarak kabul edilmemektedir. Sefkat göstermek, çocuk büyütmek gibi, sevgi ifadesi olarak görünen çesitli emek harcama biçimleri, kadınların yakınları için dogal olarak yaptıkları isler olarak gözükmektedir: Özellikle bakım özelligi tasıyan isler kadınların dogal güdüsü ve becerisi olarak addedilmistir.

29 3.Miktarını gizleyen ev içi çalışma düzenidir:
Belirlenmiş mesai saatleri yoktur. Çalışma-boş zaman iç içe geçmiştir Ev içinde yapılan işlerin belirlenmiş mesai saatleri yoktur. Bu düzende, çalışmayla dinlenmeyi, iş zamanıyla boş zamanı, iş yapmakla sevgi paylaşmayı ayrıştırmak neredeyse olanaksızdır; tersine iç içedir bunlar. Böyle olunca da neyin emek harcama, neyin sevgi ve şefkat gösterme, neyin çok sıklıkla şiddet tehdidi karşısında zorunluluktan yerine getirilen görevler, neyin gönülden yaşamı paylaşma olduğu görülmez

30 4. Mübadele değeri taşımamasından dolayı ücret karşılığı yoktur
4. Mübadele değeri taşımamasından dolayı ücret karşılığı yoktur. Bu emek karşılıksız emektir

31 Bakım hizmeti Çocuk bakımı, Yaşlı bakımı Hasta bakımı Engelli bakımı Şefkat Ev işleri Temizlik Alışveriş Yemek Çamaşır-ütü Ev düzeni Ücretsiz aile işçiliği Tarımda ücretsi aile işçiliği Kentte yardımcı aile işçiliği

32 Çözüm önerileri CİNSİYETE DAYALI YIPRANMA PAYI ERKEN EMEKLİLİK HAKKI
ÜCRETSİZ SAĞLIK GÜVENCESİ VE EMEKLİLİK HAKKI

33 Yeşil İşler ve Yeşil Yakalılar
Yaşanan çevre felaketleri ve  küresel ısınma, dünya için büyük sorun oluşturmaya ve ekonomik kayıplar yaratmaya devam ediyor. Bununla birlikte bu zararı azaltmak ve dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek için çalışmalar yapılıyor. Kyoto Protokolü uygulamaları, yenilenebilir enerji kaynakları yatırımları, karbon vergisi, çevre bilinci oluşturma çabaları bunlardan bazıları. Bu çabalar ise yeni iş çeşitleri ve çok sayıda yeni meslek ortaya çıkarıyor. Çevre ile ilgili bu işler kısaca Yeşil İşler olarak adlandırılıyor. Bu işlerde kalifiye yönetici ve teknik eleman bulmak zor olacağı için, bu mesleklerin ücretleri de yüksek olacak gibi görünüyor.  Bu işlerde çalışanlar “Yeşil Yaka” olarak sınıflandırılıyor.

34 Şimdilik karbon vergisi, İsveç, Norveç, Hollanda, Danimarka, Finlandiya ve birkaç ülke haricinde uygulamaya konulmamış bir vergi çeşidi olsa da Kyoto protokolünü imzalayan ülkeler, günün birinde karbon vergisini ve yeşil işlere yönelik teşviklerini uygulamaya başlayabilirler.Gazetelerde Fransa’nın yılında karbon vergisine hazırlandığına dair haberler çıktı.  Hatta bu vergiye, fosil yakıtların fiyatlarını (petrol, kömür v.s)  büyük oranda yükselteceği için tepkiler bile oluştu.  Ama zamanla hem bizim ülkemiz hem de Avrupa ve Amerikada ( ABD başkanı Obama, seçim çalışmaları sırasında yeşil işlerle ilgili önemli açıklamalar yapmıştı) karbon vergisi’nin uygulanacağını düşünüyorum. Yani, ilerleyen yıllarda, herkes kullandığı enerji ile ürettiği karbondioksitin karşılığında ödeme yapacak gibi görünüyor. Bu vergi türü için ilerleyen yıllarda iş açığı oluşabilir. Maliye mezunları, hukuk mezunları, endüstri mühendisliği mezunları ilerleyen yıllarda Karbon vergi danışmanı olarak bu alanda  iş bulabilirler. Küresel ısınmayla birlikte artan çevre bilinci ve fosil yakıtlardan uzaklaşma, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimle birlikte, özellikle teknoloji ağırlıklı yeni meslekler ortaya çıkaracak.  Şimdiden bu mesleklere topluca “Yeşil Meslekler veya Yeşil İşler” deniyor. Hatta şu anda bile bu işlerle ilgili çokça istihdam açığı var.

35 İlerleyen yıllarda yeşil işlere çokça yeni iş dalı ve meslek katılacak
İlerleyen yıllarda yeşil işlere çokça yeni iş dalı ve meslek katılacak.  İşte bunlardan bazıları… Yenilenebilir enerji danışmanı / uzmanı (Güneş, Rüzgar, Su, jeotermal enerji Uzmanı): Şirketler son zamanlarda yenilenebilir enerji üretimine büyük ilgi duymaya başladılar. Bu şirketler için hem PR ve pazarlama açısından hem de yeni enerji kaynaklarını kullanma açısından önemli bir hamle olabilir. Bu alanda kendini geliştirecek başarılı mühendisler, MBA veya pazarlama mastırı da yaparlarsa ilerleyen yıllarda çok iyi şartlarda rahatlıkla iş bulabilirler. Yenilenebilir Enerji Mühendisi: İleri derecede mühendislik bilgisi gerektiren bu meslek için Yenilenebilir Enerji Mühendisi şart. Türkiye’de şu anda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bulunan Enerji Enstitüsü de enerji mühendisi yetiştiriliyor. Geçmişte bu bölüm, nükleer enerjiye odaklanmışken şu anda yenilenebilir enerji ve konvansiyonel enerji ile de ilgili branşlarda da eğitim veriyor. Buradan mezun olacak kişiler ilerleyen yıllarda Yenilenebilir Enerji Mühendisi sıfatını alabilir ve bu alanda oluşacak meslek açığını kapatabilirler.  Bu alanlarda eğitim verilen başka bir bölümde Bahçeşehir Üniversitesinde açılan Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü. Bu bölüm mezunlarını oldukça güzel işlerin bekliyor. Bu bölümden mezun olup MBA veya pazarlama master’ı yapanları daha olağanüstü bir kariyerin beklediğini de eklemeliyim. Rüzgar Enerjisi Uzmanı:  Rüzgar enerjisi, yenilenebilir Enerji alanında en bilinen ve popüler olan enerji dalı. Bu alan da yüksek mühendislik ve uzmanlık gerektiriyor. Ülkemizde şu anda çok sayıda şirket, rüzgar türbini yapmaya başladı. Bu meslek alanında da büyük açık var. Rüzgar enerjisi alanında, ülkemizde yüksek lisans ve doktora eğitimi veren bir kurum var. Burası Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rüzgar Enerjisi Araştırma Merkezi. Burada rüzgar enerjisi, rüzgar türbinleri ve teknolojileri üzerine eğitimler veriliyor. Mezunları iş bulma konusunda çok şanslı görünüyor. Yeşil Pazarlama (Green Marketing) danışmanı: Şirketlerin, çevre politikaları ve çevre ile ilgili sosyal sorumluluk planlarını yürütmek, duyurmak, Şirketin, müşterilerinin katkısıyla daha yeşil ve temiz bir dünyaya katkıda bulunmasını sağlayarak şirketin çevre duyarlılığını artırmak ve bunu şirketin pazarlama politikasının merkezine yerleştirmek. Ürünün üretiminden tüketimine kadar çevre ve doğa dostu olmasını ve doğaya katkı yapmasını sağlamak gibi görevleri yürütecek, pazarlama, işletme, endüstri veya çeve mühensiliği v.s. bölümlerden mezun, kendini pazarlama odaklı yetiştirmiş kişiler Yeşil Pazarlama Danışmanı olabilirler. Şirketler çevre bilinci geliştikçe böyle danışmanlara çokça ihtiyaç duyacaklar

36 Yeşil İ.K.)Yeşil İnsan Kaynakları Yönetmeni: Şirketin personelinde çevre duyarlılığı yaratmak, onların şirket kaynaklarını daha tasarruflu kullanmalarını sağlamak. ( Gereksiz kaynak tüketimini engellemek, ortak araç uygulaması), personelin çevre ile ilgili projelere katılımı, ofis ve çevrenin doğaya uygun ve doğaya zarar vermeyecek şekilde düzenlenmesi işlerini yapacak, işletme, insan kaynakları, çevre konusunda bilgili insan kaynakları yönetmenlerine / uzmanlarına ilerleyen yıllarda daha çok ihtiyaç duyulacak. Yenilenebilir Enerji Hukuku (Çevre ve Enerji Hukuku) Uzmanı /Danışmanı: Şirketlerin doğal kaynaklar ve enerji konularını, yasal mevzuata uygun şekilde ve çevreyle uyumlu şekilde yönetecek uzmanlara ihtiyaçları var. Bu uzmanlar, kamu ve özel sektör arasındaki hukuksal konuları çözecek, ilerleyen yıllarda AB uyum kanunları çerçevesinde AB mevzuatına göre şirketlerin bu yasalara uygun çalışmasını sağlayacaklar. Bu şekilde çalışacak enerji hukuku uzmanlarına büyük ihtiyaç duyulacak. Bu alanda çalışan “Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü” de kurulmuş durumda. Organik Tarım Mühendisi: Günümüz dünyasında gıda ürünleri, doğallıklarını yitirmeye başladılar bu da insanları organik ürünlere yöneltti. Bu da organik ürün yetiştiriciliğini geliştirdi. Bu alanda eğitim veren bir üniversite yok ama Ziraat mühendisleri kendilerini bu alanda uzmanlaştırıp Doğal Yaşam Koçu: Şehir yaşamı, insanoğlunu doğadan uzaklaştırdı. Yediği gıdalar daha ilaçlı ve daha yapay. Soluduğu hava daha zehirli. İçinde çalıştığı ofisler, yaşadığı evler, daha çok toksik madde barındırıyor. Bu da doğal yaşama, doğal ürünler ve doğal hayata dönüşü getiriyor. Ama doğal yaşama yöneldiğinde de bilinçsiz ve kulaktan dolma bir şekilde bunu yapıyor. Uzun süre doğadan uzak kalan insan doğaya ve doğala alışmakta da zorluk çekiyor.  Bu noktada devreye yön gösterecek Doğal Yaşam Koçları girebilir. Kimler doğal yaşam koçu olmalı? Gıda mühendisliği, ziraat mühendisliği, çevre ve ekoloji mühendisliği alanlarından birinden mezun olup, sosyoloji, iletişim, psikoloji, sağlık alanında da kendini takviye eden meslek sahipleri Doğal yaşam koçu olabilirler. Kişinin yediği yemeklerden, yaptığı sporlara, tatil yapacağı yere kadar her şeyi planlayabilirler. İnsanların daha uzun ve kaliteli yaşamasına katkıda bulunabilirler. Yeşil ( Ekolojik) Turizm / Tatil Uzmanı : Yine şehir yaşamının getirdiği sıkıntıdan ve yoğunluktan olsa gerek, insanlar tatillerinde sürekli denize gitmek yerine, köylerde, tenha ve sessiz kıyılarda, Karadeniz’in el değmemiş yaylalarında, sarp ve yüksek dağlarda, kaplıca ve şifalı sularda tatillerini geçirmeye ve doğa sporlarıyla ilgilenmeye başladılar. Var olan turizm olanakları bu alandaki açığı şu anda tam anlamıyla kapatamıyorlar. Önümüzdeki yıllarda doğa ve Ekolojik turizm konusunda uzmanlaşmış, kendini yetiştirmiş rehberlere/uzamanlara ve tesislere ihtiyaç olacak. Doğal kaplıcalara sahip yerler, yaylalar,  ekolojik tatil köyleri,  tatil çiftlikleri, orta yaş üstü tatilcilerin ve sağlıklı tatil isteyen kişilerin çekim merkezi olacak.

37 Üçüncü sektör örgütlerinin hızlı bir değişim süreci içerisinde olduğuna, içinde bulundukları rekabet ortamının gereklerini yerine getirebilmek için bağımsız bir şekilde hareket etmeye ve girişimcilik faaliyetlerinde bulunarak kendi finansal iç dinamiklerini yaratmaya çalıştıklarına daha önce değinmiştik. Kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının özel sektör temelinde yaygınlaşmasıyla birlikte yeniden yükselişe geçen üçüncü sektör girişimcilik faaliyetlerinde bulunmaya başlamış ve yaşadığı bu değişim süreci özellikle son yıllarda daha fazla ilgi görmeye ve genişlemeye başlamıştır (Birch ve Whittam, 2008:439). Her şeyden önce üçüncü sektör kuruluşlarının girişimci faaliyetlerde bulunmaya başlaması, onları farklı bir yapılanma içerisine sokmuştur. Sosyal kâr amacına yönelik faaliyetlerde bulunmaya başlayan bu kuruluşlar, artık üçüncü sektörün kapsamı dışına çıkmakta; üçüncü sektör-özel sektör arasında yer alan karma (hybrid) bir yapıya bürünmektedir. Üçüncü sektörün sosyal amacını taşıdığı için “sosyal” olan, ancak özel sektör gibi girişim faaliyetlerinde bulunduğu için de “girişim” niteliği de taşıyan bu kuruluşlar, bu karma (hybrid) yapı içerisinde “sosyal girişim (social enterprise)” olarak tanımlanmıştır. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi; sosyal girişimler, üçüncü sektör diye tanımlanan, devletin dışında kalan ve kâr amacı gütmeyen geleneksel sivil toplum kuruluşları ve özel sektörü temsil eden ticari girişimler/şirketler (kâr amacı güden) arasında faaliyet gösteren girişimlerdir. Sınırları oldukça esnektir, bu yüzden de kâr amaçlı ve kâr amaçlı olmayan faaliyetleri melez bir şekilde gerçekleştirebilirler.

38 Sosyal girişimciliğin önemli amaçlarından biri, girişimcilerin sosyal amaçları gerçekleştirebilmek için ticari beceri ve işletme yaratma bilgilerini kullanmaları ve ticari açıdan sürdürülebilir olmayı sağlamalarıdır. Bir başka deyişle, kâr amaçlı çalışmayan örgütlerde, ticari birimler oluşturulması ve bunların istihdam yaratmak ya da çeşitli sosyal amaçlar için kullanılması günümüz sivil toplum kuruluşlarının değer verdiği konulardandır. Nitekim, kaynak sağlama faaliyetleri (fundraising) kâr amacı gütmeyen örgütlerin girişimci bakış açısıyla hareket ettiklerinin açık bir göstergesi olarak düşünülmektedir (Güler, 2010:91). Sosyal girişimler sadece finansal kaynaklar ile sürdürülebilirliğini sağlayamazlar. Finansal kaynaklara ek olarak, sahip olunan sosyal amaca kendini adamış, sosyal girişimcinin destekçisi ve takipçisi olan ücretli çalışanlar ve gönüllüler de ayrı bir kaynak konumundadır. Nitekim bir örgütü yönetmede, sosyal değer yaratma ve bu hizmetin sağlanmasında sarf edilen çaba da, örgütün insan kaynaklarını oluşturan paydaşlar, mütevelli heyeti, çalışanlar ve gönüllülerden oluşmaktadır. Ayrıca, bu sektör içinde oluşmuş sosyal ağı ifade eden, sosyal girişimcinin sosyal sermayesi de, işin yürütülmesinde önemli bir kaynak niteliğindedir. Sosyal girişimlerde zorlayıcı bir unsur ya da baskı söz konusu olmadığından, bu örgütün çalışanları, örgüte sahip oldukları misyon ya da amaç doğrultusunda bağlılık göstermektedirler. Çalışanlar, özel sektör çalışanlarına göre elde ettikleri gelire daha az önem verirken, yaptıkları işin kalitesine daha fazla önem vermektedir. Sosyal değer içeren amaçlara ulaşmak adına daha az ücretle çalışmaya razı olabilmektedirler. Ancak, yine de sosyal girişimlerin özel girişimlere veya piyasaya göre daha az ücret veriyor olması, beceri düzeyi yüksek ve kalifiye olan çalışanları etkilemeyi ve onları elde tutmayı zora sokmakta ve bu nedenle sosyal girişimcilerin piyasadaki yetkin elemanları istihdam etmesi oldukça zorlaşmaktadır (Austin vd., 2006:12). Bu durum, bağışlarla yürüyen değil ama kazanılmış gelire önem veren sosyal girişimlerde daha sık telaffuz edilen bir sıkıntı olarak göze çarpmaktadır (Haugh, 2007:422).

39 McDonaldlaştırma Ritzer'e göre, McDonaldlaştırma Max Weber'in akılcılık kuramının bir uzantısıdır. Weber'e göre biçimsel akılcılık, insanların belirli bir amaç için optimum araç arayışının kurallar, yönetmelikler ve daha büyük toplumsal yapılar tarafından biçimlenmesidir. Amaç için optimum araçları kendi başlarına keşfetmek zorunda değillerdi; tam tersine optimum araçlar zaten keşfedilmiş ve kurallar, yönetmelikler ve yapılarda kurumsallaştırılmıştı; insanların bunlara uyması yeterliydi. Nitekim öyle de oldu; insanlar kendileri için uygun görülen tarz, şekil ve tatları sorgulamadan elde etme çabasına girince, McDonald yalnızca bir yemek kültürü olmaktan çıkarak bir hayat biçimi olarak kendisini gösterdi.

40 Ritzer'e göre McDonald olayı, yemek ihtiyacını gideren basit bir "fast-food" olmanın sınırlarını çoktan aşmış bir toplumsal olayın adıdır. Öyle ki, hayatın her alanını etkileyen bir hayat tarzı üretmektedir. Akılcılaştırma sürecinde bürokrasinin yerini almış olan bu yemek kültürü, Amerikan toplumunu ve sonunda da dünyayı yapısal olarak etkiliyor. Bu hayat tarzı öylesine büyük bir hızla gelişiyor ki, öngörülebilen bir yakınlıkta bütün insanlar bu hayat tarzıyla hemhal olacak gibi görünüyor.

41 McDonald adının ardındaki isim Amerikalı Ray Kroç, akılcı yaklaşımlarla bu girişimi büyütmeye çalışırken, olayın bugünkü boyutlarına ulaşacağını kendisi de tahmin etmiyordu. Kroç ailesi 1937'de ilk restoranlarını açtılar. Restoranın işletme yöntemlerini yüksek hız, büyük hacim ve düşük fiyat ilkelerine dayandırmışlardı. Karışıklıktan kaçınmak için müşterilere çok kısıtlı bir menü sundular. McDonald kardeşler, masaya servis ve geleneksel pişirme yöntemleri yerine pişirme ve servis için montaj bandı uyguladılar. Eğitimli aşçılar yerine kardeşlerin "sınırlı menüsü, yemek hazırlığını bir ticari mutfağa ilk kez adımını atanların bile hemen öğrenebileceği basit, kendini tekrar eden işlere indirgemelerine imkan sağladı." Kardeşler, "Izgaracı", "şeykçi", "kızartmacı" ve "sosçu" gibi uzmanlaşmış restoran işçilerinin kullanımına öncülük ettiler. İşçilerin yapması gerekenleri hatta söylenmesi gerekenleri bile belirleyen yönetmelikler geliştirdiler. McDonald kardeşler bütün bunlar ve diğer yöntemlerle akılcılaştırılmış "fast food fabrikası"nın gelişmesinde öncü oldular. (s. 64)

42 McDonaldlaşma’nın insanları yoğun olarak etkilemesinde dört çarpıcı boyut dikkat çekici: Bunlardan ilki verimlilik... Yani açlıktan doymaya geçmenin en basit yolunu sunmak... Zihinlerde yer eden yaygın anlayış, zamanı etkin kullanmak ve en kısa zamanda en fazla işi halletmek olunca “hızlı yeme” işletmelerinin sunduğu hizmet, karşı konulmaz bir şey olabiliyor. McDonaldlaşmanın bir diğer boyutu, tüketicilerin “hesaplı alışveriş” yaptıklarını düşünmelerinde karşımıza çıkıyor. Kendisine “aynı fiyata ne kadar büyükse o kadar iyidir” denen tüketici, normal gibi görünen bir ücrete daha çok yiyecek aldığını düşünüyor. Ve tabii ürün belli bir sürede size sunulmazsa, para ödemeyecek olmanız da işin cezbedici yönlerden bir diğeri Başka bir boyut öngörülebilirlik... Bu, çağın değişimi ile birlikte yeni toplumsal düzende kendisine yer edinmeye çalışan bireyin güven ihtiyacını tatmin etmeye yönelik bir kavram. Belirsizliğin olumsuzlandığı bir dünya anlayışı, bir sonraki hafta ile bugün yedikleriniz arasında fark olmayacağını size garanti eder. Zamanla ürünün kalitesinde ve miktarında bir fark olmayacağı, standartların dünyanın her neresine gidilirse gidilsin her zaman için korunacağı bilgisi zihinlere yerleştirilir. Böylelikle öngörülebilirlik, belirsizlikten kaçış yolu için bir seçenek haline gelir. McDonaldlaşma’ya ilişkin önemli bir boyut da denetim...Denetimin iki şekilde gerçekleştiği söylenebilir; biri tüketici üzerinde, diğeri ise çalışanlar üzerinde... Bu sistem, tüketiciyi örtük şekilde de olsa, hemen yiyip çıkmaya; sınırlı mönüyle, az seçenekle yetinmeye yönlendirir. Rahatsız iskemleler de buna yardımcı olur. Tüketicinin orada ne kadar bulunacağı bilinebilir bir şeydir.

43 Çalışanlar üzerindeki denetim boyutu ise, insansız teknoloji aracılığıyla gerçekleşmektedir. İnsansız teknolojinin işlevini hatasız yerine getirmesi, çalışanlara hata yapma özgürlüğü tanınmayan, tehdit edici bir şeydir. Çünkü insansız teknoloji her an insanlı teknolojinin yerini alabilecektir. McDonaldlaşmanın çevre üzerine de olumsuz etkileri olabilmekte. Araştırmalar, tek-tip patates yetiştirmenin Kuzeybatı Pasifik’in ekolojisini olumsuz etkilediğini ortaya çıkarmış. Çünkü bu tür patatesleri yetiştiren dev çiftlikler kimyasal maddelerin yaygın kullanıldığı yerler. Kusursuz bir patates kızartması için patatesin çoğu ziyan edilmekte ve geri kalan patates ya sığırları beslemekte ya da gübre olarak kullanılmakta. Bu patateslerin posalarında yeraltı su kaynaklarına, gübre ve hayvan pisliklerine kadar izlenebilen yüksek oranlarda nitrat bulunmakta. Bu da sağlığımız için potansiyel tehdit. Hızlı yeme işletmelerinde kullanılan paketler de çevreye uyumlu değil. “Kullan-at” mantığının egemen olduğu bu sistemde yiyeceklerin konulduğu kaplar tek kullanımdan sonra atılır. Zaten “her şey tek bir şey içindir.” Ve bu yüzden o kabı başka bir şey için kullanamazsınız. Bunun sebebi sadece yiyecekten değil, aynı zamanda koyulduğu kaptan da kâr elde etmek; seri üretime katkıda bulunarak seri tüketimi artırmaktır. Ve bu paketlerin doğada kendiliğinden çözünmesi de oldukça zordur. McDonaldlaşmanın kültürel dokuya etkilerine gelince… Bu, Doğu’da ve Batı’da farklılaşabilir. Batılı insanın başarı motivasyonu yüksektir ve bireyciliği savunur. Doğulu insan ise, bağlılık ihtiyacı yüksek ve cemaatçilikten yanadır. Sosyalleşmede insanlar arasındaki sürekli etkileşim kilit rol oynar. Hızlı yeme kültürünün, etkileşime fırsat tanımadan “ye ve kalk” mantığını yaymasının, kişinin yalnızlaşmasına yol açacağına dair yorumlar yapılmakta. Diğer yandan sadece yemek kültürüyle yalnızlık kaygısının bu kadar ön plana çıkmayacağına dair görüşler de var. Bir başka görüş, insanların bu kadar sistematik bir yapıda kendilerini montaj bantının bir parçası olarak hissedebileceği. Bu yoruma karşılık bazı eleştirmenler de bu tür yerlerin toplumun her tabakasından insanı bir araya getirmesi ile bütünleştirici bir etkiye sahip olduğunu düşünüyor.


"Emek süreçleri." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları