Küreselleşme ve Değişen Dünya
Bu bölümde, devasa toplumsal dönüşümlere ilişkin olarak sunulan kimi gerekçeleri tartışacak ve bugün gerçekleşmekte olan en büyük toplumsal değişmelerden biri, yani küreselleşme etrafında tartışmalara giriş yapacağız.
Ama önce, geçmişte varolmuş olan, günümüzde de hala bulunabilen toplum türlerinin çözümlemesine dönüyoruz. Modern sanayileşmeden önce varolan toplum türlerini anlayabilmek için, sosyolojik düşgücünün tarihsel boyutunu kullanmalıyız.
Toplum türleri Kaybolan dünya: Modernlik öncesi toplumlar ve kaderleri Modernlik öncesi toplumlar, Antropolog Marvin Harris’in betimlemesinde değinilen üç ana başlık altında toplanabilir: avcı ve toplayıcılar; daha büyük tarım ya da kır toplumları (Tarım yapılan ya da evcilleştirilmiş hayvan beslenen); ve sanayileşmemiş uygarlıklar ya da geleneksel devletler.
İlk toplumlar: Avcı ve toplayıcılar Bu gezegendeki insan varoluşunun, küçük bir bölümü hariç geri kalanında, insanlar, avcı ve toplayıcı toplumlarda yaşamışlardır. Avcı ve toplatıcılar yaşamlarını, avcılık, balıkçılık ve doğada bulunan yenebilir bitkilerin toplanmasıyla kazanırlar.
Avcı ve toplayıcılar, temel gereksinmelerini karşılamak için kullanılanların ötesinde maddi servet biriktirmekle çok az ilgilenirler. Bunların ana uğraşları, normal olarak dinsel değerler ile tören ve ayin etkinlikleridir. Gereksinmeleri maddi mallar, av silahları, kazma ve inşaat aletleri, tuzaklar ve pişirme aletleri ile kısıtlıdır.
Toplumun üyeleri arasında, sahip olunan maddi varlıkların sayısı ve çeşidi bakımından pek az fark bulunur –zengin ile yoksul ayrımı sözkonusu değildir. Konum ve rütbe farklılıkları yaş ve cinsiyetle sınırlanma eğilimindedir; erkekler hemen her zaman avcı iken kadınlar yabani tohumlar toplar, bunları pişirirler ve çocuk yetiştirirler. Ne ki, kadınlarla erkekler arasındaki bu işbölümü son derece önemlidir: erkekler kamusal ve törensel konumları egemenlikleri altında tutarlar.
AVCI ve TOPLAYICI TOPLUMLAR (Hunting and gathering societies) Gecim aracları, hayvanları avlamak, balık tutmak ve yenebilir bitkileri toplamakla elde edilen toplumlar.
Kır ve tarım toplumları Yaklaşık yirmi bin yıl önce, kimi avcı ve toplayıcı gruplar yaşamlarını sürdürebilmek için evcilleştirilmiş hayvanları yetiştirmeye ve belli toprak parçalarını ekmeye başlamıştır. Kır toplumları, esas olarak evcil hayvanlara dayanırlarken tarım toplumları tahıl yetiştiren (tarım yapan) toplumlardır. Pek çok toplumda, kırsal ve tarımsal ekonomilerin bir karışımı görülür.
Kır toplumları, yaşadıkları çevreye bağlı olarak, sığır, koyun, keçi, deve ya da at yetiştirirler. Kır toplumları genellikle mevsim değişikliklerine göre farklı alanlar arasında göç ederler. Bu insanlar olağan olarak, göç etme alışkanlıklarından ötürü, çok fazla maddi varlık biriktiremezler.
Gecimlerini evcilleştirilmiş hayvanların KIR TOPLUMLARI (Pastoral societies) Gecimlerini evcilleştirilmiş hayvanların yetiştirilmesiyle sağlayan toplumlar; genellikle mevsimsel değişmelere gore ya da taze ot bulmak amacıyla farklı bolge ler arasında goc etme gereksinimi ortaya cıkar.
Bir noktada, avcı ve toplayıcı gruplar, yabanıl doğada yetişenleri toplamak yerine kendi tahıllarını yetiştirmeye başlamıştır. Bu uygulama ilk kez, basit çapalar ya da kazma aletleri kullanımı ile ekilip biçilen küçük bahçelerde, genel olarak adlandırıldığı gibi, “bahçecilik” biçiminde ortaya çıktı.
Kırsallık gibi bahçecilik de avcı ve toplayıcılıkla elde edilebilecek olandan daha fazla yiyecek arzını garanti etmiş, bu yüzden de daha büyük toplulukları destekleyebilmiştir. Yaşamlarını bahçıvanlıkla sürdüren insanlar, göçetmedikleri için hem avcı ve toplayıcı topluluklarda, hem de kır toplumlarında yaşayanlardan daha fazla maddi varlık biriktirebilirler.
TARIM TOPLUMLARI (Agrarian Societies): Hayatta kalmak icin gerekli olan aracların tarımsal urune (tahıl yetiştirmeye) dayalı olduğu toplumlar.
Sanayileşmemiş uygarlıklar ya da geleneksel devletler Yaklaşık O.D.Ö. (Ortak Dönem Öncesi) 6000’den başlayarak, kimi bakımdan daha önce varolan toplum türlerine karşıt özellikleri belirgin olan daha büyük toplulukların ortaya çıktıklarına ilişkin kanıtlar bulunmaktadır.
Bu topluluklar, kentlerin ortaya çıkışına dayanmaktaydılar; oldukça belirgin servet ve güç eşitsizlikleri sergilemekteydiler ve kralların ya da imparatorların yönetimi altındaydılar. Yazının kullanımı ile bilim ve sanatta gelişmelerin sözkonusu olması, bunların çokluk uygarlıklar olarak adlandırılmalarına yol açmaktadır. Geleneksel devletlerin pek çoğu aynı zamanda imparatorluklar biçimindedirler; büyüklüklerine, fetihler ve başka insanları yönetimleri altına alarak ulaşırlar.
Modern dünya: Sanayi toplumları İki yüzyıl öncesine kadar tarihin bütününde egemen olan toplum türlerini ortadan kaldıracak ne olmuştur? Bu sorunun yanıtı, tek sözcükle, sanayileşmedir. Sanayileşme, cansız güç kaynaklarının (buhar ya da elektrik gibi) kullanımına dayanan makinalaşmış üretimin ortaya çıkışına göndermede bulunmaktadır.
Geleneksel uygarlıkların en gelişmişlerinde bile, insanların büyük bölümü toprak üzerinde çalışırlardı. Buna karşın, bugünkü sanayi toplumlarının (kimi zaman “modern ya da “gelişmiş” toplumlar olarak da adlandırılır) temel bir özelliği, çalışan nüfusun büyük bölümünün tarım yerine fabrikalar, ofisler ya da dükkanlarda çalışıyor olmalarıdır.
Kentlerde, toplum yaşamı önceye bakarak daha kişisellik dışıdır ve ortaklaşa niteliği ağır basar; pek çok gündelik karşılaşma, tanıdığımız insanlar yerine yabancılarla gerçekleşir. Büyük şirketler ya da hükümet kurumları gibi büyük ölçekli örgütler, hemen herkesin yaşamlarını etkiler hale gelmiştir.
Modern toplumların bir başka özelliği, geleneksel devletlere bakarak daha gelişmiş ve yoğun olan siyasal düzenleridir. Geleneksel uygarlıklarda, siyasal yetkelerin (monarklar ve imparatorlar), kendilerine oldukça yeterli olan köylerde yaşayan tebaalarının büyük bölümünün yaşamları üzerindeki doğrudan etkileri çok azdı. Sanayileşmeyle birlikte, taşımacılık ve iletişim çok daha hızlı hale geldiğinden, daha bütünleşmiş bir “ulusal” topluluk ortaya çıkmıştır.
Sanayi toplumları, ulus-devletlerin ilk örnekleriydi Sanayi toplumları, ulus-devletlerin ilk örnekleriydi. Ulus-devletler, geleneksel devletleri birbirinden ayıran belirsiz sınır bölgeleri yerine birbirlerinden açıkça ayrılmış sınırları olan politik topluluklardır. Ulus-devlet hükümetleri, kendi sınırları içerisinde yaşayan herkese uygulanan yasaları düzenleyerek vatandaşlarının yaşamlarının pek çok alanında söz sahibi olurlar.
Sanayi teknolojisinin kullanımı, hiçbir biçimde barışçı ekonomik gelişme süreçleriyle sınırlı değildir. Üstün ekonomik güç, siyasal birlik ve askeri üstünlük hep birlikte, geçmiş iki yüzyıl boyunca Batının yaşam biçiminin karşı konulamaz görünen yayılmasından sorumludur.
Küresel gelişme Onyedinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar, Batı ülkeleri, daha önce geleneksel toplumların bulunduğu sayısız bölgede, gerektiğinde üstün askeri güçlerini kullanarak sömürgeler oluşturmuşlardır. Bütün bu sömürgelerin hemen hepsi artık kendi bağımsızlıklarını kazanmışlarsa da, sömürgecilik süreci, bizim bugün bildiğimiz dünyanın toplumsal haritasının biçimlenişinde merkezi bir yer tutmuştur.
Bu türlerden ilk gruptaki ülkeler, A. B Bu türlerden ilk gruptaki ülkeler, A.B.D de içlerinde olmak üzere, sanayileşmiş ülkelerdir. İkinci kategorideki ülkeler, çoğunlukla çok daha düşük bir sanayileşme düzeyine sahiptirler ve genellikle az gelişmiş toplumlar ya da gelişmekte olan dünya olarak adlandırılır. Bu toplulukların pek çoğu A.B.D ve Avrupa’nın güneyinde yeraldıkları için kimi zaman hep birlikte, bu sanayileşmiş, daha zengin Kuzey ülkelerine karşıt olarak, Güney ülkeleri diye adlandırılmaktadır.
Çoğu kez gelişmekte olan ülkelerin Üçüncü Dünyanın bir parçası olduğunu duyarız. Üçüncü Dünya terimi ilk olarak, yirminci yüzyılın başlarında bulunan üç tür toplum biçimi arasında karşıtlığın bir parçası olarak ortaya çıkmıştı. Birinci Dünya ülkeleri, ABD, Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri vs idiler. İkinci Dünya ülkeleri geçmiş Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkeleri.
Gelişmekte olan dünya İçlerinde geleneksel biçimde yaşayan insanlar olsa da, gelişmekte olan ülkeler daha önceki geleneksel toplumlardan oldukça farklıdırlar. Bu toplumların politik düzenleri, ilk kez Batı toplumlarında kurulan düzenlere dayanmaktadır yani bunlar ulus-devlettir. Nüfuslarının büyük bölümü kırsal bölgelerde yaşıyor olsa da, bu toplumların pek çoğu hızlı bir kentleşme süreci de yaşamışlardır.
Yeni sanayileşen ülkeler Gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğunun ekonomik bakımdan Batı toplumlarının çok gerisinde kalmış olmalarına karşın, bu gruptaki kimi ülkeler artık başarıyla bir sanayileşme sürecini başlatmıştır. Bu ülkelere kimi zaman yeni sanayileşen ülkeler (YSÜ) denmektedir; bunlar arasında Latin Amerika’da Brezilya ile Meksika, Doğu Asya’da da Hong Kong, Güney Kore ve Tayvan bulunmaktadır.
Toplumsal değişme Sosyologlar insanların yaşama biçimlerini dönüştüren değişim süreçlerini nasıl ele alırlar? Önemli değişimi belirlemek, bir nesne yada durumun temel yapısında bir dönem içerisinde ne kadarlık bir değişme ortaya çıktığını göstermeyi gerektirir.
TOPLUMSAL DEĞİŞME (Social Change) Bir toplumsal grup ya da toplumun temel yapısındaki değişim. Toplumsal değişme, toplum yaşamında varlığını her zaman duyuran bir olgudur; ne ki cağcıl donemde ozellikle yoğundur. Cağcıl toplumbilimin kokenleri, geleneksel dunyayı papamparca eden ve yeni toplum duzeni bicimlerini getiren carpıcı değişimleri anlayabilme cabalarına bağlanabilir.
Toplumsal değişme üzerindeki etkiler Toplum kuramcıları son iki yüzyıldır, toplumsal değişmenin doğasını açıklayan bir büyük kuram peşindedir. Ne ki hiçbir tek etken kuramı, insanın toplumsal gelişimini avcı ve toplayıcı toplumlardan kırsal toplumlara, geleneksel uygarlıklardan son derece karmaşık olan toplum düzenlerine kadar olan çeşitliliği dikkate alamaz. Yine de toplumsal değişmeyi tutarlı bir biçimde etkilemiş olan üç ana etkeni belirleyebiliriz: fiziksel çevre, politik örgüt ve kültürel etkenler.
Kültürel etkenler Toplumsal değişme üzerindeki ilk önemli etki, dinin etkilerini, iletişim sistemlerini ve liderliği de içeren kültürel etkenlerden oluşur. Din, toplum yaşamı içinde tutucu ya da ilerletici bir güç olabilir. Kimi dinsel inanç ve pratik biçimleri, geleneksel değer ve törenlere bağlılık üzerinde durarak, değişimi frenleyici bir rol oynamıştır. Yine de, Max Weber’in vurguladığı gibi, dinsel inançlar çokluk, toplumsal değişme için baskı yapmayı harekete geçiren bir rol oynamaktadır.
Değişimin nitelik ve yönünü etkileyen özellikle önemli kültürel bir etki, iletişim sistemlerinin yapısıdır. Örneğin yazının bulunuşu, kayıtların tutulmasını sağlayarak maddi kaynaklar üzerindeki kontrolün artışını ve büyük ölçekli örgütlerin gelişimini olanaklı kılmıştır. Dahası, yazma, insanların geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki ilişkileri algılayışını değiştirmiştir.
Yazı kullanan toplumlar geçmiş olayların kaydını tutmuş ve kendilerinin bir tarihleri olduğunun bilincinde olmuşlardır. Tarihin anlaşılması, bir toplumun izlediği bütüncül hareket ya da gelişim çizgisi hakkında bir düşüncenin gelişmesini sağlayabilir; insanlar daha sonra etkin bir biçimde bu gelişimi daha da ilerletmeye çalışabilir.
Kültürel etkenler genel başlığı altında, liderlik kavramını da yerleştirmemiz gerekir. Tek tek liderler dünya tarihinde çok fazla etkide bulunmuştur. Bunun doğru olduğunu görebilmek için, yapmamız gereken tek şey, dinsel kişilikleri (İsa gibi), politik ve askeri liderleri (Jül Sezar gibi) ya da bilim ve felsefede yenilik yapanları (Isaac Newton gibi) düşünmektir.
Dinamik politikaları izleyebilme ve önceden varolan düşünce biçimlerini izleyen ya da onları kökten bir biçimde değiştiren bir kitle yaratabilme yeteneğine sahip bir lider, daha önceki kurulmuş bir düzeni alaşağı edebilir ( Weber: Karizmatik liderlik) Bununla birlikte, bireyler ancak elverişli toplumsal koşullar var ise liderlik konumuna gelebilir ve etkili olabilir.
Fiziksel çevre İkinci olarak, fiziksel çevre insan toplumsal örgütlenmesinin gelişiminde bir etkiye sahiptir. Bu özellikle, insanların yaşam biçimlerini hava koşullarına göre düzenlemek zorunda olduğu daha aşırı çevre koşullarında en açık biçimiyle ortaya çıkar. Daha az aşırı fiziksel koşullar da toplumu etkileyebilir. Yine de çevrenin toplumsal değişme üzerinde doğrudan etkisi pek fazla değildir. İnsanlar görece acımasız bölgelerde çokluk dikkate değer ölçüde üretken servet biriktirebilirler.
Siyasal örgütlenme Toplumsal değişmeyi güçlü bir biçimde etkileyen ikinci bir etken politik örgütlenme türüdür. Avcı ve toplayıcı toplumlarda bu etki en azdır, çünkü topluluğu harekete geçirebilecek bir siyasal yetke yoktur. Ancak bütün öteki toplum türlerinde, ayrı politik eyleyenlerin –şefler, lordlar, krallar ve hükümetler- varlığı, bir toplumun izlediği gelişim rotasını güçlü bir biçimde etkileyebilir.
Modern dönemde değişme Son iki yüz yılın, yani modernlik döneminin neden toplumsal değişimin hızında böylesine devasa bir artışa tanıklık ettiğini açıklayan şey nedir?
Kültürel etkenler Modern dönemdeki toplumsal değişim süreçlerini etkileyen kültürel etkenler arasında yer alan bilimin gelişmesi ile düşüncenin laikleşmesi, modern bakış açısının eleştirel ve yenilikçi niteliğinin ortaya çıkışına katkıda bulunmuştur. Bizim yaşam biçimlerimizi giderek artan bir biçimde “ussal” bir temeli zorunlu kılıyor.
Bizim nasıl düşündüğümüz yanında, düşüncelerimizin içeriği de değişti Bizim nasıl düşündüğümüz yanında, düşüncelerimizin içeriği de değişti. Daha iyiye gitme, özgürlük, eşitlik ve demokratik katılım idealleri, büyük ölçüde geçmiş iki ya da üç yüzyılın yaratılarıdır. Böyle idealler, devrimler de içlerinde olmak üzere, toplumsal ve politik değişim süreçlerinin harekete geçirilmesini sağlamışlardır.
Ekonomik etkenler Ekonomik etkenler arasında en önemli olan sanayi kapitalizminin etkisidir. Kapitalizm, üretimin sürekli ile servet birikiminin giderek artmasına yol açmaktadır. Kapitalizm üretim teknolojisinin sürekli olarak gözden geçirilmesini özendirir; bu da bilimin giderek artan biçimde içerildiği bir süreçtir. Modern sanayinin uyarladığı teknolojik yenilik oranı, geçmişteki bütün ekonomik düzen biçimlerinde olduğundan çok yüksektir.
Bugünlerde gerçekleşen bilgi teknolojilerindeki gelişimi dikkate alalım. Bilim ve teknolojinin nasıl yaşadığımız üzerinde gösterdiği etki, büyük ölçüde ekonomik etkenler tarafından yönlendirilir, ancak bu etki, ekonomik alanın ötesine de geçmektedir. Bilim ve teknoloji politik ve kültürel etkenleri hem etkiler hem de onlardan etkilenir.
Siyasal etkenler Modern dönemdeki önemli değişmeyi etkileyen üçüncü önemli etki türü, siyasal gelişmelerden oluşmaktadır. Ülkeler arasındaki güçlerini arttırma, servetlerini büyütme ve askeri rakiplerine üstünlük sağlama mücadeleleri hep, son iki ya da üç yüzyıl boyunca değişimin enerjik bir kaynağı olmuştur.
Geleneksel uygarlıklardaki siyasal değişim olağan olarak seçkinlerle sınırlı olmuştur. Oysa bugün, hem içsel hem de dışsal olarak, siyasal karar alma süreci toplumsal değişmeyi geçmişte olduğundan çok daha fazla yönlendirmektedir.
Son iki ya da üç yüzyıl içindeki siyasal gelişmenin ekonomik değişimi, en az ekonomik değişimin siyaseti etkilediği kadar, etkilediği kesindir. Hükümetler artık ekonomik büyüme oranlarını yükseltme (ya da kimi zaman geriletmede) önemli rol oynamaktadır; hükümetin en büyük işveren olduğu bütün sanayi toplumlarında da üretime yapılan hükümet müdahaleleri oldukça fazladır.
Askeri güç ile savaş da yaygın öneme sahip olmuştur Askeri güç ile savaş da yaygın öneme sahip olmuştur. Batı ülkelerinin onyedinci yüzyıldan başlayarak sahip oldukları askeri güç onlara, dünyanın bütün bölümlerini etkileme olanağını vermiştir –aynı zamanda Batı yaşam biçimlerinin küresel düzeyde yayılımının da temelinde yer almıştır.
Küreselleşme Küreselleşme kavramı son birkaç yıldan beri, siyaset, iş dünyası ve medyadaki tartışmalarda yoğun bir biçimde kullanılan bir kavramdır. On yıl önce, küreselleşme terimi az bilinen bir terimdi. Küreselleşme, bizlerin giderek artan bir biçimde tek bir dünya içinde yaşadığımız, öyle ki bireylerin, grupların ve ulusların birbirine bağımlı hale geldiği olgusuna göndermede bulunmaktadır.
Küreselleşme çokluk yalnızca bir ekonomik olgu olarak biçimlenmektedir. Bu olgu, küresel üretim süreçlerini ve uluslar arası işbölümünü etkileyen devasa işlemleri, ulusal sınırların ötesine uzanan ulusötesi şirketlerin rolüyle açıklanır. Başkaları, küresel finansal piyasaların elektronik bütünleşmesine ve küresel sermaye fonlarının çok büyük hacmine işaret etmektedir. Başka kişiler de dünya ticaretinin, önceden rastlanmayacak kadar çok çeşitte mal ve hizmeti içeren öncekinden daha geniş olan kapsamı üzerinde durmaktadır.
Ekonomik güçler küreselleşmenin ayrılmaz bir parçası olsa da, yalnızca bunların küreselleşmeyi ortaya çıkardığını ileri sürmek yanlış olacaktır. Küreselleşme, siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik etkenlerin biraraya gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Küreselleşme herşeyden önce, dünyanın her tarafındaki insanlar arasındaki etkileşimin hızını ve kapsamını artıran bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişme tarafından yönlendirilmiştir.
Küreselleşmeye katkıda bulunan etkenler Küreselleşmenin ortaya çıkışı nasıl açıklanabilir? Görmüş olduğumuz gibi, toplumsal değişmenin bütününü açıklamak karmaşık bir iştir; ancak çağdaş toplumda küreselleşmenin ortaya çıkışına katkıda bulunan etkenlerden bir bölümüne işaret etmek de zor değil: bunlar arasında, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ile ekonomik ve siyasal faktörler bulunur.
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişme Küresel iletişimdeki patlama, teknoloji ile dünyanın telekomünikasyon altyapısındaki bir dizi önemli ilerleme tarafından kolaylaştırılmıştır.
Bu iletişim sistemlerinin etkisi birbirini destekleyecek bir biçimde olmuştur. Çok gelişmiş telekomünikasyon altyapısı olan ülkelerde, evler bürolar artık dış dünya ile, telefonlar (hem yerleşik, hem de cep telefonları), sayısal, uydu ve kablolu televizyon, elektronik posta ve internet de içinde olmak üzere çoklu bağlantı içerisindedir. İnternet şimdiye kadar geliştirilen, en hızlı büyüyen iletişim aracı olarak ortaya çıkmıştır
Teknolojinin bu biçimleri zamanın ve mekanın yakınlaşmasını sağlamıştır. İnternet ve cep telefonlarının yaygın kullanımı, küreselleşme süreçlerini derinleştirmekte ve hızlandırmaktadır; artan biçimde, daha önceleri ya yalıtılmış olan ya da geleneksel iletişimlere erişimi kısıtlı olan bu teknolojilerin kullanımıyla birbirine bağlantılı hale gelmiştir.
Bilgi akışları Eğer, görmüş olduğumuz gibi, bilgi teknolojisi dünyanın her yanındaki insanlar arasındaki iletişim olanaklarını artırmak ise, uzak yerlerdeki insanlar ve olaylar hakkındaki bilgi akışını da kolaylaştırmıştır. Her gün, küresel medya haberler, görüntüler ve bilgiyi insanların evlerine getirmekte, onları doğrudan ve sürekli olarak dış dünyaya bağlamaktadır.
İnsanların düşünce biçimlerini ulus-devlet düzeyinden küresel sahneye yöneltmeleri sonucunu vermiştir. Bireyler artık öteki insanlarla olan karşılıklı bağımlılıklarının daha fazla farkındalar; geçmiştekine kıyasla da kendilerini daha fazla küresel sorun ve süreçlerle özdeşleştirmiş durumdalar.
Küresel bakış açısına böylesine bir geçişin iki önemli boyutu sözkonusudur: İlkin, insanlar, küresel bir topluluğun üyeleri olarak, toplumsal sorumluluğun sınırlarda durmadığını, bu sınırların ötesine geçtiğini giderek daha fazla anlıyorlar. Dünyanın öteki tarafındaki insanların karşılaştığı afetlerle adaletsizlikler, yalnızca katlanılması gereken talihsizlikler değil, eylem ve müdahale için meşru alanlardır. Uluslar arası topluluğun, kriz dönemlerinde yaşamları tehlikede olan insanların fiziksel iyiliği ya da insan haklarını korumak için eyleme geçme yükümlülüğü olduğu giderek daha fazla kabul edilen varsayım.
İkinci olarak, küresel bir bakış açısı, insanların kendi kimliklerini oluştururlarken, giderek daha fazla ulus-devlet dışındaki kaynaklara yöneldikleri anlamına gelmektedir. Bu olgu, küreselleşme sürecinin hem ürünüdür; hem de onu hızlandırmaktadır.
Ekonomik etkenler Küreselleşme ayrıca, dünya ekonomisinin bütünleşmesi ile de yönlendirilmektedir. Daha önceki dönemlere karşıt olarak, küresel ekonominin temeli artık birincil olarak tarım ya da sanayi değildir.
Bunun yerine, küresel ekonomide giderek ağırlıksız ve somut olmayan etkinliklerin egemenliği artmaktadır: Bu ağırlıksız ekonomi, bilgisayar yazılımı, medya ve eğlence ürünleri ile internete dayalı hizmetler gibi ürünlerin temellerini bilgiden aldıkları bir ekonomidir. Bu ekonomik bağlam, sanayi sonrası toplum, bilgi çağı ve yeni ekonomi gibi bir dizi farklı terim kullanılarak betimlenmiştir.
“Bilgi toplumunun ortaya çıkışı, teknolojiden anlayan ve bilgi işlemdeki, eğlence sektöründeki ve telekomünikasyondaki yeni gelişmeleri kendi gündelik yaşamlarıyla bütünleştirmeye istekli geniş bir tüketici temelinin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.”
Küresel ekonominin işlemleri, bilgi çağında ortaya çıkan değişmeleri yansıtmaktadır. Ekonominin pek çok yönü bugün, ulusal sınırlarda artık durmayan, onları aşan ağlar yoluyla işlenmektedir. Küreselleşen koşullarda rekabet gücüne sahip olmak için iş dünyası ve şirketler kendilerini, daha esnek ve daha az hiyerarşik bir yapıya sahip olacak bir biçimde yeniden yapılandırmaktadır.
Üretim pratikleri ve örgütsel kalıplar daha esnek oldu; öteki firmalarla ortaklık düzenlemeleri yaygınlaşmış ve dünya çapındaki dağıtım ağlarına katılmak, hızla değişen bir küresel piyasada iş yapmak için zorunlu hale gelmiştir.
Ulusaşırı şirketler Küreselleşmeyi yönlendiren pek çok ekonomik etken arasında, ulusaşırı şirketlerin rolü özellikle önemlidir. Ulusaşırı şirketler birden fazla ülkede mal üreten ya da hizmet pazarlayan şirketlerdir. Bu şirketler üslendiği ülke dışında bir ya da iki fabrikası olan görece küçük şirketler olabileceği gibi, işlemleri bütün dünyayı kaplayan dev uluslar arası girişimler niteliğinde olabilir. Ulusaşırı şirketlerin ulusal bir üssü olduğu durumda bile bunlar küresel piyasaların ve küresel karların peşine düşerler.
Ulusaşırı şirketler ekonomik küreselleşmenin kalbinde yer alırlar Ulusaşırı şirketler ekonomik küreselleşmenin kalbinde yer alırlar. Bu şirketler bütün dünyadaki ticaretin üçte ikisinden sorumludur; dünya üzerinde yeni teknolojilerin yayılmasında aracılık ederler ve uluslar arası finansal piyasalardaki büyük oyunculardır. Bir gözlemcinin dikkat çektiği gibi, bu şirketler “çağdaş dünya ekonomisinin başını çekerler”.
1980’lerin sonu ile 1990’larda, ulusaşırı şirketler, üç güçlü bölgesel piyasanın kurulmasıyla çarpıcı bir biçimde büyüdüler: Avrupa (Tek Avrupa Pazarı), Asya-Pasifik (Osaka Deklerasyonu 2010’a kadar serbest ve açık ticareti garantilemişti) ve Kuzey Amerika (Kuzey Amerika Serbest Ticaret anlaşması). 1990’ların başından bu yana, dünyanın öteki bölgelerindeki ülkeler de yabancı yatırım üzerindeki kısıtlamaları serbestleştirdiler.
İmalat sanayiinin giderek artan bir biçimde küreselleşmesi çoklukla küresel mal zincirleri, yani nihai bir ürünü ortaya çıkaran dünya çapındaki işgücü ve üretim ağları olarak adlandırılıyor. Bu ağlar, ürünü ortaya çıkarmak için gereken hammaddelerden başlayarak nihai tüketiciye kadar sıkıca birbirine bağlanmış bir “zincir” oluşturan üretim etkinliklerinden oluşmaktadır.
Elektronik ekonomi “Elektronik ekonomi”, ekonomik küreselleşmenin altında yatan bir başka etkendir. Bankalar, şirketler, fon yöneticileri ve bireysel yatırımcılar, bir fareyi tıklayarak fonlarını uluslar arası düzeyde hareket ettirebilirler.
Politik değişmeler Çağdaş küreselleşmenin ardındaki üçüncü bir itici güç, siyasal değişmeyle ilgilidir: İlkin, Doğu Avrupa’da 1989’da bir dizi çarpıcı devrim sırasında gerçekleşen ve 1991’de Sovyetler Birliğinin kendi yıkılışıyla doruğa çıkan Sovyet tipi komünizmin çöküşü. Komünizmin çöküşü küreselleşme süreçlerini hızlandırmıştır; ancak aynı zamanda onun bir sonucu olarak da görülmelidir. Merkezi planlamaya dayalı komünist ekonomiler ile komünist siyasal yetkenin kültürel denetimi, küresel medya ile elektronik olarak bütünleşmiş bir dünya ekonomisi çağında artık varlığını sürdüremezdi.
Küreselleşmenin yoğunlaşmasına yol açan ikinci önemli siyasal etken, uluslar arası ve bölgesel hükümet mekanizmasının gelişmesidir. Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliği, ulus-devletleri ortak bir siyasal forum içinde biraraya getiren en önde gelen iki örnektir. BM tek tek ulus-devletlerin birliği olarak bu işlevi yerine getirirken AB, üye ülkelerin ulusal egemenliklerinin bir ölçüde vazgeçildiği, ulusaşırı yönetim biçiminin öncüsüdür.
Son olarak da, küreselleşme, uluslar arası devlet örgütleri (UDÖ) ile Uluslar arası Sivil Toplum Kuruluşları (USTK) tarafından da yönlendirilir: UDÖ, katılımcı devletlerin kurduğu ve kapsam bakımından ulusaşırı nitelikteki belirli bir etkinliği düzenleme ya da gözetme sorumluluğu verilen bir organdır.
USTK, adının da çağrıştırdığı gibi, devlet kurumlarıyla ilişkileri olmamaları bakımından UDÖ’lerden farklıdırlar. Bu kuruluşlar, siyasi kararlar almakta ve uluslar arası sorunları ele almakta hükümet organlarıyla yan yana çalışan bağımsız örgütlerdir.
Küreselleşme tartışmaları Öngörülmeyen ve çalkantılı bir süreç olarak küreselleşme, gözlemciler tarafından farklı farklı görülmekte ve anlaşılmaktadır. David Held ve Arkadaşları, tartışmayı incelemişler ve katılımcıları başlıca üç düşünce okuluna dahil etmişlerdir: Kuşkucular, aşırıküreselciler ve dönüşümcüler.
Küreselleşme üzerine olan tartışmadaki bu üç eğilim, aşağıda özetlenmektedir: Kuşkucular: Kimi düşünürler, küreselleşme düşüncesinin gereğinden fazla büyütüldüğü, küreselleşme tartışmasının yeni olmayan bir şey hakkında gereksiz yere çok konuşma olduğunu düşünmektedir. Kuşkucular, bugün ülkeler arasındaki temasın eskisine oranla daha fazla olduğu konusunda hemfikirdir, ancak onların gözünde bugünkü dünya ekonomisi, gerçekten de küreselleşmiş bir ekonomi oluşturmaya yetecek kadar bütünleşmiş değildir.
Bunun nedeni, dünya ticaretinin büyük bölümünün üç bölgesel grup –Avrupa, Asya-Pasifik ve Kuzey Amerika- arasındaki ticaret tarafından oluşturulmaktadır. Bu da tek bir dünya ekonomisi kavramını geçersiz kılmaktadır. Pek çok kuşkucu, dünya ekonomisindeki bölgeselleşme –büyük finansal ve ticari blokların ortaya çıkışı gibi- üzerinde durmaktadır. Kuşkucular için, bölgeselleşmedeki artış, dünya ekonomisinin daha çok değil, daha az bütünleştiğine kanıttır.
Kuşkuculara göre, ulusal hükümetler, ekonomik etkinliğin düzenlenmesi ve koordinasyonunda oynadıkları rol yüzünden esas oyuncular olmayı sürdürmektedirler. Örneğin, hükümetler pek çok ticaret anlaşmasının ve ekonomik liberalizasyon siyasetlerinin gerisindeki itici güçtür.
Aşırı küreselleşmeciler: Aşırı küreselleşmeciler, kuşkucuların tam karşısında yer alırlar. Küreselleşme ulusal sınırlara kayıtsız olan bir süreç diye görülmektedir. Küreselleşme, güçlü sınır ötesi ticaret ve üretim akımları yoluyla taşınan yeni bir küresel düzen yaratmaktadır. Aşırı küreselleşmecilerin en iyi bilinenlerinden birisi olan Japon yazar Kenice Ohmae, küreselleşmeyi “sınırsız bir dünya” piyasa güçlerinin ulusal hükümetlerden daha güçlü olduğu bir yaratıyor diye görmektedir.
Aşırı küreselleşmecilerin ortaya koyduğu çoğu küreselleşme çözümlemesi, ulus-devletin değişen rolüne odaklanmaktadır. Bu çözümlemelerde, dünya ticaretindeki devasa büyüme yüzünden, tek tek ülkelerin artık kendi ekonomilerini denetleyemedikleri ileri sürülmektedir. Ulusal hükümetler ve bu hükümetlerdeki siyasetçiler kendi ülkelerinin sınırlarını aşan sorunlar, çalkantılı finansal piyasalar ve çevresel tehditler gibi üzerinde denetim kurma güçlerini giderek yitirmektedir.
Aşırı küreselleşmecilerin bir bölümü ulusal hükümetlerin güçlerine bir meydan okumanın da yukarıdan Avrupa Birliği, Dünya Ticaret Örgütü ve başkaları gibi yeni bölgesel ve uluslar arası kurumlardan geldiğine inanmaktadır. Bu değişmeler hep birlikte, aşırı küreselleşmecilere, ulusal hükümetlerin hem önem hem de etki bakımından gerilediği yeni bir küresel çağın şafağını haber veriyor.
Dönüşümcüler: Dönüşümcülerin konumu daha ortalarda yer alıyor Dönüşümcüler: Dönüşümcülerin konumu daha ortalarda yer alıyor. Bunlar küreselleşmeyi, modern toplumları şu anda biçimlendiren geniş bir değişikler yelpazesinin gerisindeki merkezi güç diye görmektedir. Onlara göre, küresel düzen dönüşüm geçirmektedir; ne ki pek çok eski kalıp varlığını bugün de sürdürmektedir. Küreselleşme, genellikle birbirine karşıt biçimde işleyen eğilimleri içeren çelişkili bir biçimde ilerlemektedir.
Küreselleşme, kimilerinin ileri sürdüğü gibi tek yönlü bir süreç değil, görüntülerin, bilginin ve etkilerin iki yönlü akımıdır. Küresel göç, medya ile telekomünikasyon, kültürel etkilerin yayılmasına katkıda bulunmaktadır. Dünyanın canlı “küresel kentleri” kesinlikle, etnik grup ve kültürlerin birbirinin içine geçmiş bir biçimde ve yanyana yaşadığı çok kültürlü kentlerdir. Dönüşümcülere göre, küreselleşme, çok yönlü bir biçimde işleyen bağlantılar ile kültürel akımlarla nitelenen merkezi olmayan ve kendine dönük bir süreçtir.
Ülkeler, dönüşümcüler tarafından, aşırı küreselleşmecilerin ileri sürdüğü gibi egemenliğini yitiriyor diye görülmekten çok, toprak temeline dayanmayan yeni ekonomik ve toplumsal örgüt biçimlerine (örneğin şirketler, toplumsal hareketler ve uluslar arası organlar) yanıt olarak yeniden yapılanıyor diye görülmektedir.
Dönüşümcüler, bizim artık devlet merkezli bir dünyada yaşamadığımızı, hükümetlerin, küreselleşmenin karmaşık koşulları altında yönetime daha etkin ve dışa dönük bir bakış açısı benimsemeye zorlandıklarını ileri sürmektedir.
Küreselleşmenin etkileri Sanayileşmiş ve gelişmekte olan toplumlar, birbirleriyle bağlantılı bir biçimde gelişmişlerdir; bugün de eskisine kıyasla çok daha fazla ilişkilidirler. Sanayileşmiş ülkelerde yaşayanlarımız, yaşamlarımızı sürdürmek için pek çok hammadde ve üretilmiş ürün bakımından gelişmekte olan ülkelere bağımlıyız. Tersine, gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümünün ekonomileri, onları sanayileşmiş ülkelere bağlayan ticaret ağlarına bağımlıdır.
Marketlerde satılan ürünler, yüz kadar farklı ülkede yapılıyor ya da bunlar yapılırken oralardan gelen parçalar kullanılıyor. Bu parçaların dünyanın her tarafına düzenli olarak taşınması gerekir; milyonlarca günlük işlemin koordinasyonu için de sürekli bilgi akışı gereklidir.
Dünya hızla tek bir, birleşik ekonomiye doğru ilerlerken, giderek artan sayıda şirket ve insanlar, yeni piyasalar ve ekonomik fırsatların peşinde bütün dünyayı dolaşmaktadır. Sonuç olarak, dünyanın kültürel haritası değişmektedir. İnsan ağları ulusal sınırların hatta kıtaların ötesine uzanmakta, böylelikle de kendi doğum yerleri ile onları evlat edinen ülkeler arasında kültürel bağlantılar sağlanmaktadır.
Bir avuç dil, bir zamanlar dünya üzerinde konuşulan binlerce farklı dil üzerinde egemenlik kurmuş ya da kimi durumlarda onların yerine geçmiştir. Kültürler için adalar halinde varolmak, giderek olanaksızlaşmaktadır. En fazla bir ya da iki kuşak sonra, dünyada bulunan, bir zamanlar birbirinden yalıtılmış olan bütün kültürler, kendi eski yaşam biçimlerini korumaya ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar, küresel kültürle karşılaşacaklar ve onun tarafından dönüştürülecektirler.
Küresel kültürü ortaya çıkaran güçler: Britanya ve özellikle Amerikan kültürünü (BBC, MTV ya da Friends gibi ağlar ya da programlar yoluyla), her gün dünyanın dört bir yanında evlere getiren; aynı zamanda da Hollanda’dan (Big Brother) ya da İşveç’ten (Expedition:Robinson ki Survivor’a dönüştü) aldığı kültürel ürünleri Amerikan seyircisi için uyarlayan televizyon.
Fabrikaları, yönetim yapıları ve pazarları çokluk kıtalara ve ülkelere yayılan şirketleriyle birleşik bir küresel ekonominin ortaya çıkışı.
Evlerinde harcadığı kadar zamanı dünyayı dolaşırken harcayabilen, büyük şirketlerin yöneticileri gibi, kendi uluslarından çok kozmopolit bir kültürle özdeşleşen “dünya vatandaşları”.
Küresel bir siyasal, hukuki ve askeri çerçeve yaratan, Birleşmiş Milletler kuruluşları, bölgesel ve ortak savunma birlikleri, çokuluslu bankalar ve öteki küresel finansal kuruluşlar, uluslar arası iş ve sağlık örgütleri ve küresel tarife ve ticaret anlaşmaları gibi çok sayıda uluslar arası kuruluş.
İş dünyasındaki günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olan, gezegenin hemen her tarafıyla anlık iletişim sağlayan elektronik iletişim biçimleri (telefon, fax, elektronik posta, internet ve world wide web).
İnternet küresel bir kültür yaratıyor mu? Pek çok kişi internetin dünyadaki hızlı gelişiminin, küresel bir kültürün yayılmasını hızlandıracağına inanıyor –kadınlarla erkeklerin eşitliği, özgürce konuşma hakkı, hükümete demokratik katılım ile tüketim yoluyla zevk peşinde koşma gibi değerlere olan inançlar, dünyaya internet yoluyla yayılıyor.
Bireyselciliğin yükselişi Küreselleşme “burada” olan ve bizim kişisel ve mahrem yaşamlarımızı pek çok değişik biçimlerde etkileyen bir olgudur. Kaçınılmaz olarak, küreselleşen güçler, kişisel olmayan kaynakların –medya, internet, ve popüler kültür gibi- yanısıra başka ülke ve ülkelerden gelen bireylerde girdiğimiz kişisel temas yoluyla da bizim yerel ortamlarımıza, evlerimize ve topluluklarımıza girdikçe, bizim kişisel yaşamlarımız değişmiştir.
Bununla birlikte, küreselleşme koşullarında, insanların kendi kimliklerini etken bir biçimde kendilerinin oluşturdukları yeni bir bireycilik yönünde bir hareketle karşı karşıyayız. Yerel topluluklar yeni bir küresel düzende etkileşim içine girdikçe, gelenek ve yerleşik değerlerin ağırlığı azalmaktadır. Daha önceleri insanların seçimlerini ve etkinliklerini yöneten toplumsal kodlar, önemli ölçüde zayıflamaktadır.
Bireyler olarak, içinde yaşadığımız geniş bağlamla birlikte evrimleşiyoruz. Günlük yaşamlarımızda yaptığımız küçük seçimler bile –ne giydiğimiz, boş zamanımızı nasıl geçirdiğimiz, sağlığımızı nasıl koruduğumuz ve bedenimize nasıl baktığımız- sürekli olarak kendi öz kimliğimizi yaratma ve yeniden yaratma süreçleridir.
Sonuç: küresel bir yönetim gereksinimi Küreselleşme ilerledikçe, varolan siyasal yapı ve modellerin, ulusal sınırları aşan zorluklarla dolu olan bir dünyayı yönetmek için yeterince donanımlı olmadıkları ortaya çıkmaktadır Tek tek ülkeler düzeyinin üzerinde işleyen zorlukların sayısı arttıkça, bunlara olan yanıtların da ulusötesi olmak zorunda olduğu ileri sürülmektedir.
Küresel yönetim ve daha etkili düzenleyici kurumlara doğru gerçekleşen hareket, küresel karşılıklı bağımlılık ile hepimizi daha önce olmadığı kadar birbirimize bağlayan hızlı değişme sözkonusuyken hiç de yanlış değildir. Kendi irademizi toplumsal dünya üzerinde ortaya koymak bizim yeteneklerimizin ötesinde değildir. Aslında, böyle bir ödev, yirmibirinci yüzyılın başında insan toplumlarının karşısında bulunan en büyük zorunluluk ve en büyük zorluktur.