Edeb. Bilg. Ve Kuramları 2-A EDEBİYAT KURAMLARI Edeb. Bilg. Ve Kuramları 2-A
Edebiyat Kuramları Edebi eser, sanatçı ile toplum arasında bir köprü gibidir… Okur ise; sanatçı, eser ve toplum arasındaki ilişkileri çözmeye çalışan bir konumdadır… Okur, bu ilişkiyi, edebî esere Neden?, Nasıl? Ve Niçin? Sorularını sorarak çözmeye çalışır…
Neden, Nasıl, Niçin? Bu sorulara aranan cevaplar, edebiyat kuramlarının temelini oluşturmuştur… Bu bakımdan edebiyat kuramları, yazara, esere, okuyucuya, veya topluma yönelik bakış açılarının önceliğine göre isimlendirilir…
Önce… ve Sonra… Tanzimat’tan önce edebiyatımız sırasıyla iki medeniyet anlayışının estetiği üzerinde gelişme göstermiştir: 1. Orta Asya Atlı Kültür medeniyetinin estetiği, 2. İslâm medeniyetinin estetik anlayışı…
Sonra… Edebiyatımızın ve hayatımızın Batılılaşması sürecinde değişen zihniyet batıdaki sanat kuramlarının da benimsenmesi sonucunu doğurmuştur… Bu kuramlardan bir kaç tanesini şöyle bir hatırlayalım:
Yansıtmacılık… Yansıtma kuramına göre, sanat eserinde gördüğümüz doğadır, insandır, hayattır… Sanatçı eserinde, sanki dünyaya bir ayna tutar ve bize yansıtır… Yansıtmacılıkta bu “ayna” metaforu, Sokrat’tan bu yana önemli bir yer tutar…
Yansıtmacılık, sadece resim sanatı için geçerli değildir… “Resim, sessiz bir şiir; şiir, konuşan bir resimdir…” diyen, Yunan şairi Simonides, yansıtmacılığın edebiyat için de geçerli olduğunu vurgulamıştır…
18.yy’da Dr. Johnson, Şhakespeare’i överken, “Okura, hayatı doğrulukla yansıtan bir ayna tuttuğunu” söyler… Kırmızı ve Siyah’ta da Stendhal; “Yol boyunca gezdirilen bir aynadır roman..” der.
Bizde durum… Bizde de Recâizâde M.Ekrem, Araba Sevdası romanına yazdığı önsözde; “Hikâye ve roman birer ibret aynasıdır.” der.
Fakat, «gerçeklik» nedir ve sanat nasıl bir gerçekliği yansıtır? Bu sorunun cevabında edebiyatçıların ayrıldıklarını görüyoruz; 1. Plâton’un gerçekliği; Değişmeyen, insandan bağımsız, mükemmel «idea»lar dünyasının gerçekleri… Bunlar duyularla değil akıl ile kavranabilen gerçeklerdir… 2. Kopya gerçekler; Bizim gördüğümüz, beş duyumuzla şu maddî dünyadaki ağaçlar, denizler, insanlar, hayvanlar, vb. kopyadan ibarettir…
Kopyalar iki şekildedir; a. Tanrı tarafından yapılanlar, ( hayvan, insan, bitki vb.) b. İnsanlar tarafından yapılanlar, ( binalar, eşyalar, aletler vb.) c. Tanrı eserlerinin yansımaları, (Parlak yüzeylerden – sudan – yansıyanlar… Gerçeklik derecesi en az olanlar… Plâton bunlara «imaj» görüngü diyor…
Yansıma = mimesis Duyular dünyasının kendisi ideaların bir kopyası olduğu için gerçeklikten bir derece daha uzaklaşmıştır… Bunlar ise duyular dünyasındaki nesnelerin kopyaları olduğu için ideaların kopyasının kopyasıdır… Sanat eserleri de böyledir… Yansıtma –mimesis – tir. Aristo’nun dediği gibi…
Platon’a göre durum; Platon’un gerek Devlet ve gerekse İon’da açıkladığı fikirlerine göre edebiyat öğretici olamaz, bize gerçekleri bildiremez; şairler de gerçek bilgiye sahip olmayan «benzetmeci» kişilerdir… Güzellik = Orantı, ölçü, denge
Platon’un «edebiyata» itirazları: 1. Bilgi yönünden: Şair, bizi, asıl gerçekliği teşkil eden idealardan uzaklaştırır, Şairin yetkiyle konuşacağı hiçbir konu yoktur…
2. Ahlâk Yönünden: Eserlerde gençlere kötü örnek olacak parçalar var… Kötü kişiler de taklit edildiği için kötü etkiler bırakacaktır… Edebiyat, dizginlememiz gereken duygusal yanımızı coşturur…
Gerçeği yansıtma konusunda belli başlı üç görüş vardır: 1. Sanat eseri, nesneleri olduğu gibi yansıtır, diyen görüş… 2. Sanat eseri, geneli veya özü yansıtır, diyen görüş…
3. Sanat eseri, ideal olanı yansıtır, diyen görüş… Bütün bu görüş sahipleri, savundukları tezin doğruluğunu ortaya koyacak bir felsefeyi de oluşturmuşlardır…
Ortada İki Yansıtma Kuramı var 1. Aristoteles’in yorumları ile şekillenen ve 18.yy’a kadar devam eden yansıtmacılık, buna göre: [a.Sanat Görüngü Dünyasını Yansıtır] Gerçek bilgi ise değişmeyen ideaların bilgisidir… Diğer bilgilerin tamamı taklit’tir… Sokrates’in Sedir örneği… Görüngü:Duyularla algılanabilen her şey… Fenomen
b. Sanat geneli ya da özü yansıtır… Bu aslında Aristoteles’in, hocası Platon’dan ayrıldığı noktadır… Poetika’sında şöyle der: “Şairin ödevi, gerçekten olan şeyi değil, tersine olabilir olan şeyi, yani ihtimâl veya zorunluluk kanunlarına göre mümkün olan şeyi ifade etmektir…" Yazar, bir adamın hayatını günü gününe en küçük ayrıntısına kadar anlatsa, sanat yapmış olmaz…
Bir adamı olduğu gibi anlatmak tarihin işidir, sanatın değil… Sanatçı bir adamın hayatından hareketle bütün insanoğlunun hayatını anlatır… Tarihçi olmuş olanla yetinir, Sanatçı ise yeniden kurgular, değiştirir… Fakat bilimsel genellikten kopmaz…
Sanatın İşlevi konusu… Aristoteles bu konuda da Platon’dan farklı düşünmektedir… Tragedyanın tanımını yaparken; ‘Acıma ve korku’ duygularını uyandırmak suretiyle bu duyguların arınmasını sağlar.’ der. Yani eser, okuru psikolojik olarak rahatlatır ve ona bilgi kazandırır, görüşündedir… Ahlâk bakımından da eser yararlıdır…
Rönesans sonrası Neo-Klâsikler Yansıtmacılık fikri Rönesans’tan sonra Batıda tekrar canlanır. Aristoteles’in ‘şairin görevi gerçek olanı değil, tersine, olabilir olanı yansıtmaktır’ görüşü tekrarlanır… 1. Sanat genel - tabiatın yansıtılmasıdır. 2. Sanat idealleştirilmiş tabiatın yansıması,
c. Sanat İdeal olanı yansıtır… Aristoteles’e göre şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade etmektir. Ya da; “Şair nesneleri nasıl olmaları lâzım geliyorsa o şekilde tasvir etmelidir…“ görüşünü ileri sürer. Sanat eseri estetik bir zevk vermelidir… Onun için sanatçı çirkinlikleri gizlemelidir.
Bunun için şairlerin yazarların bahsettikleri manzaralar dünyada rastlayamayacağımız kadar GÜZELDİR… İnsan ilişkileri de bu şekilde idealleştirilmiştir… Bahsedilen insanlar gerçek değil ideal hale getirilmiş mükemmel örneklerdir.
O zaman şu soruyu cevaplamak gerekir: Tamamıyla uydurma, hayal ürünü olan bir eser neyi yansıtır? Bunun gerçeklikle ne ilgisi vardır? Bu sorunun cevabını Neo-Platoncular şöyle verirler:
Cevap Sanatçı Plâton’un sandığı gibi formların (ideaların) kopyalarını değil doğrudan doğruya kendilerini yansıtır ve bunun içindir ki bizi asıl gerçeklikle karşı karşıya getirir… Tabiatın eksikliklerini giderir…Bunlara göre idealleştirmek, mutlak gerçekliğe yaklaşmak demektir…
Bundan dolayı… Bundan dolayı ressam, yazar ve şair maddenin sebep olduğu kusurları gizleyerek, tabiatı gördüğü gibi değil olması gerektiği gibi anlatır…
Yansıtmacılık Kuramı 2 19.yy’dan itibaren ileri sürülen Aristoteles’ten bağımsız Yansıtmacılık anlayışı… Bu anlamda Yansıtmacılık sanatı açıklamak için Marksist estetiği esas alır… Marksist estetiğin, bazen gerçekçilik ile de bağlantısı olduğunu unutmamalıyız…
Romantizme tepki… Özellikle Fransa’da uzun süren romantizme karşı Stendhal, Balzac, Zola ve Flaubert gibi romancıların elinde gelişen bir gerçekçilik… Bunlar da sırtlarını Yansıtmacılık ilkesine dayamışlardır…
Peki Gerçekçilik nedir? 1. Konu olarak çağdaş toplumun her zamanki alelâde yaşayışını ele almaktır. Romantikler ve sembolistler gibi değil… 2. Gerçekliği hiç saklamadan bütün yönleri ile yansıtmak… Çirkin, ayıp, kötü ayırmadan… 3. Gerçeği ele alırken bilim dünyasındaki gelişmelerden faydalanır… (Determinizm…)
4. Yazar gerçeği bir bilim adamı gibi deney, gözlem vb 4. Yazar gerçeği bir bilim adamı gibi deney, gözlem vb. yöntemlerle açıkça ortaya koymalıdır… Tarafsız olmalı… Bu Batıda gelişen gerçekçiliktir. Bir de aynı dönemde gerçekçiliğin Rusya’da bir başka yönden geliştiğini görüyoruz…
Rus Gerçekçiliği… Rus gerçekçiliğini Tolstoy, Çehov ve Gorki gibi yazarlar eserlerinde uygularken Çernişevski de tanımlar… Çernişevski’ye göre Rus gerçekçiliği Platon, Aristoteles ve özellikle Demokritos’un tanımlarına yakındır…
Rus Gerçekçiliğinin Eski Yunandan farkı… Sanat eserinde yansıtılan gerçeklik insan için önemli olandır ve gerçek hayattan alınmıştır. Bundan başka yazar sosyal gerçekliği yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda bunu açıklar ve yargılar da… Görüldüğü gibi Rus gerçekçiliğinde yazarın tarafsızlığından söz edilemez…
Marks ve Engels Marksizm, ekonomik teori üzerine oturtulmuş bir tarih felsefesidir… Ona göre tarih, bir takım kanunlara göre gelişir. Tarihi maddecilik… Toplum eninde sonunda Sosyalizm ve Komünizme varacaktır… Dünyadaki ve evrendeki bütün varlıkların temeli maddedir. Dolayısı ile sanat da ekonomik yapıya bağlıdır…
Tarihi maddeciliğe göre toplumun aşamaları: 1. İlkel toplumlar, 2. Kölelik üzerine kurulmuş topluluklar, (Üretim gücü olarak sadece kölelerin kullanıldığı rejim…) 3. Feodal toplumlar, (Derebeylik = Köylü-leri tek bir kimsenin malı sayar.) 4. Kapitalizm, (Sermayenin = anaparanın belli ellerde toplandığı sistem)
5. Sosyalizm, (Toplumculuk) 6. Komünizm, (Özel mülkiyetin olmadığı, bütün malların ortak kullanıldığı toplum düzeni…
Alt yapı – Üst yapı Tarihi maddeciliğe göre üretim güçleri o toplumun ekonomik yapısını meydana getirir… Bu ekonomik yapıya “altyapı”denir. Altyapı ise o toplumun “üstyapısı” denilen ahlâkî, hukukî, dinî görüşlerini ve sanatını belirler. Yani “sanat” üstyapıya aittir…
Edebî eser ve sınıf çıkarları… Dolayısı ile sanat (edebiyat), ekonomik yönden güçlü altyapıyı kimler oluşturuyorsa yani egemen güç (sınıf) kimlerse onların çıkarlarını koruyacaktır… İşçi sınıfı ise işçilerin, Kapitalistlerse para babalarının, Feodaller ise derebeylerinin, Çıkarlarını dile getirecektir…
Gerçekten böyle midir? Sanat ile ekonomik yapı arasında gerçekten böyle bir çıkar ilişkisi var mıdır? Bazı Marksistlere göre böyledir… Ama Marks’ın kendisine göre durum şüphelidir… Çünkü ona göre, toplumun gelişmişliği ile ya da maddî temeli ile sanat arasında doğrudan doğruya bir ilişki yoktur…
Klâsik Yunan Ekonomik gelişmenin ileri olmadığı klâsik Yunanda sanatın çok gelişmiş olması Marks’ı epey düşündürmüştür… Ona göre ekonominin de sanatın da kendine göre farklı değişme hızları vardır.
Toplumcu Gerçekçilik Marksist estetiğin ikinci dönemidir. Devrimden (Ekim 1917) sonra Komünist Parti önceleri sanat alanında tek bir görüşün kabul edilmesini şart koşmaz… Fakat, özellikle Stalin döneminde, 1930 larda, Parti sanat anlayışını kendi denetimine alır…
Jdanov’un Görüşleri: 1934’te toplanan Sovyet Yazarlar Birliği’ nin 1. Kongresi’nde, açılış konuşmasını yapan Jdanov, toplumcu gerçekçiliği bütün sanatçılara anlatır…
Nedir Toplumcu Gerçekçilik? Onlara göre de sanat bir yansıtmadır… Toplumcu gerçekçilere göre sanatın yansıttığı gerçeklik toplumsal gerçekliktir, ancak bu gerçeklik devrimci gelişme içinde görülür ve doğru olarak tarihî somutlukla, işçi sınıfının eğitimi gözetilerek yansıtılır…
Sanatçının doğruları, bakış açısı; Sanatçının doğru bir perspektifi olmalı, Toplumcu gerçekçilere göre, doğru perspektif demek; tarihî determinizm içinde toplumun kölelikten feodalizme, oradan da kapitalizme ve kapitalizmden de sosyalizme doğru geliştiğini kavramaktır… Görünüşe aldanmamaları gerekir…
Toplumcu Gerçekçilik; Toplumcu gerçekçilik, şu andaki gerçekliği bilmek değil, bunun nereye doğru gittiğini bilmek ve görebilmektir. Toplumcu gerçekçi eser; yazarın hayatta gördüğü ve eserinde yansıttığı çelişkilerin nereye varacağını belirten eserdir…
Radek’e göre gerçeklik! Radek’e göre sanatçılar; “Çöken kapitalizmin ve onun çürüyen kültürünü yansıtmamalı, sadece yeni bir toplumu ve yeni bir kültürü ortaya çıkaracak sınıfın “işçi sınıfının” doğuşunu yansıtmalıdır… Toplumcu gerçekçilik, şu anki gerçekliği bilmek değil, bunun nereye doğru gittiğini bilmektir… [ Sosyalizme…]
György Lukacs’a göre Marksist Estetik Macar düşünür György Lukacs’a göre de sanat bir yansıtmadır. Fakat o Yansıtma’yı ikiye ayırır: 1. Gerçekçilik (Ancak bu Sosyal gerçekliği yansıtabilir.) 2. Doğalcılık (Bu sosyal gerçekliği yansıtamaz.)
1. Gerçekçilik (Lukacs’a göre) Bu anlayışa göre, yazar, eserdeki kişileri, olayları ve durumları “tipik” yani “temsil edici” bir şekilde anlatmalı ki “Sosyal Gerçekliği” yansıtabilsin… Lukacs’ın tip dediği şey gerçi tümeli yansıtan “somut” bir örnektir. Yani, kişinin en derin yanının toplumda mevcut nesnel güçler tarafından belirlenmiş olması demektir.
2. Doğalcılık Oysa doğalcılıkta tipik kişinin yerini, toplumun günlük hayatında rastladığımız sıradan adam alır… Yüzey gerçekliği… Önemli ile önemsizi yani gerçekliği belirleyen ile belirleyemeyeni birbirinden ayıramadığı için “gerçekçilik” ten ayrılır.
Ve György Lukacs, Gerçekçiliği de İkiye ayırır: 1. Eleştirel gerçekçilik; sosyalist olmayan ve sosyalist toplumun başlangıç dönemlerinde uyugulanabilir bir gerçekliktir… 2. Toplumcu gerçekçilik ise; ancak «sosyalist» bir toplumda uygulanabilir… Olumlu kahraman teması işlenir… «Devrimci romantizm…»
Louis Althusser Louis Althusser 1960’larda Toplumcu Gerçekçiliğe değişik bir yorum getirir: Edebiyat bir yansıtma değil üretimdir… Edebiyat eseri, bir yansıtma değil dönüşmüş, dönüştürülmüş, üretilmiş, görünür hale gelmiş ideoloji’dir…
DIŞ DÜNYAYA VE TOPLUMA DÖNÜK ELEŞTİRİ
Eser=Ortam=Yansıttığı Gerçeklik Yansıtma kuramı ile ilgisi olsa da olmasa da eseri anlamaya çalışırken; «eserin meydana geldiği ortam» ile «yansıttığı gerçeklik» arasındaki ilişkiden hareket eden eleştiri yöntemleri de vardır.
Nedir bu yöntemler? 1. Tarihî Eleştiri 2. Sosyolojik Eleştiri 3. Marksist Eleştiri «Dış dünya ile eser arasındaki bağlara önem veren yaklaşımlar…»
Bu yöntemler: 1. Yazara, tarihi güçler ve toplum güçleri nasıl etki etmiştir, 2. Eseri meydana getiren şartlar nelerdir, 3. Eseri anlamak için bu ilişkileri nasıl kurabiliriz, gibi sorularına cevap arar… Ya da bu yöntemlere; «Eseri, çağını aydınlatan bir belge gibi ele alan yaklaşımlardır» diyebiliriz…
1. Tarihi Eleştiri’ye Göre: Eseri Anlamak için; 1. Yazıldığı çağdaki şartları, inançları, dünya görüşünü, 2. Sanat anlayışlarını ve gelenekleri bilmek gereklidir…
Yani; Okurun, eserin yazıldığı çağa dönebilmesi, O çağın okurunun gözü ile esere bakabilmesi, Yazarın amaçlarını anlayabilmesi, GEREKİR… Tam bu noktada; Edebiyat Tarihçilerine ve Araştırmacılara, büyük görev düşmektedir…
Esere Ait Doğru Bilgiler Önemli; 1. Eserin doğru, eksiksiz ve hatasız olarak tespit edilmesi şarttır, 2. Eserin o zamanki dilinin korunması gerekir, (Kelimeler o zamanki anlamları ile bilinmeli…) 3. Biyografi de eseri anlamak için önemlidir… 4. Bu eleştirinin en önemli yanı, eseri belli bir sanat geleneğindeki yerine oturtmak ve o tür eserlerin özelliklerini ortaya koymaktır …
Meselâ Tanpınar; «Divan Edebiyatı’nın aşk anlayışını, sevgili tipini, şairlerin kullandıkları benzetmeleri, mazmunları, belli bir dünya görüşünü ve bu dünya görüşünün içinde SARAY ve HÜKÜMDAR ögelerini inceleyerek açıklar… Bak. s.80
Tarihi Eleştirinin Sakıncaları: Tarihi eleştiri yapanlar, eseri değerlendirirken bazen; «Eser çağındaki amacına ulaşabilmiş ve o çağın okurunun eserden beklediklerini yerine getirmişse başarılı bir eserdir…» derler… Hatta; «Biz bugünün açısından yargılamamalıyız eseri. O çağın açısından, o çağın zevkine göre yargılamalıyız…» derler…
Bu değerlendirme doğru mudur? Metni bugüne göre mi değerlendireceğiz, Yoksa, yazıldığı döneme göre mi değerlendireceğiz?
Doğru olan: Eseri kendi geleneği, kuralları içinde, aslında olduğu gibi görmek ve her devirde geçerli olan estetik özellikler ve güzellikler açısından değerlendirmek; EN DOĞRUSUDUR… Tarihi eleştiri, «edebiyatın özünden» de uzak düşer. Sadece tarihi bilgiler verir… Eserin sanat değerinden pek bahsetmez…
SOSYOLOJİK ELEŞTİRİ Sosyolojik eleştiri, edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplum içinde doğduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder… Yazar, eser ve okur sosyal şartların eseridir… Bunu için yapılacak iş «Bilim adamı» gibi davranmaktır…
Bu akımı Fransa’da; Madame de Stael başlatır. Fakat bu yöntemi tam anlamı ile ilk defa Hippolyte Taine’in kullandığı kabul edilir… Bu anlayışa göre; «Eserler gökten gelişigüzel inmez. Yazarlar; ülkelerinin iklimi, fizikî, politik ve sosyal şartlar tarafından belirlenmişlerdir…
Çünkü; «Belli sebepler, belli sonuçları doğurur.» Determinizm… Sosyal olaylar da böyledir. Bir şeyi açıklamak demek, onun nedenlerini ve etkilerini göstermek demektir…
Taine; Edebiyat tarihini incelerken göz önüne alınması gereken sebepleri üç grupta toplar: 1. Irk 2. Ortam 3. Dönem
Taine göre bunlar ne demektir? 1. Irk derken biyolojik bir üstünlük kastetmez. O milletin özelliklerini kasteder. Yani, bir toplumun insanlarında doğuştan var olan ayırt edici özelliklerdir. 2. Dönem: Belli bir dönem, tarih kesiti anlamına gelmektedir… 3. Ortam: İklim, toprak, coğrafya ve toplumsal şartlar, insanların mizacını ve karakterlerini oluşturduğundan büyük öneme sahiptir…
Sosyolojik Eleştirinin Amacı: Bütün bunlar edebiyat eleştirisi sayılır mı? Sosyolojik Eleştirinin amacı; sanat eserlerini anlamak ve değerlendirmek değil, onları kullanarak başka alanlarda bilgi edinmektir. Ancak edebiyat eserleri, «itibârî» yani «kurmaca» olduğundan dikkat edilmelidir.
Marksist Eleştiri… Daha önce bahsetmiştik…