TÜRK MODERNLEŞME TARİHİ Ders : 4 KTÜ – UZEM 2014-2015
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Kuruluşundan Kanun-i Esasi’nin ilanı tarihine kadar geçen devirde mutlak yönetim anlayışının hakim olduğu Osmanlı Devleti’nde Batı’daki gibi bir burjuva hareketi niteliğinde olmamakla birlikte, XIX. yüzyılın ortalarına doğru bir anayasacılık hareketinin başladığı görülmektedir. Ancak bu hareketler daha çok devlet memurluğundan yetişme bir avuç insanın çöken devlet kurtarabilmek için düşünebildikleri ve genellikle Batı’dan aktardıkları çarelerden ibaret olmuştur.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ ÖNCESİ MUHALEFET – YENİ OSMANLILAR Birinci meşrutiyet öncesi asıl muhalefet hareketi Tanzimat döneminde ortaya çıkan Genç (Yeni) Osmanlılar olarak isimlendirilen aydınlardan gelmiştir. 1865’te İstanbul’da gizlice örgütlenen ve 1867 yılında Yeni Osmanlılar adıyla bir cemiyet halini alan bu hareket Osmanlı Devleti’ndeki ilk aydın hareketi olmanın yanında ilk muhalefet partisi olarak da nitelendirilmişlerdir. Türkiye’de aydın geleneğinin başlangıcını oluşturdukları kabul edilen Yeni Osmanlılar, ortak bir fikir etrafında kümelenmeseler de, yürütmenin parlamento karşısında sorumlu olduğu bir meşruti yönetime geçme amacında birleşmişlerdi.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ ÖNCESİ MUHALEFET – YENİ OSMANLILAR Tanzimat dönemi bürokrasisine ve devlet yönetimine karşı muhalif bir tavır geliştiren cemiyet üyeleri, Söylemlerini İslami duyarlılık içinde dile getirirken, aynı zamanda batılı değerleri de İslami bir söylemle dile getirerek ve yorumlayarak, bu değerlerin Müslümanlar tarafından daha kolay kabul edilmesini sağlamaya çalışmışlardı. Tanzimat dönemi muhalefet hareketleri için önemli bir araç olan basına uygulanan sansür politikaları nedeniyle Yeni Osmanlılar faaliyetlerine Avrupa’da devam etmek zoruna kalmışlardır.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan 1876 Kanun-i Esasi halktan oluşmuş kurucu bir meclis tarafından yapılmış ve onay için tekrar halkın iradesine sunulmuş değildir. Son söz padişaha verilmiş, halkı gerçek anlamda temsil kabiliyetine sahip olmayan meclis padişahın iradesine bağlanmıştır. Yürütme gücünü temsil eden Heyet-i Vükela’nın (Bakanlar Kurulu) meclise karşı değil de padişaha karşı sorumluluğu öngörülmüştür. Temel hak ve özgürlüklerin yasa ile düzenleneceği hükme bağlanmış ancak yasama faaliyeti padişahın taktirinde olduğundan birey özgürlüklerinin gerçek anlamda güvenceye kavuşturulması sağlanamamıştır. Dolayısıyla da bireylerin ‘tebaa’ durumundan ‘yurttaş’ durumuna geçişi gerçekleştrilememiştir.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Kanun-i Esasi halkın örgütlenmesi ile ilgili konuları ele almadığından ve halkı siyasal hayata dahil edecek bir amaca sahip olmadığından, yeni düzenin getirdiği yenlikler içinde siyasi partiler, organize seçimler ve siyasal özgürlükler yer almamıştır. Kanun-i Esasi’nin teorik düzeyde bile olsa milli irade veya halk egemenliğinden söz ettiğini söylemek mümkün değildir. Bu ve benzeri hususlar dikkate alındığında 1876 Kanun-i Esasi’nin gerçek anlamda bir meşruti yönetim getirdiğini söylemek yanlıştır. Kanun-u Esasi meşruti idareden çok meşrutiyetin ilk basamağı diyebileceğimiz “mutlak-i meşrutiyet” yönetim tarzına daha çok uymaktadır .
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1876 Kanun-i Esasi açısından Meclis-i Mebusan tek başına kanun yapamıyor olsa bile, yasama faaliyetlerine katılmakta ve iktidarı gözetleme fonksiyonuna sahip olabilmektedir. Birinci Meşrutiyet dönemi halkın iktidara katılmasını sağlayamamış olmakla beraber, devlet yöneticilerinin hukuk kurallarına uygun hareket etmeleri amacına yönelik olarak önemli bir aşamayı temsil etmektedir. Birinci Meşrutiyet gerçek anlamda bir meşruti yönetim oluşturamamış olsa bile mutlakiyetten çıkışı sağlamış olması açısından önemlidir. Her ne kadar padişahın kontrolünde olsa bile Meclis-i Mebusan seçimle oluşmuş ilk Osmanlı meclisidir ve padişahın mutlak egemenlik hakkına bir rakip olarak ortaya çıkan milleti siyasal bir varlık olarak anayasal sisteme katmıştır.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Devletin bekası ve Devlet-i Osmani’nin toprak bütünlüğünün meşrutiyetle korunmasına inanana padişah meclisin açılışından sonra farklı bir manzara ile karşılaşmıştır. Meclisin açılmasından kısa bir süre sonra gayrimüslim milletvekillerinin Osmanlı Devleti’nin umumi menfaatlerine, kendi milletinin menfaatlerini feda etmeyerek ihtilaflar çıkardıkları görüldü. Hatta meclis görüşmelerini dinleyen Abdülhamit Osmanlı tebaasındaki milletler arası ihtilaflarda ve demokrasi mevzuunda yapılan münakaşalarda daha iyi yetişmiş olan gayrimüslim mebusların ağır bastığını, karşı tarafı susturduğunu, seviye bakımından Türk mebusların daha düşük olduğunu görmüş ve bundan büyük üzüntü duymuştur. 1876-78 dönemi Mebusan Meclisi’nde bulunan milletvekillerinden az sayıda Türk asıllı milletvekili olduğu unutulmamalıdır.
BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1877-1878 Osmanlı- Rus (93 Harbi) Savaşı Osmanlı Devletini ekonomik yönden sıkıntıya sokmuş ve Abdülmecid dönemiyle başlayan borçlanmanın boyutlarını büyütmüştür. Bu dönemde askeri harcamalar ve cepheye ayrılacak bütçe Meclis-i Mebusan’da, meclis ile hükümet arasında geçen hararetli tartışmalara sebep olmuştu. Bütün bunlar göz önünde tutulunca II. Abdülhamit’in meclisi dağıtıp bir daha toplamak istememesi hususu da daha kolay anlaşılmış olur. Abdülhamid, 14 Şubat 1878’de yayınladığı bir bildiri ile “meclisin görevini yaptığını fakat genel durum itibariyle işlevini layıkıyla yerine getiremediğini” ifade ediyor ve kendi ilan ettiği Kanun-ı Esasi’nin 7. ve 35. maddelerinin verdiği yetkiye dayanarak meclisi tatil ediyordu. Meclis-i Mebusan’ı kısa bir süre için kapattığı izlenimini veren II. Abdülhamit, zaman ilerledikçe kendi kafasındaki mutlak yönetimi kurmaya yöneldi. Başta basın olmak üzere bütün özgürlükleri kaldırdı. Böyle olmakla beraber II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca modernleşme çabaları devam etmiştir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Birinci Meşrutiyete kadar devam etmiş olan batılılaşma hareketlerinin öncüleri ya padişahların bizzat kendileri, yada destekledikleri sadrazamlar olmuştur. Bu bakımdan Avrupa’dan Osmanlı’ya yapılan aktarmalar hem kapsam hem de etki bakımından sınırlı kalmıştır. Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde ise toplumsal ve kültürel değişime yönelik düşünce akımlarının sahipleri, öncekilerden bir adım daha topluma yaklaşmış olan dar bir aydın kadrosu olmuştur. Birinci Meşrutiyeti, Batıcılık konusunda Fransız Devrimi’nin getirdiği birikimin patlaması; ikinci Meşrutiyeti ise, baskı yönetimine karşı aynı zora dayanan bir aydınlanma eylemi olarak nitelemek mümkündür.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ II. Abdülhamit’in uyguladığı baskı ve sansür politikası olumsuz etkiler doğurmuştur. Abdülhamid’in bütün despotizmine rağmen, Osmanlı aydınları arasında gelişmekte olan anayasalcılık ve hürriyetçilik hareketinin arkası kesilmemiştir. Anadolu’da yaşanan istibdat dönemine karşılık Makedonya’da hürriyet rüzgarları esmekte idi. 1889 yılında “İtihad-ı Osmani” adı ile gizli bir cemiyet kuruldu. Cemiyetin 1889-1895 tarihleri arasında adı değiştirilerek Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti haline getirildi. Meşrutiyet taraftarlarının kurduğu bu cemiyetin amacı, gerekirse II. Abdülhamid’e meşrutiyet yönetimini zorla kabul ettirmekti. Cemiyetin faaliyetleri ve yoğun muhalefet karşısında II. Abdülhamid, 23 Temmuz 1908 tarihinde 31 yıl önce yürürlükten kaldırdığı meşrutiyeti tekrar ilan etti. Böylece II. Meşrutiyet ilan edilmiş oldu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesiyle 19 yıllık bir mücadeleden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adeta kansız bir darbe ile ülkeyi yeniden Meşruti sisteme kavuşturarak amacına ulaşmış, Osmanlı Devleti için yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde İttihat ve Terakki’nin dışında yeni siyasi partiler doğmuş, dolayısıyla Meşrutiyet yönetiminin daha iyi işlenmesi için gerekli ortam hazırlanmıştır. Meşrutiyet memlekete birdenbire yeni fikirler getirmedi, sadece mevcut fikirlerin bütün serbestliğiyle ortaya çıkıp münakaşa edilmesine yol açtı. Padişah’ın otoritesi ittihatçı liderlerin eline geçtiği için, bu ideolojik kavgaların belli hudutlar içinde tutulması imkanı da kalmamış, devlet bizzat bu mücadelenin taraflarından biri haline gelmişti.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ II.Meşrutiyet, Devrimcilikte ve tek parti yönetiminde, kısmen de batı’yı anlayışta, Cumhuriyet devrinin bir anlamda hocası sayılır. milli mücadele’ye ve hatta 1924 Anayasasına ilhamlar, etkiler ve tepkiler vermiş olan önemli bir devirdir. Esasen Cumhuriyeti kuran ve milli mücadeleyi yöneten asker ve sivil kadro dahi ikinci meşrutiyette yetişmiş olup “İttihat ve Terakki” partisinin ya mensupları,ya yakınları, ya da muhalifleridir. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde en etkili güç olan İttihat ve Terakki hareketinin özellikle ordu içerisinde gelişmesinin temel nedeni, Abdülhamit Döneminin son yılları ile Genç Türkler döneminde askeri bürokrasinin laikleşme sürecine öncülük etmesidir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ Devlet yönetiminde etkin konumda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile muhalifleri arasındaki çekişmenin yoğunlaşması, içerde ve dışarıda gelişen birtakım olayların da etkisiyle, 31 Mart Vakası olarak bilinen olayların gerçekleşmesiyle neticelenmiştir. Ayaklanmanın bastırılması Selanik’ten yola çıkan Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket ordusu tarafından sağlanmıştır. İsyanın bastırılmasından sonra İttihat ve Terakki olayların sorumlusu olarak Abdülhamid’i ve muhalefeti görmüş, Abdülhamid tahttan indirmiş, muhalefete yönelik baskıcı ve otoriter bir yönetim sergilemeye başlamıştır.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1909 KANUN-İ ESASİ DEĞİŞİKLİKLERİ İttihat ve Terakki kontrolündeki parlamento çoğunluğu 1909 yılında Kanun-i Esasi’de yasama sürecinde ve yürütmenin meclis tarafından denetlenebilir hale gelmesinde meclisin etkinliğin arttıran değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler sonrasında oluşan anayasal yapı Osmanlı Türk anayasal gelişmeleri sürecinde klasik parlamenter sisteme en yakın siyasal yapı ortaya çıkmıştır. Padişahın yetkileri neredeyse tamamen elinden alınmış ve sembolik yetkili bir sorumsuz yürütme kanadı oluşturulmuştur. Yürütme konusundaki tüm yetki ve sorumluluk hükümete verilmiştir. Yürütmenin padişaha karşı olan sorumluluğu değiştirilerek parlamentoya karşı sorumlu hale getirilmiştir. Ancak yapılan değişikliklerin İttihat ve Terakki’nin otoriter tavrı nedeniyle beklendiği ölçüde etki yaratmadığı söylenebilir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1909 KANUN-İ ESASİ DEĞİŞİKLİKLERİ 8 Ağustos 1909 tarihinde çıkartılan bir kanun ile, 1876 Anayasası'nın 21 maddesi değiştirilmiş, bir madde kaldırılmış, 3 yeni madde eklenmiştir. Değişiklikler esas itibariyle devlet aygıtının yeniden düzenlenmesine ve kişi hak ve özgürlüklerine yöneliktir. 1909 değişikliğinin en büyük katkısı, monarşinin gerçekten sınırlanmış olmasıdır. Padişahın yetkileri yasama lehine de sınırlandırılmıştır. Padişahın mutlak veto yetkisi taliki veto yetkisine çevrilmiş, Meclisi fesih yetkisi tek başına padişaha verilmemiştir. II. Meşrutiyet'in ve 1909 değişikliklerin temel katkısı, egemenlik hakkı ve bunun kullanılışı bakımındandır. Egemenlik hakkı "monark" ile "millet" arasında paylaşılmıştır. Egemenliğin kullanılışı bakımından dönüşüm ise daha büyük ve anlamlıdır.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1909 KANUN-İ ESASİ DEĞİŞİKLİKLERİ Kişi hak ve özgürlükleri açısından getirilen değişiklikler de demokratikleşme yönündedir. Hem cezalandırmalar hem de tutuklamalar bakımından "yasaya uygunluk" koşulu getirilmiştir. Ünlü 113. madde (padişaha tanınan "sürgüne yollama" yetkisi) metinden çıkarılmıştır. "Düşünce özgürlüğü" kavramı yoktur ama basın özgürlüğü öngörülmüştür. Toplantı ve dernek kurma hakları sağlanıştır. Hukukun laikleştirilmesi ve yargı birliği yaratılması yönünde önemli adımlar atılmıştır.