Bilindiği gibi üniversite ve Sağlık Bakanlığına bağlı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde uzmanlık eğitimi alan asistan hekimler, bu hastanelerdeki hizmet faaliyetlerinin yürütülmesinde en ağır ve en yorucu rolü üstlenmektedirler.
Temel amacı, adından da anlaşılacağı gibi, eğitim araştırma ve uygulamalar olması gereken bu hastaneler, sağlıkta yıkıma ve piyasalaştırma girişimlerine paralel olarak misyonunu giderek yitirmekte, varoluş amacının uzağında sadece hizmet hastaneleri olmaya başlamışlardır.
Asistan eğitimine ilişkin faaliyetlerin son derece azaldığı ve günlük faaliyetlerin neredeyse tamamının sadece sağlık hizmeti vermeye yönelik düzenlendiği bu hastanelerde, eğitimin ve sağlık hizmetlerinin iyileşmesi bir yana, sorunların günden güne arttığı ve çelişkilerin daha da derinleştiğini hepimiz görmekteyiz.
Eğitim kadrolarının yetersizliği, eğitim ve araştırmaya ayrılan ödeneklerin azlığı, tıbbi araç ve gereçlerin yetersizliği, kalifiye yardımcı sağlık personelinin olmayışı, klinik başına düşen asistan sayısının yetersizliği, hasta yoğunluğu ve aşırı nöbet sıklığı, eğitim ortamı, imkan ve koşullarını giderek yok etmektedir.
Hekim başına düşen iş yükü doğal olarak arttığından, tıbbi hizmet ve uygulamalarda gerekli ilgi, dikkat ve özenin gösterilememesi, nitelikli sağlık hizmeti alma hakkı olan hastaların haklarının ihlal edildiği ve sonuçta hasta hekim ilişkisinin olumsuz yönde etkilendiği, sağlık personeline yönelik şiddet davranışlarının giderek arttığı hepimiz tarafından görülmektedir.
Ortaya çıkabilecek hatalarda da hekimlerin uzun hukuki ve idari soruşturmalara maruz bırakıldığı bilinmektedir.
Ülkemizde kamu sağlık çalışanlarının çalışma süreleri 2368 sayılı ‘sağlık personelinin tazminat ve çalışma esaslarına dair kanun’ ile düzenlenmiş ve 45 saat olarak belirlenmiştir.
Nöbet saatlerine ilişkin herhangi bir yasal düzenleme veya standardizasyon olmadığından nöbet sıklığı ve çalışma süreleri, ilgili klinik şefliğinin inisiyatifi dâhilinde belirlenmektedir.
Avrupa Birliği Mahkemelerinde bu hususla ilgili davalarda, hekimlerin nöbetler dâhil haftalık çalışma saatlerinin en çok 48 saat olabileceğini ve bu çalışmanın da her 8 veya 10 saatlik periyotlar için en az 11 saatlik dinlenmeler şeklinde planlanması gerektiği belirtilmiştir.
Ülkemizde eğitim veren hastanelerdeki uygulamaya baktığımızda asistanların çalışma süresinin ve nöbet sayılarının belirlenmesinde asistanın eğitim gereksinimleri değil, hastanenin ihtiyaçları ve klinik işlerinin yoğunluğu dikkate alınarak belirlendiği görülmektedir.
Özellikle cerrahi branşlarda 1,5–2 yıl boyunca gündüz mesailerine ek olarak, ayda 10 ile 15 kadar nöbet tutulduğu yani asistanın toplam zamanının 2/3 ünü hastanede geçirmek zorunda kaldığı görülür.
Birçok eğitimci fazla nöbet tutmanın, daha yoğun çalışmanın eğitimin bir gereği olduğunu, mesleki bilgi ve beceriyi arttırdığını ifade etse de; bu günümüzde birçok klinikte eğitime ve gönüllü öğrenmeye fırsat bırakmayacak bir düzeye ulaşmıştır.
hatta bu nedenle birçok asistan, görev yetki ve sorumluluklardan kaçar duruma dahi gelmiştir.
Gün aşırı nöbet tutan ve günlük mesaisini tamamlayıp gece nöbete kalan, ertesi günde mesaiye tekrar devam eden bir asistanın, bu yıpratıcı tempodan sonra evine döndüğünde ne mesleki gelişim açısından ne de sosyal gelişim açısından bir çabaya giremeyeceği açıktır.
Bu döngünün 2 yıl sürdüğü düşünülürse bu asistanın 3. yılına kadar eğitim açısından gerekli olan ders çalışma, tıbbi araştırma, seminerler, tıbbi kongreler, makale taramaları gibi faaliyetlere yeterli ilgi gösteremeyeceği, teorik anlamda bir ilerleme kaydedemeyeceği ve eğitiminin ciddi anlamda sekteye uğrayacağı sonucu kaçınılmaz olacaktır.
Eğitim açısından son derece önemli olan rotasyon uygulamalarının dahi asistan yetersizliği, iş yükü ve mesai fazlalığı nedeni ile çoğu klinikte yaptırılmamaya başlandığı hepimiz tarafından bilinmektedir.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, asistan hekimler sonuçta, asistanlığın tamamlanmak zorunda olduğu bir eğitim ve hizmet süreci olduğunu, bu sürecin zorluklarına katlanma dışında bir alternatifin kalmadığını düşünerek çalışmalarını iyi kötü devam ettirmek ya da istifa etmek durumunda kalmaktadır.
Çok yönlü yıpratıcı olan bu süreç devam ettikçe asistanın eğitime ve hizmete olan ilgisi ve merakı azalmakta, hastanedeki faaliyetlerin çoğunu angarya olarak görmeye başlamaktadır.
….Yoğun iş temposunun ve aşırı mesailerin yarattığı fiziksel ve ruhsal gerginlik, yorgunluk, uyku düzensizlikleri, sosyal hayatın dışında kalmak, beslenme alışkanlıklarında değişiklik, depresyon gibi etkiler bazen istifalara, ama çoğunlukla hastalara gösterilen hoşgörü ve ilginin azalmasına, hizmet kalitesinin düşmesine, beraberinde birçok hata ve eksikliğe ve en önemlisi eğitime ve öğrenmeye karşı isteğin neredeyse sıfırlanmasına neden olmaktadır.
TEŞEKKÜRLER…