III.HAFTA SOSYAL ALANDAKİ İNKILÂPLAR ve HALKÇILIK Değerli Arkadaşlar; Bu hafta Atatürk’ün Halkçılık ilkesi ve bu ilkenin hedefi olan Türk milletinin sosyal durumunu düzeltmeye yönelik inkılaplardan söz edeceğiz.
Sosyal Alandaki İnkılâplar a. Kadın hakları b. Şapka, Kılık ve Kıyafet İnkılâbı c. Tekke ve Zâviyelerin Kapatılması d. Milletlerarası Birimlerin(Takvim, Saat, Rakam ve Ölçüler) Kabul Edilmesi e. Hafta Tatilinin Kabulü f. Soyadı Kanunun Kabulü g. Sağlık ve Sosyal Yardım İnkılâbı
a. Kadın hakları Atatürk, Medenî Kanunun kabul edilmesinden önce kadın hakları konusunda neler yapacağını şöyle ifade etmişti; “Bir toplum, bir millet, kadın ve erkek denilen iki cins insandan meydana gelir. Kâbil midir ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin?
Mümkün müdür ki bir yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?
Türk kültüründe kadın ailenin vazgeçilmez bir unsurudur Türk kültüründe kadın ailenin vazgeçilmez bir unsurudur. Kadın ailede ekonomik faaliyette birinci derecede rol oynar.
Medeni Kanun’un âile hukuku alanında yaptığı yenilikler şunlardır; -Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi kaldırılmış, -Evlenmede tarafların rızâsı ve resmî nikâh usulü getirilmiş, -Boşanma bazı şartlara bağlanmış, -Hukuk önünde kadına eşit hak verilmiş, -Mirasta kadın erkek eşitliği sağlanmış, -1934’de kadınlara da seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.
b. Şapka, Kılık ve Kıyafet İnkılâbı Osmanlının son dönemindeki karışıklık ve değişikliklerden sonra Cumhuriyet devrinde kıyafet meselesi bir kanun çıkartacak kadar önemli olmuştur.
Atatürk her inkılap adımını laiklik ışığı altında gerçekleştirmiştir Atatürk her inkılap adımını laiklik ışığı altında gerçekleştirmiştir. Laikliği topluma sindirebilmek için onun görüntüsünü bozacak ögeleri de toplumdan uzaklaştırmak gerekirdi. Milli bir niteliği olmayan fes de kalkmalıydı.
Mustafa kemal şapka inkılabını adım adım gerçekleştirdi. İlk adımda; Kastamonu yolculuğundan dönüşünün ertesi günü bir kararname ile devlet memurlarının kıyafetleri düzenlendi. Başka bir kararname ile dini kıyafet olan sarık ve cübbeyi kimlerin giyecekleri belirtildi. (2 Eylül 1925) İkinci adım olarak, 25 Kasım 1925’de Şapka Kanunu çıkarıldı. Üçüncü adımda, 1934 yılında kılık ve kıyafet konusundaki çalışmalar tamamlanarak 3Aralık 1934’ te dinsel kıyafet taşımak sınırlandırıldı.
Mustafa Kemal Atatürk şapka inkılabı yaparken daha önce II Mustafa Kemal Atatürk şapka inkılabı yaparken daha önce II. Mahmut’un yaptığı bir yenilik olan fesi kaldırmıştır. Sarık noktasında ise, sarığı kaldırması diye bir şey yoktur. Sarık dini bir kıyafet olarak görüldüğünden onu din hizmeti verecek olanların kıyafeti olarak belirlemiştir. Sarığı gerçek işlevine kavuşturmuştur. Bu arada başına bir sarık sırtına bir cübbe geçirerek halkı yanlış bilgilendirenlerin önüne geçilmiştir.
Atatürk. kıyafetimiz konusunda; “Arkadaşlar Turan kıyâfetini araştırıp ihya eylemeğe gerek yoktur. Medenî ve milletlerarası bir kıyâfet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyâfettir.” Şapkaya karşı çıkanlara söylediği sözler dinî ve millî olan bir şeyi kaldırmadığını göstermektedir;
“Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel kıyâfeti olan cübbeyi ne vakit ve ne için ve nasıl giydiler?”
c. Tekke ve Zâviyelerin Kapatılması Selçuklu ve Osmanlılar zamanında Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Anadolu halkının Türk-İslâm kültürü içinde yoğrulmasında büyük hizmetleri geçen tarikatlar, daha sonraki yüzyıllar içinde asıl etkinliklerini kaybetmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin duraklama devrinden itibaren tarikatlar, halkı parçalamaya, müritleri vasıtasıyla iktidar sahipleri üzerinde baskı yapmaya, dini durgunlaştırmaya ve insanı miskinleştirmeye başlamışlardı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Cumhuriyetin ruhuna yakışmayacak şekilde vatandaşların vicdanlarına baskı yapmaya, rejime karşı çıkmaya, hatta Şeyh Said İsyanı gibi devletin bütünlüğünü parçalamaya yönelik ayaklanmalar çıkarmışlardı.
Atatürk, Kastamonu nutkunda; “ Efendiler, Ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.” dedikten sonra Kasım 1925’de tarikatlar, tekke ve zâviyelerle türbeler kapatıldı.
d. Milletlerarası Birimlerin (Takvim, Saat, Rakam ve Ölçüler) Kabul Edilmesi Osmanlı Devleti, sosyal hayatta Hicrî takvimi kullanırken Mâlî işlerde, Rumî takvim kullanmaktaydı. Bu durum Osmanlı Devleti’nde birtakım karışıklıklara yol açıyordu.
Zaman ölçülerinde Türk milletinin dünyaya ayak uydurması için 1925 yılında Hicrî ve Rumî takvim yerine Milâdî Takvim, ezani ve vasati saatlerin yerine gece yarısından başlayan zaman ölçüsü kabul edildi.
Rakamlar ve Ölçüler l928 yılında Arap rakamları yerine milletlerarası rakamlar, l931 yılında arşın, okka gibi bölgelere göre değişik olan ağırlık ve uzunluk ölçüleri yerine dünyanın kullandığı standart ölçüler kabul edildi
e. Hafta Tatilinin Kabulü İzmir İktisat Kongresi’nde Cuma gününün haftalık resmî tatil yapılması kararlaştırılmıştı. Fakat siyâsî ve ticârî münâsebet kurduğumuz devletler pazar günü tatil yaptığı için bu konuda onlara uyduk. (1935)
f. Soyadı Kanunun Kabulü Osmanlılar zamanından kalan baba adı, memleket ve lakap gibi ayrıcalıkların kullanılması nüfusta karışıklığa sebep oluyordu. Özellikle evliliğin resmîleştirilmesinde soyadı büyük öneme sahipti. 1934’de çıkarılan Soyadı Kanunu ile toplumsal alanda eşitlik sağlandığı gibi, bürokratik işlere de düzen ve disiplin gelmiştir.
g. Sağlık ve Sosyal Yardım İnkılâbı 20. yüzyıl Türkiye’sinde nüfusun hızla artması, sürekli savaşlar ve göçler yüzünden geleneksel sağlık hizmetlerinin yetersizliği anlaşıldı.
Yapılan düzenlemeler ile; 1. Sağlık ve sosyal yardım işleri bir bakanlık bünyesinde toplandı. 2. Savaş dolayısıyla ortaya çıkan öksüz ve yetim çocuklar için 192l yılında Çocuk Esirgeme Kurumu (Himâye-i Etfâl) kuruldu. 3. 1923 yılında doktorlara mecburî hizmet kanunu çıkarıldı. 4.1930 yılında Belediye ve Umûmî Hıfzısıhha Kanunları’nda koruyucu sağlık hizmetleri yönünde esaslı düzenleme yapıldı. 5. Halkın eğitilmesi için okullara sağlık dersleri konuldu.
2. HALKÇILIK Halkçılık, Atatürkçü düşünce sisteminin milliyetçilik, millî hâkimiyet ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte Millî Mücâdelenin ilk günlerinden beri en çok vurgulanan unsurlarından biridir.
Halkçılık, Atatürk’ün Millî Mücâdele yıllarında yaptığı sayısız konuşmalarında yeni rejimin yönlendirici ilkelerinden biri olarak yer almıştır: “Bugünkü mevcudiyetimizin aslî mahiyeti milletin genel eğilimlerini ispat etmiştir, o da halkçılıktır ve Halk hükûmetidir. Hükûmetlerin halkın eline geçmesidir. İdareyi halka teslim etmek için çalışalım. O zaman bütün müşküllerin ortadan kalkacağına kâniyim. İç siyâsetimizde şiârımız olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak esası-ı Esâsiye Kanunu’muzla tesbit edilmiştir. Bizim nokta-ı nazarımız -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulundurulmasıdır. Bir kelime ile ifade etmek lâzım gelirse diyebiliriz ki yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”
Atatürk, NUTUK’da Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’na kaynak oluşturan programı “Halkçılık Programı” adı altında yayınladıklarını belirtir; “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir.” demek suretiyle halkçılık ilkesine ön plânda yer vermiştir.
Daha sonra bir siyâsî parti kurmayı tasarlarken “Halkçılık esasına müstenid ve Halk Fırkası nâmıyla siyâsî bir fırka teşkil etmek” niyetinde olduğunu açıklamıştır.
Atatürk, Halkçılığı Türk toplumuna vermek istediği yeni sosyal ve ekonomik düzeni ifâde etmek için de kullanmıştır. Birinci Büyük Millet Meclisi’nin kabul ettiği Halkçılık Beyannâmesinde “ TBMM. halkın öteden beri mâruz bulunduğu sefâlet sebeplerini yeni vasıtalar ve teşkilât ile kaldırarak yerine refah ve saadet koymayı başlıca hedefi sayar. Bunun için de siyâsî ve sosyal ilkelerini milletin ruhundan almak ve uygulamada milletin eğilimlerini ve geleneklerini gözetmek fikrindedir.”
Halkçılık ilkesinin birbirini tamamlayan üç unsuru vardır; 1-Halk yönetimi yani siyâsî demokrasi 2-Kanun önünde herkesin eşit olması 3-Sınıf mücâdelesinin reddi ve toplumun dayanışma içinde gelişmesi
1-Halk yönetimi yani siyâsî demokrasi Halkçılık millî egemenlik ilkesinin tabii sonucudur. Atatürk, demokrasiye ters düşen çağdaş siyâsî akımları eleştirerek bunlardan hiçbirinin Türkiye için uygun olmadığı sonucuna varmıştır.
Atatürk, Avrupa’nın bazı ülkelerinde güçlü olan “ihtilâlci sendikalizm” ve “korporatizm” akımlarını da eleştirmiştir. Ona göre; “Biz, memleket halkı fertlerinin ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını aynı kıymet ve mahiyette görürüz. Bizim görüşümüzde çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr, doktor, kısaca herhangi bir sosyal kurumda çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete bu anlayış ile yardımcı olmak ve milletin güven ve iradesini yerinde kullanabilmek bizce halk hükûmeti idaresi ile mümkün olur.”
Atatürk, Millî Mücâdelenin ilk günlerinden itibaren halkçılık anlayışının komünizmle ilgisi olmadığını vurgulamıştır. Ağustos 1920’de, “Bizim görüşlerimiz bizim prensiplerimiz cümlece mâlumdur ki Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için şimdiye kadar hiç düşünmedik...Yurdumuzda bu doktrin için herhalde zemin mevcud değildir. Çünkü gerek dinimiz ve âdetlerimiz, gerekse sosyal teşkilâtımız, onun bize mal edilmesine tamamıyla elverişsizdir.” demektedir.
2-Kanun önünde herkesin eşit olması Bu unsur siyâsî demokrasinin bir sonucudur. Bir demokraside vatandaşların kanun önünde eşitliği ve hiçbir kişi veya zümreye ayrıcalık tanınmaması doğaldır.
3-Sınıf mücâdelesinin reddi ve toplumun dayanışma içinde gelişmesi; Millî Mücâdele yıllarında TBMM’nin açılarak millet egemenliğinin sağlanması, Cumhuriyet döneminde Halk Fırkası’nın kurulması ve çok partili hayat denemeleri halkçılık ilkesinin hayata geçirilmesi safhalarıdır.
Atatürk, toplumun ekonomik bakımdan güçsüz kesimlerinin, özellikle köylülerin refah düzeyini yükseltmeye büyük önem vermekle beraber sınıf mücâdelesini reddetmekte ve toplumun gelişmesinin çeşitli sosyal gruplar arasında iş bölümü ve dayanışma ile mümkün olacağına inanmaktadır.