MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE EĞİTİM
I. MEŞRUTİYET 1876-1878 İLK PARLAMENTO
I.MEŞRUTİYET DÖNEMİ (1876-1878) EĞİTİMİNİN ÖZELLİKLERİ
I. MEŞRUTİYET’E KADAR Kİ GELİŞMELER: 1876 başlarında, devletin karşı karşıya bulunduğu dış ve iç sorunlar, mali sıkıntılar çok büyük boyutlara ulaşmıştı. Ayrıca, “Genç Osmanlılar” denen aydınların bir süredir giriştikleri fikri ve siyasi mücadelenin etkileri de yayılmaya başlamıştı. 10 Mayıs 1876’da İstanbul’da medrese öğrencileri, iç ve dış olumsuz gelişmelerden devlet adamlarını sorumlu tutup derslerini bıraktılar ve Bab-ı Ali’ye saldırdılar.
I. MEŞRUTİYET’E KADAR Kİ GELİŞMELER: Padişah Abdülaziz, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’yı görevden almak zorunda kaldı. Yeni hükümeti kuranlar, Padişahı da devirmek istiyorlardı:30 Mayıs 1876’da bunu başardılar ve V.Murat’ı tahta çıkardılar. Ancak o da, akli dengesi yerinde olmadığı anlaşıldığından, indirilip II.Abdülhamit Padişah yapıldı (31 Ağustos 1876). Abdülhamit, Islahhanelerim, Sanayi mekteplerinin kurucusu ve başarılı bir vali olan Mithat Paşa’yı Sadrazam atadı(Aralık 1876) ve hükümdarın mutlak iradesini sınırlayan, Parlamentolu Meşrutiyet yönetimini getiren bir Anayasa’yı(Kanun-i Esasi) kabul ve ilan etmiştir (23 Aralık 1876). Böylece, I.Meşrutiyet dönemi başladı.
I. MEŞRUTİYET’E KADAR Kİ GELİŞMELER: Bu siyasi gelişmeler, Tanzimatın doğal bir sonucu olarak, devlet şeklinin de Avrupalı hale sokulması hareketidir, fakat kısmen de, Avrupa devletlerinin baskıları ve istekleri doğrultusunda düşünülmüştür. İlk Osmanlı Parlamentosu 19 Mart 1877’de toplandı. Ancak, Rusya, Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Savaşın acıları, felaketleri, siyaset, eğitim ve öteki alanlardaki gelişmeleri durdurdu. Abdülhamit Han özellikle savaş bahanesiyle Parlamentoyu süresiz kapatarak, Meşrutiyete son verdi(13 Şubat 1878).
I.Meşrutiyet dönemi eğitiminin temel özellikleri Osmanlı Devleti’nin ilk Anayasası olan Kanun-i Esasi’ye eğitimle ilgili önemli maddeler girmiştir. Savaş nedeniyle eğitime ilişkin çalışmalar yapılamamıştır. 1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin üç maddesi eğitimle ilgilidir. Bunlardan ilk ikisi özel öğretime, üçüncüsü ilköğretimin zorunluluğuna ilişkindir: 15. maddede, “öğretim işini herkes özgürce yapabilir; ilgili kanuna uymak şartıyla her Osmanlı vatandaşı genel ve özel öğretim yapmaya izinlidir.” hükmü yer alır. 16. maddede, “ülkedeki çeşitli dinsel inanışlardaki toplumların din ve inanışlarına ilişkin öğretim yöntemi ve biçimine dokunulmayacağı ve ülkedeki tüm mekteplerin devletin denetiminde olduğu “ belirtilir. 114. madde şöyledir: “Osmanlı bireylerinin tümü için ilköğretim zorunlu olacak ve bunun ayrıntıları ayrı bir düzenleme ile belirlenecektir.”
MUTLAKİYET DÖNEMİ (1878 – 1908) EĞİTİM REFORMLARI
MUTLAKİYET DÖNEMİ Sultan II. Abdülhamit’in 13 Şubat 1878’de Parlamentoyu süresiz tatil etmesinden 23 Temmuz 1908’e kadar geçen döneme Mutlakiyet Dönemi denir.
MUTLAKİYET DÖNEMİ EĞİTİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ Bir çok meslek ve sanat okulu açılmıştır. İlk kez özel eğitim alanında bir girişim olmuş, sağır, dilsiz ve körler için bir okul açılmıştır. Yerli ve yabancı özel öğretim büyük gelişme göstermiştir. Genel eğitimde ve okulların yaygınlaşmasında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Rejimin ilk yılları içinde, bu alandaki çabaların daha yoğun olduğu görülür.
Nicelik bakımından gözlenen başarılar eğitimin niteliğini yükseltmek gibi bir amaçla beraber yürütülmemiştir. Bu dönemde yetiştirilmek istenen insan tipi, Tanzimat’ın “Osmanlılık” idealine bağlı, dindarlık, itaatkarlık, Sultan II. Abdülhamit’e sadakat, ... özellikleri güçlendirilmeye çalışılan bir insan tipidir. Eğitimin amaçları, ders kitapları, programlarda buna özen gösterilmiştir. Ancak, azınlıklar ve yabancılar milli, dini, siyasi, ayrılıkçı emellerini yine de eğitim yoluyla sürdürmektedirler. Programlardan hayata dönük ve bazı başka dersler çıkarılmış, Din ve Ahlak derslerinin saatleri artırılmıştır.
Öğretmenliğin meslekleşmesine ilişkin bazı önemli hukuki düzenlemelere başlandığı görülür. Maarif Nezareti, 1894 – 1895’ten itibaren, ilk kez ülke çapında eğitim istatistikleri yayınlamaya başlamış ve yine ilk kez, 1898 – 1904 yılları içinde Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye adıyla, ülke çapında önemli eğitim, öğretim yıllıkları yayınlanmıştır. Bu belgeler, ülkenin eğitim durumunu rakamsal olarak ve topluca gösterdikleri için, eğitim sorunlarının daha iyi anlaşılıp değerlendirilmesine yardımcı olmuştur.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu, içinde barındırdığı farklı etnik grupları, yurttaşları haline getirmek için sistemli bir eğitim politikası uygulamıştır. Eğitim, yüzyılın başındaki Tanzimat Reformlarından beri Osmanlı devlet adamları için önemli bir görev olagelmiştir. II. Abdülhamid döneminde (1876 – 1909 ) kitle eğitimi ilköğretim düzeyine kadar yayılmıştır.
İptidai mekteplerde müslüman ve gayri müslimlerin karma eğitimini savunan Ahmet Şakir Paşa gibi bazı devlet adamları, dilsel birliğin milli birliğin temeli olduğu görüşünden hareketle, eğitim dili olarak yalnızca Türkçe’nin kullanılmasını da savunuyorlardı. Osmanlı bağlamında, bu ilke , itaatkar yurttaşları oluşturma çabası içinde, dinin eğitim aracılığıyla yönetime daha çok girmesi şeklinde kendini gösterdi. Bunun yanında Hristiyan azınlık okulları ve misyoner okulları gibi rakip eğitim sistemleriyle mücadele etmeyi de amaçlıyordu.
Din, Osmanlı eğitim politikasının en çok kullandığı araçlardan biriydi. Şeyhülislamlık tarafından 2 Mart 1887’de saraya sunulan Rüştiye ve İdadilerin müfredatını yeniden düzenlemeye yönelik tezkerede belirtilen görüş “din eğitiminin iptidaiye ve rüştiyelerde olmadığı” yönündeydi.
Orta öğretimin üst aşamasını oluşturan idadiler ve Mekteb- i Mülkiye-i Şahane’de, Harbiye, Tıbbıye ve Mühendishane’de müfredatın gözden geçirilerek ek din bilgisi derslerinin konulması gerektiği belirtiliyordu. Şeyhülislam bu okullarda müfredat programlarına dinsel nitelikte okuma malzemelerinin eklenmesiyle dinsel inancın güçlendirilebileceğini, öğrencilerin devletin çıkarlarına aykırı olan Batılı kitaplardan uzak tutulması gerektiğini ifade ediyordu. Ayrıca bazı müslüman okullarının yabancı dillerde eğitim vermeleri kesinlikle yasaklanmalı, Avrupalı düşünürlerin yaşamlarına dair hiçbir şey öğretilmemeli, din öğretimi artırılmalı ve öğrenciler sadakatlari tartışmasız hocalara teslim edilmeliydi.
Maarif Nezareti’nden tüm liselere gönderilen bir genelgede belirtildiği üzere, bu kurumlardan mezun olan öğrencilerin, “iyi karakterli ve iyi yetişmiş, devlet ve memleketlerine hiç tereddütsüz hizmete hazır” olmaları bekleniyor ve hocalardan öğrencilere, devlete hizmetin kutsallığını aşılamaları bekleniyordu. Din dersleri büyük bir öneme sahipti. Dinsel olmayan konular katı bir sansüre tabi tutuluyor,ders kitapları incelenerek “her türlü zararlı bilgi” çıkarılıyordu.
Çocuklar arasında “zararlı” ideolojilerin yayılmasını önlemenin bir diğer yolu da, onların yurtdışında eğitim görmelerini engellemekti. Abdülhamit rejiminin son yıllarında bu eğilim çok daha belirgin hale geldi. Özellikle gizli-Yahudi seçkinlerin hatırı sayılır sermayeye ve çocuklarını eğitim için Avrupa’ya gönderme imkanına sahip olduğu Selanik’te, bu sorun olarak görülüyordu. Rumeli Vilayetleri Müfettişliği şuna dikkat çekmek zorunda kalmıştı: “bu gençler öğrenim görmek ve ticaret deneyimi edinmek üzere İsviçre ve Fransa’ya gidiyorlar. Bunu yapmazlarsa, Selanik’te Fransızlara, İtalyanlara, Rumlara veya Romenlere ait ticaret okullarına gidiyorlar. Her ikisi de, İslami ve Osmanlı yetişme tarzına aykırıdır.” Bunun yerine seçkin ailelerin oğullarının gittiği bazı okulların müfredatlarına ticaret ve maliye derslerinin eklenmesini öneriyor, bu yolla yurtdışında eğitim görerek sahip oldukları İslam ahlakı üzerinde yarattığı kirlenmenin önlenebileceği belirtiliyordu.
Uzak vilayetlerde bulunan farklı etnik grupların eğitimi için de buralarda okullar açıldı. Bunun nedeni, hem buradaki halkların sadakatinden kuşku duyulması hem de yetiştirilen öğrencilerin daha sonra bu bölgelerde dini veya siyasi propagandacı olarak kullanılmak istenmesiydi. Önce buralarda iptidaiyeler açılarak Türkçe öğretimi yaygınlaştırıldı. Daha sonra seçkinlerin çocuklarını eğitmek üzere Aşiret Mektepleri kuruldu.
Bu dönemde gayri müslimler potansiyel bir tehlike olarak görüldükleri için, gayri müslim eğitim kurumları sıkı bir denetim altında tutuluyordu. Maarif Kanunu altında, tüm gayri müslim okulları izne tabi tutulmuş ve etkinliklerine ancak Maarif Nezareti’nin kurallarına uymaları durumunda izin verilmeye başlanmıştır. 1869 Maarif Kanunu, gayri müslim okulların ders programlarının teftişine olanak tanımıştır. 1880’de, bu daha da genişletildi ve yerel eğitim komisyonlarına, bu tür kurumlarda kullanılan okul kitapları ve müfredatı denetleme görevi verildi. Gayri müslim okullarında Türkçe öğretimi zorunlu hale getirildi, ücretleri Osmanlı Hükümeti tarafından ödenen Türk öğretmenler atandı. Gayri müslim eğitimi bu ve buna benzer bazı uygulamalarla kısıtlandı.
Sonuç olarak bu dönemde Osmanlı eğitim politikası, değişen dünya koşullarında gittikçe daha fazla tehdit altında hissedilen bir toplumsal düzenin ideolojik meşruiyetini pekiştirmeye yönelikti. Bu da ancak tebaanın eğitimi ile mümkün olacaktı.
En temel kısıtlama, paraydı En temel kısıtlama, paraydı. Tüm yerel yönetimlerin, gelirlerinin bir bölümü ile “eğitim bütçesi” ne katkıda bulunmaları gerektiği halde, çoğunlukla bu para gelmediğinden , okullar inşa edilemiyor, öğretmenlerin aylıkları ödenemiyordu. Diğer büyük sorun, okur-yazarlık oranının çok düşük düzeyde olmasıydı. Carter Findley, okur-yazarlığın “tüm imparatorlukta 1800’de belki %1 ‘den , 1900’de %5-10’a yükseldiğini” tahmin etmektedir. Eğitim reformları çok düşük bir temelden yola çıkmıştır. Ancak Jön Türk dönemine gelindiğinde imparatorluğun her yerinde rüştiye mektepleri kurulmuş durumdaydı. İmparatorluğun sonuna gelindiğinde, bugün Suriye ve Irak’ta yer alan bölgelerde “ilköğretim düzeyinde 28400, orta öğretim düzeyinde 2100 kişinin öğrenim gördüğü 570 Osmanlı Devlet Okulu” bulunuyor ve bu öğrencilerin bir çoğu daha üst düzey öğrenim görmek için İstanbul’a gidiyorlardı. Köy okullarında yavaş yavaş kız öğrenciler de görülüyordu.
Tüm imparatorlukların eğitim sistemlerinde olduğu gibi Osmanlı Eğitim Sisteminde de temel sorun, kendi halkları arasında aidiyet duygusunu güçlendirmekti. Toprakların muazzam genişliği ve halkların çeşitliliği, Fransız Devrimi ile yükselen milli kimliğe ilişkin değerler sorun yaratmaktaydı. Bu nedenle ortaya çıkan boşluk, dinin yeni bir içerikle kavramsallaştırılması ve padişahın yarı-kutsal kişiliğine dolaysız bağlanma ile dolduruldu. Bu, kitle eğitimiyle aşılanacaktı. Din eğitimi merkezi bir role sahipti. Okul çocuklarına ortak bir kimlik aşılamak üzere tarihten alınan kahramanlık figürleri ve şanlı bir geçmişin imgesi kullanılıyordu.
Türk olmayan unsurlara, merkezin değer sistemini özümsetme çabası vardı. Örneğin; Aşiret Mektepleri bu amaçla kurulmuştur. Osmanlı Eğitim Politikasının temeli, çağdaş dünya eğilimleriyle uyum halinde, merkezin değer sistemini destekleyerek uyruk halkları tedricen “uygarlaştırma” ya yönelik bir çabaydı. Din ve milliyet birbiri yerine geçebilecek şekilde kullanılmıştır. Abdülhamid rejiminin aşılamaya çalıştığı “Hamiyet-i Milliye”, bu rejimin en büyük muhalifi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin şiarı oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna damgasını vuracak olan cemiyet, 1889’da Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’de bir öğrenci hareketi olarak kuruldu. İttihat ve Terakki üyeliği seçkin okullarda hızla yayıldı.
Osmanlı yöneticileri bir yandan kendi değerlerini aşılamak kavgası verirken diğer yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti ve yabancı misyonerlerin muhalefetlerine karşı savaş vermek zorunda kaldı.
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ (1908 – 1918) EĞİTİM REFORMLARI
II. MEŞRUTİYET 1908-1918
DÖNEME GENEL BAKIŞ 24 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Kanun-i Esasiye II.Abdülhamid’e kabul ettirilerek siyasi anlamda günümüz Türkiye’sini yaratan ideolojik, siyasi ve ekonomik düşünce sistemi ortaya konmuştur. İttihat ve Terakki’nin Osmanlı siyasi sisteminin güçleri; ideolojik olarak “İslamcı-Türkçülük”, siyasi olarak “yarı monarşi” ve ekonomik olarak da “milli ekonomi” şeklinde yeniden tanımlayan bir burjuva hareketi olarak değerlendirilebilir. Bu siyasi gelişmeler ışığında, Anadolu’da neredeyse tamamı Türk olmayanlar tarafından yapılan ticarette; Türk olanların rekabetinin yaratılması, siyasi anlamda devletin bürokratik yapılanma sürecine alınması, ideolojik olarak İslama dayalı “Türkçülük”ü güçlendirme çabaları yeni Osmanlı siyasal sistemini oluşturma girişimlerine örnek verilebilir.
MEŞRUTİYET DÖNEMİ EĞİTİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ Eğitimde düzenleme ve geliştirme çalışmaları açısından bakılırsa, Meşrutiyet döneminin, kısa bir dönem olmasına rağmen, özellikle ortaya atılan fikirler bakımından çok verimli ve yenilikçi bir dönem olduğu görülür. Bu dönem esas olarak, Cumhuriyet dönemi eğitimindeki düzenleme ve geliştirmelerin bir çeşit hazırlık safhasını teşkil etmiştir.
Siyasi hayat ve fikir hareketleri birden canlanmış, yayın özgürlüğüne kavuşma yanında, özellikle Balkan Savaşları, aydınları toplumsal sorunları ve dertleri acımasız bir dille ortaya koymaya itmiştir. Eğitim sorunları da, üzerinde önemle durulan bir alan olmuştur. Dönemin başında, Meşrutiyetin ilanı ile beraber aşırı hürriyetçi bir hava ortaya çıkmış, bu okullara da yansımıştır. Bu nedenle, önceleri okullara “hürriyetçi mektepler” dendiği olmuştur. Fakat bu terimle aslında okulların içinde bulunduğu disiplinsizlik ve başıboşluk anlatılmak istenmiştir. 31 Mart olayı bastırıldıktan sonra, okullarda da disiplin sağlanmıştır. Özellikle Balkan Savaşlarından sonra, toplumda eğitim konularına ilgi artmıştır. Ancak Balkan Savaşları felaketlerinden çıkarılan “toplum olarak uyuşukluktan silkinip, çalışıp çaba harcayarak toparlanma gerektiği, yoksa devletin daha büyük felaketlerle karşılaşacağı” gibi dersler, düşünceler ve özeleştiriler ne yazık ki çabuk unutulmuştur.
Balkan Savaşları ve felaketlerinden sonra toplumda, “çökmekte olan devleti eğitim ve öğretmenler kurtaracaktır” şeklinde bir görüş benimsenmiştir. Fakat bu genellikle bir slogan görünümünden öteye gitmemiştir. Özellikle Balkan Savaşlarına kadar taassup nedeniyle kızların eğitimi konusunda verimli çalışılamamış, fakat Balkan felaketlerinden sonra taassup azalmış, daha cesurca ve etkili çalışmalar yapılabilmiştir. Kızlar için ilk kez bir yüksek öğretim kurumu açılmıştır. Dönemin sonuna doğru geleneksel sıbyan mekteplerinin çoğu kapatılmıştır. Okul öncesi eğitimde ilk ciddi adımlar atılmıştır.
Medreselerin ıslahı için fikirler ve teşebbüsler yaygınlaşmıştır. Öğretmen yetiştirilmesinde yenilikler yapılmış, önemli adımlar atılmıştır. Öğretmenler ilk kez bu dönemde mesleki örgütler kurmuşlardır. Eğitimde niceliğe, yani okul, öğrenci ve öğretmenleri sayıca artırmaya öncelik verilmiş, niteliğin önemi konusunda bazı görüşler ve uygulamalar görülse bile, nitelik hemen her zaman ikinci planda kalmıştır. Programlara sosyal, siyasal muhtevalı, hayata dönük bazı dersler girmiştir. Eğitimin bilim olarak işlenmesinde ciddi gelişmeler sağlanmış, Batının önemli eğitimcilerinin fikir ve yöntemleri çok daha iyi tanınmaya başlanmıştır. Pedagoji ve eğitim, eğitimcilerde ve toplumda gittikçe saygı ve ilgi uyandıran bilimler olarak görülmüştür.
Daha önce öğretimde öğretmen, kitap, hafıza çok önemli idi Daha önce öğretimde öğretmen, kitap, hafıza çok önemli idi. Meşrutiyet Döneminde bunların yerine tabiat, eşya, olay, deney getirildi. Bu, o dönem için “ihtilalci bir pedagoji” demekti. Başka deyişle, eğitim ve öğretim yöntemlerinde kitap ve öğretmenden eşyaya yönelen, gözleme ve öğrencinin kendisinin araştırıp bulmasına dayanan bir yola gidilmeye başlandı. Bu şekilde, okullarda, öğrencilerin fiziki ve sosyal çevrelerini tanımaları için gözlem ve inceleme gezileri düzenlendi. Fakat bu yeni yöntemler pek yaygınlaşamadı. Eğitim Bakanlığı ilk kez ülkenin renkli eğitim haritalarını yayınlamıştır.
Meşrutiyet Dönemi eğitiminde özellikle yöntem ve tekniklere ilişkin yenilikler görülmekle beraber, Baltacıoğlu’na göre, eğitime ortak ve kesin bir amaç gösterilmemiştir. Her alanda ortaya çıkan düşünce ve davranış çeşitliliği ve farklılığı, eğitim için böyle ortak ve kesin bir amaç belirlenmesini engellemiştir. Ancak yine de eğitimin amacına ilişkin genel bir eğilimden söz edilmesi bize mümkün görünüyor. Öyle ki; dönemin başından Balkan Savaşlarına kadar, Tanzimatın “Osmanlılık” ideali ve Osmanlı insanı tipi ülke insanlarını bir arada tutacak, siyasi birliği sürdürebilecek bir unsur olarak görülmüş, bu düşünce eğitimde de geçerliliğini korumuştur. Ancak bu insan tipi Meşrutiyet yanlısıdır ve II.Abdülhamid’e karşıdır. Fakat Balkan Savaşları ve felaketleri ile beraber “Osmanlılık” tan vazgeçilerek “Türkçülük” idealine yönelinmiştir.
Meşrutiyet dönemi, eğitimde büyük girişimler dönemi olamamıştır Meşrutiyet dönemi, eğitimde büyük girişimler dönemi olamamıştır. Baltacıoğlu’na göre, “Mutlakiyet döneminde esaslı yeniliklere engel olan Sultanın istibdadı idi. Meşrutiyet döneminde yeniliklere engel ise bir çok ferdin kararsızlığı idi. Sanki sosyal hayat bütün gücüyle ortaya çıkacağı tek bir vücut bulamayıp, parça parça kanaatler taşıyan zayıf bireyler arasında dağılıp kalmıştı. Eğitimde yeterli girişim ve atılımlar yapılamamışsa da, eğitim ve öğretmen sorunları mesleki dergiler ve genel basında ilk kez geniş ölçüde tartışılmış, yeni ve orjinal görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları, Cumhuriyet dönemindeki uygulamaların tohumunu teşkil etmiştir (Köy Enstitüleri, vs.). Balkan ve I.Dünya Savaşları ve bunların yol açtığı felaketler, Meşrutiyet dönemi eğitiminin gelişmesini önleyici temel nedenler arasında yer almıştır.
Batılı değerlere dayalı yaşam biçimi hayata geçirilirken İslama dayalı yaşam biçimine dokunulmamıştır. Bunun sonucunda özellikle kırsal kesim dışında kalan toplumsal kurumlarda ikili bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durumdan en çok eğitim kurumları etkilenmiştir. Bir yanda çoğunu azınlıkların oluşturduğu Batı değerlerine göre yapılandırılmış ve “Osmanlılık” idealini gerçekleştirmeye yönelen laik eğitim kurumları ile öte yanda medrese gibi İslami değerlere dayalı programların uygulandığı eğitim kurumları, Osmanlı’nın bu dönemdeki eğitim çıkmazının ana çelişkisi olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde dinsel ve laik olmak üzere ikili bir yapıya sahip olan yeni eğitimle amaçlanan, halkı tebaa olmaktan çıkarıp vatandaş konumuna getirmektir. Bununla birlikte yeni siyasi oluşumda ümmet olmaktan çok ulusal devletin vatandaşı olmak, önemle vurgulanmıştır.