TOPLUM VE ÇOCUK
"ÇOCUK" kavramı tarihte toplumun yapılarına, kültürlerine, inançlarına, ekonomilerine göre değişen bir kavramdır. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre ise "Ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır". Çocuk doğduğu andan itibaren büyüme süreci içinde ailesiyle özellikle babası ile kurduğu etkileşimden çıkardığı sonuçları özümseyerek kişiliğinin ve ruhsal yapısının temellerini oluşturmaktadır. Toplumların geleceği olan çocuk ve gençlerin her yönden sağlıklı yetiştirilmeleri, kişilik gelişimleri için de çok önemlidir Çocuğun ihmal ve istismarı ise, çocuğun duygusal yaşantısını ve kişiliğini direkt olarak etkilemekte, çocuğun ilerideki yaşantısında sağlıksız bir kişilik geliştirmesine neden olabilmektedir İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmal ve istismarı, çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı olan fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal ve istismarı içermektedir. Çocukların bedensel, zihinsel ya da ruhsal sağlıklarına zarar veren, gelişimlerini engelleyen tutum ve davranışlar çocukları 5 şekilde örseleyebilmektedir.
· Fiziksel: Bir erişkinin itaati sağlama, cezalandırma ya da öfke boşaltma amacı ile elle ve/veya aletle çocuğun vücudunun herhangi bir yerine iz bırakacak şekilde şiddet uygulayarak çocuğa bir zarar verilmesidir. Bu dövülme, yanma, ısırılma vb. yollarla olabilir. Sadece dayak değil, çocuğu yaralayan, vücudunda iz bırakan, kaza dışındaki her türlü eylem "Fiziksel İstismardır
· Cinsel: Çocuğun kendisinden en az 4 yaş büyük bir kişi tarafından cinsel haz amacı ile zorla ya da ikna edilerek cinsel etkileşime maruz bırakılmasıdır. Çocuğun rızası olsun olmasın ırzına geçilmesi, cinsel organlarının ellenmesi, müstehcen sözlere maruz bırakılması, yetişkinin cinsel organlarını okşamaya yöneltilmesi veya zorlanması, çocuğun pornografide ya da fuhuşta kullanılması, çocuğa pornografik materyal izlettirilmesi, teşhircilik vb. gibi davranışlara maruz bırakılması "Cinsel İstismardır".
· Duygusal: Çocuğun içgörüsünü ya da duygusal bütünlüğünü bozan her türlü eylem ya da eylemsizliktir. Reddetme, yalnız bırakma, aşırı koruma, aşırı hoşgörü, baskı, sevgiden ve uyarandan yoksun bırakma, sürekli eleştiri, aşağılama, tehdit, korkutma, yıldırma, suça yöneltme, suçlama, yok sayma, çocuğun yaşına ve özelliklerine uygun olmayan beklentiler içinde olma, çocuğu aile içi uyuşmazlıklarda taraf tutmaya zorlama, aile içi şiddete tanık etme vb. davranışlar “Duygusal İstismardır”. · Ekonomik: Çocuğun gelişimini engelleyici, haklarını ihlal edici işlerde ya da düşük ücretli iş gücü olarak çalışması veya çalıştırılması "Ekonomik İstismardır".
Çocuk Hakları Açısından Türkiye'de Çocuk Olgusu Türkiye’de 1990 nüfus sayımı sonuçlarına göre çocuk nüfusun toplamı 28.909.200’dir. Bu sayının genel nüfusa oranı % 41.78’dir. Çocuk nüfusun % 42.37’si erkek, % 48.64’ü kadındır. Bu istatistikler Türkiye’nin Batılı ülkelerle karşılaştırıldığında önemli ölçüde çocuk nüfusa sahip olduğunu gösterir. Çocuk sayısındaki bu ciddi göstergeler Türkiye’de çocuk nüfusun devlet ve toplum için önemli bir toplumsal olgu olduğuna tanıklık etmektedir Türk toplumundaki çocuk olgusu konusunda geleneksel değerlerle toplumsal gerçekliğin aynı ölçüde paralel gelişmediği gözlenmektedir. Çocuğu, aileyi tamamlayan bir unsur; sevgi, neşe ve mutluluk sağlayan bir varlık olarak tanımlayan toplumsal kültür bu felsefeyi günlük yaşamda ilginç bir biçimde ertelemekte, faydacı değerleri ön plana çıkarmaktadır.
GÜÇ KOŞULLAR ALTINDAKİ ÇOCUKLAR Çalışan Çocuklar : Türkiye’de 6-14 yaş grubundaki çocukların % 30’u çalışmaktadır. Bu oran kızlarda erkeklere nispetle daha yüksektir. Kızların çalışma oranı % 30-40 düzeyindedir. Buna karşılık erkek çocukların oranı % 20’lerde kalmaktadır. Ancak kırsal alanlarda bu oran % 30’a ulaşabilmektedir Türkiye’de çocuklar informel sektör olarak adlandırılan ayakkabı boyacılığı, otoparkçılık, oto cam siliciliği, kağıt, pet şişe, kutu toplama işleri gibi kayıt dışı işlerde de yoğun olarak çalışmaktadırlar
Çocuklara Fiziksel Ceza ve Şiddet : Fiziksel darp ve ceza çocuklara yapılan istenmeyen uygulamaların başında gelmektedir. Aile ortamındaki bu istismar biçimi bir çeşit terbiye yöntemi olarak zaman zaman yasak olmasına rağmen eğitim kurumlarında da görülmekte ve duyulmaktadır. 4-12 yaşlar arasındaki çocukların yaklaşık % 60’ına fiziksel ceza uygulandığı görülmektedir. Türk toplumunda çocuk eğitimi konusunda disiplin yöntemi olarak fiziksel cezaya başvurmanın diğer disiplin yöntemlerine göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Oysa gelişmiş ileri ülkelerde, "bilerek aşağılama, sevgiden yoksun bırakma, sürekli çekiştirme, kötü (öcü, şeytan vs.) ruhları çağrıştırarak korkutma gibi çocuğun ruhuna zarar verecek nitelikte psikolojik taciz ve baskıların denetimi ile ilgili önlemler ve uygulamalar üzerinde çalışılmaktadır Türkiye’de özellikle Türk özel televizyonlarında haftada ortalama 600 filmde öldürme, yaralama, soygun ve şiddet sahnelerinin yanı sıra pornografik sahnelerin bolca olduğu filmler çocukların izleyebilecekleri saatlerde sakınılmadan gösterilmektedir. Namusun temizlenmesi gereken bir şey olduğu, eve geç gelen kızın dövülmeyi hak ettiğini ima eden bu tür haberlerde medya hiçbir şekilde eğitici rol ve misyon üstlenmemektedir
Sokak Çocukları Türkiye’de İstanbul, Ankara gibi büyük kentler aile içi baskıdan, şiddet ve tacizden kaçarak kurtuluşu sokakta arayan binlerce çocuk bulunduğu tahmin edilmektedir. Sokaklarda yaşayan çocuklar tüm zararlı alışkanlıkları edinme riski altındadırlar. Bu durumda sadece kendileri için değil toplumun tüm kesimleri için bir risk oluşturmaktadırlar Buna bağlı olarak tiner ve bali (bally) koklama, hırsızlık, fuhuş, yankesicilik vb. suçlar sokak çocuklarının olası davranış sapmaları olmaktadır
Doğal Felaketler ve Göç Çocuk olgusunu tehdit eden, çocukların esenliğini, yaşama hakkını olumsuz yönde etkileyen etkenler arasında doğal felaketler ile zorunlu göçler önemli yer tutmaktadır. Türkiye’de doğal felaket denildiğinde 17 Ağustos 1999 yılındaki Marmara depremi başta gelir. Bu depremde annesiz-babasız ve ailesiz kalan çocukları bu kayıplarının yanı sıra en az bunlar kadar önemli ruhsal sorunlar da tehdit etmektedir. Evlerinin bir anda yerle bir olduğunu gören, anne babasını ve yakınlarını kaybeden çocukların tarifsiz bir psikolojik sıkıntıya düşmüş oldukları açık bir gerçektir. O nedenle bu felaket saatlerce göçük altında kalan çocukların yanı sıra yakınlarını kaybettiğinin farkına varamayan şaşkın, çaresiz ve yapayalnız kalmış binlerce çocuğun öyküsünü de ortaya çıkarmıştır. Çeşitli nedenlerle Körfez depreminin kesin sayılarının ayrıntılı dokümanı bugüne kadar yapılamadı. Ancak resmi açıklamalara göre yaklaşık 20 bin toplam ölünün en az beş bininin çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Deprem göç olgusunu da beraberinde getirdi. Yetişkinler gibi bir kısım çocuk ve gençler doğdukları köy ve kasabaları terk etmek mecburiyetinde kaldı. Göç anlamına uygun olarak tarihte ve dünyanın her yerinde olduğu gibi parçalanmış aile olgusunun da başlıca nedenleri arasındadır Doğal felaketlerin yanı sıra sosyal ve siyasal şartların zorlayıcılığı da göçün önemli nedenlerinden sayılmaktadır. Türkiye 1980’li yıllardan itibaren Bulgaristan’dan ve Kuzey Irak’tan yoğun göç aldı. Ülke içi ekonomik göçler dışında bu tür göçler çok belirgin olarak eğitim, yaşama, sağlık gibi çocukların yüksek yararını doğrudan etkileyen bir olgudur.
Yerel Çocuk Sorunları Türkiye’de her bir bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına özgü çocuk sorunlarına rastlanmaktadır. Bunların başında Karadeniz yöresi gelmektedir. Karadeniz’in, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun bazı yerlerinde kadınlar bağda, bahçede ve tarlada çalışırken erkekler kahvede zaman öldürmektedir Çocuklar ise zengin tarımsal kültüre sahip olan köylülere kiraya verilmektedir. Çocukların bu süre içinde ne yaptıklarını ise bir çocuk şöyle açıklamaktadır: "Ailemizin durumu iyi değil. Babalarımız bizi pazara götürerek orada anlaştıkları kişilere kiralıyor. Bizi kiralayan kişinin hayvanlarına bakıyoruz. Tarla işlerini yapıyoruz." Yerel çocuk görünümlerinin bir bölümü de Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinden yansımaktadır Yaşları 7-15 arasındaki bölge çocuklarının büyük bir kısmının ayakkabı boyacılığı, çöp toplayıcılığı yaptıkları zaman zaman basına konu olan çocuğun yaşam mücadelesi örnekleridir.
Sonuç : Bütün bu göstergeler Türk toplumunun çocuk gerçeğinin Çocuk Hakları Sözleşmesi ile ön görülen bazı hedeflerin oldukça gerisinde olduğunu, bazı ilkelerin gerçekleşmesi için ise kat edilmesi gereken belirli bir mesafe olduğunu göstermektedir. Toplumun çocuk konusundaki mevcut sıkıntıları, "çocukla ilgili olarak sevgi, ilgi ve özveri yokluğundan değil; bu sevgi, ilgi ve özveriyi yine çocuk konusunda disiplinli bir eğitime, yeni kuşaklarla olgun bir diyaloga ve sağlam bir sosyal koruma mekanizmasına dönüştürememiş olmaktan kaynaklanır. Kısacası, duygu alanındaki fazlalık akıl alanındaki çözüm azlığıyla ters orantılıdır." Açıkça Türk toplumunda geleneksel değerlerle modern değerler ve hatta son dönemin küresel değerleri bir çatışma alanı yaratmışlardır. Değişim kültürünün kaçınılmaz hale getirdiği bu çatışmada sırasıyla aile, eğitim, kültür ve siyaset kurumuyla medyaya önemli görev sorumluluklar düşmektedir