BAĞ DOKU HİSTOLOJİSİ Prof.Dr. Ali OTLU
BAĞ ve DESTEK DOKULAR AMAÇLAR : -Bağ ve destek dokularının orijini, -Bağ ve kemik dokusunun ana komponentleri, birincil karekteristikleri ve görevlerinin öğrenilmesi, -Bağ ve kemik dokusu hücrelerinin ve liflerinin öğrenilmesi, -Kollagen sentezi ve kollagen yapımının tanımlanması, retikülin ve elastic liflerin öğrenilmesi, -Temel madde (ekstrasellüler matriks) ve doku sıvısının özellikleri, -Bağ dokularının, kemik dokularının çeşitleri ve onların histolojik preparatlarda tanınma kriterleri.
BAĞ ve DESTEK DOKULAR NEREDEN MEYDANA GELİR ? Erken embriyolojik gelişme sırasında ektoderm ve endoderm birbirinden ayrılır, ikisi arasında 3. germ yaprağı olan mezoderm oluşur. Bu mesoderm tabakasının hücrelerinden (ve bazı yerlerde kısmen nöyroektoderm’in katkısı ile) mezenşim adı verilen embryonik bağ dokusu meydana gelir (mesenchyme; meso: orta, ortasında, enchyme: birleşme, füzyon). İşte vücudumuzdaki tüm bağ ve destek dokular mezenşim adı verilen bu dokudan orijin alır. (ayrıca; kas dokusu da mezenşimaldir)
Buraya kadar öğrendiklerimizden, bağ ve destek dokuların iki önemli ortak özelliği ortaya çıkmaktadır ; 1.Mezenşim kökenlidirler, 2. Hücrelerarası maddeleri boldur (fundamental substans, temel madde).
BAĞ DOKUSU Vücudumuzda en çok bulunan dokulardandır. Mezodermden gelişen bağ dokusu embryolojik gelişim süresince diğer iki germ yaprağı üzerine (içine) çoğalarak organların şekillenmesini, onların stroma, kapsüla ve çevre örtülerinin oluşmasını sağlar.
Bağ dokusunun ana fonksiyonları: Diğer dokuları destekleme (stroma vasıtasıyla), Paketleme (organ kapsülleri vasıtasıyla), Bağlama ; epiteli kendisine( bazal membran vasıtasıyla), Bağlama; Kemiği kemiğe, kemiği kasa, kası kasa bağlama ( ligament, tendo ve aponöyrozlar vasıtasıyla). Organizmadaki doku kayıplarını önlemek ( repairing ). Besleme: Doku sıvısı aracılığıyla hem kendi hücrelerini hem de diğer dokuları besler. Vücut savunması: İçerdiği makrofajlar vasıtasıyla hücresel, plasma hücreleri vasıtasıyla humoral olarak vücut savunmasına iştirak eder. Yedek enerji deposu olarak görevi vardır (yağ dokusu).
A. Bağ dokusu hücreleri: Epitel dokusu hücreleri ile bağ dokusu hücreleri arasındaki önemli farklar: - Bağ dokusu hücreleri genellikle kutuplaşma göstermezler, yüzeylerinin her tarafından aktiftirler, - Bazal lamina üzerine oturmazlar, - Birbirlerine temas etmezler ( yetişkinlerde!!), - Sıkı bir birlik oluşturma, bir kitle oluşturma eğilimi göstermezler, birbirlerine karşı mesafelidirler, - Çoğu kez kendi salgıları içine gömülüdürler, - Bağ doku ara maddesini ve ipliklerini sentezlerler ve bu işlevi devam ettirirler, - Bağışıklık olaylarında rol oynarlar, - Ölü veya işe yaramayan maddeleri uzaklaştırırlar, - Uzun ömürlüdürler, sık mitoz göstermezler ( sık sık bölünmezler.
1. Mezenkim hücreleri: Embryonal hayatta mezodermin farklılaşması ile ortaya çıkan ilk bağ doku hücreleridir. Yıldız şekillidirler, sitoplazmalarındaki vimentin filamanları (10 nm çapında arafilamanlardandır, 54 kDa ) bu şekillerini korumalarını sağlar. Çok sayıda sitoplazmik uzantıları vardır. Çekirdekleri iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatiktir. Bu hücreler ileri derecede bölünme ve farklılaşma yeteneğine sahiptirler. Fötal hayatta bunların çoğalıp farklılaşmaları ile destek dokular ve kas dokusu meydana gelir.
Mezenkim hücrelerine olgun bağ dokularında da raslanır. Bilhassa gevşek bağ dokusunda kan damarları etrafında bulunduklarından bunlara perivasküler hücre, adventisyal hücre, perisit gibi adlar verilir( ayrıca bunlara; reserve hücre, multipotent hücre, pluripotent hücre diyenlerde vardır). Rutin preparatlarda bunları mikroskopta seçmek zordur, duruma göre düz kas hücresi veya endotel hücresi görünümündedir. İhtiyaç olduğunda endotel, düz kas veya başka bir mezenkimal hücreye farklanabilir.
2. Retikulum hücreleri: Şekil yönünden mezenkim hücrelerine çok benzerler. Onlar gibi yıldız şekillidir, sitoplazmik uzantıları vardır. Uzantılarıyla birbirlerine tutunup hücresel bir ağ (retikulum) oluştururlar. Çekirdekleri de iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatikdir. Dıştan retikulum iplikleri ile desteklenmişlerdir. Dalak, kemik iliği, lenf düğümleri, tonsiller, timus gibi kan yapan organların çatısını oluştururlar.
Timus’daki reticulum hücreleri, diğer yerdekilerin aksine, yutak endoderminden köken alır. Yani mezenşimal kökenli değildir ve bundan dolayı reticulum iplikleride sentezlemezler.
3. Fibroblastlar: Bağ dokusunda en çok bulunan hücrelerdir. Işık mikroskobunda iğ biçimli oval çekirdekli bir hücre olarak görünür. Düzensiz şekillidir, küçük sitoplazmik uzantıları vardır. Fibroblastlar bağ doku ara maddesini büyük oranda sentezleyen ve salgılayan hücrelerdir. Bağ dokudaki kollagen,elastik ve retikülin lifleri ile amorf kısmının glikozaminoglikan ve glikoproteinlerini sentezlerler ve salgılarlar.,
Erişkinlerin bağ dokularındaki fibroblastlar nadiren bölünürler Erişkinlerin bağ dokularındaki fibroblastlar nadiren bölünürler. Mitozlar sadece organizmanın yeni fibroblastlara ihtiyacı olduğu zaman (yaralanmalarda) gözlenir. Fibroblastlar iridir. Uzun iğ şeklindedirler, ökromatik çekirdekleri vardır, nucleolus belirgindir. Sitoplazmaları boldur. Protein salgılayan hücrelerin karekteristiği olan; iyi gelişmiş granüllü ER, iyi gelişmiş Golgi kompleksine , bazofilik sitoplazmaya sahiptir.
Yaralanan bölgelerin iyileşmesi sırasında, o bölgedeki fibroblastlar düz kas tellerine benzer özellikler kazandıklarından myofibroblast adını alırlar. Myofibroblast' lar bol ara madde ve iplik ön maddesi sentezleyip salgılayarak yara bölgenin kapanmasını sağlarlar ( granülasyon dokusu oluşumu; başlıca miyofibroblastlar ve bunların arasına filizlenmiş bol kapillar damarlar içerir).
Fibroblast hücrenin aktif halini tanımlar Fibroblast hücrenin aktif halini tanımlar. Aynı hücre işlevini bitirince inaktifleşir fibrosit'e dönüşür. Fibrosit az sitoplazmalıdır, organelce fakirdir, küçük yassı-oval heterokromatik çekirdeği vardır. İhtiyaç durumunda aktifleşip tekrar fibroblast'a dönüşebilir. Fibroblast’ların silüeti (sınırları) H&E boyamalarında pek iyi seçilemez. Demirli hematoksilen tespitleri daha iyi boya almalarını, dolayısıyla mikroskopta daha iyi seçilebilmelerini sağlayabilir.
4. Makrofaj' lar: Kemik iliğinde meydana gelen monositler dolaşıma geçip üç gün kadar damarlarda sirküle olduktan sonra kapillar damarlar yoluyla bağ dokuya geçerek (diyapedez ) makrofajlara dönüşürler. Kandan bağ dokuya yeni geçen monositlere histiyosit adı verilir. Bunlar inaktif olarak yaşamlarına bağ doku içinde devam ederler, vücuda yabancı maddelerle karşılaşınca aktifleşir makrofajlara dönüşür ve vücut savunmasında görev alırlar.
Kuvvetli fagositoz güçleri vardır. Makrofajlar; bir bölgedeki yabancı maddeleri yok etmekte yetersiz kalırlarsa birbirleriyle birleşip çok çekirdekli dev hücreler oluştururlar ( yabancı cisim dev hücresi: multinuclear giant cells). Ayrıca antijenlere karşı antikor yapımı için plasma hücrelerini uyarırlar. Monositler bölünmedikleri halde bunların farklılaşması ile oluşan makrofajlar mitozla bölünüp sayılarını artırabilirler. Ancak yinede fazla ihtiyaç duyulduğunda kandan gelen monositlerle takviye edilirler.
Mononukleer fagositik sistemin üyesi olup ve hepside monosit kökenli olan vücudun farklı bölgelerine dağılmış bulunan fagositoz yoluyla vücut savunmasına katılan bu hücreler bulundukları yere göre farklı şekiller gösterebilirler ve gerekli ve enerjilerini çok farklı yollarla sağlayabilirler. Bunlar bulundukları yerlere bağlı olarak şu isimlerle adlandırılırlar:
Bağ dokusunda: Makrofaj Karaciğer'de : Kupfer'in yıldız hücresi Akciğer'de : Alveoler makrofaj Dalak'ta : Sabit ya da serbest makrofaj Kemik iliği'nde: Makrofaj Kemik dokuda: Osteoklast Kıkırdak dokuda: Kondroklast Pleura'da: Pleural makrofaj Periton'da: Peritoneal makrofaj Sinir sistemi'nde: Mikrogliya Deride: Langerhans hücreleri
Lizozomlarındaki değişik türdeki hidrolitik enzimler yaşlı hücre, organel, toz gibi çeşitli maddeleri eritebilirse de bunların mikrop öldürücü etkileri yoktur. Makrofajlarda bu işi açığa çıkardıkları hidrojen peroksit yapar. Hücre tarafından açığa çıkarılan hidrojen peroksit mikropları içermekte olan heterofajik vakuollere geçer ve burada bulunan mikropları parçalayıp öldürür.
Bağ dokusu makrofajları vücuda dışardan giren yabancı ajanların fagositoz işlevinin yanısıra; (1) yaşlanan bağ doku liflerinin ve ekstrasellüler matriksin uzaklaştırılması ve yenilenmesi (turnover), (2) immunolojik yanıtlar için vücuda giren antijenlerin B lenfositlere sunulması ve (3) T lenfositler için çeşitli sitokinlerin üretilmesi (örneğin;yardımcı T lenfositleri aktivasyon için interlökin 1, tumor nekroz factor-∂) gibi üç önemli görev daha yapar.
Bağ doku makrofajları inaktif formda iken az cok fibroblastlara benzer. Aktive edilmiş makrofajlar; *interlökin-1, interlökin-6, *interferon, *eritropoietin, *fibroblast gelişme faktörü(FGF), makrofaj koloni sitimulan factor(M-CSF), *elastaz, kollagenaz, lizozim, prostaglandin, hidrojen peroksit gibi maddeler sentezler ve salgılarlar
5. Plasma hücreleri (plazmasit, immunosit): Plasma hücreleri B Lenfositlerin farklılaşması ile meydana gelirler. Antijenlere karşı bağışıklık maddeleri ( antikor) üretirler. Antikorlar (immunoglobunler) glikoprotein yapıdadır. Bu yüzden plasma hücreleri protein salgılayan hücrelere özgü organellerden zengindir. Sitoplazmaları boldur, iyi gelişmiş granüllü ER, yaygın bir Golgi kompleksine sahiptirler. Granüllü ER’le ilşkili birçok ribozom ve polizomlardan dolayı sitoplazma bazofiliktir.)
Çekirdeğe yakın açık renkli bir alan hafifce asidofiliktir ve Golgi aygıtını simgeler. Çekirdekleri yuvarlak şekilli ve eksentirik konumludur, çekirdekcik belirgindir. Kromatin maddesi çekirdek iç zarına aralıklarla yerleşmiş, ona bir araba tekerleği (veya saat kadranı) görünümü vermiştir.
Her plasma hücresi sadece bir tür antijene cevap verir. Bu nedenle her antijen türü için ayrı özellikte bir plasma hücresi farklılaşır. Vücuda giren yabanci mikroorganizmalar plasma hücreleri tarafından üretilip salgılanan kendilerine özel olan antikorlarla sarılarak kuşatılırlar, böylece makrofajlar tarafından fagosite edilmeye hazır hale getirilirler.Bu olaya opsonizasyon adı verilir.
6. Mastosit: Yağ hücrelerinden sonra bağ dokudaki en iri hücrelerdir (20-30 mikron). İsimlerinide bu özelliklerinden alırlar (mastosit = semiz, şişman hücre). Mast hücreleri kemik iliğindeki granül içermeyen öncü hücrelerden köken alır, gelişmesini ve olgunlaşmasını bağ dokusunda tamamlar.
Kan damarlarına yakın olarak bulunurlar. İri, yuvarlak veya ovalimsi şekilli hücrelerdir. Çekirdekleri küçük, açık renkli ve merkezi konumludur. Sitoplazmalarında mitokondriyum, bağımsız ribozomlar ve ER azdır. Golgi kompleksi oldukca iyi gelişmiştir. Sitoplazmada bol granül vardır. Granüllerin içeriği suda kolayca eridiğinden , mastosit demonstrasyonu yapılacak preparatları su içermeyen tespit solusyonlarında (örneğin; alkolde) tespit etmek gerekir.
Mast hücresi granülleri heparin, histamine, eozinofilik kemotaktik factor (ECF-A )ve diğer vazoaktif mediyatörlerin kaynağıdır. Bu maddeler salgılandığında kandaki monosit, nötrofil ve eozinofiller mast hücresi aktivasyon bölgesine (olay yerine) doğru yönlenirler.
Sülfatlı proteoglikanlardan olan heparin proteinlerin pıhtılaşmasını önler. Böylece bağ doku temel maddesinin koyulaşmadan, sol halinde kalmasını sağlar. Bu durum madde ve sıvı transportu için zorunludur. Ayrıca hareketli hücrelerin bir yerden bir yere gidebilmeleri için de önemlidir.
* Vücut boşlukları ve eklem boşluklarının ıslak ve kaygan kalabilmeleri de bu boşlukları çevreleyen seröz zarlarda ve eklem kapsüllerinde bulunan mastositler tarafından salgılanan heparin'in bu boşluklarda bulunan proteinlerin koagüle olmalarını önlemeleriyle mümkün olur.
Mastositlerde bulunan histamin'ler ise yerine göre damar genişletici (vazodilatatör) ya da daraltıcı (vazokonstruktör) ve kapillarlarda geçirgenliği artırıcı etkiler yapar. Mastositler kan hücrelerinden olan ve aynı maddeleri taşıyan bazofil granülositlerle (bunlar daha küçüktürler) karıştırılmamalıdır. Mastositlerin ve bazofillerin granülleri metakromazi gösterir.
Bazofil granülositler kemik iliği kökenlidirler, kemik iliğinde gelişme ve olgunlaşmalarını tamamladıktan sonra dolaşıma geçerler. Mast hücrelerini oluşturacak hücreler de kemik iliği kökenlidirler ancak buradan kan yoluyla bağ dokulara geçerek gelişme ve farklılaşmalarını bağ dokusu içinde tamamlarlar. Mastositler gerektiğinde mitozla çoğalabilirler. Bazen bağ dokusundaki mezenkim hücreleri hatta fibroblastlar mastosit yönünde farklılaşabilirler.
Mastositlerin stoplazmik granülleri toluidin mavisi, metilen mavisi, tiyonin gibi bazik boyalarla boyandıklarında; bu boyaların renginden (mavi) farklı olarak mor-kırmızı renkte boyanırlar. Bu olgu metakromazi adını alır.
Mastosit / Plazma hücresi / akut allerji / anafilaksi ilişkisi: Mastositlerin hücre membranlarında plasma hücreleri tarafından salgılanan immunoglobulinler( İgE) için özel reseptörler vardır. Antijen ilk kez vücuda girdiğinde plazma hücreleri o antijene özgü IgE (antikor) üretir → bu IgE’ler mastositlerin yüzey reseptörlerine bağlanırlar.
Aynı antijen vücuda tekrar girdiğinde (aylar,yıllar sonra) doğrudan mastosit yüzeyindeki bu IgE’lere bağlanırlar ve antijen-antikor reaksiyonu sonunda aşırı duyarlılık (allerji) veya daha şiddetli olan anafilaksi semptomları meydana çıkabilir. Bu olay kısaca şöyle olur:
- Bu reaksiyonun gerçekleşmesi 1-2 dakika sürer ; antijen-antikora bağlanınca mastosit membranının geçirgenliği değişir → hücre içi depo bölgelerinden Calsiyum iyonları salgılanır → mastosit granüllerini saran membran hücre membranı ile birleşir ve içerikleri hücre dışına boşaltılır (degranülasyon) → böylece aşırı duyarlılık (allerjik reaksiyon) şekillenmiş olur .
→ başta histamin olmak üzere hücre dışına salgılanan çeşitli vasoaktif mediyatörler → kapillarların genişlemesine → endotel geçirgenliğinin artmasına → buna bağlı olarak kan plazmasının damar dışına çıkmasına, doku sıvısı artışına neden olur → ödem şekillenir , kan basıncı düşer
Farkına varılmazsa ölümle sonuçlanan durumlar ortaya çıkabilir. Örnek: 1.Astım (asthma) anında histamin salınımına bağlı olarak bronşial bezler ve goblet hücrelerinin aşırı salgı yapması ve bronş düz kaslarının kasılması sonucu solunum güçlüğü ortaya çıkar, 2. Derinin dermisindeki mastositlerin salgıladığı lökotrienlere bağlı olarak damar geçirgenliğinin artışı sonucu geçici ürtiker şekillenmesi.
Yine mastositler tarafından salgılanan anafilaksinin eozinofil kemotaktik factorü (ECF-A) eozinofil granülositleri uyararak bu bölgelere göç etmelerini sağlar. Eozinofil granülositler histamine ve diğer vazoaktif maddeleri ortadan kaldırarak olayın şiddetini azaltmaya çalışırlar.
7. Liposit (adiposit): Lipositler (adipositler, adeps: L.,yağ) bağ dokusundaki en iri hücrelerdir ( 50-150 mikron). Duruma göre mezenkim hücrelerinden, retikulum hücrelerinden ya da fibroblastlardan meydana gelebilirler. Yuvarlak şekillidirler, çekirdekleri yassılmış ve bir kenara itilmiştir. Golgi ve ER'dan fakir, buna karşın mitokondriyonlardan yana zengindirler.
Mezenkim hücrelerinin yağ hücrelerine dönüşmesi durumunda; çoğalan mezenkim hücreleri uzantılarını kaybederek yuvarlaklaşır lipoblast’lara dönüşürler. Lipoblast’larda çoğalarak ya univakuoler yağ hücresine ya da multivakuoler yağ hücresine dönüşürler. Univakuoler yağ hücreleri iridirler, sitoplazmada tek bir yağ damlası vardır, çekirdek yassılmış ve bir kenara sıkışmıştır, beyaz yağ dokusunu yaparlar.
Multivakuoler yağ hücreleri ise küçüktürler , çekirdek merkezi konumludur etrafında bir çok yağ damlacığı bulunur, esmer yağ dokusunu oluştururlar. Multivakuoler lipositler, bunlara esmer rengi kazandıran, sitokrom oksidaz emziminden zengindir.
Liposit'ler yağ sentezlemezler Liposit'ler yağ sentezlemezler. Barsaklardan lenf yoluyla alınan yağ asitlerini , karaciğerde sentezlenen yağlı maddeleri nötür yağlar diye bilinen gliserin esterlerine dönüştürerek depo ederler. Organizmada yağa gereksinim olduğunda sitoplazmasında bulunan enzimler (lipazlar) bu nötür yağları yağ asitlerine tekrar parçalar, yağ asitleride genellikle albumin grubu proteinlere bağlanarak (lipoprotein ) hücreden ayrılır, dolaşıma geçer.
8. Melanosit'ler: Nöyroektoderm’den gelişen krista nöyralis orijinli olan bu hücreler her çeşit bağ dokusunda bulunmazlar. Derinin dermis katında ve epidermisin stratum bazale tabakası içinde, gözün orta tabakasında, merkezi sinir sistemi zarlarından piyamater’de bulunurlar. Bunlar hipofiz orta lobu (pars intermedia) tarafından salgılanan intermedin (melanosit sitimülan hormone=MSH) hormonu kontrolu altında melanin adı verilen bir pigment yaparlar.
Melanositler, fibroblastlar gibi, hatta onlarınkinden daha kalın ve uzun sitoplazmik uzantılara sahiptirler. Sitoplazmaları boyanmadan da gözlenebilen melanin granülleri ile doludur. Bu pigment bulundukları yerlerdeki doku ve organları ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerine karşı korur. Melanositlerde üretilen melanin pigmenti diğer hücreler tarafından alınıp (bilhasa epidermis hücreleri) depo edilebilir. Yaşlanan melanositleri fagosite eden makrofajlar da melanosit görünümü kazanırlar, bu tür makrofajlara melanofor adı verilir.
Bağ doku melanositleri gelişmekte olan epidermis hücreleri içine invaze olurlar ve onlar arasında yaşamlarını sürdürürler. Ürettikleri melanin pigmenti epidermis hücreleri tarafından emilir. Melanositlerin yaşam süreleri epidermis hücrelerininkinden oldukca uzundur.
Melanin ön maddesi tirozinaz enzimi etkisiyle tirozinin ve DOPA (3,4-dihidroksifenilalanin) oksidasyonu sonucunda üretilip, Golgi’den ayrılan membranlarla çevrilir, buna premelanozom adı verilir. Bunlar olgunlaştıktan sonra melanositin sitoplazmik uzantıları içindeki olgun melanin granülleri olan melanozomlar içinde birikir. Buradan ortama salınan ve çözünmeyen melanin granülleri keratinositler tarafından alınır. Albinizm melanositlerin melanin pigmenti üretememesinden kaynaklanır.
9. Bağ dokusunda bulunan kan hücreleri: Kan hücreleri bağ dokusuna belirli amaçlar için geçerler, her zaman bulunmazlar. Bunların ayrıntılı yapısal ve fonksiyonel özellikleri kan doku'da ( dolaşım komitesinde) işlenecektir. - Lenfositler; en çok sindirim , solunum yolları, meme bağ dokusu içinde raslanırlar. B ve T olmak üzere iki tipi vardır, yangısal olaylarda ve vücut savunmasında görev alırlar. -Monosit'ler; yangısal olaylarda çok raslanır, makrofajlara dönüşerek yabancı ajanlarla savaşır. -Nötrofil granülosit'ler; Bakteriyel enfeksiyonlarda yangılı bölgelere göçerek savaşırlar. -Eozinofil granülosit'ler; Allerjiye yol açan bazı paraziter hastalıklarda bağdokuya geçerler. Antikor-antijen komplekslerini fagosite ettikleri sanılmaktadır.
B. Fundamental substans (ekstrasellüler matriks=ECM): Bağ dokusunun hücrelerarası maddesi hücrelere oranla hacimce daha çok olduğundan fundamental substanlı ( hücrelerarası maddesi bol anlamında!!) bir doku olarak tanımlanır. Yani diğer dokulardan (epitel, kas, sinir) farklı olarak, bağ dokusunun ana bileşeni ECM’ dir. Bu ECM; şekilsiz bir temel madde, doku sıvısı ve çeşitli liflerden (kollagen, retikülin, elastik) oluşur. Fundamental substans (ECM) bağ dokusunun ana fonksiyonu olan homostazis’in yapıldığı yer olarak da tanımlanabilir.
Temel madde; hücrelerin yüzeyindeki reseptör proteinlerine ( integrinler) ve diğer matriks bileşenlerine bağlanarak matriksin dayanıklılığı ve sertliğine katkıda bulunan anyonik makromoleküller ( glikozaminoglikanlar ve proteoglikanlar) ve çoklu yapışkan glikoproteinlerden ( laminin , fibronektin ve başkaları ) oluşan yüksek düzeyde su sever (hidrofilik) akışkan bir komplekstir . Bu moleküller yapısal işlevlerinin yanısıra, hücre çoğalmasını ve farklılaşmasını kontrol eden hormonlara yönelik bir depo oluşturmak gibi, başka önemli biyolojik işlevleri de gerçekleştirir ( Junqueiera 2006, s:95).
Bağ dokusunun besleyici ,destekleyici ve bağlayıcı fonksiyonları fundamental substansı tarafından yerine getirilir. Fundamental substans hücreler ile kan arasında madde alış verişinin yapıldığı bir ortamdır aynı zamanda. Bağ doku fundamental substansını(ECM); I. Amorf ( şekilsiz temel madde) ve II. Fibröz ( bağ doku iplikleri) kısım olmak üzere ikiye ayırarak incelemek konuyu daha anlaşılır kılar:
Fundamental substansın amorf ( heparin hariç) ve fibröz kısmı büyük ölçüde fibroblastlar tarafından yapılır. Embriyonal bağ dokularında ise bunlar mezenkim hücreleri tarafından yapılır.
I. Fundamental substans'ın amorf (şekilsiz) kısmı: Bütün bağ doku türlerinde bağ doku hücreleri ve iplikleri strüktür göstermeyen, kolloidal özellikte, renksiz, şeffaf bir maddeler kompleksi içine yataklanmışlardır, ki bu madde bağ doku fundamental substansının amorf kısmını oluşturur. Bu amorf kısım başlıca şu üç grup maddeden oluşur: a. Glikozaminoglikanlar (asit mukopolisakkaridler) b. Glikoproteinler c. Doku sıvısı
a.Glikozaminoglikanlar (asit mukopolisakkaridler): Glikozaminoglikanların (GAG) her molekülü hidrofiliktir. Amorf maddedeki suyun tamamı bunlara bağlıdır. Bu nedenle ayağa kalkdığımızda bağ dokudaki su aşağıya doğru akmaz. Aynı nedenden dolayı bağdokunun suyunu enjektörle aspire etmek mümkün değildir. Bağ doku amorf maddesinin sol halinde bulunması hücre ve diğer dokuların beslenmesinin yanısıra bağ doku hücrelerinin hareketleri için de zorunludur.
GAG’lar ; 1.Sülfatsız ve 2. Sülfatlı GAG’lar olarak iki gruba ayrılırlar : 1.Sülfatsız GAG : (turn-over’ları 2-4 gündür) -Hyaluron asiti: Fibroblastlar tarafından salgılanır, amorf maddenin sol-gel durumunu ayarlar. ( not: hyaluronidaz üretebilen bazı bakteriler bağ doku viskozitesini azaltarak daha hızlı yayılma etkisine sahiptirler.
2. Sülfatlı GAG (bunlara proteoglikanlar adı da verilir): turn-over’ları 7-10 gündür) Bunlar bağ doku ipliklerinin organizasyonunda görev alırlar. Belirgin bir osmotic basınca ve dolayısıyla çok yüksek şişme kapasitesine sahiptirler. Bunlardan önemlileri ve işlevleri şunlardır;
-Dermatan sülfat: Çeşitli bağ dokularında (dermis, tendon, ligament, fibröz kıkırdak) kollagen ipliklerin (I. tip kollagen) organizasyonunda görev yaparlar. -Heparan sülfat: Retikülin ipliklerinin ( III. tip kollagen ) organizasyonunda görev yaparlar (dalak, hepar, lenf nodları). -Kondriotin sülfat: Hyalin ve elastik kıkırdakta kollagen (tip II kollagen) ve elastik ipliklerin organizasyonunda görev yapar. - Keratan sülfat : Kornea’da bulunur, tip VI ve tip VIII kollagen liflerle ilgilidir.
b. Glikoproteinler: Çeşitli bağ ve destek dokuların amorf maddesinde yerine göre bulunan başlıca glikoproteinler şunlardır: - Fibronektin: Bağ dokuda fibroblastlar tarafından salgılanır, bağ doku hücrelerini kollagen ipliklere bağlar. - Kondronektin: Kıkırdak dokuda kondroblastlar tarafından salgılanır, kıkırdak hücrelerini kollagen ipliklere bağlar.
- Osteonektin: Kemik dokuda osteoblastlar tarafından salgılanır, kemik hücrelerini kollagen ipliklere bağlar. - Laminin: Epitel hücreleri tarafından salgılanır, epitel hücrelerini bazal membrandaki retikülin ipliklerine bağlar. - Entaktin: Bazal membranda bulunur, laminini tip IV kollagene bağlar. - Trombospontin : Deri, kas ve kan damarlarında bulunur, bulunduğu yere gore fibroblast, düz kas ve endotel hücreleri tarafından salgılanır.
c. Doku sıvısı: Bağ doku amorf kısmının bir miktarını da doku sıvısı adı verilen, kan plazmasına benzeyen bir sıvı oluşturur. Kapillar damarlardan amorf madde içine geçen besin maddeleri, hormonlar ve iyonları içeren sıvıdır. Doku ve hücrelerin beslenmesine, ayrıca amorf maddenin sol-gel durumunun ayarlanmasına yardım eder.
Bu sıvı aynı zamanda doku ve hücrelerde oluşan metabolik artıkların uzaklaştırılmasını da sağlar. Metabolik artıklar doku sıvısı vasıtasıyla tekrar kapillarlara aktarılır ve bu yolla , vücuttan atılmak üzere, karaciğer, böbrek gibi organlara ulaştırılır.
Doku sıvısı statik bir sıvı değildir. Devamlı olarak yenilenir Doku sıvısı statik bir sıvı değildir. Devamlı olarak yenilenir. Patolojik etkiler altında doku sıvısında artış olursa ödem şekillenir. (Doku sıvısının şekillenmesi ve drenajı: Doku sıvısının kaynağı kapillar damarlardır. Kapillar içindeki sıvıya etki eden iki kuvvet vardır; 1. kalbin pompalayıcı etkisine bağlı olan hidrostatik basınc ve 2. damar dışı sıvının tekrar emilimini sağlayan, kan plazmasındaki proteinlerden kaynaklanan kolloidal ozmotik basınc.
Kapillarların arteriel ucunda hidrostatik basınç ozmotik basınçtan daha yüksek olduğu için, normal olarak su , iyonlar ve küçük molekül ağırlıklı maddeler dışarı çıkarak doku sıvısını oluştururlar. Kapillerlerin venöz yarımlarında ise hidrostatik basınç düşük buna karşın colloidal ozmotik basınç yüksek olduğundan doku sıvısı tekrar damar içine çekilir. Geri emilen su miktarı çıkandan daha azdır, geri kalan su ve diğer bazı maddeler ise lenf kapillarları yoluyla tekrar dolaşıma döner. Normal olarak çıkan ve geri dönen su ve diğer maddeler arasında denge mevcuttur.
II. Fundamental substans'ın fibröz kısmı: Bağ doku fundamental substansının fibröz kısmını fibroblastlar tarafından salgılanan başlıca kollagen ve elastin adlı proteinlerden oluşan lifler teşkil eder. Elektron mikroskopik yapıları ve boyanma özellikleri dikkate alındığında ; kollagen, retikülin ve elastik iplikler olmak üzere üç çeşittir. Kollagen ne retikülin ipliklerinin her ikiside tropokollagen adı verilen proteinden yapılır, oluşan iplik demetleri 50 nm den daha küçük çaplıysa retikülin iplikleri, 50 nm den büyük çaplıysa kollagen iplikler olarak adlanırlar.
a. Kollagen iplikler: Kollagen iplikler bağ dokusundan başka kıkırdak ve kemik dokusunda da bulunurlar. Bağ dokusunda fibroblastlar, kıkırdak dokusunda kondroblastlar, kemik dokusunda osteoblastlar ve dişte odontoblastlar tarafından sentezlenirler. Ayrıca arter duvarında, solunum- sindrim yollarında ve uterusta bulunan düz kas hücrelerinin tip I ve tip III kollagen sentezleyebilirler. Epitel hücrelerinin de tip IV kollagen sentezledikleri bildirilmektedir.
Kollagen vücutta en çok bulunan proteinlerden (glikoprotein) biridir Kollagen vücutta en çok bulunan proteinlerden (glikoprotein) biridir. Dokularda en az 12 farklı formda kollagen bulunduğu bildirilmekte ise de , bugün için özellikleri açıkca tanımlanmış 5 tip kollagen maddesi bilinmektedir. Bunların hepsininde ana ögesi tropokollagen adlı maddedir.
Kollagenez = kollagen sentezi: - Kollagen sentezleyen hücreler: En önemlileri ; fibroblastlar, kondroblastlar, osteoblastlar. - Kollagen sentezıyle ilgili en çok kullanılan amino asitler: glisin, prolin, aspartic acid, hidroksiprolin, hidroksilizin, arginin, leucine. Sentezde kullanılan amino asit çeşitine bağlı olarak farklı tiplerde kollagenler ortaya çıkar.
- İlgili hücre poliribozom’larında bir araya getirilen adı geçen amino asitler preprokollagen molekülleri halinde birleştirilir ve gER içine enjekte edilirler. Preprokollagen üçlü sarmal halindedir ve uçlarından işaretleyici peptidlerle sabitlenmişlerdir.
- gER içinde preprokollegen’in işaretleyici uçları koparılıp ayrılır ve prokollagen’e dönüştürülür. Ayrıca bunlara burada karbonhidratlarda eklenir. - Prokollagen gER + Golgi içinde , prolin hidroksilaz ve lizin hidroksilaz enzimlerinin etkisiyle hidroksilasyon ve glikolizasyon işlemlerinden geçirilir (bu işlemler için kofaktör olarak askorbik asit (Vit. C) gerekir, yetersiz yara iyileşmeleri C vitamini eksikliği ile oluşan iskorbitin özelliğidir). Bu işlemler prokollagen’in hücre içinde polymerize olmasını önler.
- Prokollagen Golgi’den hücre dışı ortama verilir - Prokollagen Golgi’den hücre dışı ortama verilir. Matriks içindeki prokollagen peptidaz adlı özel enzimler ; prokollagen’in polymerize olmasını önleyen peptidleri ( registrasyon peptidleri) ortadan kaldırır. Bu değiştirilmiş protein tropokollagen adını alır ve polymerize olarak iplikcik’lere dönüşür. İplikcikler de birbirleriyle birleşerek iplik’leri oluşturur.
Fibroblastlarda sentezlenip ara madde olarak salgılanan tropokollagen molekülleri Tip I, Tip II, Tip III kollagenlerde özel bir tertiplenmeyle mikroiplikcikler oluştururlarken , Tip IV ve Tip V kollagenlerde özel bir tertiplenme göstermeksizin ipliksel makromoleküller halinde kalırlar. Bu özel tertiplenme durumundan dolayı mikroiplikcikler enine bantlaşma gösterirler, bu nedenle mikroiplikciklerin birleşmesi ile oluşan fibriller ( Tip I, Tip II, Tip III) enine bantlaşma gösterirler, buna karşın Tip IV ve Tip V kollagenden oluşan fibriller enine bantlaşma göstermezler.
Bu 5 tip kollagen ipliğin özellikleri şöyle sıralanabilir: - Tip I kollagen: Dermis, kemik, diş, tendo, ligament, fibröz kıkırdak ve organ kapsüllerinde bulunur. Yerine göre iplikler halinde veya demetler teşkil etmiş olabilir. Her iplik farklı sayıda iplikcikten oluşur, iplikler de birleşerek demetler ( bantlar) yaparlar. Tip I kollagen iplik demetleri 1-20 mikron çapında olabilir, uzunlukları ise farklıdır. Demetler birbirleriyle anastomozlaşabilir, enine bantlaşma gösterirler.
- Tip II kollagen: Hyalin ve elastik kıkırdakta, nucleus pulposus'ta, vitreus humor'da bulunur. Küçük çaplı iplikcik bantları oluştururlar, demetleşme göstermezler. İplikcikler enine bantlaşma gösterirler. - Tip III kollagen: Fötal deri, bazal membranlar, düz kas dokusu, yara iyileşme yerleri ve kemik iliği, dalak , lenf düğümleri gibi organların stromasında bulunur. Küçük çaplı bantlar yaparlar, büyük demetler yapmazlar. Bu tür kollagene aynı zamanda retikülin iplikleri de denir.
- Tip IV kollagen: Bazal membranın bazal lamina katında bulunur - Tip IV kollagen: Bazal membranın bazal lamina katında bulunur. Unpolimerize veya hafifce polimerize tropokollagen moleküllerinden oluşur. Sadece birkaç veya hiç iplikcik oluşur, iplik oluşmaz, enine bantlaşma göstermez. - Tip V kollagen: Sadece plasenta'daki bazal membranlarda bulunur. Bazal membranı alttaki stromaya bağlayan çapa iplikciklerini yaparlar. Enine bantlaşma göstermez. Diğer kollagenler;
Tip VI kollagen: Böbrek, karaciğer, uterus bağ dokusu, göz korneasında bulunmuştur. Tip VII kollagen: Deride, dermis-epidermis birleşme yerinde bulunduğu, tip I ve tip III kollagenler etrafında ilmek oluşturduğu bildirilmektedir. Tip VIII kollagen: Aortun endotel hücreleri tarafından salgılandığı (endotelyal kollagen) , kornea epitelinin bazal laminasını oluşturduğu bildirilmektedir. Tip IX , Tip X ve Tip XI kollagen : Kıkırdakta bulunduğu bildirilmektedir. Tip XII kollagen: Dokulardaki dağılım ve fonksiyonları henüz aydınlatılmamıştır.
Kollagen iplikler esnek değildir Kollagen iplikler esnek değildir. Mekanik basınç ve çekilmeler etkisiyle uzamaz ve bu tür etkilere karşı büyük direnç gösterir. Buna karşılık eğilip bükülebilme özelliği gösterirler. Kaynatılınca eriyip jelatin denen maddeye dönüşürler.
b. Retikülin iplikleri: Bu tür bağ dokusu iplikleri Tip III kollagenden yapılmışlardır. İncedirler, 0.5-2 mikron çapındadırlar, yerine göre anastomozlaşarak ağ oluştururlar. Organ duvarlarındaki düz kaslar etrafında, kan yapan organların stromasında, bazal membranlarda bol bulunurlar. Embryogenez sırasında ve yara iyişeşmesi sırasında çoğu bağ dokuları bol miktarda retikulum ipliği içerir, daha sonra bunların yerini Tip I kollagen alır. Retikulum iplikleri gümüş boyaları ile iyi boyandıkları için arjirofil iplikleri (gümüş seven iplikler) adını da alırlar.
c. Elastik iplikler: Organizmada en az bulunan bağ doku ipliği türüdür. Elastik iplikler ; elastic lif sisteminin ( oksitalan + elaunin + elastic) en yaygın bileşenidir. Elastik kıkırdak, bazı ligamentler, elastik arterler ve akciğerlerde bol bulunurlar. Genelde 1-4 mikron çapındadırlar. Birbirleriyle anastomozlaşarak ağlar veya membranlar yapabilirler. Ayrıca dallanmadan birbirine paralel demetler oluşturabilirler (ligamentlerde). İleri derecede uzayabilirler.
Elastik iplikler elastin adı verilen proteinden yapılmışlardır Elastik iplikler elastin adı verilen proteinden yapılmışlardır. Elastin'in öncüsü olan proelastin büyük ölçüde fibroblastlar, ikinci derecede ise düz kas hücreleri tarafından sentezlenir ve salgılanırlar. Bu madde hüceden dışarı verilince polimerize olur ve iplik şeklini alır.
Elastik liflerin sentezi: Elastik lifler fibroblastlar (deri ve tendonlarda), kondroblastlar ( kulak kepçesi, epiglottis, larinks, solunum yollarında) ve düz kas hücreleri ( aorta ve büyük damarlarda) tarafından sentezlenir.
Elastik lif sistemi’nin yapıları peşpeşe üç evrede gerçekleşir: Birinci evrede; fibrilin adı verilen büyük moleküllü madde başta olmak üzere çeşitli glikoproteinlerin oluşturduğu 10 nm lik mikrolifcik demetlerinden oksitalan lifleri ortaya çıkar. Oksitalan lifler gözün zonula liflerinde ve dermiste elastic sistemi bazal laminaya bağladığı bölgede bulunur. Oksitalan lifler elastic değildir, çekmelere karşı dirençlidir. İkinci evrede; Oksitalan mikro lifcikleri arasına elastin adlı protein düzensiz olarak birikerek elaunin lifleri’ni oluşturur. Bunlar dermisteki ter bezlerinin çevresinde bulunur.
Üçüncü aşamada ; elaunin lifleri etrafına elastin proteininin lifin ortasını iyice dolduruncaya kadar birikmesiyle elastik lifler ortaya çıkar. Elastin ön maddesi olan proelastin küre biçimli (70 kDa) bir moleküldür. Elastik liflerin yapısına glisin ve prolin amino asitleri bolca girer, ayrıca iki önemli amino asit dezmozin ve izodezmozin de içerir. Bu amino asitler (dezmozin ve izodezmozin) olgun elastic liflerin çapraz bağlanmalarını, lastik bandlar gibi gerilmelerini ve geri çekilmelerini mümkün kılar.
Yapıya daha az oranda iştirak eden diğer amino asitlerde vardır Yapıya daha az oranda iştirak eden diğer amino asitlerde vardır. Bu maddeler poliribozom, gER ve Golgi üçgeninde ; proelastin → tropoelastin → elastin olarak sentezlenir. Golgi’den ayrılarak matrikse geçen elastin polymerize olarak elastic iplikciklere dönüşür
BAĞ ve DESTEK DOKUSU TİPLERİ: Vücudumuzun değişik yerlerinde, yerel fonksiyona uygunluk kazanmış , farklı görünüm, yapı ve kıvamda bağ ve destek dokuları bulunur. Farklılık yukarıda açıkladığımız bağ dokusu hücrelerinin, ipliklerinin ve amorf maddesinin bağ dokulardaki miktar ve organizasyonundan ileri gelir. Bu ölçülere göre bağ dokuları aşağıdaki gibi sınıflandırılır:
BAĞ ve DESTEK DOKULAR A. Embryonal bağ dokular B. Olgun bağ dokular C. Özelleşmiş bağ dokular 1. Mezenkim dokusu 1. Gevşek bağ dokusu 1. Kıkırdak dokusu 2. Müköz bağ dokusu 2. Sıkı (kompakt) bağ dokusu 2. Kemik dokusu - düzenli 3. Kan dokusu - düzensiz 3. Retiküler bağ dokusu 4. Yağ dokusu
A. Embriyonal bağ dokular: 1. Mezenkim dokusu: Embryonal dönemde ve fötal dönemin ilk yarısında bulunur. Doku; mezenkim hücreleri ile bunların arasını dolduran amorf fundamental substansdan ibarettir. Bu doku bundan sonraki gelişmelerle tüm destek dokularına orijin verir.
2. Müköz bağ dokusu: Mezenkim dokusunun biraz daha gelişmiş şeklidir. Olgun bağ dokuları ile mezenkim dokusu arasında geçiş tipidir. Hücreleri mezenkim hücrelerine benzer ancak biraz fibroblast özelliği kazanmıştır. Amorf ara madde içinde tek tük kollagen lifler de bulunur. Müköz bağ dokusu fötal dönemin ikinci yarısında bulunur.
Dokuda ağırlıklı unsur hyaluronik asitten oluşan bol miktardaki şekilsiz ara maddedir. Müköz bağ dokunun en tipik örneği göbek kordonundaki Wharton peltesi‘dir ( bol proteoglikanlar içerir, bundan dolayı belirgin bir osmotic basınca ve dolayısıyla çok yüksek şişme kapasitesine sahiptirler. Bu özellikleri dokuyu sıkıştırmalara karşı dirençli kılar.. Bu nedenle fetus-anne arasındaki sıvı, gaz ve besin trafiğini sağlayan göbek bağının damarları müköz bir bağ dokusuyla sarılarak güvenceye alınmıştır).
Ayrıca erişkinlerdeki genç diş pulpası da müköz bağ dokusu özelliğindedir. Müköz bağ dokusu damar ve sinirlerden de zengindir. Temel maddesi içinde makrofajlar ve lenfositler de bulunabilir.
B. Olgun bağ dokular: 1. Gevşek bağ dokusu (areolar bağ dokusu): Vücutta bulunan en yaygın bağ doku tipidir. En çok fibroblast ve makrofajlar olmak üzere, retikulum hücreleri dışında, tüm bağ dokusu hücrelerini içerirler. Her üç iplik türü de bulunur, iplikler gevşek düzenlenmiştir. Bol miktarda doku sıvısı göletleri içerir. Areolar bağ dokusu adı da verilir. Organizmanın su metabolizmasında önemli yer tutar. İleri derecede rejenerasyon kabiliyeti vardır.
Gevşek bağ dokusunun bulunduğu yerler: Derinin stratum papillare'si, derialtı bağ dokusu(subcutis), kas ve sinir telleri arası ( endomizyum ve endonöyrium), tubuler iç organların lamina propriya ve submukoza katmanları, bezlerin çevresinde gevşek bağ dokusu bulunur.
Gevşek bağ dokusu vücudumuzda bulunduğu yere bağlı olarak organdan organa az çok farklılıklara sahip olabilirler. Buna göre: -hakiki gevşek bağ dokusu, -membranöz bağ dokusu, -örgümsü bağ dokusu, -trabeküler bağ dokusu olarak ayrılabilir.
Hakiki gevşek bağ dokusu; kas demetlerinin, damar ve sinirlerin çevresinde, bezlerin lob ve lobcukları arasında interstisyumu oluşturur, Özellikle onduleli kollagen lif demetleri ve çok az elastik lifler, en çok fibroblastlar olmak üzere tüm bağ doku hücreleri bulunabilir.
Bu doku faydalı maddeleri organlara taşırken zararlı maddelerin de uzaklaştırılmasında hizmet görür ( çünkü doku sıvısı göletleri boldur), Yağ dokusuyla birlikte vücudun su dengesini de sağlar, Vücuda giren yabancı maddeler etrafında granulasyon dokusu oluşturarak organizmayı korur. Hasarlanan yerlerde genç granulasyon dokusu oluşturarak onarım sağlar.
Hakiki gevşek bağ dokusunun özel bir tipi de ovaryum stromasında ve endometrium'un lamina propriyasın'da bulunur, Çok sayıda hücre ve retikülin lifleri içeren bu doku daha çok embryonal bir blastem özelliğinde olup ileri derecede histogen (yeni doku oluşturma ) yeteneğe sahiptir, Buradaki hücreler ovaryum follikülleri etrafında teka hücrelerine, uterusta ise Decidua hücrelerine farklılaşmağa daima hazır bir durumdadırlar.
Membranöz bağ dokusu; pleura, periton, pericardium, mezenterium da bulunur. Her yönde çaprazlaşan kollagen fibril demetlerinin yüzeyel olarak yayılmasından oluşmuştur. Omentum majus'ta bu kollagen fibriller geniş aralıklı bir doku oluşturarak "areolar bağ dokusu"nu yaparlar.
Örgümsü bağ dokusu: onduleli seyreden oldukca kalın kollagen lif demetleri, az sayıda elastik lif ağları arasında yerleşmiş az sayıda hücre içerirler. Hücre sayısı damar ve sinirler etrafında biraz artmıştır. Bu tip doku dermis'in stratum retikülare'sinde ve bazı mukozaların lamina propriyasında bulunur.
Trabeküler bağ dokusu; areolar bağ dokusuna benzerlik gösterir, sadece burada tek birkollagen fibril demetinden kurulu bağ dokusu trabekülleri vardır. Bu trabeküller sirküler seyirli elastik lifler ile sarılmıştır. Bu dokuda az sayıda fibrosit görülür. Beyin zarlarından arachnoid bu yapıdadır.
2. Sıkı ( kompakt, tıkız ) bağ dokusu: Sıkı bağ dokusu mekanik çekimlerin çok olduğu yerlerde bulunur, Hücrelerden ziyade daha çok lifler içerir. Kollagen lif demetleri çok ve sıktırlar, Dolayısıyla içinde küçük kan damarları azdır, bu nedenle metabolizması da yavaştır.
Gevşek bağ dokusu hücrelerden zengin iken sıkı bağ dokuda hücre azdır, dokuya hakim olan unsur fundamental substansın fibröz yapılarıdır, Sıkı bağ dokusu Dokuya hakim olan ipliklerin seyir durumuna göre aşağıdaki gibi tiplere ayrılır:
a. Düzensiz sıkı bağ dokusu: - Kollagen iplikler hakimdir, değişik yönlerde seyrederek bir keçe örgüsü görünümü kazanmıştır. Arada elastik ipliklere de raslanır. Bulunduğu yerler: organ kapsülleri , trabeküla ve septumları, kemik, kıkırdak zarları, duramater ve en önemlisi derinin dermis tabakası.
b. Düzenli sıkı bağ dokusu: Bağ doku iplikleri dokuya etki yapan güce göre; paralel (tendo ve ligamentler), dikey ( dişlerin periodontium'ları) ya da hem paralel hem dikey (kasların fasiya ve aponöyrozları) seyrederler ve sıkı şekilde birbirlerine sokularak demetler yaparlar.
Düzenli sıkı bağ dokusu ayrıca içerdiği ipliklerin türüne göre de şöyle ayrılırlar: Kolllagen türdeki düzenli sıkı bağ dokular: Tendo, ligamentler, fasiya ve aponöyrozlar, Elastik türdeki düzenli sıkı bağ dokular: Elastik ligamentler, elastik membranlar, elastik arterlerin tunika mediyası.
3. Retiküler bağ dokusu: Hücreden zengin bir dokudur. Retikulum hücreleri ve bunları dıştan destekleyen retikulum ipliklerinden oluşur. Bu dokuda, retikulum hücreleri sıvı ve hücre geçişine izin veren ince , üç boyutlu bir ağ örgüsü (süngersi bir yapı !!) oluşturmuştur. Bu ağ örgüsünün boşluklarında değişik gelişme aşamalarında bulunan kan hücreleri bulunur. Hücreler arasındaki şekilsiz temel madde gevşek bağ dokusundaki kadar bol değildir.
Retiküler bağ dokusu lenfoid-immun system ve hematopoietik organların çatısını oluşturur (lenf nodları, tonsiller, dalak, kırmızı kemik iliği ). Bu çatı içinde kollagen ve elastik iplikler bulunmaz, bu iplikler sadece organı saran kapsüla ve ondan ayrılan trabeküller içinde gözlenirler.
4. Yağ dokusu ( adipöz doku ): - Yağ hücrelerinin hakim olduğu özel bir bağ dokusu tipidir. Vücudun yedek enerji deposu durumundadır. Vücut ağırlığının bayanlarda %20-25'i, erkeklerde %15-20'si yağdır. Depo yağ yaklaşık 40 günlük enerji rezervidir. Yağ dokusu vücudun en büyük enerji (trigliserid halinde ) deposudur.
Vücutta enerji depolayan diğer iki önemli organ ise karaciğer ve kas’tır (glikojen halinde). Trigliseritler daha düşük yoğunlukta olmaları ve daha yüksek kalori değerleri bulunması nedeniyle enerji üretiminde karbonhidratlarardan daha öncelikli olarak değerlendirilirler.
Metabolik aktiviteleri ve görünümleri birbirinden farklı olan iki tip yağ dokusu vardır: a. Beyaz (ya da sarı)yağ dokusu ve b.Esmer yağ dokusu. Her ikiside kan damarları ve sinirlerden zengindir:
a.Beyaz(sarı) yağ dokusu ( yaygın veya uniloküler yağ doku): Vücuttaki yağın büyük bir bölümü bu tiptir. Erginlerde tüm yağ hücreleri olasılıkla beyaz yağ dokusu şeklindedir. Yağ hücreleri sıkıca bir araya gelerek loblar oluşturur. Yağ hücreleri etraflarından retikulum iplikleri ile kuşatılmıştır. Arada kapiller ağlar bulunur. Beyaz yağ hücrelerinde yağ tek bir vakuol halindedir ( univakuoler , unilokuler).
Yeni doğanda vücudun her tarafındaki yağ dokusu eş kalınlıktadır. Yaşla birlikte cinsiyet hormonları ve ACTH hormonunun etkisiyle cinse bağlı olarak vücudun bazı yerlerinde yağ miktarı azalırken bazı yerlerinde artar. Çocuklarda deri altında depolanmış , uniform dağılmış yağ dokusuna pannikulus adiposus denir. Yağ erkeklerde başlıca ense, 7. servikal omur hizası; deltoid ve triceps kasları çevresi, lumbosakral bölge ve baldırlarda birikir.
Bayanlarda ise meme, baldır, kalçaların ön bölümü, epitrokanterik bölge başlıca yağ biriken bölgelerdir. Böylece erkek ve dişide vücudun dış biçimlenmesi ortaya çıkar. Bu yüzeyel yağ depolanmasından başka her iki cinste de omentum, mezenteryum, retroperitoneal bölgelerde yağ birikimi vardır. Bu birikmiş yağlar mobildir. Sözü edilen yerlerdeki beyaz yağ dokusu organizmanın enerji depolarıdır.
- Bazı yerlerde ise ( orbita, avuç içi, ayak tabanı) desteklik görevi yapan stabil yağ dokusu bulunur. Göz kapağı , penis derisi, skrotum, kulak aurikulasında yağ bulunmaz.
b. Esmer yağ dokusu: Bu tür yağ dokuda, hücrelerinin mitokondriyonlarında çok miktarda sitokrom'lar bulunduğundan esmer renkte görünürler. Kış uykusuna yatan hayvanlarda fazla gelişmiştir. İnsanlarda prenatal dönemde ve yeni doğanda yaygındır. Doğumdan sonra koltuk altı, arka boyun üçgeni ve böbrek hilus'u gibi bölgelerde küçük lobüller halinde kalır,
Erginde tamamen kaybolur, ancak yaşlılıkta kronik beslenme bozukluğu olanlarda belirli yerlerde tekrar ortaya çıkabilir. Esmer yağ dokusu hücreleri beyaz yağ dokusu hücrelerinden daha küçüktür( multivakuoler, multilokuler ), çekirdekleri merkezidir.
Esmer yağ dokusunun fonksiyonu: - Yeni doğanda ilk 1-2 ay bebeği soğuktan korur. Soğuk durumlarda sempatik sinirlerden boşalan norepinefrin esmer yağ dokusu hücrelerindeki yağ damlalarını lipaz aracılığıyla parçalar. Bu evrede yağ hücreleri mitokondrisinde oksidatif fosforilizasyon olmaz, sonuçta ATP sentezi yapılmaz, böylece üretilen tüm enerji ısı enerjisi olarak değerlendirilir.
Son çalışmalar; esmer yağ dokusundaki mitokondriyonların membranında bulunan bazı enzimlerin, bir vites gibi işlev yaparak, gerektiğinde oksidatif fosforilasyonla ATP sentezine imkan verdiği, gerektiğinde ise oksidatif fosforilasyonu durdurarak enerjinin direkt ısı enerjisi şeklinde kullanılmasını sağladığı gösterilmiştir.
Tiroid hormonu GAG yapımına etkilidir. Bağ dokusuna hormonların ve beslenmenin etkisi: - Kortizon hormonu fibril sentezini baskılar. Bu nedenle yara iyileşmesi üzerine bu hormonların zararlı etkisi vardır. Buna karşılık; amorf ara madde ve fibrillerin değişime uğradığı kollajen hastalıklarda (romatoid artrit, lupus eritematodes) kortizon grubu ilaçların kullanılması yararlı olur. Tiroid hormonu GAG yapımına etkilidir. - C vitamini kollajen sentezi için gereklidir. Noksanlığında sentez durur, haraplanan fibrillerin yerine yenileri yapılmaz, skorbüt hastalığı gelişir.
BAZAL MEMBRAN Organizmada bulunan epitel hücrelerinin büyük çoğunluğu en az birer yüzleri ile bağ dokusu üzerine oturmuşlardır. Epitel hücrelerinin bağ dokuya temas eden bu yüzlerine bazal yüz adı verilir. Bu iki farklı dokuyu birbirinden ayıran ekstrasellüler matrikse "bazal membran" adı verilir. Bazal membran ayrıca kas telleri, sinirler ve yağ hücrelerinde de, bu hücrelerle etraflarındaki bağ doku arasında biraz ince de olsa bulunmaktadır.
Bazal membran rutin H&E boyamalarında seçilmez, PAS ve gümüşleme boyamalarıyla iyi boyanır ve ışık mikroskobunda seçilebilir. Bazal membranın kalınlığı vücudun farklı yerlerinde değişebilir. Örneğin; trake’da kalın, barsaklarda incedir. Böbrek glomerullarındaki süzücü membranlarda ve akciğer solunum membranındaki bazal membranın yapısı diğer yerlerdekinden farklıdır, kalındır ve ışık mikroskopunda görülebilir
- Bazal membran genellikle iki ana katmana ayrılır a) bazal lamina ve b) retiküler lamina. Bazal lamina: Epitel hücrelerine bitişik olan katmandır. - bu da tekrar iki alt katmana ayrılır; epitel tarafında bulunanı lamina rara (lamina lusida da denir), retiküler lamina tarafında bulunanı lamina densa olarak isimlenir. Bazal lamina proteoglikanlar (heparan sülfat) ve glikoproteinlerden ( laminin ve fibronektin ) oluşmuştur.
Yapıştırıcı özelliği olan bu maddelerden laminin epitel hücrelerini, fibronektin ise retiküler lamina'yı lamina densa'ya bağlar. Bazal lamina içinde ayrıca tip IV kollagen lifler de bulunur (ayrıca Tip VII kollagen liflerin de bulunduğu bildirilmektedir), çok ince olan bu kollagen lifleri elektron mikroskobunda dahi zorlukla seçilen keçemsi bir örgü yaparlar.
b) Retiküler lamina: Bazal membranın bağ dokuya dönük olan bu katmanı daha kalındır, --tip III kollagen lifler ( retikülin lifleri ) ile bu iplikleri birbirine bağlayan fibronektin ve aralarını dolduran heparan sülfat’tan ibarettir. Bazal membran kendisine bitişik olan dokular tarafından (epitel ve bağ dokusu) müştereken sentezlenir ve bu iki dokuyu birbirinden ayırma, birbirine bağlama işlevinin yanında ayrıca bir diffüzyon bariyeri olarak hizmet verir, hücre bölünmeleri ve göçünde destek sağlar. İki doku arasında madde alış-verişi bazal membran üzerinden olur.