ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ II Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Takrir-i Sükun Dönemi. Türk Hukuk İnkılâbı Hazırlayan: Ayhan CANKUT Dr. Öğr. üyesi
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulması Birbirini izleyen başarı ve inkılâp hareketleri neticesinde, eski düzenin yeniden işlerlik kazanacağını ümit edenler, Atatürk ve inkılâplara karşı daha büyük direnmeler göstermeye başladılar. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşları olan ve Milli Mücadelede değerli hizmetleri görülen Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) ve Rüştü Paşalar, Rauf Orbay ve Adnan (Adıvar) Beyler on bir kişilik bir grup olarak Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrıldılar. Bunu diğerleri izledi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Kısaltma TCF Genel başkan Kâzım Karabekir Kurucu Kuruluş tarihi 17 Kasım 1924 Kapanış tarihi 5 Haziran 1925 Öncülü Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti İdeoloji Liberal muhafazakârlık Siyasi pozisyon Merkez sağ
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması Bu partide aynı zamanda eski İttihatçılar da toplanmışlardı. Böylece parti bir süre sonra yeniliklere ve rejime karşı olanların hızla bir araya toplandıkları bir kurum haline geldi. İyi niyetli vatansever kurucular, parti teşkilatı üzerindeki denetimlerini hızla yitirmeye başladılar. Gazi Mustafa Kemal Paşa, demokrasinin gelişmesi için yeni bir partinin kurulmasını iyi karşılamıştı. O'na göre, Cumhuriyet ile yönetilen ülkelerde partilerin varlığı ve birbirlerini denetlemesi çok doğaldı. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan ayrılarak oluşan bu yeni parti de iktidar partisini denetleyerek demokratik gelişim içinde çok yararlı ve iyi sonuçlar doğurabilirdi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Programı Yeni partinin programında, egemenliğin halkta bulunduğu Cumhuriyet yönetimini yaşatmak ve geliştirmek politikasının izleneceği belirtilmektedir. Ayrıca, liberalizm ve demokrasi, partinin ana görüşleridir. Anayasa, halkın isteği doğrultusunda değiştirilebilecektir. Dine saygılı olmak, yeni partinin en belirgin özelliklerindendir… Cumhurbaşkanı’nın seçimden sonra milletvekilliği ile ilgisi kesilir, ekonomik alanda devletçilik yerine serbest girişim esas olacaktır, yabancı sermaye desteklenecek, din ve devlet işleri ayrı olacak, ama din hor görülmeyecektir gibi prensipler de esastır. Partide, özellikle "dini inançlara saygılı olma'' kararı, yenilik ve inkılâplara karşı olan grupları cesaretlendirmiş ve bunların büyük bir süratle partide toplanmalarına neden olmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Etkinlikleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Türkiye'de Batı ölçülerine göre kurulan ilk parti olduğunu ileri sürüyordu. Parti yöneticilerine göre, daha önce ortaya çıkan bütün partiler, belirli siyasi görüşleri olmayan kişisel iktidar topluluklarıydı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na, Cumhuriyet'e ve Halifeliğin kaldırılmasına karşı olan herkes toplanmaya başladı. Bazı çevreler tarafından bu parti, inkılâp hareketlerini önleyebilmek için son umut olarak görülüyordu. Partinin programında bulunan "dini inançlara saygılı olma" hükmü, 1924-1925 yılları Türkiye'si için son derece gerilimli bir ortam yaratacak, özellikle Atatürk'ün gerçekleştirmek için büyük çabalar harcadığı çağdaşlaşma hareketlerini önleyecek nitelikte idi. İktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası, Doğu illerinde ayaklanmalar başlayınca, Takrir-i Sükun Kanunu ile sert önlemler alma yoluna gitmiştir.
Şeyh Sait İsyanı Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925 tarihinde başlamış ve kısa sürede Doğu illerimizin bir kısmını sarmıştır. İsyanın başlama nedenleri çok çeşitli olup, dış kaynaklı tahriklerin de isyan hareketinde önemli derecede rolü vardır. Musul ve Kerkük zengin petrol kaynakları nedeniyle İngiliz, Alman ve Fransızların rekabet ettiği bir bölgeydi. I.Dünya Savaşı başladığı zaman, burada yaşayan Türklerin çok sayıda olması nedeniyle, Misak-ı Milli Sınırları içine alınmıştı. Fakat Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, özellikle İngilizlerin özel çabaları sonucu Irak'a bırakılan bu bölge, bir süre sonra Irak'ın İngiliz mandası altına girmesiyle, tamamen İngiliz hakimiyet bölgesi altına girmiştir. Şimdi, Şeyh Sait ayaklanması ile Musul ve Kerkük'ün kuzeyinde kalan illerimizin Türkiye'den ayrılması ön planda gelen bir politika idi.
Şeyh Sait İsyanı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın "Parti, dini düşüncelere saygılıdır" ilkesinden cesaret alarak ve İngiliz kışkırtmasının da esas olduğu isyanda, Şeyh Sait ve arkadaşları "din elden gidiyor" politikası ile harekete geçtiler. Palu’lu (Elazığ’ın ilçesi) olan Şeyh Sait, Nakşibendi tarikatın ileri gelenlerinden idi. Pek çok aşiret üzerinde etkinliği vardı. "Din elden gidiyor" propagandası, Saltanatın ve Halifeliğin kaldırılmasını hazmedemeyen grubun hızla bu ayaklanmaya katılmasına neden oldu. Bu propaganda, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulması ile daha da yaygınlaştı.
(30 Mart 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesi) Şeyh Sait İsyanı Şeyh Sait'in Diyarbakır’ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde başlattığı isyan birdenbire gelişti. Şeriat istekleri ile birlikte Şeyh Sait, her yerde bir kurtarıcı gibi karşılanmaya başladı. Bölgeyi (Palu, Çapakçur(Bingöl), Genc, Piran, Hani, Lice, Ergani, Eğil, Silvan) kuşatan süngülü Türk askerleri (30 Mart 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesi)
Şeyh Sait İsyanı Daha isyan başlamadan, Doğu illerinde bir isyan olacağı haberi Meclis'e gelmişti. Fakat Ali Fethi Bey, ayaklanma haberini aldığı zaman gerektiği gibi değerlendirememiş ve olayın yerel güçlerle başarılabileceğine inanmıştır. Ancak isyan, kısa zamanda büyümüş ve ordunun güçlükle bastırabileceği bir ayaklanma haline gelmiştir. İsyancıların bir kısmı, kısa sürede Genç ilinin merkezi Darhani, Hani ve Elazığ bölgelerini, hükümet kuvvetlerini etkisiz hale getirerek ele geçirmiş, bir kısmi ise Muş bölgesini tutarak Varto'yu işgal edip, Erzurum üzerine doğru yürümeye başlamıştır. Bu arada Elazığ’da toplanan grup da Diyarbakır'a doğru harekete geçmişlerdir. Ayaklanmanın kısa sürede böyle genişlemesi ve inkılâplara karşı bir tutum içine girmesi sonucu, Meclis ciddi önlemler almaya başlamıştır.
Şeyh Sait İsyanı Önce, İsmet Paşa yeniden Hükümet başkanı olmuştur. İsyanın geniş boyutlara ulaşması üzerine, daha önce bölgede ilan edilen sıkıyönetimin yetersiz olması üzerine, İsmet Paşa, Cumhuriyet ve İnkılâpları korumak için sert önlemler alacağını bildirmiştir. Şeyh Said Harekatı'nın başlangıç durumunu gösteren TSK'ya ait askeri harita.
Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri 4 Mart 1925 tarihinde, Meclis'ten güvenoyu alan İsmet Paşa Hükümeti aynı gün Takrir-i Sükun Kanunu’nu Meclis'ten geçirtti. Bu kanun, inkılâplara karşı seslerini yükseltenleri etkisiz hale getiriyordu. Takrir-i Sükun Kanunu'na göre: "İrtica, isyan ve ülkenin sosyal düzenini, huzur ve sükununu, güvenliğini, asayişini bozmak yolunda olan bütün örgütleri, tahrikleri, kışkırtmaları, girişimleri ve yayınları Hükümet yönetim yolları ile yasaklayabilecekti." Bu kanun, iki yıl yürürlükte kalacak ve böylece Anayasa'nın "özgürlüklerin sınırını kanun belirler" hükmünden yararlanılarak, gericilerin her türlü etkinlikleri ortadan kaldırılabilecekti. Çünkü kanun, Hükümete gazeteleri kapatmaktan, partileri dağıtmaya kadar her türlü yetkiyi veriyordu.
Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri Meclis'te yine aynı gün (4 Mart 1925), ayaklanma bölgesi ile Ankara'da birer İstiklâl Mahkemesi kurulması kararlaştırıldı. Bu arada, ayaklanmayı bastırmak için büyük bir askeri harekât yapılması kararlaştırılmıştı. Bazı bölgelerde seferberlik ilan edilmesi kararı da isyanı bastırmak için alınan önlemler arasında idi. Atatürk, 8 Mart'ta yayınladığı bir bildiri ile milleti göreve ve Cumhuriyet’i korumaya çağırdı. Onun bu çağrısına her yandan olumlu cevaplar geldi.
Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri 15 Nisan'da ayaklanma hemen her tarafta bastırıldı. İsyancıların elebaşları Şeyh Sait ve Seyit Abdullah başta olmak üzere isyancılar teker teker yakalandılar. 31 Mayıs 1925’te bölgede asayiş ve güven yeniden sağlanmıştı. Ortada önde oturan beyaz sakallı Şeyh Sait, onun sağında Şeyh Şerif, arkada kalpaklı Binbaşı Kasım (Kasım Ataç), onun solunda siyah sakallı Melikanlı Şeyh Abdullah.
Ülkede Asayişin Sağlanması İsyanın bastırılmasından sonra, yakalanan suçlular, Diyarbakır İstiklâl Mahkemesinde yargılanıp, ayaklanmanın önde gelenleri en ağır şekilde cezalandırıldılar. Suçluların İstiklâl Mahkemesi huzurunda yaptıkları itiraflardan anlaşıldığına göre; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın programında yer alan, dini düşüncelere saygılı olunacağı ve yerinde yönetim (adem-i merkeziyet) usulünün uygulanacağına dair hükümlere dayanarak yaptıkları propagandalar, ayaklanmayı düzenleyenlerin işine gelmiş ve halkı isyan için cesaretlendirmiştir. Bu durumun açığa çıkması özerine, Diyarbakır'daki İstiklâl Mahkemesi, kendi bölgesi içinde bulunan partinin bütün şubelerini kapatma kararı vermiştir. Ankara'da bulunan İstiklal Mahkemesi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adına yapılan propagandalarda, dinin ve dince kutsal olan şeylerin siyasi emel ve amaçlara alet edildiğini tespit ederek bu duruma Hükümetin dikkatini çekmiştir.
Ülkede Asayişin Sağlanması Diyarbakır ve Ankara İstiklâl Mahkemeleri'nin kararlarını dikkate alan Cumhuriyet Hükümeti, Takrir-i Sükun Kanunu'na dayanarak, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın bütün şube ve merkezlerinin kapatılmasına (5 Haziran 1925); karar vermiştir. Bu ayaklanma, içteki huzur ve güvenliği geçici bir süre için sarsarken, dışarda da özellikle İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkan ordu, bu ayaklanma ile tekrar yıpranmış ve Musul-Kerkük bölgesini askeri yollarla elde etmek imkanı ortadan kalkmıştır. Bunun üzerine Türk Hükümeti, Milletler Cemiyeti'nin kararına uymak zorunda kalmış, lrak ile bugünkü sınır çizilmiş ve Musul sorunu da İngilizlerin istediği biçimde çözümlenmiştir.
Ülkede Asayişin Sağlanması İngiltere ile 5 Haziran 1926’da Ankara Antlaşması imzalandı. Antlaşma ile; 1. Musul, (İngiliz Mandası altındaki) Irak’a bırakılacak, 2. Irak, Musul’dan elde ettiği petrol gelirinin %10’unu 25 yıllık bir süre ile Türkiye’ye verecekti. Türkiye’nin Musul konusunda tek kazanımı, 25 yıl süreyle Irak petrol gelirlerinden Türkiye’ye %10 pay verilmesinin kabul edilmiş olmasıdır. Türkiye’nin bu hakkından 500.000 sterlin alarak feragat ettiği söylenmişse de bu doğru değildir. Türkiye Irak petrollerinden 1954 yılına kadar pay almış, ancak bu paydan alması gereken 2.000.000 sterlin alacağını, 1958’de Irak yönetimini darbeyle devralan General Kasım’dan sonra alamadığı için, bütçe gelir cetvelinde alacak olarak 1986 yılına kadar göstermiş ve aynı yıl Turgut Özal tarafından Arap ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi politikası doğrultusunda bu alacak bütçeden çıkartılmıştır. (http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-71/musul-sorunu-ve-lozan)
Atatürk’e Suikast Teşebbüsü Mustafa Kemal Paşa’ya çeşitli sebeplerle karşı tutum sergileyenler, olumsuz tavırlarını Erzurum Kongresi’nden itibaren ortaya koymuşlardır. Bu kişiler, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşunu, kendi amaçlarına ulaşmak açısından büyük bir memnuniyetle karşılamışlar, fakat parti Cumhuriyet ve yenilikler için tehlikeli bir duruma girip, Takrir-i Sükun Kanunu’na dayanılarak kapatılınca, son umutları da yok olmuştu. Bunun üzerine aralarında, kapatılan partiden ve eski İttihat ve Terakki Fırkası’ndan da bazı kişilerin bulunduğu bir grup, Gazi Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmak için harekete geçtiler.
Atatürk’e Suikast Teşebbüsü Önce suikastı Ankara'da gerçekleştirmek istediler, fakat fırsat bulamadılar. Bu arada Atatürk, 7 Mayıs 1926'da çok geniş kapsamlı bir yurt gezisine çıkacak ve 15 Haziran'da İzmir'e gelecekti. Mustafa Kemal Paşa'nın geçeceği yolları bilen suikastçılar, planlarını İzmir'de gerçekleştirmeye karar verdiler. Uygun bir yer seçerek orada bekleyecekler, emellerini gerçekleştirdikten sonra deniz motoruna binerek bir Yunan adaşına sığınacaklardı. Fakat, Mustafa Kemal Paşa'nın gezi programında bir günlük gecikme olması, canileri kaçıracak olan motorcunun durumu yetkililere bildirmesine ve güvenlik kuvvetleri tarafından suikastçıların yakalanmasına neden olmuştur. Yakalanan suçlular, İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmış ve hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır.
Atatürk’e Suikast Teşebbüsü Atatürk, millete hitaben yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "... Alçak girişimin benim kişiliğimden çok kutsal Cumhuriyetimize ve onun dayandığı yüksek ilkelere yönelik bulunduğuna şüphe yoktur... Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza dek) payidar (sürekli) kalacaktır. Türk milleti emniyet ve saadetini içine alan prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürütmeye devam edecektir..."
Türk Hukuk İnkılâbı
Osmanlı Devletinden Devralınan Hukuk Sistemi “ Hukuk, kişilerin devletle ve birbirleriyle olan sosyal İlişkilerini düzenleyen kurallar bütününe denir.” Osmanlı Devleti'nin hukuk sistemi dine dayanıyordu. Hukuk kurallarının dört ana kaynağı: Kur'an, Hadis, İcma, Kıyas.
Osmanlı Devleti’nden Devralınan Hukuk Sistemi Osmanlı Devleti, Sünni mezhepler olan Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbelilik mezheplerinin hukuk alanında bulduğu çözümlerin hapsini birden aynı anda geçerli kabul ediyordu. Bu nedenle, aynı tür olaylara farklı hukuki çözüm bulunabilmesi mümkündü. Devlet yönetimine ilişkin kurallar ise Osmanlı Padişahları tarafından getirilmiştir. Çünkü İslâm hukukunda, kamu hukukuna ilişkin pek az hüküm vardı. İslâm Hukuku'nun bugünkü gelişmelere ve hukuk anlayışına uymayan bazı noktaları vardı. Kadınlar, kamu yönetimine hiçbir biçimde katılmıyorlardı. Özel Hukuk alanında da kadın-erkek eşitsizliği hâkimdi.
Osmanlı Devletinden Devralınan Hukuk Sistemi Ticaret Hukuku alanında da sigorta, faiz, ipotek gibi bugün için hayati önem taşıyan bazı kurumlar düzenlenmemişti. Ceza Hukuku alanında pek çok suç ve cezanın belirlenmeyişi, bugün geçerli olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz" anlayışına aykırıydı. Eski sistemde mevcut olan bazı cezaların uygulanması ise modern hukuk anlayışı ile bağdaşamazdı. Mahkemede tek yetkili kişi kadı idi. Kadılar genellikle denetlenmiyorlardı. Davada en önemli delilin tanıklar olması, rüşvetin adalet örgütünde yaygın bir hal almasına yol açmıştı. Müslüman olmayanların Müslümanlara karşı şahitlik edemeyecekleri kuralı da yüzyıllarca geçerli olmuştu.
Osmanlı Devletinden Devralınan Hukuk Sistemi İslâm Hukuku kuralları, dört ayrı mezhebin kurallarının aynı anda geçerli olarak kabul edilmesi yüzünden, bir araya getirilemiyor, dağınık ve sistemsiz bir biçimde binlerce kitap, fetva ve dergi içine serpiştirilmiş olarak duruyordu. Dürüst bir yargıcın bile istediği konu ile ilgili hükmü bulması imkânsız denecek kadar zordu. Bu, yargılamanın temel unsuru olan adaletin gerçekleşmesini engelliyor ya da geciktiriyordu. Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarına, özel hukuk ilişkileri açısından bağlı oldukları cemaatleri içinde dini hukukları uygulanıyordu. Ceza hukuku açısından Osmanlı hukukuna tabi olsalar bile, yargılanmaları ve cezaların infazı, bazı büyük sorunlara yol açıyordu. Osmanlı topraklarında yaşayan yabancılar, kapitülasyonlarla her alanda sağlanan ayrıcalıklar gibi hukuk alanında da tanınan ayrıcalıklar gereği, kendi konsolosluk mahkemelerini işletiyorlardı.
Osmanlı Devletinden Devralınan Hukuk Sistemi Hukuk sisteminde mevcut bu aksaklıkları düzeltmek için getirilen düzenlemeler, çıkarılan kanunlar sorunu çözemedi. Batı’dan Ticaret, Ceza Kanunlarının alınması, İslâm hukuku ilkelerine dayanan Mecelle adlı özel hukuk düzenlemesi, ihtiyaçları karşılamadığı gibi eski sistemin sakıncalarını da gideremedi. Dinsel temellere dayanan bir devlette Kur'an ya da Hadislerden kaynaklanan bazı hukuk kurumlarını değiştirmek mümkün olmuyordu.
Türk Hukuk İnkılâbının Başlaması Osmanlı Devleti'nde egemenlik Osmanlı ailesinindi. Bu ailenin erkek üyeleri tahta geçer ve egemenlik hakkını aile adına sınırsız olarak kullanırlardı. Türk milleti, egemenliğine sahip çıkarak, egemenliğini bu aileden geri almıştır. Atatürk, Amasya Tamimi’nde, "Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır" diyerek milli iradeye dayanan bir hükümetin milletin kaderine hâkim olacağını belirtmiştir. Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasının ardından 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM’nin açılması ile yeni bir milli devlet kurulmuş, milli irade, ulusun geleceğini belirlemek üzere çalışmaya başlamıştır. TBMM'nin aldığı ilk kararlarda, "Meclis'te toplanan milli iradeyi vatanın geleceğine egemen kılmak esası amaçtır. TBMM'nin üstünde güç yoktur" denerek, Meclis, Halife ve Padişahın üzerine çıkartılmıştır.
Türk Hukuk İnkılâbının Başlaması Milli Hâkimiyet Prensibinin Pekiştirilmesi: TBMM tarafından 20 Ocak 1921 tarihinde yeni devletin temel kuruluşunu saptayan bir Anayasa kabul edilmiştir. Bu Anayasanın ilk maddesinde, hâkimiyetin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ilkesi yer alıyordu. Atatürk, Türk milletinin saygın ve onurlu yaşaması için tam bağımsızlığın ve milli hâkimiyetin şart olduğunu biliyordu. Bu nedenle de gerçekleştirdiği ilk inkılâp, milli hâkimiyet ilkesi olmuştur. 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırıldığının açıklanması ile yeni kurulan hukuk düzeninde sadece milli hâkimiyetin geçerli olduğu bir kez daha açıklanmış oluyordu.
Türk Hukuk İnkılâbının Başlaması Milli Hâkimiyet Prensibinin Pekiştirilmesi: Meclis hükümeti aslında bir Cumhuriyet hükümeti idi. Ancak adı konmamıştı. Cumhuriyetin ilanı ile bu devlet biçiminin adı konmuş ve kurumlaştırılmış oldu. Böylece milli hâkimiyet ilkesinin doğal sonucu olan cumhuriyet idaresi kuruldu. 3 Mart 1924’te inkılâplara karşı olanların tek dayanağı olan Halifelik kaldırılırken, laik hukuk ve devlet sistemine geçişin en önemli hareketi de gerçekleştirilmiş oluyordu. Aynı gün Şeriye ve Evkaf vekillikleri de kaldırılmıştır. 20 Nisan 1924’te yeni Anayasa kabul edilmiş, devletin tüm işlerinin kanuna uygunluğu sağlanmış, böylece Hukuk Devleti ilkesi gerçekleştirilmiştir. Bu Anayasa, Hukuk İnkılâbının en somut biçimde görünüşüdür.
Türk Hukuk İnkılâbının Gelişmesi Eski ve yetersiz olan hukuk sistemini bir kenara bırakarak, toplumun ve çağın gereksinmelerini karşılayacak yeni bir hukuk sitemine geçmek gerekiyordu. İleri ülke kanunları incelenerek yeni kolay anlaşılır ve hâkime hareket serbestisi sağlayan bir kanun olan İsviçre Medeni Kanunu Türkçeye çevrildi ve 4 Ekim 1926’da Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu yürürlüğe girdi. Türk Medeni Kanunu; kişi, aile, miras ve eşya hukuklarını/Borçlar Kanunu da, tüm hak ve borç ilişkilerini düzenlemektedir. Müslüman olmayan cemaatler de, Lozan Anlaşmasıyla kendilerine verilmiş olan örf ve âdet kurallarının uygulanması hakkından feragat ederek, yerine Medeni Kanuna uymak istediklerini bildirmişlerdir.
Türk Hukuk İnkılâbının Gelişmesi Eski hukuk sistemimizde, suç ve cezaların tasnifi ve düzenlenmesi, modern ceza hukuku kavramlarına uymuyordu. Kişilerin ne zaman ve nasıl suçlu olabilecekleri ve çarptırılacakları cezaların kanunda yer almasını ifade eden suç ve cezaların kanuniliği ilkesi yoktu. Bu sorunları çözmek üzere en modern düzenlemelerden olan İtalyan Ceza Kanunu’ndan adapte edilen Türk Ceza Kanunu 1926'da yürürlüğe girdi. Ceza Yargılama Usulü Kanunu da, Alman Federal Ceza Usulü Muhakemeleri Kanunu, tercüme edilerek kabul edildi. Milli hukuk birliğini sağlamak üzere, diğer hukuk dallarında da kanunlar kabul edildi. Ticaret Kanunu, Hukuk Yargılama Usulü Kanunu, İcra ve İflas Kanunları hazırlandı. 1925 yılında ülkenin ihtiyacı olan hukukçular yetiştirmek üzere Ankara Hukuk Mektebi açıldı.
Türk Hukuk İnkılâbının Gelişmesi Barolar kuruldu. Mahkemeler, yeni düzene uygun olarak kuruldu. Medeni Hukuka ilişkin her türlü haklarına kavuşan Türk kadınına, 1930 yılında belediye üyelikleri için seçme ve seçilme hakkı, 1934'te de her türlü seçme ve seçilme hakları verildi.
Türk Hukuk İnkılâbının Gelişmesi Anayasa'dan Laikliğe Aykırı Hükümlerin Çıkartılması: Hukuk alanındaki bu laik gelişmeye rağmen, Anayasa’da hâlâ devletin dinine ilişkin hükümler vardı. 10 Nisan 1928'de Anayasa'da gerekli değişiklikler yapılarak, "Devletin dini İslâm'dır" ve "Din işlerini TBMM yerine getirir" cümleleri kaldırıldı. Milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanının yemin ederken kullandıkları dini sözcükler de değiştirilerek, yerine laik ifadeler kondu. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, hukuk sisteminin dayandığı temel ilke olan laikliği gölgelendiren dini hükümler Anayasa’dan çıkartılmış oluyordu.
Türk Hukuk İnkılâbının Gelişmesi 5 Şubat 1937’de altı Atatürk ilkesi; yani, Laiklik, İnkılâpçılık, Devletçilik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık ilkeleri Anayasa'ya girdi. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk inkılâbının dayandığı bu temel ilkeler, uyulması zorunlu kurallar olarak devlet sisteminde yerini alırken, Atatürkçülüğün de vazgeçilmez esasları haline gelmiştir.