Soyut sanattaki geleneksel akımları yadsıyan bazı ressamlar, çalışmalarını katıldıkları pek çok sergi aracılığı ile geniş kitlelere sunma olanağı buldular. Bu sanatçılar, çağdaş dünyayı olumlu bir bakış açısından yakalayıp kavramaya ve doğrudan doğruya kitle haberleşme araçlarından esinlenmeye çalıştılar. Bu sergilerden ilki olan ve 1955’te Institute of Contemporary Art’ta düzenlenen İnsan, Makine ve Hareket sergisidir. Richard Hamilton ve Eduardo Paolozzi yapıtlarında “teknik gelişmenin, kurgu bilime özgü istek ve düşleri en sonunda nasıl yakalayıp giderdiğini” algılanabilir kılmaya çalışmışlardı.Richard Hamilton 1956’da Hamilton’un Kim Günümüzde Yuvalarımızı Bu Kadar Farklı, Bu Kadar Sevimli Kılabilir ? adlı kolajı, This is Tomorrow (işte yarın] olarak adlandırılan sergide sunuldu. Hamilton bu yapıtında “kentteki popüler kültür”ün fiziksel ve düşünsel uzamını kesin bir biçimde vermeye çalışmıştı. Ama Pop Art’ın gelişmesi, popüler kültüre özgü otomobil, moda resimleri ya da reklam temaları gibi öğelerin, “nesnel” bir biçimde çoğaltılmasına bağlı kalmadı. 1957’ye doğru Amerikan soyut sanatının etkisiyle, aralarında Richard Smith’in de bulunduğu bazı İngiliz Pop Art sanatçıları, soyut sanata doğru evrim geçirdiler. Nesnenin çevresiyle ilgili sorunlara duyarlı olan bu ressamlar, görüntüyü (ya da resmi) bir yere “yerleştirmek” ve bunu sözgelimi bir Monet’in Nilüferler’i ya da büyük bir ekrana yansıtılmış bir film sahnesi gibi çekici kılmak istiyorlardı. Manş ötesi Pop Art sanatçıları arasında önemli bir yeri bulunan ve resim sanatında üstü kapalı anlatımlara ve alıntılara yer vermekte usta olan Peter Blake’in bu biçim kaygısından (Kendi Portresi, 1961) tümüyle kurtulduğu görülür.
A.B.D’in resim tarihinde Robert Rauschenberg ve Jasper Johns’un yapıtları, soyut anlatımcılıktan Pop Art’a geçişi sağlar. Rauschenberg, resmin sanata ve yaşama bağlı olduğunu, her ikisinin de imal edilemeyeceğine inanır ve bunları birbirinden ayıran boşlukta bir şeyler yapmaya çalıştığını söyler. Böyle söylemekle de kendi benimsediği yolu tanımlar ve “Pop” yaratıdan doğacak bütün anlam belirsizliklerinin nerede yer alacağını (sanat ve yaşam arasındaki boşluk) belirtir. Daha çok grafik sanatlara ya da reklam kompozisyonlarına özgü tekniklere başvuran ve New York’ta ”Amerikan Sahnesi” için çalışan Roy Lichtenstein, Andy Warhol, Tom Wesselmann, James Rosenquist ve Class Oldenburg gibi A.B.D. Pop Art sanatının öncüleri, her şeye karşın türdeş bir sanat hareketi oluşturmayı başaramadılar. Roy LichtensteinAndy WarholTom Wesselmann Hepsi de dikkatleri, açıkça normal zamanda kimsenin ilgisini çekmeyen, hatta küçümsenen şeylere çekmeye çalışıyorlardı.
Lichtenstein, saldırgan bir üslupla (Pop Art’ın mizahı gizlidir) çizgi romanların görüntülerini büyütmüştür. Bunlardaki sert grafik özellikleri ve soğuk bir biçim anlayışı, belirginleştirilmiş bir optik tramın yarattığı karşıtlık etkileriyle, iyice vurgulanmıştır. (Good Morning Darling! [Günaydın Sevgilim!), 1964). Andy Warhol ise ele aldığı bir yüzü (Marilyn Monroe, 1962) ya da bir konserve kutusunu şaşmaz bir biçimde dizisel olarak yineledi. Böylece önem taşıyan ya da taşımayan A.B.D. yapımı her şeyin nesnel olarak projeksiyonunu ortaya koydu.
GÜNDELİK SANAT Öte yandan Wesselmann, resimle kolaj, sanat tarihi (Matisse, Modigliani) ile reklamcılık arasında “yansıma” etkisi olarak adlandırdığı şeyi yakalamaya çalıştı (Büyük Amerikan Nü’leri). Rosenquist de Rauschenberg gibi dünyanın dev bir resimden başka bir şey olmadığını düşünür. Bu dev resim, sanatçının “köhne resim uzamından” kaçıp kurtulduğu bir resimdir. Claes Oldenburg de söz konusu uzamı kesinlikle yadsır.
POP ART VE YENİ GERÇEKÇİLİK Fransa’da Yves Klein, Arman, Christo, Tinguely, Spoerri, Martial Raysse gibi, ürünleri geleneksel olarak soyut çalışan sanatçıların yapıtlarına karşı olan bazı ressamlar “yeni-gerçekçiler” olarak adlandırıldılar. Son derece ilginç olan ama uzun süre Pop Art içinde ele alınan bu hareketin, Pop Art’tan farklı olduğunu ve sanat ile gerçeklik arasındaki bağıntıları apayrı biçimde ele aldığını belirtmek gerekir.