ÇOCUKLUKTA SOSYAL GELİŞİM 2018 GÜZ DÖNEMİ Dr. Esin ŞİMŞEK
Çocuğun fiziksel, bilişsel ve dil gelişimiyle paralellik gösteren sosyal gelişim, benlik ve kişilik oluşumu, toplumsallaşma, gibi süreçleri kapsar. Bu süreçte çocuk, içinde yaşadığı sosyal çevrenin değerlerini öğrenir, hangi davranışın ve duyguların ne kadar ve nasıl gösterilmesi gerektiği konusunda bilgi sahibi olur, ve önce başkalarının, özellikle ailedeki yetişkinlerin yönlendirmeleriyle, daha sonra kendi öz kaynaklarını kullanarak sosyal davranışı ve duyguları beklenen yönde gösterme yolunda ilerler.
SOSYAL DAVRANIŞLAR Sosyal gelişim literatüründe yaygınlıkla ele alınan temel gelişimsel özellikler, olumlu sosyal davranışlar, anti-sosyal davranışlar ve bunlarla ilişkili olan diğer ahlaki ve duygusal gelişimsel becerilerdir. Olumlu sosyal davranışlar, bir başkasının iyiliğini gözeterek gönüllü olarak yapılan yardım etme, paylaşma, teselli etme ve işbirliği yapma gibi yararlı davranışlardır. Toplumların uyumlu işleyişi için önem taşıyan sosyal ağların oluşmasına katkıda bulunduklarından, olumlu davranışlar sosyal gelişimin belli başlı bileşenlerinden biri olarak görülür.
Olumlu sosyal davranışların sergilenmesinde empati (eşduyum) büyük rol oynar Çocuğun herhangi bir ödül veya onay beklemeden, empati ve içten gelen bir motivasyDronla sergilediği olumlu sosyal davranışlarda, özellikle sıcak ve destekleyici ana-babalık davranışlarının etkisi büyüktür.
Sosyal gelişimin bir başka temel bileşeni ise anti-sosyal davranışlar, yani saldırgan ve yıkıcı davranışlardır. Saldırgan davranışlar, başkalarına veya onlara ait şeylere (örn. eşyalarına) zarar vermeyi amaçlayan hareketler olarak tanımlanır. Bunlar başkalarına vurma, yumruk atma gibi fiziksel davranış şeklinde olabileceği gibi (fiziksel saldırganlık), bağırma ve hakaret etme gibi sözel formda (sözel saldırganlık) veya başkasının arkasından konuşma, lakap takma, dışlanmasını sağlama gibi ilişkisel formda da olabilir (ilişkisel saldırganlık).
Olumsuz sosyal davranışlarının sıklığı, çocuğun yaşı büyüdükçe azalma eğilimi göstermesine rağmen özellikle erken çocukluk döneminde yüksek seviyede görülen anti-sosyal davranışlar, ergenlik ve sonrasındaki dönemlerde akran reddi, düşük akademik performans, okul terki ve suç işleme gibi sorunların habercisi olabilmektedir
Sosyal gelişimin toplumsallaşması sürecinde hedeflenmesi gereken, anti-sosyal davranışları az göstermesinin yanı sıra, çocuğun olumlu sosyal davranışları da gerektiği gibi gösteren, empati becerisi yüksek bir birey olmasıdır. Araştırmalar, her iki davranış boyutunun gelişiminde hem biyolojik kökenli unsurların (örn. mizaç) hem de çevresel faktörlerin (örn. ebeveyn davranışları, akran ilişkileri, medya) etkili olduğunu ortaya koymuştur.
SOSYAL GELİŞİMİ AÇIKLAMAYA YÖNELİK KURAMLAR Kuram, sistemli bir biçimde düzenlenmiş, birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar ve ilkeler bütünüdür. Kuram, bir takım ilkelerden yola çıkarak gerçekliği açıklamaya çalışan kavramsal bir çerçeve sunar. Kuramın ortaya koyduğu önermeler görgül (ampirik) araştırmalar ile test edilebilir.
Sosyal gelişime dair kuramların belli başlıları: Psikanalitik Kuram, Davranışçı Kuram Soysal Öğrenme Kuramı Bilişsel Gelişim Kuramı Etolojik Kuram Ekolojik Sistemler Kuramı’dır.
Kişilik Nedir Bireyin, toplumsal çevresi içinde karşılaştığı ve edindiği izlenimlerle oluşturduğu davranış özelliği. Bireyin ruhsal ve toplumsal tepkilerinin tümüne verilen ad. Bir kimsenin kendine göre belirgin bir özelliği olması durumu. Bireyi diğer bireylerden ayırt eden, tutarlı olarak sergilenen, bireye özgü özellikler bütünüdür. Kişilik gelişimi ise bireyin sosyal ve fiziksel çevresi içinde tutarlı olarak gösterdiği kişilik özelliklerinin oluşumudur. Kişilik gelişiminde, doğuştan gelen; genlerle, ana babalardan çocuklara geçen özelliklerle, çevresel etmenler etkili olmaktadır.
PSİKANALİTİK KURAM Sigmund Freud (1910) tarafından geliştirilen psikanalitik kuram, insanın, çoğunlukla farkında olmadığı dürtüler ve çatışmalarla hareket eden bir varlık olduğunu varsayar. Bu anlamda psikanalitik kuram, insan davranışlarını anlamada bilinçaltı süreçlerin önemine vurgu yapar.
Freud’a göre insan, Eros ve Thanatos olmak üzere iki temel dürtüyle dünyaya gelmektedir. Eros ya da yaşam içgüdüsü, yeme, içme, cinsellik gibi yaşamı devam ettirmeye yarayacak bedensel bütün ihtiyaçları karşılayan aktiviteleri yönetir ve hayatta kalmayı sağlar. Thanatos, ölüm içgüdüsü ise dövüşme, öldürme, mazoşizm (kendine acı ve zarar verme) gibi davranışlarla ifade edilen yok edici bir güçtür.
Topografik Kuram Bilinç: Farkında olunan algı, duygu, düşünce ve davranışların bulunduğu alandır. Bilinçöncesi: Kısmen farkında olunan algı, duygu, düşünce ve davranışların bulunduğu alandır. Bilinçdışı: Farkında olunması çok güç ya da olanaksız algı, duygu, düşünce ve davranışların bulunduğu alandır.
Psikoseksüel Gelişim Kuramı Freud gelişimi, içgüdüsel enerjinin organizasyonu ve yönlendirilişindeki değişim olarak görür. Enerjiyi, cinsel enerji (libido) olarak tanımlar. Çocuğun yaşı ilerledikçe bu enerji yer değiştirir ve bedenin farklı bölümlerinde yoğunlaşır. Bu bölgelerin birinden diğerine geçiş ile yeni bir gelişim dönemi başlamaktadır. Bu dönemler: Oral Dönem (0-1 yaş), Anal Dönem (1-3 yaş), f Fallik Dönem (3-6 yaş), Gizil/Latent Dönem (6-13 yaş) Genital (13-19 yaş) Freud’a göre gelişim, üçüncü dönem olan fallik dönemin sonunda esas şeklini almaktadır.
Freud, çocuğun her bir psikoseksüel gelişim dönemini başarıyla tamamlayabilmesinde ebeveynlerin önemli rol oynadıklarına inanır. Gelişim sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesine engel olan iki temel olumsuz süreç vardır: engellenme ve aşırı doyum. Psikoseksüel Gelişim Kuram’ına göre, belli bir dönemde belli bir bölgede engellenme ya da aşırı doyum yaşayan çocuk daha sonraları o bölgeyle ilgili aşırı faaliyet ya da takılma gösterebilir. Örneğin ilk yılda, ağız bölgesindeki faaliyetlerle (örn. süt emme, emzik veya parmak emme) ilgili engellenme veya aşırı doyum yaşayan bir bebek, yetişkin yaşamında tırnak yeme, sigara içme, yeme bozukluğu gibi bir oral takıntıya sahip olabilir.
Yapısal Kuram İD: Freud, çocuğun kişilik gelişimini üç farklı yapı içinde tanımlar: id (dürtü), ego (rasyonel) ve süperego (ahlak). id, doğuştan var olan ve yeni doğan bebeğin biyolojik içgüdülerini doyurma fonksiyonu bulunan yapıdır.
Bebek içgüdüsel dürtülerle donanmış olarak dünyaya gelir Bebek içgüdüsel dürtülerle donanmış olarak dünyaya gelir. Bu dürtüler yani id, bilinçsizce ve irrasyonel şekilde işler. Bebek, hem açlık, susuzluk gibi fiziksel hem de duygusal uyarılma gibi psikolojik ihtiyaçlara sahiptir. Aç olduğunda ya da altını ıslattığında, bu ihtiyaçları giderilene kadar mızmızlanıp ağlar. Bebek geliştikçe id’den ego ve süperego ortaya çıkar
EGO Kişiliğin bilinçli, rasyonel kısmını oluşturur. Ego’nun işlevi, içgüdülerin rasyonel bir biçimde doyumunu sağlamaktır. Ego’su olgunlaştıkça çocuk irrasyonel id’ini kontrol etmeyi ve kendi başına ihtiyaçlarını gerçekçi bir şekilde karşılamanın yollarını bulmayı öğrenir. Örneğin, aç çocuk ağlayıp bağırmak yerine, yiyeceğe nasıl ulaşabileceğini düşünüp mantıklı bir yol bulabilir (annesini arayıp onunla yiyeceği temin etme gibi).
SÜPEREGO En son gelişen kişilik yapısı süperego’dur. Süperego, çocuğun hareketlerine rehber olan ahlak kurallarından oluşur ve gerçek anlamda bir içsel denetçidir. Süperego’nun gelişimiyle, çocuk ebeveynlerinin (özellikle hemcins ebeveyninin) ahlaki standart ve değerlerini içselleştirir; bu 3-6 yaşları arasında olur. Süperego’nun gelişimi, önemli bir süreçle, içselleştirme süreciyle çok yakından bağlantılıdır.
İçselleştirme (yani toplumsal değer ve davranışları kendisininmiş gibi benimseme) süreci tamamlandığında; çocuk doğru-yanış arasındaki farkları kendiliğinden bilir, bir yetişkinin gözetimi olmaksızın gerekli ahlaki davranışları gösterir hâle gelir. Bunu yapması, vicdan gelişimi ve ona bağlı olarak ortaya çıkan ahlaki duygular, suçluluk ve utanç, sayesinde olur.
Suçluluk ve utanç duyguları içsel ceza mekanizmasıdır; bunların gelişmiş olması dışsal bir yaptırıma gerek bırakmaz. Çocuk, ihlal davranışlarının farkına kendiliğinden varır ve etik olmayan hareketlerinden vicdanı sebebiyle kaçınır. Özetle, vicdan ve içselleştirme gibi önemli gelişimsel süreçlerden süperego sorumludur ve 3-6 yaşlarındaki ebeveyn- çocuk ilişkisi süperego’nun gelişiminde çok etkilidir.
Psikoseksüel Gelişim Kuramı ORAL DÖNEM (0-18 ay) Doğumdan 18 ayın sonuna kadar olan döneme oral dönem denir, gelişimin ilk basamağıdır. Bu dönemde ağız bölgesi haz kaynağıdır, emme, kemirme ve çiğneme gibi ağız bölgesine ilişkin eylemler çocuğun beslenme ihtiyacını karşılarken doyuma da ulaştırır.
Bebeğin memeden erken kesilmesi veya aşırı emzirilmesi, sağlıklı bakım veren-bebek ilişkisinin kurulamaması bu döneme saplanmaya neden olarak, ilerki yaşlarda sigara-alkol bağımlılığı, aşırı yemek yeme, tırnak yeme, gibi alışkanlıklara; güvensizlik, bağımlılık gibi kişilik örüntülerine neden olabilir.
ANAL DÖNEM (1.8 Ay-3 Yaş) Çocuklar bu dönemde dışkı çıkarmaktan ve onu kontrol altına almaktan zevk duyarlar. Çünkü edilgenlikten bağımsızlığa giden ilk eylemdir. Dışkı ve idrarını kendi bedenlerinin devamı sayarlar bu nedenle onlar için değerlidir. Bu dönemde tuvalet eğitimi önem kazanır, barışçı bir yol izlenmelidir. Dönemin olumsuz geçirilmesi katı görüşlülük, aşırı düzenlilik, inatçılık, cimrilik, karar verememe vb. özeliklerin geliştirilmesine neden olurken; olumlu geçirilmesi kararlılık, işbirliği özelliklerine neden olur.
FALLİK DÖNEM (3-6 Yaş) Temel haz kaynağı cinsel organlardır. Cinsel organdan aldıkları hazzı fark ederek meraklarını bu bölgede yoğunlaştırırlar. Karşı cinsten ebeveynlerine karşı bilinçli olmayan duygusal ve cinsel bir yakınlık hisseder ve kendi cinsiyetindeki ebeveynin yerini almak ister. Erkek çocuk bir yandan annesini arzular bir yandan da bu arzusu nedeniyle babası tarafından cezalandırılacağını düşünerek çatışma yaşar (oedipus karmaşası). Tersi durum kız çocuk içinde geçerlidir (elektra karmaşası).
Ebeveynler bu dönemde çocuklarına sevgi dolu yaklaşmalılar Ebeveynler bu dönemde çocuklarına sevgi dolu yaklaşmalılar. Çünkü çocuklar onları model alarak cinsiyet rollerini kazanmaya başlamışlardır. Ve utandırıcı, ayıplayıcı, cezalandırıcı bir tutum cinsiyet rollerine ilişkin soruna yol açabilir. Çocukların kendi cinsiyetlerindeki ebeveynlerini model almalarıyla (özdeşleşme) yaşanan karmaşa sona erer.
GİZİL DÖNEM (6-11 Yaş) Bu dönemde çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz ve kendisini oyuna verir. Cinsel dürtülerin bastırıldığı ve yeni bedensel haz bölgelerinin ortaya çıkmadığı ergenlik öncesi durgunluk, geçiş, bekleyiş dönemidir.
İlgileri sosyal ve entelektüel beceri edinmeye kayar. Sevgi gösterilerini ev dışında arkadaşlarına yöneltirler. Ebeveynleri dışında öğretmen ve diğer yetişkinlerle özdeşim kurarlar. Bu dönemde kendi cinsleriyle gruplaşırlar, karşı cinsi «düşman» ilan ederler. Anne-baba korur, öğretmen destekler, arkadaş kabul ederse dönem başarıyla atlatılır. Olumsuz yaşantılar olursa; aşırı çalışkanlık (kısır erdem) yada aşırı tembellik durumu ortaya çıkabilir.
GENİTAL DÖNEM (11-18 Yaş) Bu dönem ergenlikle başlayan ve ergenlik sonrası yılları kapsayan son gelişim dönemdir. «üreme» ile ilgili değişimlerin «psikolojik gelişimi etkilediğini düşünen Freud bu nedenle bu ismi vermiştir. Bedende biyokimyasal ve fizyolojik değişiklikler bu dönemin en önemli özelliğidir. Seksüel enerji karşı cinse yönelir, karşı cinsle olgun bir yakınlaşma sağlanır.
Bu dönemin amacı gencin ebeveynlerine olan bağımlılığını kırdığı ayrılma ve bireyselleşme dönemidir. Ergenin kim olduğu, ne olduğu yaşamın anlamını sorguladığı bir evredir. Bu sürecin sağlıklı tamamlanması ile birey kimlik kazanır, olgun kişiliğe doğru gelişerek yetişkinliğe adım atar. Ebeveynler ve öğretmenler bu dönemde gençlere anlayışlı ve saygılı davranmalıdır.
Savunma Mekanizmaları Ego id ve süperego arasındaki çatışmalardan kaynaklanan baskı nedeniyle yaşadığı kaygıyı azaltmak, organizmanın dengesini korumak için zaman zaman bazı savunma mekanizmalarına başvurur. Aşırıya kaçmadan savunma mekanizmalarının kullanılması egoyu rahatlatır. Aşırı kullanımı halinde çeşitli davranış bozuklukları gelişebilir.
Bastırma (Repression) Bastırma mekanizması ile birey için kaygı yaratan durumlar bilinçaltında tutulur. Örneğin, savaş ya da kaza gibi travmatik olayların yarattığı gerilimden kurtulmak için kişi bunları yok sayabilir, olmamış gibi davranabilir.
Yansıtma (Projection) Kişinin eksiklik ya da kusurlarını başkalarına veya çeşitli nesnelere yüklemesidir. Örneğin; Öğretmenine karşı düşmanca duyguları olan bir öğrencinin öğretmenin kendisinden hoşlanmadığına inanması veya topa iyi vuramayan futbolcunun zemini düzeltmeye çalışması gibi.
Gerileme (Regression) Baskı ve gerilim durumlarında, bireylerin kendilerini güvende hissettikleri önceki gelişim dönemlerindeki davranış kalıplarına dönmesidir. Örneğin; yetişkinlerin kaygılı durumlarda küsmeleri, çocuksu öfke tepkileri göstermeleri.
Yer Değiştirme (Displacement) Kaygı yaratan durumlarla başa çıkılamadığı zaman enerjinin daha kolay ulaşılabilir olan kişi ya da nesnelere aktarılmasıdır. Örneğin; İşyerinde yöneticisiyle sorun yaşayan bir çalışanın bunun gerilimini eşinden, çocuklarından çıkarması.
Karşıt Tepki Oluşturma (Reaction Formation) Bilinç dışında tutulan ve toplum tarafından onaylanmayan istek ve dürtülerin tam tersini yaparak egonun baskıdan korunmasıdır. Örneğin; başkalarına karşı düşmanca duygularını aşırı sevgi gösterileriyle gideren bir kişi.
Akla Uygun Hale Getirme (Rationalization) Çeşitli zorlamaları ve düş kırıklıklarını azaltmak için egonun olayları mantığa bürümesi ya da makul bir neden bulmasıdır. Örneğin; vitrinde beğendiği kazağın yüksek etiketini gören birisinin «o kadar da güzel değilmiş» demesi.
PSİKOSOSYAL GELİŞİM KURAMI Psikanalitik kuramdan hareketle Psikososyal Gelişim Kuramını oluşturan Erik H. Erikson (1963), sosyal gelişim araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Erikson kuramında, her ne kadar Freud’un pek çok fikrini kabul etse de, klasik psikanalitik kuramdan üç önemli noktada ayrışır: çocuğun, pasif biyolojik dürtülerin esiri olan ve ebeveynleri tarafından şekillendirilen bir varlık değil, çevresine nasıl uyum sağlayacağını araştıran, meraklı, aktif bir araştırmacı olduğunu savunur.
Freud’a kıyasla Erikson cinsel dürtülere daha az, sosyal ve kültürel etkilere daha fazla vurgu yapar. Gelişimi, içsel dürtüler ve dışsal (kültürel-sosyal) talepler arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak görür. Erikson’a göre gelişim tüm yaşam boyu devam eder. Erikson insanın yaşamı boyunca sekiz temel kriz ya da çatışmadan geçtiğine inanmaktadır. Her yeni gelişim döneminde, kişi yeni talepler ve ilişkilerle karşılaştığında yeni bir ikilem ya da çatışma ortaya çıkar. Kişi, tutarlı ve kalıcı bir kimlik duygusu geliştirebilmek için tüm yaşamı kapsayan bu sekiz dönemdeki farklı sorunları başarıyla çözmek zorundadır.
Erikson’un kuramı gelişimin niçin ve nasıl gerçekleştiğini açıklamada muğlak ve yetersiz kaldığı için eleştirilmiştir. Kalıcı bir kimlik geliştirmek için ergen ne tür deneyimler yaşamalıdır? Özerklik ve girişkenlik için güven duygusu niçin önemlidir? Erikson’un kuramı, gelişimsel süreçleri anlamaya dair bu gibi önemli soruların cevabında açıklayıcı değil, betimleyicidir.
Bebeklik (0-1 Yaş) Temel Güvene Karşı/Güvensizlik Bakım veren tarafından yeterince beslenen, ihtiyaç duyduğu her an şefkat ve ilgi gören, korunan, kollanan bebekte kendine ve dünyaya karşı güven duygusu gelişir. Eğer bakım veren yetersizi kalırsa güvensizlik kişilik örüntüsünde yerini alır.
İlk Çocukluk (2-3 Yaş) Özerkliğe Karşı/Kuşku ve Utanç Kaslardaki gelişim ve yürümeye başlamayla birlikte çocuk daha özgür davranmaya başlar. Kendi başına bir şeyler yaptıkça kontrol ve yeterlik duyguları gelişmeye başlar. Bakım veren çocuğun bağımsızlık girişimlerini desteklediğinde benlik saygısının gelişimini olumlu etkiler. Tersi durumda çocuk, girişimlerinin doğruluğundan kuşkuya düşer ve utanır.
Oyun Çağı (3-6 Yaş) Girişkenliğe Karşı/Suçluluk Bu dönemde çocuk destekleyici tavırlar hissettiğinde artan zihinsel ve fiziksel kapasitesi ile daha fazla şey öğrenme konusunda istekli hale gelip amaçlı faaliyetlere yönelir. Girişkenliği nedeniyle engellendiğinde yaptıkları için kendini suçlamaya başlar. Fallik dönemin bilinçdışı çatışmaları bu suçluluğu kolaylaştırır.
Okul Çağı (6-12 Yaş) Çalışkanlığa Karşı/Aşağılık Duygusu Cinsel dürtüleri gizlenen ve enerjileri çevreye yönelen çocuk daha fazla sosyal ve akademik aktiviteler yapar. Bu süreçte kendi yeterliği ve diğerlerinin yetenekleri karşılaştırılır. Çocuk ebeveynleri ve öğretmenlerince ilgi ve destek söz konusu yeterliklerini geliştirmek ve çevrenin onayını almak için çalışmayı seçer. Yeterince desteklenmeyen, eleştirilen çocuklar kendilerine ilişkin yetersizlik duyguları geliştirip kendilerini diğerlerinden aşağıda görürler.
Ergenlik (12-20 Yaş) Kimlik Kazanmaya Karşı/Kimlik Kargaşası Bu dönemde bedeni ve duyguları hızla değişen çocuk, hem kendisi olmayı hem de içinde bulunduğu toplumun üyesi olmayı başarma konusunda sorunlar yaşar. Bağımsız olma ve bir yere ait olma çelişkisini çözmek, sağlıklı bir kimlik geliştirmek için çaba gösterir. Bu karmaşayı çözmede yetersiz kalan bireyler kendilerini toplumun içinde işe yarar bir üye olarak görmede sorunlar yaşarlar.
Genç Yetişkinlik (20-40 Yaş) Yakın İlişkilere Karşı Çekingenlik İş, evlilik ve diğer sosyal ilişkilerde yakın ilişkilerin geliştirildiği, yetişkin rolleri ile toplumsal temasın yoğunlaştığı bir evredir. Bir önceki dönemde kazanılan kimlik özellikleriyle bu ilişkiler geliştirilir. Aksi durumda birey, toplumdan ve yakın ilişkilerden kendini soyutlar.
Orta Yetişkinlik (40-65 Yaş) Üretkenliğe Karşılık/Durgunluk Bedensel, zihinsel, sosyal, mesleki ve ekonomik olarak toplumdaki yerin oturtulduğu, kendinden sonraki nesilleri yetiştirme ve geliştirme görevinin üstlenildiği bir dönemdir. Bu görevin yerine getirilmesi toplumun üretkenliğine destek olur. Ancak, önceki dönemlerdeki çatışmaların etkisiyle yetişkinler enerji ve birikimlerini yeni kuşaklara aktarmak yerine geçmiş başarısızlıklara harcayabilir.
Yaşlılık (65---) Ego Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk Son evreye kadar krizlerine sağlıklı çözümler bulan bireyler, yaşlılıkta da çevrelerine deneyimleriyle katkıda bulunabilirler. Birey, kendine uygun bir hayat sürdüğü için «keşke»leri azdır. Kimliğine, kişiliğine en uygun hayatı yaşadığını düşünen bireyler bütünlük duygusuna sahip olurlar ve yaşamın sonunu doğal karşılarlar. Geçmişe suçluluk ve pişmanlıkla bakmazlar ve kaçınılmaz olan ölümle yüzleşmekten korkmazlar. Bu yaşlara kadar kendilerini gerçekleştirememiş bireylerse, öfkeli, hırçın, küskün, keşkelerle dolu pişmanlıklarla bu evreyi sorunlu olarak sürdürebilirler.
Bu kuramın en önemli isimlerinden biri Alfred Bandura’dır(1977) Bu kuramın en önemli isimlerinden biri Alfred Bandura’dır(1977). Sosyal Öğrenme Kuramı, sosyal davranışın gelişimini açıklarken öğrenme ilkelerinin yanı sıra düşünme, yorumlama gibi çeşitli bilişsel unsurların önemine vurgu yapan bir kuramdır. Davranış ve sonuçları arasındaki ilişkiyi düşünebilme özelliklerinden dolayı, insanların hareketlerinde çoğu zaman gerçekte ne deneyimlediklerinden ziyade ne düşündükleri etkilidir.
SOSYAL ÖĞRENME KURAMI Davranışa dair düşüncenin önemine yaptığı vurguyla bağlantılı olarak, Sosyal Öğrenme Kuramı, pekiştireçlerin (veya cezanın) sadece dışsal değil, içsel de olabileceğini önerir. Kişinin kendi hareketlerinin yine kendinde yaratığı sonuçlar önemlidir. işi tamamladığı zaman alacağı paradan çok, işi en iyi şekilde yapmanın hazzı kişiyi güdüler. Bu bakış, davranışı kontrol etmek için dışsal pekiştirme ve cezanın neden her zaman işe yaramadığını açıklamaktadır.
Bandura, sosyal durumlardaki öğrenmelerin büyük ölçüde taklitle gerçekleştiğini ileri sürer. Özellikle çocukların yeni sosyal davranışları öğrenmeleri, önemli bireylerin (örn. ebeveyn, öğretmen, arkadaş) davranışlarını gözlemlemeleri ve model almalarıyla olur. Gözlem, gözlenen davranışı ve bunun olası sonuçlarını öğretir.
Dolaylı pekiştirme Davranış ve sonuçlarını başkasında gözlemlediği için bu öğrenmenin mekanizması dolaylı pekiştirmedir. Örneğin; anlaşmazlık durumunda, anne-babasının sorunu bağırarak ve kavga ederek çözdüğünü gören çocuk, kendisi akranlarıyla çatışma yaşadığında benzer stratejilere başvuracak, kavga ederek sorununu çözmeye çalışacaktır. Benzer şekilde, sıkıştığında ebeveyninin yalan söyleyerek sorunu çözebildiğini gören çocuk, kendisi de gerektiğinde aynı davranışı gösterecektir.
Modelden Öğrenme Dolaylı pekiştirme, sadece canlı modellerden değil, sembolik modellerden de olur (örn. televizyon, roman kahramanları). Bandura’ya göre, gözleyerek öğrenmenin meydana gelebilmesi için aşağıdaki koşulların sağlanmış olması gerekir: • Dikkat: Taklit edilecek modelin, kişinin dikkatini çekmiş bir model olması. • Hatırda tutma: Davranışın kodlanıp hatırda tutulması. • Motor üretim: Taklit edilen hareketi doğru yapabilmek için gerekli motor becerilere sahip olma. • Pekiştirme ve güdüsel süreç: Davranışın performans olarak ortaya çıkması için ya başkası tarafından pekiştirilmesi ya da bireyin kendi kendini pekiştirmesi.
Bandura’nın Karşılıklı Tayin Edicilik Modeli
Bandura, çocukları kendi gelişimlerine çok yönlü katkılar getiren aktif katılımcılar olarak görür. Bandura, Watson’ın çevresel tayin edicilik kavramı yerine, çocukların gelişimlerini etkileyen çevreyi yaratmada etkili olduğunu savunduğu karşılıklı tayin edicilik ilkesini benimser. Buna göre, sosyal gelişim kişi (K), davranışı (D) ve çevresi (Ç) arasındaki etkileşimleri yansıtmaktadır.
Örneğin, çocuk arkadaşına saldırarak istediği oyuncağı elde ettiğinde; oyuncağa sahip olmak memnuniyet verici bir sonuç olarak çocuğun saldırgan davranışını pekiştirir. Bu sonuç aynı zamanda, saldırgan davranışa maruz kalan akranın da çocuğu zorba olarak görmesine ve ileride saldırgan davranışlarıyla baş etmeye çalışmamasına sebep olabilir. Özetle, sosyal öğrenme kuramı, çocuğun aktif şekilde şekillendirdiği çevresinin, kendi gelişimine etki ettiğini ileri sürmektedir.
Bandura’nın araştırmaları özellikle saldırganlığın öğrenilmesinde dolaylı pekiştirmenin etkisini ortaya koymuştur. Cinsiyet rolleri, şiddet, sosyal çatışma çözme becerisi, olumlu sosyal davranışlar, aile içi roller, konuşma biçimi vb. pek çok farklı özelliğin gelişiminde sosyal öğrenme önemli bir mekanizmadır.
Eleştiri Sosyal Öğrenme Kuramı, öğrenme ve gelişimde olgunlaşma ve biyolojiden çok, çevresel ve sosyal faktörlerin sorumlu olduğunu iddia eder ki bu, kuramın bireyin kendine has genetik mirasını azımsadığı eleştirisini getirmiştir.
Bilişsel Gelişim Kuramı Jean PİAGET Çalışmaları insanların nasıl düşündüğü, dünyaya nasıl baktığı ve nasıl algıladığına odaklanır. Piaget biyoloji, felsefe ve psikoloji bilimlerine temellendirdiği bilişsel gelişim kuramında, çocukların aktif şekilde etkileşerek ve bu etkileşimler üzerinde düşünerek dünya hakkındaki bilgileri nasıl yapılandırdığına dair önermelerde bulunmuştur.
Çocukların ne kadar bilip ne kadar düşündüklerinden çok, nasıl düşündükleriyle ilgilenir. Gelişimi dönemlere ayırarak bir dizi değişmez sıra içinde açıklar. Bilişsel gelişim kuramında, gittikçe karmaşıklaşan düşünce sistemlerinin kazanılmasından söz eder. Çocuk deneyerek, keşfederek, manipüle ederek kendisi için anlamlı bir çevre yaratmaya ve bu süreç içinde daha zengin ve ileri yapılar oluşturarak bu yapılar sayesinde dünyayı anlamaya çalışır.
Kuramın Temel Varsayımları Çocuklar aktif ve güdülenmiş öğrenenlerdir: Çocukların çevrelerine uyum sağlamayı nasıl öğreneceklerine ilişkin güdülenmeleri doğuştan gelmektedir. Bu nedenle çocuklar dünyalarına ilişkin meraklarını aydınlatacak, duyumlama ve anlamlandırmalarına yardımcı olacak bilgileri aktif bir biçimde ararlar. Sürekli olarak karşılaştıkları nesnelere deneyler yaparak eylemlerinin etki ve sonuçlarını gözlemlerler.
2) Çocuklar bilgiyi olduğu gibi almaktan ziyade yapılandırırlar: Çocuklar günlük yaşantılarında çevrelerindeki nesne ve olayları yorumlama ve uyum sağlama sürecinde aktif bir rol oynamaktadırlar. Piaget’e göre çocuklar inançlarını ve yaşantılardan elde ettikleri bilgileri sürekli olarak yeniden yapılandırırlar.
3) Çocukların fiziksel ve sosyal çevreleriyle etkileşimleri bilişsel gelişim için son derece önemlidir: Fiziksel dünyayla kurulan aktif deneyimler bilişsel gelişim için kritik bir öneme sahiptir. Çocuklar fiziksel nesneleri inceleyerek hacim ve ağırlık gibi özelliklerini öğrenebilecekleri gibi; güç, yerçekimi gibi ilkelerle olan ilişkilerini de keşfedebileceklerdir. Sosyal etkileşim de bilişsel gelişim üzerinde eşit düzeyde bir öneme sahiptir. Özellikle diğerleriyle kurulan etkileşimler sayesinde çocuklar diğer bireylerin farklı özelliklerini görebilecek ve kendi dünya görüşleriyle olan uygunluk düzeyini mantıksal bir süreç içinde değerlendirebilecektir.
4) Çocuklar beyindeki olgunlaşmaya bağlı değişikliklerin bir sonucu olarak farklı yaşlarda niteliksel olarak farklı düşünürler: Farklı yaş ve gelişim dönemi içinde bulunan çocuklar beyin ve düşünce gelişimlerinde önemli niteliksel değişiklikler kazanmaktadırlar. Bu dönemlerin her birinde elde edilen niteliksel kazanımlar, çocuk ve ergenlerin bilişsel olarak gelişimlerini sürdürmelerine yardımcı olmaktadır.
Piaget, dönemlerin genetik koda bağlı olmadığını ancak biyolojik eğilimlere bağlı bir süreç içinde çocuk tarafından yapılandırıldığına inanır. Gelişme ne içsel olgunlaşmayla ne de dıştan, yetişkinlerden gelen öğretmelerle ortaya çıkar. Çocuk, gittikçe daha ayrıştırılmış ve daha karmaşık bilişsel yapıları kendi hareketleriyle organize ederek aktif bir yapılandırma süreci içinde gelişir.
ETOLOJİK KURAM Etoloji, evrim süreçlerinin türe özgü davranışları nasıl şekillendirdiğini inceleyen bilim dalıdır. Buna bağlı olarak, etolojik kuram, insan davranışının biyolojik temellerine vurgu yapar. Etologlar da, Freud gibi, erken deneyimlerin önemli olduğunu ileri sürerler. Etolojik yaklaşıma göre, bazı davranışların gelşimi için “kritik dönem”ler vardır. Kritik dönem, gelişen organizmanın, yaşam evresinin kısa bir parçasında çevredeki spesifik etkilere benzersiz şekilde açık ve duyarlı olduğu dönem olarak tanımlanır.
Etolojik yaklaşıma göre, bazı davranışların gelişimi için “kritik dönem”ler vardır. Kritik dönem, gelişen organizmanın, yaşam evresinin kısa bir parçasında çevredeki spesifik etkilere benzersiz şekilde açık ve duyarlı olduğu dönem olarak tanımlanır. Organizma anılan kritik dönemde bu önemli çevresel unsura maruz kalmazsa gelişim için şart olan deneyim oluşmayacak, organizmanın gelişimi geri döndürülemez şekilde olumsuz etkilenecektir.
Bununla ilintili olan bir başka kavram “hassas dönem” kavramıdır Bununla ilintili olan bir başka kavram “hassas dönem” kavramıdır. Hassas dönem, belli beceri ve davranışların ortaya çıkması için kişinin özellikle belli çevresel etkilere daha duyarlı olduğu zaman dilimini anlatır. Kişi bu çevresel unsurlara hassas dönemde maruz kalmazsa sağlıklı gelişimi bundan olumsuz etkilenecek ama bu geri döndürülmez olmayacaktır.
Bu önemli çevresel unsurlara başka bir zaman diliminde maruz kalma, daha az olmakla birlikte etkili olacak, bireyin gelişimini şekillendirecektir. Kritik dönem kavramı, hayvan gelişimini açıklamada geçerliyken, hassas dönem, insan gelişimini açıklamada çok daha doğru bir tanımlamadır.
Etologlar, insan yavrusunun, hayatta kalmasını ve normal gelişimini destekleyici önceden programlanmış pek çok davranış sergilediğini ileri sürmektedirler. John Bowlby (1969), bu yaklaşıma dayanarak Bağlanma Kuramını geliştirmiştir. Bağlanma kuramı, Freud’un görüşünden esinlenerek ilk yaşlardaki ebeveyn-çocuk ilişkisinin sosyal ve duygusal gelişim için çok önemli olduğunu önermiş, bunun gelecekteki ilişkilere de etki ettiğini savunmuştur.
EKOLOJİK SİSTEMLER KURAMI (Urie Bronfenbrenner (1979) Çocuğun içinde yaşadığı pek çok ortam ve kuruluşun- toplum, okul, politik sistem gibi- çocuğun gelişimine etkisine vurgu yapan bir gelişim kuramıdır.Gelişimi anlayabilmek için bireyin ekolojik çevresi ile ilişkisini anlamak gerekir. Ekolojik Sistem Model'inde çocuğun gelişimini etkileyen çevresel bağlamlar, iç içe geçen kaplar gibi küçükten büyüğe doğru sıralanan beş sistem halkası ile tanımlanır.
Mikrosistem Burada aile, okul, yaşanılan yakın çevredeki akran ve oyun ortamları gibi çocuğun çok zaman geçirdiği bağlamlar yer alır. Ebeveynler, arkadaşlar, öğretmenler, komşular gibi günlük ev, okul ve iş çevresidir. Mikrosistem, çocuğun gelişiminde en fazla etkiye sahiptir.
Mezosistem Mikrosistemde yer alan farklı gelişimsel bağlamların birbirleriyle ilişkisini anlatır. Kişinin yaşamındaki sistemlerin kesişimidir, sistemlerin birbirleriyle bağlantılarıdır. Örneğin, aile-okul arasındaki iletişim, iki bağlamdaki değer ve davranış beklentilerinin uyum içinde olması, bir bağlamda öğrenilen davranışların diğer ortamlara da aktarılması.
Eksosistem Çocuğun doğrudan içinde yer almadığı, dolaylı dış çevredir. Aile bireylerinin iş yerleri (örn. Ebeveynin çalışma koşulları, iş yerinde yaşadığı stres), sağlık hizmetleri (bunların yaygınlığı, aile için hizmetin ulaşılabilirliği), medya, ekosistemdeki bazı yapılardır.
Makrosistem Çocuğa en uzak olan ‘Makrosistem’de kültürel değerler, inanç sistemleri, ideoloji ve gelenekler yer almaktadır. Kronosistem Halkaların hepsini içine alan ‘kronosistem’ ise yaşanılan zaman dilimini, o yaşam dilimini betimleyen özellik ve olayları (bilgi çağı dönemi, çiçek çocuklar dönemi, sanayi devrimi dönemi vb.) anlatır.
Tüm bu sistemler arasında karşılıklı bir etki vardır Tüm bu sistemler arasında karşılıklı bir etki vardır. Bronfenbrenner, sonraları kuramını revize etmiş, yeni Biyoekolojik Model’inde, tüm sistemin ortasında olan ve farkı› ekolojilerle etkileşen çocuğun mizaç gibi biyolojik temelli özelliklerine de yer vermiştir
SOSYAL DAVRANIŞLARIN GELİŞİMİNE ETKİ EDEN UNSURLAR Toplumsallaşma Çocuğun sosyal gelişimindeki en önemli süreçlerden biridir. Bu süreçte, çocuk bireysel farklılıklarını korurken, ait olduğu sosyal sistemin davranış kurallarını, inanç ve değerlerini edinir ve böylelikle yaşadığı bağlamda uyumlu ve etkili şekilde var olabilir
Doğum ile başlayıp bireyin tüm yaşamı boyunca devam eden bu süreçte, özellikle ilk çocukluk dönemindeki etkiler ve etkileşimler önemli görülmektedir. Çocuğun çevresindeki tüm kişilerle, anne-baba, kardeş, arkadaş, öğretmen ve akrabalarıyla olan ilişkileri, toplumsallaşma sürecine katkıda bulunur. Örneğin kardeş ilişkisi ele alındığında, araştırmalar küçük kardeşle zaman geçirmesi ve onun ihtiyaçlarına cevap vermesi beklenen çocuklarda, duygu ve düşünce kavrama becerilerinin daha çok geliştiğini ortaya koymuştur.
Kardeşler arasındaki bu etki karşılıklıdır; büyük kardeşin küçüğe ilgi göstermesi kendisinin bilişsel ve duygusal becerilerini geliştirirken küçük kardeş de ablası veya ağabeyini model alarak olumlu veya olumsuz sosyal davranışlar sergileyebilir. Okul çağıyla birlikte akranlarla olan ilişkiler toplumsallaşmayı etkiler. Okul öncesi dönemdeki sosyal gelişimde en belirleyici olan ebeveyn-çocuk ilişkisidir.
Çocuğun sosyal gelişimine etki eden temel çocuk yetiştirme davranışları Açıklayıcı Akıl Yürütme Anne-baba çocuğuna olumsuz davranışının başkaları için doğurduğu sonuçları anlatarak istenmeyen bu davranışı değiştirmeyi amaçlar. Burada hedeflenen sadece istenmeyen davranışın o an için bırakılması değil, o davranışın neden yapılmaması gerektiğinin çocuk tarafından anlaşılması ve benimsenmesidir.
“Bu davranışın beni çok hayal kırıklığına uğrattı.” “Sen Ali’nin oyununu bozduğunda sence o ne hissetti?” veya davranışının sonuçlarına yönelik; “Bu davranışın beni çok hayal kırıklığına uğrattı.” Anne-babaların genel olarak çocuklarına sıcak ve duyarlı davrandıkları ailelerde bu açıklamalar çocuk tarafından daha çok benimsenmekte ve dolayısıyla daha da belirgin bir pozitif etki sağlamaktadır.
Çocukta istenilmeyen davranışın olumsuz sonuçlarının değil de istenilen davranışın olumlu sonuçlarının ön plana çıkarılması da etkili bir başka yoldur. Örneğin, yardım ederse karşısındaki kişinin sevineceği söylenen çocuklar, yardım etmezse karşısındakinin üzüleceği söylenen çocuklardan daha çok yardım etmektedir
Model alma Sosyal Öğrenme Kuramı’nda önerildiği gibi, çocuklar, sosyal davranışları bir başkasını örnek alarak ve taklit ederek de öğrenebilirler. Ev ortamında yardımlaşma, paylaşma, işbirliği ve olumlu davranışlara dair değerler gibi konular üzerine çok konuşulması da çocukların daha çok olumlu sosyal davranışlar göstermeleriyle bağlantılıdır.
Model alınan kişi, çocuk tarafından etkili ve güçlü olarak Algılanıyorsa veya sevilen biriyse davranışlarının taklit edilme olasılığı daha yüksektir. Sonraki yıllarda akranların etkisi artacak olmakla birlikte, okul öncesi dönemde anne-babalar en çok model alınan kişilerdir. Ebeveynler, kendi tutum ve davranışları ile çocuklarına olumlu ve olumsuz sosyal davranışlar için kaynak oluştururlar. Başkalarının ihtiyaçlarını görmezden gelen veya gerekli yardım davranışlarını göstermekte isteksiz davranan ebeveynlerin çocukları da bu davranışları örnek alırlar.
Anti-sosyal davranışlar da aynen yardım etme davranışı gibi gözlem ve modelleme yolu ile kazanılabilir. Örneğin, anne veya babası vurma, itme, tekmeleme, hakaret etme veya yalan söyleme gibi davranışlar gösteren çocuk, bu davranışları gözlemleyerek sosyal davranış dağarcığına ekler. Çocuk bu süreçte, kişiler arası sorun yaşandığında saldırgan davranış göstermeyi veya yalana başvurmayı bir çözüm yolu olarak görmeyi öğrenir ve hâlihazırda repertuarında olan bu davranışları gerek duyduğunda kullanır.
Ödül ve Ceza İstenilen davranışı artırmak için, söz konusu davranışın hemen ardından çocuğu ödüllendirmek de etkili bir yöntem olabilir. Sosyal ödüller, özellikle kişilik özelliklerine yönelik atıflar (“Sen çok yardımsever, çok iyi kalpli bir çocuksun.”) çocukta olumlu benlik algısını güçlendirmekte ve böylelikle uyumlu davranışlarını artırıcı etki yapmaktadır.
İstenen davranış yapıldığında hediye verme gibi maddesel ödüller de olumlu sosyal davranışları kısa vadede arttırabilmekle birlikte, çocuğun yaptığı davranışı dışsal bir nedene bağlamasına sebep olmaktadır. Bu yöntem, çocuğun ancak bir başkası istediğinde ve iyi bir sonuç (hediye) alabileceği zaman olumlu davranışı göstermesine yol açabilmektedir.
Güç Kullanımı Güç kullanımı ve cezalandırıcı teknikler çocuğun o anki itaatini arttırmakla birlikte, ileride suça giren davranışlarının sıklaşmasına sebep olmakta, yani hedeflenenin aksine, çocuğun uyumlu davranışları daha az göstermesine yol açmaktadır.
Araştırmalar, şiddete dayalı fiziksel disiplin yöntemlerinin (tokat atma, sarsma, dayak atma) çocuklardaki duygusal ve davranışsal problemleri fazlalaştırıcı etkiye sahip olduğunu göstermektedir Şiddete dayalı disiplin yöntemleri çocuğun fiziksel sağlığında bozulmanın yanı sıra, özgüvende zedelenmeye, depresyon, kaygı bozuklukları ve anti-sosyal davranış problemlerinde artışa yol açmaktadır.
Mizaç (Temperament) Mizaç, bebekliğin erken dönemlerinde de gözlemlenebilen, duygu, davranış ve dikkat süreçlerindeki bireysel farklılıkları anlatır. Mizaç özellikleri çevreye göre bir miktar değişebilmekle birlikte, esas olarak biyolojik kökenlidir (Yakınlaşma/çekingenlik, uyumluluk, tepkilerin yoğunluğu, dikkat süresi, ritmiklik (biyolojik düzenlilik), uyarılma eşiği ve aktivite düzeyi mizaç özelliklerinden sadece bazılarıdır.
Mizacın boyutlara ayrılarak incelenmesi (a) Olumsuz tepkisellik; kızgınlık, ağlama, sızlanma ve mızmızlanma gibi yüksek yoğunluktaki tepkiler, (b) Sıcakkanlılık-çekingenlik; yeni durum ve insanlara yaklaşma ya da tersine uzaklaşma eğilimi, (c) Sebatkârlık; bir işle uzun süre dikkatini yoğunlaştırabilme kapasitesini ve işi tamamlayıncaya kadar üzerinde çalışmaya devam etme eğilimi. Bu üç boyut sırasıyla, mizacın duygu, davranış ve dikkat süreçleriyle ilişkilidir.
Olumsuz tepkisellik düzeyi düşük olan, daha az sinirlenen çocuklar, duygu ve davranışlarını daha iyi kontrol edebilen ve sosyal becerisi daha yüksek olan çocuklardır . İçinde sosyallik ve utangaç olma gibi özellikleri barındıran ‘sıcakkanlılık-çekingenlik’ mizaç boyutu da olumlu sosyal davranışlarla yakından ilişkilidir.
Sıcakkanlı çocuklar, yardımlaşma ve paylaşma gibi davranışları çekingen mizaçlı çocuklara göre daha çok göstermektedir. Ortamın ve kişilerin yeni olması sıcakkanlı çocukların olumlu sosyal davranış düzeyini pek etkilemezken çekingen ve ürkek mizaçlı çocuklar, benzer davranışları daha çok tanıdık çevrelerde ve ancak kendilerinden talep edildiğinde göstermektedir.
Dikkat süreçlerindeki mizaç farklılıkları da olumlu sosyal davranışlar üzerinde belirleyicidir. Dikkatini daha uzun süre yoğunlaştırabilen çocuklar, sosyal ortamdaki ipuçlarını daha iyi yakalayabilmekte ve dolayısıyla yardım ve paylaşma gerektiren durumları daha hızlı ve doğru algılayabilmektedir.
Araştırmalar, benzer mizaca sahip ama anneleri farklı çocuk Ebeveynlerin çocuk yetiştirme tutumlarının ve çocuğun mizacının sosyal gelişime etkileri birbirlerinden tümüyle bağımsız değildir. Çocuk yetiştirme ve mizacın etkileşimi de sosyal gelişimde önemli rol oynamaktadır. Araştırmalar, benzer mizaca sahip ama anneleri farklı çocuk yetifltirme tutumlar› gösteren çocukların sosyal davranışlarında belirgin farklılıklar olduğuna işaret etmiştir. Örneğin, annesi cezalandırma davranışını sık gösteren tepkisel mizaçlı bir çocuk, annesi açıklama yapan, bir davranışın neden yapılmaması gerektiğini anlatan tepkisel mizaçlı bir diğer çocuktan daha fazla davranış problemi gösterebilmektedir.
Açıklayıcı akıl yürütme davranışının anne tarafından seyrek kullanılması, sıcaklık ve şefkatin az olması, özellikle tepkisel mizaçlı çocukların gelişimi için tehlike oluşturmaktadır. Benzer şekilde, hareketli ve dışadönük mizaç tek başına değil ama ebeveynin fiziksel cezası ile birleştiğinde çocukta davranışsal problemlere yol açmaktadır. Ebeveyn, aynı derecede hareketli ve dışadönük bir çocuk için, onun enerjisine uygun, olumlu bir disiplin yöntemi kullandığında ise çocuğun sosyal uyumu artmaktadır.
Çocuk-ebeveyn ilişkisinde, bebeklik döneminden başlayarak ortaya çıkabilen bu olumsuz etkileşim (anneden, aile koşullarından ya da çocuktan kaynaklanan nedenlerle), bir kısır döngü hâlinde, çocukların uzun vadede saldırgan davranış göstermeleri ve uyum bozuklukları geliştirmeleriyle sonuçlanabilmektedir. Burada farkında olunması gereken, mizaç özellikleri nasıl olursa olsun (tepkisel, korkulu, çekingen, vb.), ilk yıllarda genel olarak çocukların davranışsal problemler göstermediği veya ortaya çıkabilen problemlerin önlenebilecek düzeyde olduğudur.
BAĞLANMA KURAMI (Attachment Theory-John Bowlby) Bowlby’e göre bağlanma davranışı başka bir bireye karşı yakınlık arama ve sürdürme olarak tanımlanmıştır. Evrimsel adaptasyon açısından çok önemli olan bebeklikteki bağlanma sisteminin temel özellikleri süreğen olmakta, yetişkinlikte kurulan ilişkileri de biçimlendirmektedir.
Bebek doğduğunda bakım verenle yakınlığını sürdürmeye yönelik bir davranış repertuvarıyla donatılmıştır. Bunlar arasında en dikkat çekici olan bağlanma davranışıdır. Bebekler yakınlığı başlatmak için diğerlerine ağlama ya da gülümseme gibi davranışlarla bir takım sinyaller gönderirler. Bebeğin ağlaması bakım verme davranışını aktive eder ve bakım verenin bebeğin yanına gelmesini sağlar.
Yakınlık sağlayıcı sinyallerine tutarlı ve tekrar eder biçimde uygun tarzda tepki veren yetişkinlere yönelik bağlanma geliştirirler. Böylece bebekler bu kişilerin, ihtiyaç duyduklarında kendilerine koruma ve bakım sağlayacaklarına ilişkin bir güven geliştirirler. Bebeklerin yakınlık sağlamak amacıyla gönderdikleri sinyallere yetişkinlerin uygunluk ve dakiklik bakımından farklı tepkileri vermeleri sonucunda da bağlanma bakımından bireysel farklar ortaya çıkar.
Bağlanma Kuramı’nın temel ilkesi; bebeğe bakım veren kişiyle erken bağlanma ilişkilerinin daha sonraki sosyal ilişkiler için prototip sağlamasıdır. Yaşamın ilk yıllarında bakım verenin bebeğe verdiği tepkiler ve onun yakınlık isteğine karşı sergilediği davranışlar çocuğun beyninde zihinsel temsiller olarak kodlanır. Bebek bu kişiyle etkileşiminden yola çıkarak kendisi, başkaları ve dünyaya ilişkin algılar geliştirir; bakım verenin bebeği algılayış şekli ve ona yönelik davranışları bebeğin benlik algısının temelini atar.
Aynı şekilde bebeğin gözlemlediği bakım veren davranışları da bebekte başkalarına yönelik başkası algısı oluşturmakta ve bu algı hayatının ilerleyen dönemlerinde kuracağı ilişkileri etkilemektedir. Bowlby’e göre bağlanma sitili, yetişkinlerin kişilik problemlerinden, nevrotik düzeydeki semptomlara, evlilik sorunlarından, çocuk yetiştirmede yaşanılan sorunlara kadar pek çok yaşam alanını etkilemektedir.
a)Güvenli Bağlanma Çocuk «olumlu benlik» ve «olumlu başkaları» zihinsel temsillerini esas alarak bakım verenle güven temelli bir ilişki yapılandırır. Bu bağlanma sitili, kişinin ileri yaşamında içten ve samimi ilişkiler kurabilme, tutarlı davranışlar sergileme, doğal olma, iyi niyet ve yaşama karşı pozitif tavır takınmak gibi beceriler olarak kendini gösterir.
Bu bireyler karşılaştıkları problemler karşısında başetme becerilerini etkin olarak kullanmakta, sağduyulu hareket edebilmekte ve gerektiğinde başkalarından destek almakta sorun yaşamamaktadırlar.
Saplantılı Bağlanma
Kayıtsız Bağlanma
Korkulu Bağlanma