KUDÜS’ÜN KISA TARİHİ Şehrin tarihi M.Ö. 4000 ila M.Ö. 3500'lere kadar gider. Bu da Kudüs'ü dünya üzerindeki en eski şehirlerinden biri yapar. Kudüs üç İbrahimî din için de özel ve kutsal bir şehir sayılmaktadır. Kudüs, Davut peygamberin İsrailoğulları'nın oniki kabilesini birleştirerek M.Ö. 996'da kurduğu eski İsrail Krallığı'nın başkenti olmuştur. O zamanlar adı Urişalim olan kent Yabusilerin kontrolündeydi. Davut peygamber şehri ele geçirince buraya Musa peygamberin Ahit Sandığı'nı da getirir ki şehre ilk kutsiyet böylelikle verilmiş olur. Daha sonra yerine geçen ve Museviler'in yeni peygamberi ve kralı olan Süleyman kendisine bir saray yaptırmak, şehrin çevresine duvar çektirmek ve Beytü’l-Makdis'i (Birinci Küdus Tapınağı) inşa ettirmek suretiyle şehri mamur bir hale getirir. Ayrıca, Ahit Sandığı'nı da mabetteki özel yerine yerleştirir. M.Ö. 500'lü yıllarda Babil Devleti orduları Kudüs'e girer şehri ve mabedi yakıp yıkarlar. Kentteki Yahudiler ise Babil'e sürülür.
Tevrat’taki tanıma göre Süleyman Mabedi
Yıllar sonra Babil Devleti’nin hükümdarı Kiros, Yahudilerin arzu ettikleri takdirde memleketlerine dönebileceklerini söyler. Bunun üzerine geri dönenler Kudüs ve civarına yerleşirler ve daha sonra bu bölgede ortaya çıkan Hz. Üzeyir, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa gibi Peygamberlerle tanışırlar. Babil’de kalanlar ise sadece Hz. Musa ve O’nun getirdiklerine tabi kalırlar ve buradaki Yahudi topluluğu Babil Yahudileri olarak anılır. Önce Perslerin daha sonra ise Romalıların verdiği izinle birlikte Kudüs’te yeniden Yahudi Krallığı kurulur. Yahudilerin Kralı Herod, şehrin duvarlarını onarmak, çeşitli yapılar inşa etmek ve mabedi de yeniden yapmak suretiyle Kudüs’te büyük bir inşa faaliyetini gerçekleştirir ve Kudüs’ü tepeden tırnağa yeniden inşa eder. Böylece Kudüs’teki Babil saldırısının izleri silinir. Sonra Süleyman Mabedi’nin yerine ikinci bir mabet inşa edilir. Kudüs’te Herod’lu yıllar başlar bu yıllar aynı zamanda Hz. Meryem’in mabede adanarak, Hz. İsa’ nın doğduğu ve Hz. Zekeriya’nın gözetiminde büyüdüğü yıllardır. Herod’un ölümünden sonra Romalılarla Yahudilerin arası açılır. Roma Hükümdarı Titus Yahudilere karşı zulümde Babilleri aratmaz. MS. 70’li yıllarda ikinci mabette yerle bir edilir. (Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 22-23).
Herod tarafından M.Ö. 19’da yeniden inşa edilen Mabet
İmparator Hadrian zamanında Romalılar Kudüs’teki harabeler üzerine yeni bir putperest şehir kurarlar(MS.135) Roma İmparatoru Hadrian MS. 135’te Yahudiler için büyük sürgün kararını çıkarır. Ortadoğu’dan sürgün edilen Yahudilerin bir kısmı Arap Yarımadası’na göç eder. Yüzyıllarca Arapların arasında yaşayan bu Yahudilere MİZRAHİLER denir. Arapça ile karışık İbranice konuşan bu Yahudi toplulukları, İslam’ın ilk yıllarında meydana gelen olaylarda ortaya çıkan ve Medine’de yaşayan Yahudilerdir. Bunlar Bedir Savaşı’nda müşriklerle işbirliği yapan Beni Kaynuka, Uhud Savaşı’nda Beni Nadir ve Hendek Savaşı’nda Müslümanları arkadan vuran Beni Kurayza Yahudileri işte bu Mizrahi Yahudileridir. Bunlar dışında,Yahudi grupların bir kısmı Kuzey Afrika’ya, bir kısmı da İspanya’ya göç ederler. İspanyolca ile karışık İbrahice(Ladino Dili) konuşan bu Yahudiler Seferad adıyla anılır. 1492 yılında Katolik İsabel’in katliamlarında Müslümanlarla birlikte Osmanlı Padişahı II. Bayezid tarafından kurtarılarak, Fas, Balkanlar ve İstanbul’a taşınırlar. Bazı Yahudi gruplar ise Avrupa içlerinde daha da ilerleyerek Rusya ve Polonya’ya kadar giderler. Ruşça ile karışık İbrahice (Yidiş) konuşan Yahudilere ise AŞKENAZLAR denir (Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 24).
Yahudilerin Romalılara başkaldırdığı BAR KONBA AYAKLANMASI’NDA binlerce Yahudi öldürülmüş Romalılar da ciddi zararlar görmüştür. Bu olay İmparator Hadrian’ın Yahudiliği zihinlerden silme mücadelesini başlatması ve Yahudilerin Kudüs’ten sürgün edilmelerinin temel sebebi olmuştur. HEROD tarafından yapılan ve İmparator Titus tarafından yerle bir edilen II. MABED’İN yerine İmparator Hadrian tarafından buraya iki büyük putperest tapınak inşa ettirilmiştir. Bu tapınaklardan biri Jüpiter’e ithaf edilen tapınak diğeri ise yıllar sonra Merkad-i İsa Kilisesi’nin inşa edileceği yere yapılan Afrodit Mabedidir. Bu putperest tapınakların kalıntıları, sütun ve sütun başlıkları bugün Mescid-i Aksa alanında hâlâ mevcuttur. Hadrian Kudüs şehrini kendince yeniden imar ve inşa ettirerek adını da AELİA olarak değiştirir. Corda Caddesi ve Kanuni Sultan Sülayman’ın Şam Kapısı altında görülebilen Hadrian Kapısı Hadrian döneminin izlerini taşımaktadır. Bar Kohba ayaklanması Yahudiler arasında çıkan ilk ayrışma olup bununla birlikte Yahudiler ayrışmaya başlamıştır. Ayrıca bu ayaklanmada Hristiyan gruplarYahudilere destek vermeyerek, Yahudi ve Hrıstiyanların da bir birinden ayrışmalarının başlangıcı olmuştur. İmparator Konstantin ile birlikte Roma İmparatorluğunun resmi dini Hristiyanlık olana kadar Hadrian Tapınağı Mabed Tepesi’nde tüm ihtişamıyla ayakta kalmış, Hristiyanlık sonrası bakımsızlıktan mezbelelik hâline gelmiştir. Kudüs, Konstantin’in annesi Helena’nın imar faaliyetleriyle 200 bin kişilik bir Hristiyan şehrine dönüşürken Mabed Tepesi ilgiden epeyce yoksun kalacağı bir döneme girmiştir(Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 22-24).
Yahudilerin şehre girme yasağını İmparator Kostantinos kaldırmış, annesi Helena ise 326’ da Zeytindağı’nda bir kilise yaptırmıştır. Hıristiyanlığı kabul eden Kostantinos’un 333’de emriyle Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği kabul edilen yerde (Saint Sepulcre, Holy Sepulcher, Kıyame, Kamame Kilisesi) Merkad-i İsa (Anastasis) Kilisesi inşa edilmeye başlanmış ve 335’te yapımı tamamlanmıştır. Böylece, şehirde kiliselerin yapılmasıyla birlikte Süleyman Mabedinin bulunduğu yerdeki Jüpiter Capitolina bakımsızlıktan yıkılmış, üzerinde Yahudilerin ağlamasına ve yılda bir defa yağ sürmelerine izin verilen taş (lapis pertutus) o dönemde muhtemelen açıkta kalmıştır. Hacerü’l-Muallak denilen bu kayayı da içine alan 691’de Kubbestü’s-sahra’nın yapılmasıyla üzeri kapatılmış ve koruma altına alınmıştır. İmparator Konstantin ile birlikte Roma İmparatorluğunun resmi dini Hristiyanlık olana kadar Hadrian Tapınağı Mabed Tepesi’nde tüm ihtişamıyla ayakta kalmış, Hristiyanlık sonrası bakımsızlıktan mezbelelik hâline gelmiştir. Kudüs, Konstantin’in annesi Helena’nın imar faaliyetleriyle 200 bin kişilik bir Hristiyan şehrine dönüşürken Mabed Tepesi ilgiden epeyce yoksun kalacağı bir döneme girmiştir(Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 22-24).
Böylece Mabed Tepesi önce Hadrian tarafından putperestleştirilmiş, ardından Hristiyanlar tarafından bu özel bölge çöplük hâline getirilmiştir. Fakat bütün bunlara rağmen Kudüs manevi özelliğini korumaya devam etmiştir. Nitekim, tarihler 620’yi gösterdiğinde (Hicretten 16 ay önce) İsra Suresinde anlatıldığı üzere Hz. Peygamber (s.a.v) Burak isimli bir binek ile Mekke’den Kudüs’e gelmiş, Mescid-i Aksa’daki kayanın üzerinden ötelere yükselerek Miraç olayı gerçekleşmiştir. (Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 25-26). Kudüs ismi Kur’an’da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden el-Mescidü’l-Aksâ’nın mübarek kılınan çevresi şeklinde bahsedilmiş (el-İsrâ 17/1), ayrıca bulunduğu bölge “mukaddes toprak” (el-Mâide 5/21), “iyi, güzel bir yer” (Yûnus 10/93) olarak nitelendirilmiştir. Hadislerde ise Mescid-i Aksâ’nın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Resûlullah ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biri ve yeryüzünde Mescid-i Harâm’dan sonra inşa edilen ikinci mescid olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Fażlü’ś-śalât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 6, “Ĥac”, 26, “Enbiyâ”, 8, 40; Müslim, “Ĥac”, 288, “Mesâcid”, 2; Nesâî, “Mesâcid”, 3). Ayrıca bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Beytülmakdis'te namaz kılmayı tavsiye ettiği de aktarılmaktadır (Ebu Dav Gd. "Şalat ",14 ). Kütüb-i Sitte dışındaki rivayetlere göre Hz. İsa nüzülünden sonra ölünce Medine'de Resül-i Ekrem'in kabri yanında veya Kudüs'te defnedilecektir.
Mescid-i Aksa(uzak mescit)’nın, Müslümanların hem ilk kıblesi olması hem de Hz. Peygamber’in Miraç olayının buradan başlaması, Kudüs’ü Müslümanların gönlünde silinmez bir şekilde yazılmasının iki önemli sebebi olmuştur. Kudüs Hz. Ömer zamanında(638’de) Müslümanlar tarafından fethedilir. Hz. Ömer’i karşılayan Kudüs Patriği Safranius, Hz. Ömer’i önce kendi kutsallarına götürür ve Müslümanların buraları benimsemesini ister. Ancak, Hz. Ömer Kıyame / Kıyamet/ Kamame Kilisesi’ni görünce « Burası Hz. Peygamber’in Mirac’a yükseldiği yer değil der» ve Hz. Ömer Davud Dağı’na götürülür, en nihayet Mabet Tepesi’ne geldiğinde tekbir getirerek, «Burası Hz. Peygamber’in bize tarif ettiği yerdir der» ve bugünkü Mescid-i Aksa’nın olduğu yere ahşap bir cami inşa ettirir. Mabet tepesi Emeviler döneminde(661-750) tam bir şantiyeye dönüşür. Abdülmelik b. Mervan Kubbetüssahra’yı(691), Velid b. Abdülmelik’de Mescid-i Aksa’yı(703) inşa ettirir. Böylece, bakımsız ve mezbelelik hâlinde olan Mabed Tepesi mamur hâle gelir. (Taha Uğurluel, Arzın Kapısı Kudüs Mescid’i Aksa, İstanbul 2016, s. 25-26).
Hz. Ömer’in fethinden sonra Kudüs, Mekke ve Medine'den sonra İslamiyet'teki üçüncü kutsal mekânın(haremin) bulunduğu şehir olmuştur. Kudüs'ün sur içinde kalan bölümü artık "Eski Şehir" olarak anılmaktadır. Aslında 1860'a kadar şehrin tamamı olan bu Eski Şehir, 1982'de tehlikedeki Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştır. Eski Şehir geleneksel olarak dört bölgeye ayrılmıştır. Ama bugünkü kullanılan adları -Hristiyan, Ermeni, Yahudi ve Müslüman mahalleleri- ancak 19. yüzyılın başlarında açıklanmıştır.(Kaynak: Vikipedia)
YAHUDİLİK VE HIRİSTİYANLIK AÇISINDAN KUDÜS
Kudüs’ün Kutsallığı Yahudiler Kudüs’e Yeruşalayim, Hıristiyanlar Jarusselam, Müslümanlar ise Darü’s-Selâm derler. Her üç dinde de Kudüs’ün adı Dostluk Şehri / Barış Şehri’dir. Kudüs iki bin yıldan beri tevhidin tarihi ve ruhani merkezidir. Yehova'ya, İsa'ya veya Allah'a inanan ve kendilerini İbrahim oğulları olarak nitelendiren Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların için Kudüs vazgeçilmez bir kutsallığa sahiptir. Bu yüzden Kudüs'ün dinler ve mezhepler açısından gerçek anlamda bir "Babil Kulesi" olduğu bile söylenmiştir.
BARIŞ ŞEHRİ Kudsiyetin yoğun olarak tezahür ettiği Kudüs, hiçbir zaman İbranice adı “Yeruşalayim"in (barış diyarı) çağrıştırdığı barış şehri olmamıştır. Aksine, çok eski zamanlardan beri, özellikle kutsal mekânların denetimi yüzünden zorlu mücadelelere sahne olmuştur. Çünkü bu küçücük alanda, büyük dinlerin tarihi, geleneği, kutsal mekânları ve değerleri iç içe girmiştir. Bu da kutsal mekânların üzerinde hak taleplerine yol açmıştır.
Mabet Tepesi Kubbetu’s-Sahr Mescid-i Aksa Ağlama duvarı
Mescid-i Aksa ve Kubbetüssahra’nın bulunduğu Mabet Tepesi Kubbetus-Sahr Ağlama duvarı Mescid-i aksa
Tevrat’taki tanıma göre Süleyman Mabedi
Süleyman Mabedi’nden geriye kalan Ağlama Duvarı ve geri planda Kubbetu’s-Sahr Kubbetus-Sahra (Kaya Kubbesi) Ağlama duvarı
Ağlama Duvarı ve geri planda Mescid-i Aksa ile Kubbetu’s-Sahra
Kudüs’ün Üç Din İçin Önemi Kudüs, Yahudilere dinî yaşamın temelini oluşturan ve Yahudi ideallerini ayakta tutan mekânı; Müslümanlara ilk kıblelerini ve Hz. Muhammed'in(s.a.v) miraca yükseldiği yeri hatırlatır. Hıristiyanlara ise cennetin kapısının açıldığı, Hz. Adem’in cennetten çıkınca ilk önce geldiği, uzun süre kaldığı, ömrünün son yıllarında tekrar dönerek, öldüğünde defnedildiği yeri; Hz. Nuh’un tufandan kurtulduktan sonra suların çekilip çekilmediğini anlamak için uçurduğu güvercinin günler sonra, Kudüs’teki Zeytin Dağı’ndan ağzında getirdiği bir zeytin dalı ile geri döndüğü yeri; özellikle de Hz. İsa'nın hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği mekânı hatırlatır(Uğurluel 2016:12-13).
Yahudiler Açısından Önemi Dünyaya dağılmış on iki, on üç milyon kadar Yahudinin arasında, güçlü bir dini kimliğe sahip bulunan çok sayıda kişinin Kudüs'e olan ilgisi daha farklıdır. Çünkü Kudüs, Yahudiliğe hayat veren bir can damarıdır. Zira Yahudilik, belli bir toprakla kimlikleştirilmiş bir dindir.
Kutsal Toprak Yahudilik, diğer dinlerden farklı olarak, belli bir toprakla kimlikleştirilmiş bir dindir. Yahudiliğin en temel kurum ve kuralları bu topraklara göre belirlenmiş ve şekillenmiştir. Tanrının seçip belirlemesi nedeniyle kutsal sayılan bu topraklar, Filistin topraklarıdır. Yahudilik bu toprakların dışında tam olarak yaşanamaz. Zorunlu sürgün hali hariç, Tevrat’ın buyruklarına kulak veren Yahudilerin mutlaka bu topraklarda yaşamaları gerekir. Yahudi din bilginleri, şartları uygun olup da kutsal topraklarda yaşamayan Yahudileri Tevrat’ın buyruklarına karşı gelmiş bir asi olarak değerlendirirler.
1967 sonrası kutsal toprakların sınırı
YAHUDİ MABEDİ Hz. Davut Kudüs’ü başşehir ilan eder ve Ahit sandığını da buraya getirerek, Kudüs’e ilk kudsiyetini kazandırır. Hz. Süleyman Kudüs’te Ahit sandığını barındıracak ve millî dine merkez görevi görecek bir mabet inşa ettirir. Beyt-i Makdis/İlk Mabed ve Süleyman Mabedi olarak da bilinen bu mabed Yahudilikte oldukça önemlidir. Çünkü burası Yahudilere göre dinî hayatın merkezini oluşturur ve bu mabedin Yahudiler nezdindeki adı Bet-Hamikdaş’tır (Kutsal Ev). M.Ö. 500’lü yıllarda Babilliler, M.S.70’de ise Roma İmparatoru Titus tarafından tahrip edilip tamamen yıkılan Süleyman Mabedi’nden geriye bugün sadece Ağlama Duvarı olarak anılan batı duvarı kalmıştır. Bu mabedin yerine Romalılar tarafından iki putperest mabedi daha sonra ise Müslümanlar tarafından Kubbetüssahra ve Mescid-i Aksâ inşa edilmiştir. Süleyman Mabedi’nden kalan batı duvarı Yahudiler için önemlidir. Yahudiler, bu duvarın önünde mabedin durumu için ağıt yakarlar ve en kısa zamanda yeniden inşa edilmesi için Tanrıya yakarırlar.
Tevrat’taki tanıma göre Süleyman Mabedi
Herod tarafından M.Ö. 19’da yeniden inşa edilen Mabet
Yahudiler Mabedi yeniden niçin inşa etmiyorlar? Yahudiler, 1967 yılındaki savaş sonucunda Kudüs’e tamamen hakim olmalarına rağmen Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmemişlerdir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi Müslümanların tepkisinden çekinilmesidir. İsrail devleti, İslam dünyasının tepkisinden çekindiği için şimdiye kadar bunu plânlamamıştır. İkincisi ise Yahudiliğin mesihçi karakteridir. İsrail devletinin bu tutumunda dinin de önemli katkısı vardır. Ortodoks Yahudiliğe göre Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmesi, mesihin gelmesine bağlıdır. Çünkü mabet yeniden ancak Mesih tarafından inşa inşa edilecektir. Mesihin gelmesinden önce girişilecek böyle bir faaliyet, dinî otoritelerin tepkisini çekecek, din ile devlet karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle Yahudiler, Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etme teşebbüsünde bulunmamaktadırlar.
Mesih inancı Mesih bir kurtarıcıdır. Uzun süre sıkıntıyla karşılaşmış, kendi çabalarıyla sıkıntıdan kurtulamamış tüm milletlerde bir mesih beklentisi olmuştur. Yahudilerdeki mesih beklentisi, M.S. 70 yılında Roma istilasından sonra belirgin hale gelmiştir. Romalılar, Yahudilerin Kudüs’deki mabedini yıkmış, önemli dinî kurumlarını ortadan kaldırmış ve Yahudiler üzerinde büyük bir baskı uygulamışlardır. M.S. 70 yılındaki bu yıkımdan sonra Yahudiler bir daha toplanma fırsatı bulamamışlar ve 1948 yılına kadar devamlı başka milletlerin egemenliği altında yaşamışlardır. Bu durum onlarda, Davud soyundan gelecek ve kendilerini kurtaracak olağan üstü güçlere sahip bir mesih inancının doğmasına yol açmıştır. Yahudi din adamları bu inancın temelini kutsal kitaplara dayandırmışlardır. M.S. XII. yüzyılda meşhur Yahudi bilgini Maimonides (İslam dünyasında Musa bin Meymun olarak bilinir), Yahudiler için belirlediği on üç maddelik iman esasları arasına mesih inancını da koymuştur. Yahudiler, her sabah ibadetinde “Geciktiği halde mesihin geleceğine inanırım” cümlesini iman ikrarı olarak tekrar ederler.
Yahudiler İçen Kudüs Vazgeçilmezdir Merkezini Kudüs’ün oluşturduğu vaat edilmiş kutsal topraklar, sona ermiş tarihi bir geçmişin mekânı değildir. Yahudi geleneği, Yehova tarafından seçilmiş halk ile yapılan ahit karşılığında ilk peygamberlere ve onların çocuklarına sunulan toprak arasında çözülmez bir bağ kurmaktadır. Tevrat'ta altı yüz defadan fazla adı geçen Kudüs’ü unutmak Yahudiler için büyük bir onursuzluktur. Kendileriyle bu şehir arasındaki bağı güçlü tutmak için yıl boyunca düzenlenen ayinlerde onun anısını güçlendirecek ifadelere yer verilmektedir. Bunların en meşhuru Mezmurlardaki şu sözlerdir:
“Eğer seni unutursam, ey Kudüs! Sağ elim hünerini unutsun. Eğer seni anmazsam, Eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam, Dilim damağıma yapışsın!” (Mezmurlar, 137: 5-6)
Kudüs, Milletlerin Ortasında Yalnız Şehir Yahudi peygamberi Hezekiel, Kudüs'ü milletlerin ortasına yerleştirilmiş bir şehir, lsrailoğullarını da toprağın göbeğinde oturan millet olarak tanımlamıştır. Bu, dünyanın merkezini dünyanın geri kalanından açık seçik ayrılmış bir mekân haline getirmiştir. Sınırları Tevrat’ta açıkça belirtilmemiş olsa da, merkezini Kudüs’ün oluşturduğu vaat edilmiş topraklar dünyanın diğer bölümünden kutsaldır. Kudüs, Filistin'deki öteki kentlerden daha kutsaldır. Mabedin bulunduğu Mabet Tepesi, Kudüs'ün geri kalan yerlerinden daha da kutsaldır. Oraya herkesin girmesine izin yoktur. Temiz olmayanlar, ay hali gören kadınlar oraya giremez. Kudüs’ün en kutsal mekânı, mabedin hem en merkezi hem en kutsal yeri olan ve Kutsallar Kutsalı olarak nitelendirilen bölümüdür. Buraya sadece büyük tövbe günü Yom Kipur’da başhaham girebilir. Mabet, dünyanın en yüksek yeri olup, aynı zamanda göğe açılan kapıdır.
Kubbetüssahra’daki Kayanın Kutsallığı Yahudiler Hacer-i Muallak’a “Even Şatiyah” Derler. Su kayası veya temel kayası gibi anlamlara gelir. Dünya bu kayadan yaratılmaya başlamıştır. Hz. İbrahim oğlu İshak’ı bu kayanın üzerinde kurban etme teşebbüsünde bulunmuştur. Kayanın üzerinde Tanrının en kutsal ismi yazılıdır. (YHVH)
Hacer-i Muallak veya Kutsal Kaya
Hıristiyanlık Açısından Kudüs Hıristiyanların Kudüs’e ilgisi Yahudilere göre daha farklıdır. Hz. İsa Kudüs’ü kutsal bir şehir olarak görmemiştir. Yuhanna İncili'nde İsa, Samaryalı bir kadınla konuşurken "Kadın, bana inan, vakit gelecek, Baba'ya ne bu dağda, ne de Yeruşelim'de ibadet edilecek" Yine Matta'da da, "Ey Yeruşelim, peygamberleri öldüren ve kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşelim " diyerek, İsa Kudüs'e lanet etmektedir.
Pavlus’un Yorumu Pavlus, İsa'nın lanetini, Kudüs'ün dışında Haç'a gerilişine yorumlamış ve Kudüs'ün Hıristiyanlar için ne ifade ettiğini İbranilere gönderdiği mektupta şöyle açıklamıştır: "Bunun için İsa da, kendi kanı ile kavmini takdis etsin diye, kapıdan dışarıda elem çekti. İmdi biz de, onun sitemini taşıyarak, ordugahtan dışarıya, kendisine gidelim. Çünkü burada baki olacak bir Şehrimiz yoktur, ancak gelecek olanı arıyoruz!”
Semavi Kudüs Pavlus, İsa'nın gittiği yeri açıklama hususunda mesihî ve eskatolojik(hayatın sonuna veya ölüm sonrası hayatın nitelikleriyle ilgili) remizler kullanmakta ve bu yerin Tanrı Krallığındaki Semavî Kudüs olduğuna işaret etmektedir. Bunu, İbranilere gönderdiği mektubunun başka bir yerinde, daha açık olarak, ”Gerçekte siz, Sion Dağı'na ve Yaşayan Tanrı'nın Şehri'ne, Semavî Kudüs'e on binlerce meleği ile birlikte geldiniz” şeklinde belirtmektedir.
Semavi Kudüs/Dünyevi Kudüs! Pavlus, Tanrı Krallığındaki Semavî Kudüs'ün Filistin’deki bugünkü Kudüs'ten farkını da İbrahim'in hür eşi Sare' den doğan oğlu İshak'ın soyu ile Cariye Hacer'den doğan İsmail'in soyu arasındaki farkı örnek göstererek açıklamaktadır. Pavlus’a göre, Arabistan'da oturan Cariye Hacer ve onun köle çocukları Filistin'deki Kudüs'ün bir temsilidir; Filistin'deki Kudüs her bakımdan onlara benzemekte ve onlarla eşit statüye sahip bulunmaktadır. Sare ve çocuklarının temsil ettiği Semavî Kudüs ise hürdür ve Hıristiyanların anasıdır.
Kudüs’ün yeniden kutsallık kazanması Kudüs’ün Hıristiyanlar açısından kutsal mekân olarak yeniden değer kazanması, Roma İmparatoru Konstantin'in annesi Helena zamanında başlamıştır. Helana, 326'da İsa'nın yaşadığı yerleri keşfetmek için Kudüs ve çevresine bir seyahat düzenler. Helana, yaptırdığı araştırmalar neticesinde, İsa’nın Betlehem'de doğduğu, Kudüs'te de Haç’a gerildiği yerler ile Haç'ın parçalarını keşfettiğini söyler. İsa'nın Kudüs ve Betlehem'de hayat izlerinin keşfedildiği haberi, Hıristiyan dünyasının dört bir yanına süratle yayılır. İsa'nın Kutsal Kitap'ta tasvir edilen yaşadığı yerleri görmek isteyen dindar Hıristiyanlar, her taraftan, akın akın Kudüs'e gelmeye başlarlar.
Hıristiyanlar arasındaki tartışmalar İsa'dan yaklaşık üç yüz yıl sonra Kudüs’ün yeniden değer kazanması Hıristiyanlar arasında tartışmalara yol açmıştır. Bazı Hıristiyan Kilise Babaları, dinî duyguyu pekiştireceği inancıyla Kudüs’e ve çevresine yapılan ziyaretleri olumlu karşılamış, bazıları da dinin özüne ters düşeceği endişesiyle karşı çıkmıştır. Aziz Jerome, Kudüs’ü ziyaret etmenin lüzumsuz olduğunu, gerçek inanırların dünyanın her yerinden Tanrı Krallığındaki Semavî Kudüs'e ulaşabileceğini söylemiştir.
Katolik ve Ortodoks Hıristiyanların Yaklaşımı Kilise Babaları arasındaki bu görüş farklılıklarına rağmen kutsal mekanların müminlerin imanını güçlendireceği düşüncesiyle Katolik ve Ortodoks Kiliseleri tarafından Kudüs’ün ziyaret edilmesi teşvik edilmiştir.
Diriliş Kilisesi İsa’nın yeniden dirildiği yerde inşa edilen Diriliş Kilisesi (Holy Sepulchre, Kıyame Kilisesi, Kamame Kilisesi, Kumame Kilisesi), Bizans İmparatoru Konstantin tarafından 4. yüzyılda yaptırılmıştır. Diriliş Kilisesi Hıristiyanlar için Kudüs’teki en kutsal mekandır.
Diriliş Kilisesinin Planı
Kiliseden Bölümler Kilise Katolik, Ortodoks ve Monofizitler tarafından paylaşılmıştır. Her bir Kiliseye ait şapeller vardır. Kilisenin denetimi yüzünden Kiliseler arasında sık sık kavga çıktığı için Osmanlılar zamanında Kilise’den iki Müslüman aile sorumlu tutulmuştu. Kilisenin anahtarları bu ailelerdeydi.
Doğu Ortodoks Altarı (Altar: Sunak, adak adanan veya kurban kesilen dini mekân)
Azize Helena Şapeli (Şapel büyük kiliselerin içindeki küçük ibadet yeri)
Adem Şapeli
Via Dolorosa (Çile Yolu)
VİA DOLOROSA İsa’nın ölüme mahkum edildiği yerden başlayıp Diriliş Kilisesinin içinde son bulan bir hac güzergahıdır.
Via Dolorosa Hacıları (Cuma)
Getsemane İsanın yakalanmadan önce dua ettiği yer
Milletler Kilisesi
SON SÖZ Uzun süre Osmanlının denetiminde kalan Kudüs, 1917 yılında İngiliz general Allenby tarafından Osmanlının elinden alınmış ve Hıristiyan dünyasına armağan edilmiştir. Bu olay, dinî ve romantik eserleri okuyarak yoğrulmuş ve hayallerinde sürekli bu kutsal yerleri yaşamış Hıristiyan müminleri mest etmiştir. İsa'nın ıstırabının ve yeniden dirilişinin mekânı olan Kudüs'ün kurtuluşuyla sarhoş olmuş Hıristiyan müminler, duygusal bir dindarlık ya da mistisizmin etkisiyle, 1870'li yıllardan beri Filistin'e yaptıkları ziyaretlerini ve orada bulunan misyoner vakıflarının sayılarını artırmışlardır. Böylece, Hıristiyan dünyanın Semavî Kudüs’e ulaşmanın yolu olarak gördüğü dünyevî Kudüs’le bağı yeniden tesis edilmiştir. Günümüzdeki evanjelik binyılcı Hıristiyanlara göre Kudüs, Mesih'in gelişinin ve yeryüzünde Tanrı Krallığının kuruluşunun çabuklaştırılması için gelip yaşanması gereken kutsanmış bir yerdir.
Yahudi ideallari gerçekleşti. Hıristiyan İngilizlerin kutsal toprakları Osmanlının elinden alması, yaklaşık iki bin yıldır Kudüs’ün özlemiyle yanıp tutuşan Yahudilerin ideallerinin gerçekleşmesinin yolunu açmıştır. İngilizlerin himayesinde kutsal topraklarda sayıları hızla artan Yahudiler, bu toprakları “kurtarmak” için mücadeleye girişmişlerdir. 1948 yılında zafere ulaşan Yahudiler, 1967 yılındaki altı gün savaşları sonucunda Kudüs’ün tamamını denetimleri altına almışlardır. Yahudiler amaçlarına ulaşmış, ancak Kudüs üzerindeki hak kavgası daha da kızışmıştır. Bu kez, mağdur olan ve kaderlerini Kudüs’le özdeşleştiren Filistinli Araplar’ın şehir üzerindeki hak mücadelesi başlamıştır. Kudüs üzerine verilen mücadelenin yakın zamanda bitme ihtimali de yoktur. İsrail ve Filistin halkının Kudüs üzerinde uzlaşmaları neredeyse imkansız gibidir. Çünkü kutsal Mabet Tepesi’nde iki halkın dinî değerlerini temsil eden Süleyman Mabed’i ile Mescid-i Aksâ ve Kubbetüssahra üst üste birbirine geçmiş durumdadır; birini oradan başka bir yere taşımanın dinî açıdan imkanı da yoktur.(Kaynak: Prof. Dr. Baki ADAM).