Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Vehhabilik_TanIm Vehhabîlik, kurucusuna nispetle muhalifleri tarafından bu gruba verilen bir addır. Osmanlı kaynakları, ortaya çıkışları bakımından kendi.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Vehhabilik_TanIm Vehhabîlik, kurucusuna nispetle muhalifleri tarafından bu gruba verilen bir addır. Osmanlı kaynakları, ortaya çıkışları bakımından kendi."— Sunum transkripti:

1 Vehhabilik_TanIm Vehhabîlik, kurucusuna nispetle muhalifleri tarafından bu gruba verilen bir addır. Osmanlı kaynakları, ortaya çıkışları bakımından kendi iktidarlarına bir isyan hareketi olarak gördükleri hareketi “Haricî” olarak nitelemişlerdir. Fırka mensupları ise kendilerini tevhid inancının gerçek uygulayıcıları olarak görmelerinden dolayı kendilerine “muvahhidûn” adını vermişlerdir. Ancak ilerleyen zamanda ilk adlandırma meşhur olmuştur. Buna göre Vehhabîlik, İbn Teymiye’nin fikirlerinden mülhem olarak kendilerini Sünnî Selef akîdesine ve Hanbelî mezhebine nispet eden Muhammed b. Abdülvehhâb’ın, görüşlerini kabul ettirmek ve yaymak için Muhammed b. Suûd’un siyasî desteğine başvurarak 1157/1744’de oluşturdukları dinî hareketin adıdır.

2 Vehhabilik_TanIm Bu hareket yine İbn Teymiye eksenli olarak kendisinden sonra gelen ihya hareketlerini ve muasır modern dinî hareketleri de etkilemiş ve bunlardan bazılarının Vehhabîlik ile nitelendirilmesine yol açmıştır. Fazlurrahman bu nevi nitelemeleri dikkate alarak Vehhabîliğin, sadece İbn Abdülvehhab’ın başlattığı hareket için değil, “İslâm dünyasında dinin, yozlaştırıcı düşünce ve tutumlardan ayıklanmasını savunan ve dinî konularda az çok bağımsız ve hatta yeni hükümler vermenin gereği üzerinde duran her türlü faaliyet için kullanılan bir terim” haline geldiğini belirtir.

3 Vehhabilik_DOğuşu_Tarihi Arka Plan
Dinin ilk kurucusundan uzaklaşıldıkça dinin aslî kaynaklarının anlaşılması yorumlanma ve yaşanma biçimlerinde görülen farklılıklar, asıldan uzaklaşma ve dinî hayattaki değişikliklerin ortaya çıkması gerçeği, bazı alimleri dinin aslına dikkat çekerek, onların dinî hayatlarını ilk örneklere göre yeniden tanzim etmeye yöneltmiştir. Bu aşamada çoğu kere İslâm’ın aslında ve sahabenin hayatlarında örneklerine rastlanmayan bidat ve hurafeler, dine sonradan ithal edilen devşirme fikir ve inançlar, şiddetle eleştirilerek halkı dinin aslına, yani Hz. Peygamber’in yaşadığı sadelik ve Kitâbîliğe döndürmeye gayret etmişlerdir. Vehhâbîlik de böyle bir asla dönüşü ifade eden sosyal bir harekettir. Vehhabîliğin ortaya çıktığı XVIII. asırda Orta Arabistan’ın sosyal yapı bakımından aşiret geleneğine bağlı, kısmen birbirinden bağımsız, hayvancılık, kısmî ziraat ve yağma ile geçinen yarı göçebe toplulukların hakim olduğu bir coğrafyaya sahiptir. Basra körfezine yakın Kuzeydeki Ahsa ve civarında tarıma elverişli topraklar ve geniş hurmalıklar yer alır. Ahsa, Basra körfezine kadar uzanan, Katif limanıyla bölgenin dışa açılan tek kapısı konumundadır.

4 Vehhabilik_Doğuşu_Tarihi Arka Plan
Bu nedenle Ahsa emirleri bölgede belli bir üstünlüğe sahip olmuştur. Ancak bölgenin gelirinden geleneğe uygun olarak diğer aşiretlere de pay ayrılmaktaydı. Bölgedeki feodal yapıya bağlı konfederatif bir yönetim biçimi vardı. Ahsa’da Ureyirler, Uyeyne’de Muammerîler, Deriye’de Suûdîler, Hicaz’da Haşimîler yerleşmişti. Bedevî ağırlıklı sosyal yapıya bağlı olarak Hanbelilik mezhep olarak benimsenmiş; münferit eğitim faaliyetlerinin ötesinde tahsil yapmak isteyenler Medine, Şam ve Kahire gibi şehirlere gönderilmiştir. Osmanlı yönetimi, Yavuz’dan itibaren kendisine bağlamakla birlikte, bölgenin feodal yapısına müdahale etmemiştir. İngiliz ve Fransızların bölgeyle ilgilenmeleri ise XIX. asrın başlarına rastlar.

5 Vehhabilik_DOğuşu İşte bu şartlarda Muhammed b. Abdilvehhab 1703’de Uyeyne’de doğmuştur. İlk tahsili kasabanın kâdısı babasının yanında yaptıktan sonra Medine giderek Abdullah b. İbrahim b. Seyf ve Muhammed Hayyât el-Sindî’den dersler almıştır. Daha sonra Basra’ya giden İbn Abdilvehhâb şehrin Şîî halkı arasındaki dinî hayatı görerek, kendi dinî görüşlerini daha belirgin hale getirmiş; Basra’daki vaazları halk arasında tepkiye yol açınca şehirden ayrılmak zorunda kalmıştır. O, memleketine döndükten sonra (1738) dinî görüşlerini yaymak için siyasî bir destek aramış ve Uyeyne’de Osman b. Muammer ile anlaşmıştı. İlk yaptıkları eylemleri bölgedeki ziyaretlerden olan Zeyd b. el-Hattab’ın (12/634) kabrini tahrip etmek olmuş; ancak durum Ahsa emirleri nezdinde şikayet konusu edilince Osman b. Muammer ile yolları ayrılmıştır.

6 Vehhabilik_DOğuşu İbn Abdulvehhâb yeni bir siyasî müttefik aramış ve Ahsa emirleriyle rekabet içinde olan Muhammed b. Suûd ile Deriye’de 1157/1744’de anlaşmış ve bu anlaşmada İbn Suûd, iki şart ileri sürmüştür: İbn Abdulvehhâb’ın kendilerini terk etmemesi, mahallî vergileri almaya devam etmek. Muhammed b. Abdilvehhâb da Arap geleneğine uygun olarak “ed-dem bi’d-dem ve el-hedm bi’l-hedm” (Kanın benim kanım, evin benim evimdir) diyerek and içmiş “Allah’ın bize açacağı fetihler sayesinde şu anda topladığın haraçlardan çok daha fazla ganimetler elde edeceksin” demiştir. Anlaşmanın esasını tevhid prensibini yaymak için kılıç yoluyla el-emru bil’l-marûf ve’n-nehyu ani’l-münker uygulaması oluşturmaktaydı. Bu, bölgenin geçim kaynaklarından birisi olan yağmacılığın meşru hale getirilmesi ve dinî bir muhtevayla cihad şekline dönüştürülmesi demekti. Böylece yeni bir fırkanın temelleri atılmış oldu. İbn Abdulvehhab 1792’de vefat etmiştir.

7 Vehhabilik_TARİHÇESİ
XVIII. asrın ikinci yarısında Orta Arabistan’da kendini kabul ettiren Vehhabîler, gerek Osmanlının Rus Avusturya ve İran savaşlarıyla meşgul olması, gerekse Hicaz ve Bağdat valilerinin beceriksizliklerinden dolayı, asrın sonlarına kadar önemli bir güce erişmişlerdi. 1800’ün başlarında Ahsa’ya da hakim olan Abdulaziz b. Muhammed komutasında, 1801’de Kerbelâ’yı basarak pek çok Şîîyi katlettiler. ’de Hicaz bölgesinde görünerek, Mekke ve Medine’yi ele geçirmişlerdi. Osmanlı iktidarı “Haricî” olarak isimlendirdiği kendisine karşı isyan niteliği taşıyan hareketin bastırılması için Mısır valisi M. Ali Paşa’yı görevlendirmiştir. M. Ali Paşa’nın oğullarının komuta ettiği Osmanlı ordusu çeşitli mücadelelerden ve Abdülaziz’in 1814’de ölümünden sonra dağılan Vehhabîleri 1818’de kesin yenilgiye uğratılmış; hanedan üyeleri yakalanarak İstanbul’a gönderilmiştir.

8 Vehhabilik_TARİHÇESİ
Vehhabîlik bu savaş esnasında Osmanlı takibinden kurtulan Suûdlardan birisi olan Türkî b. Abdillah tarafından 1824’de yeniden toparlanmış, bölgede hakimiyet kurmuştur. İkinci dönem Vehhabiliği de denilen bu dönemin en tipik özelliği, bölgede yeni görülmeye başlayan İngilizlerle Osmanlı’ya karşı ittifak içine girmesidir. Osmanlı devleti asrın sonlarına doğru bölgedeki dengeleri kendi lehine korumak için Reşidîleri desteklemiş, Reşîdiler 1891’den itibaren asrın sonlarına kadar hakimiyet kurmuşlardır. Ancak onların hakimiyeti, İngilizlerin de desteğini alarak 1901’de Vehhabilerin başına geçen Abdulaziz b. Suûd ile birlikte sona ermiştir. İbn Suûd Süveyş kanalının da açılmasından istifade ederek inci, hurma, deve ve Arap atı gibi malları ihraç ederek önemli ekonomik gelirler elde ederken, 1911’de kurduğu Ihvan teşkilatıyla modern Suud devletinin de temellerini atmıştır. Abdulaziz b.Suûd 1915’de İngilizlerle bir ittifak anlaşması imzalamış, 1921’de Hicaz bölgesini ele geçirmiş, 1924’de Krallığını ilan etmiş ve 1927’de bağımsızlığını kazanmış 1932’de devletin adını “Suudi Arabistan Krallığı” olarak değiştirmiştir.

9 Vehhabilik_TARİHÇESİ_IHVAN
Ihvan teşkilatının Vehhabîlik içinde önemli bir yeri vardır. Çünkü onlar hareketin hazır vurucu gücü olarak hem yaşadıkları Hicrelerde (ç. Hucer) dinî eğitimlerini tamamlayarak mezhebî görüşlerin yaşanması ve civarda uygulanmasını; hem de bedevilerin yerleşik hayata geçirilmesinde aracı rolü üstlenmişlerdir. Onlar Vehhabîlikte üstlendikleri misyonla, muhtemelen daha sonra Mısır’da ortaya çıkan Ihvanu’l-Müslimîn hareketine de örneklik etmişlerdir. Suûd hanedanının güçlenmesine yol açan Ihvan hareketi zamanla onları tehdit eder hale gelmişlerdir. Zira kendilerini mezhebî kuralların uygulayıcıları ve kontrolörleri olarak gören Ihvan, ilerleyen yıllarda İbn Suûd’un politikalarını eleştirmeye ve sorgulamaya başlamıştır.

10 Vehhabilik_TARİHÇESİ_IHVAN
Onlar, İbn Suûd’un oğullarını eğitim için Mısır ve Londra’ya göndermesini, teknolojik yeniliklerin kullanılmasını, müşrik olarak kabul ettikleri diğer Müslümanlarla ilişkilere girilmesini, onlara mezhebî esasların tebliğ edilmemesini bazı ekonomik düzenlemeleri protesto etmeye başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlının bölgeden çekilmesiyle rahat hareket eden İbn Suûd önce Hicaz bölgesini tamamen kontrolü altına almış daha sonra kendisi için tehdit haline gelen Ihvan teşkilatına karşı bu defa bedevî Araplardan oluşturduğu bir orduyla karşı çıkarak 1929’da Sebile savaşında onları tamamen bertaraf etmiştir. Savaştan sonra Krallık haline gelen hanedanın otoritesi daha da pekişmiştir. 1980 yılında “Kabe Baskını” olarak medyaya yansıyan ve mahiyeti gizli tutulan silahlı eylemlerin arkasında Ihvan’ın bakiyyeleri yer almış, baskını Cüheymen b. Muhammed b. Seyfi’l-Uteybî gerçekleştirmiştir.

11 Vehhabilik_TARİHÇESİ
1982’den beri Fehd b. Abdilaziz’in yönetimindeki Suûd Krallığı bugün 20 milyon nüfusu, sahip olduğu petrol rezervleri ve hac gelirleriyle bölgede önemli bir ekonomik gücü temsil etmektedir. Ülke hanedan mensupları ve halk arasında derin ekonomik farklılıkların oluştuğu çarpık bir toplum yapısına sahiptir. “Siyade” adı verilen hanedana yakın çevrenin yargı dokunulmazlığından dolayı bu çarpıklık çoğu kere onların dinî ve mezhebî tutumlarına da yansımıştır.

12 Vehhabilik_Görüşleri
Esasen Muhammed b. Abdilvehhâb’ın kendine has orijinal görüşleri yoktur. O, Ahmed b. Teymiye’nin görüşlerini yaşadığı zamanda yeniden gündeme getirmiştir. Ancak o, bu görüşleri İbn Teymiye gibi akademik tartışma konusu yapmak yerine bu görüşlerini halk arasında yayma ve uygulama imkanlarını da aramıştır. Böyle bir çaba, muhtemelen onun gençliğinde gezdiği yerler ve edindiği tecrübelerin eseridir. Bu çabasına bağlı olarak İbn Abdülvehhab memleketine döndüğünde kendisine siyasî bir destek aramış, bu desteği elde ettikten sonra faaliyetlere girişmiştir. Kitabu’t-Tevhid Keşfü’ş-Şübuhât ve diğer risâlelerine istinaden görüşlerini şöyle açıklamak mümkündür.

13 Vehhabilik_Görüşleri
Tevhid: İbn Abdulvehhhab’ın görüşlerinin temelini tevhid inancı teşkil eder. Zira onun dinî zihniyeti tevhid görüşü ekseninde oluşmuştur. Tevhidden daha büyük bir farz olamayacağını kabul eden İbn Abdulvehhab’a göre, sadece “Kelime-i Tevhid”in telaffuzu yeterli değildir; onun anlamını da bilmek ve bu anlamın gereğini yerine getirmek gerekir. Yani tevhid kalble, lisanla ve amelle gerçekleşir. Bunların birisi eksik olursa kişi Müslüman sayılmaz. O, görüşünü temellendirirken cahiliyye dönemi Araplarının Tanrı anlayışını değerlendirir. Esasen cahiliye Arapları Allah’ı biliyor ve tanıyorlardı. “Denizde bir sıkıntıya düştüğünüz zaman, Allah’tan başka yalvardıklarınız kaybolup gider; fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.” Ayet de ifade edildiği gibi sıkışıp darda kaldıklarında Allah’ı hatırlayanlar, rahata erdiklerinde Allah’a yönelmek için bazı putları aracı kılar, putlara taparlar; böylece şirke düşerlerdi. Bu gerçeği anlayan kimse Allah’a ulaşmak için çeşitli evliyalara bağlananların, türbe ve yatırlara koşanların halini daha iyi anlar. Zira şimdikiler çoğu kere Allah’ı unutup, tamamen şeyhlere, evliyalara bağlanıp onlardan medet beklemekte ve onlardan istimdat dilemektedir. Bu ise eskisinden daha kuvvetli bir şirktir.

14 Vehhabilik_Görüşleri_TEVHİD
Ona göre tevhid inancı üç kısımdır: Tevhid-i zat ve sıfat, tevhid-i rubûbiyet, tevhid-i Ulûhiyet. “Lailahe illallah” sözü bu üç tevhid türünü de ifade eder. Tevhid-i Zât ve Esmâ: Allah’ın kendini Kur’an’da vasfettiği, Rasulüllah’ın sahih sünnetlerinde bizlere açıkladığı üzere, bütün noksanlıklardan uzak, yani kemal sıfatlara sahip olduğuna, mahlukata benzemediğine, bu isim ve sıfatları artırmadan, azaltmadan, saptırmadan, yanlış tevillere gitmeden, inkar etmeden, misal ve keyfiyet vermeden ve mahiyetini araştırmadan olduğu gibi kabul etmek gerekir. Tevhid-i Rubûbiyet: Yüce Allah’ın Rabb olması, yaratması, yetiştirmesi ve imkan vermesi bakımından O’nun tekliğidir. Allah’ın bu kainatı tek başına yarattığına, yarattıklarının sahibi olduğuna, hükmünde takipçisi olmadığına, dirilten, yaşatan ve öldürenin O olduğuna, bütün canlıların rızkını veren, her şeyin yöneticisi olduğuna, Allah’tan başka hiç kimsenin ve hiç bir şeyin ne kendine ne de başkasına O’nun izni ve dilemesi olmadıkça zarar ve fayda veremeyeceğine inanmaktır. Tevhid-i Ulûhiyyet: Kulların yaptıkları fiillerde Allah’ı tek olarak tanıma, bilme ve inanmaları anlamına gelir. Buna göre, Allah ibadet edilecek yegane varlıktır, O’na ibadet hususunda asla eş koşulmaz.

15 Vehhabilik_Görüşleri_TEVHİD
Tevhid-i Ulûhiyet zahiren ve batınen bütün ibadetleri Allah’a tahsis etmeyi, hiç bir ibadeti az da olsa başkasına yapmamayı gerektirir. Böylece diğer iki tevhid şeklini de kapsayan Tevhid- i Ulûhiyete Tevhid-i Amelî de denilir. Zira burada, dinî pratiklerde Allah’ın birlenmesi, kullukta vasıtasız olarak O’na yönelinmesi ve güvenilmesi söz konusudur. Şirk Algısı: Tevhid inancında iman amel birlikteliğini vurgulayan İbn Abdulvehhab, tevhidin zıddı olan şirk kavramına da özel bir vurgu yaparak, Allah’a eş koşma anlayışına halk arasında şuyû’ bulan pek çok dinî tecrübe ve pratiği dahil eder. Allah’a eş koşma, Allah’tan başkasına yalvarma, Allah’tan başka şeyler için uğraş ve Allah’tan başkasından isteme, Allah’tan başkasına bağlanma ve itaat, Allah’tan başkasını O’na benzer şekilde sevme şirk olarak değerlendirilmiştir. Şefaat ve Tevessül: Allah’a mutlak bağlılığı savunan ve en küçük itaatsizlik ve sapmaları şirk olarak kabul eden İbn Abdülvehhab’ın şefaat hakkını Allah’a nispetinden daha tabii bir şey olamaz. Şefaatin bu dünyadaki uzantısı olan tevessül reddedilerek, şefaat izin ve yetkisinin sadece Allah’a ait olduğu vurgulanır:

16 Vehhabilik_Görüşleri_Ayetler_HADİSLER
“Onun izni olmadan kim şefaat edebilir?” “Yoksa Allah’dan başkasını şefaatçılar mı edindiler? De ki, bir şeye güç yetiremiyorlar, akılları da mı ermiyor? De ki, bütün şefaat Allah’ındır.” Şefaati Allah’ın iznine bağlayan İbn Abdulvehhab, esasen O’nun izniyle şefaat edeceklerin varlığını kabul eder. Ancak o, dua ve yardım istenirken Allah’tan başkasına yönelmeye karşıdır. “Allahım, beni onun şefaatinden mahrum etme... Allahım onu bana şefaatçi kıl” gibi dua cümleleri meşru ve mübahtır. Bunun ötesinde kendilerine şefaat izni veren mercii unutarak Allah’tan başka varlıklara yönelmek şirktir. “Mescidler Allah’a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye dua etmeyin” “Şu üç mescidden başkası için yolculuğa çıkılmaz. Mescid-i Haram, şu benim Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ.” “Allahım, mezarımı ibadet edilen bir put kılma. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinenlere Allah’ın azabı çok şiddetli olur”

17 Vehhabilik_Görüşleri_Şirk ve Bidatler
O’na göre, Hz. Peygamber’in aşırı tazimi, ona Kitab’da ifade edilenden fazlasıyla salatu selam getirme, ezanlardan önce salat-u selamda ve çevreye verdiği zarara binaen tütün ve kahve içmenin haramlığına fetva vererek bunları kulllananları tazir ile cezalandırmıştır. Delâil-i Hayrât okuma bazı tasavvuf büyüklerine, şeyhlere, pirlere vs. bağlanma, onlardan medet umma, onların mezar ve türbelerini ziyaret etme, onlara adak adayıp, kurban kesme, uğur ve korunma için nazarlık, muska vb. şeyler bulundurma, türbe ve yatırların üzerini kubbe vb. yapılarla imar etme, mescidlerin mübalağalı bir şekilde minareli olarak inşası vb. şeylerin hepsi bidattir, şirktir.

18 Vehhabilik_Görüşleri
el-Emru bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyu ani’l-Münker: İmanı “kalb ile tasdik, dil ile ikrar, rükünleri ile amel” olarak kabul edip, tevhid inancının pratik yansımalarını amel olarak gören Vehhâbiler bu anlayışlarının gereği, tıpkı Hariciler gibi amelsizliği küfür alamet sayıp onlarla mücadeleyi esas kabul etmişlerdir. İbn Abdülvehhâb, insanları tevhid prensibine davet ederken ilk Hariciler gibi kendilerine boyun eğmeyenleri küfürle suçlayarak, gelenek halinde uyguladıkları bazı davranışları şirke eş değer görerek ve kendilerini ayette ifade edilen; grup olarak görerek onlarla fiili savaşı cihad olarak ilan etmiştir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, böylece bölgenin sosyal şartları içinde zaten geçim kaynaklarından birisi olan yağmacılık, üstelik dinî bir muhtevayla meşrûlaştırılmıştır.


"Vehhabilik_TanIm Vehhabîlik, kurucusuna nispetle muhalifleri tarafından bu gruba verilen bir addır. Osmanlı kaynakları, ortaya çıkışları bakımından kendi." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları