Bilişsel - Davranışçı Yaklaşım BDY, davranışçı ve bilişsel terapilerin temel ilkelerinin bir araya gelmesi ile oluşan geniş bir yelpaze olarak tanımlanabilmektedir. Davranışçı terapinin bu oluşuma katkıları arasında, öğrenmenin rolü, karmaşık davranışların bile en küçük parçalarına ayrılarak incelenebileceği ve küçük hedefler belirlenerek değiştirilebileceği ve bu sürecin gözlenmesinin önemi; bilişsel terapinin katkıları ise, kişilerin kendi ifadelerine önem verilmesi, dilin önemi, benlik algıları ve kişilerin davranışları ile düşünce ve duyguları arasındaki karmaşık ilişkiyi açıklaması sayılabilir .
BDY’ın oluşumuna zemin hazırlayan bu felsefi görüşlerle birlikte batı dünyasının ilk bilişsel – davranışçı terapistinin Epiktetus olduğu kabul edilmektedir. Epictetus’ un; “ insanlar olaylardan değil, bu olaylara ilişkin bakış açılarından rahatsız olurlar” görüşü bu yaklaşımın temelini oluşturmaktadır. Epiktetus, insanların incinmelerinden şeylerin değil, kendi fikirlerinin sorumlu olduğunu söylemiştir. Yani ona göre, insanı inciten ya da engel olan şey kişinin kendi düşünceleri, yorumları ya da olaya verdiği tepkilerdir. İnsan, dışındaki olayları değiştiremez. Ama kendi tepkilerini düzenleyebilir (Ellis, 1989 ).
BDY, aktif, yönlendirici, sınırlı zamanlı ve yapılandırılmış bir terapidir. Terapinin kuramsal dayanağını, bireyin duygu ve davranışlarının büyük ölçüde düşünceleri tarafından belirlendiği varsayımı oluşturmaktadır . BDY, sorunun nasıl oluştuğu ve sürdüğü konusunda kolay ve anlaşılır bir çerçeve sunmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle düşünce, inanç, tutum ve fikirler üzerinde odaklaşır. Anlama ve içgörü geliştirmenin yalnız başına yeterli olmadığı varsayılmaktadır. Bu nedenle BDY, kalıcı değişim için etkili yöntemler ve çeşitli uygulamalar önermektedir. Sadece “konuşma terapisi” değildir.
Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımın Temel İlkeleri 1. Kişi, çevrenin kendisinden çok, çevreyi algılamasıyla ortaya çıkan kendi zihnindeki çevrenin bilişsel tasarımına göre tepki verir. 2. İnsan öğrenmelerinin çoğu bilişsel işlevler aracılığıyla gerçekleşir. 3. Düşünceler, duygular ve davranışlar nedensel olarak karşılıklı ilişki içindedir. Bunlardan biri diğerinden daha başat değildir. 4. Danışanın tutumları, beklentileri, ve diğer bilişsel etkinlikler terapötik girişimlerin planlanmasında ve uygulanmasında esas teşkil eder
5. Bilişsel süreçler davranışsal kuramla bütünleştirilebilir ve bilişsel tedavi yöntemlerini davranışçı tekniklerle birleştirerek daha iyi sonuçlar alınabilir. 6. Bilişsel davranışçı terapist, uyumu bozan bilişsel süreçleri değerlendiren bir tanı koyucu, bir eğitici ve danışman olarak çalışır. Bilişsel davranışçı yaklaşım öncelikle olarak, başvuruya neden olan sorunu çözmeyi hedefler. Esas olan “hedef uyumsuz davranışın” değiştirilmesidir. Ancak hedef uyumsuz davranış klasik tıpta “belirti (semptom)” olarak adlandırılandan farklı bir anlam taşır. Hedef uyumsuz davranışlar belirti değil, bireyin yaşamını kısıtlayan ve onun özgürce işlev görmesine engel olan davranışlarıdır . BDY, içerisinde pek çok kuram yer almaktadır. Belli başlı iki kuram, Ellis’in geliştirdiği akılcı-duygusal davranış terapisi ve Beck’in geliştirdiği bilişsel terapidir.
Beck’in Bilişsel Terapi Yaklaşımı Bilişsel terapi, bilişsel model üzerine temellendirilmiştir. Bu modele göre, insanların duygu ve davranışları olayları nasıl yorumladıklarından etkilenmektedir. İnsanların neler hissettiklerini belirleyen şey olayın kendisi değil, o olaya ilişkin olarak kişinin kendi zihninde verdiği anlamlardır. İnsanların yaşadığı duygular herhangi bir durumu nasıl algıladıkları ve anlamlandırdıkları ile ilişkilidir. Bu yaklaşıma göre, olayın kendisi bu duyguları belirlemez; duygusal tepkileri belirleyen şey, olaya yönelik yorumlardır (Beck, 2001).
Bilişsel Değerlendirme Olay Duygu Davranış Bilissel Model (Wright, Basco, Thase, 2006)
Bu modelde, bilişsel süreç önemli bir rol oynamaktadır Bu modelde, bilişsel süreç önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü insanlar, çevrelerindeki olayların anlamını sürekli değerlendirirler. Ve bilisel süreçlere sıklıkla duygusal tepkiler eşlik eder. Bilişsel terapist, daha yüzeyde olan ve fark edilenlerin ötesinde, farklı bir düzeydeki düşünsel yapılarla ilgilenmektedir. Bireylerin zihninden kısa sürelerle bazı değerlendirici düşünceler geçmektedir. Bu düşüncelere, “otomatik düşünceler” adı verilmektedir. Otomatik düşünceler kendiliğinden ve otomatik olarak zihnimizde beliriverirler; çok kısa ve hızlıdırlar. Bireylerin genellikle farkında oldukları bu düşünceler değil, düşünceleri takip eden duygusal durum, ruh durumudur.
Genellikle bu düşünceler, hiç eleştirilmeden doğruymuş gibi kabul edilmektedir. Bilişsel terapiye göre kişinin işlevsel olmayan bu düşünceleri mantık süzgecinden geçirildiğinde duyguları da genellikle değişmektedir. Bu düşüncelerin, bilişsel olgularla yani inançlarımızla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Temel inançlar en derinde olan zihinsel yapı taslarındandır; “katı”, “toptancı”, “aşırı genelleyicidir”. Otomatik düşünceler ise, en yüzeydeki zihinsel ürünler olarak, belirli durumlara özgüdürler ve insanın zihninden sözcükler ya da imajlar (hayaller) seklinde geçerler. Her ikisinin arasında ise “ara inançlar” bulunmaktadır. Ara inançlar kalıplaşmış tutumlar, kurallar ve varsayımlardan oluşmaktadır
(Kurallar, beklentiler, tutumlar, varsayımlar) Bu ara inançların temel inançlar ve otomatik düşüncelerle ilişkisi aşağıda yer alan şekillerde (sekil 2) şematik olarak gösterilmiştir. Temel İnançlar Ara İnançlar (Kurallar, beklentiler, tutumlar, varsayımlar) Durum Otomatik Düşünceler Duygu
Bilişsel terapiye göre, insanların dünyayla ve diğer insanlarla etkileşimleri, dünyaya ve diğer insanlara yönelik kendi deneyimlerine dayalı kendi “bilgilerini” ve “inançlarını oluşturmalarıyla sonuçlanmaktadır. Bilisel terapist için özellikle önemli olan, işlevsel olmayan bu inançların doğuştan getirilmediği, öğrenildiği, bu yüzden de vazgeçilebileceğidir. Bundan dolayı terapi sırasında gerçeklere dayalı, yeni ve daha işlevsel bilgiler edinilebilmektedir. Bilişsel terapi süresince, başlangıçta daha yüzeyde ve kolay erişilebilir olan otomatik düşünceler üzerinde durulmaktadır. Terapist bu düşünceleri belirlemeyi, değerlendirmeyi ve değiştirmeyi öğretir. Daha sonra tedavinin odağına, bu işlevsel olamayan otomatik düşüncelerin daha derinlerindeki ve pek çok durum için geçerli olan inançlara geçilir. İlgili ara ve temel inançlar çeşitli şekilde değerlendirilerek, sonuçta danışanın olaylara yönelik algıları ve çıkarımları değiştirilir. Daha temel olan bu inançların değiştirilmesi, rahatsızlığın gelecekte tekrarlama olasılığı azaltır (Beck, 2001)
Bilişsel kuramın temel varsayımları Bilişsel kurama göre; Psikolojik sorunlar gizemli, nüfuz edilemeyen güçlerin ürünü değildir. Hatalı öğrenme, eksik veya yanlış bilgi temelinde, doğru olmayan yorumlamalar yapılması ve hayallerle gerçekliğin birbirine karıştırılması gibi, sıradan süreçlerin sonucudur. Bu nedenle psikolojik sorunlar, ayrımların netleştirilmesi, yanlış kavramların düzeltilmesi ve daha uyumlu tutumların öğrenilmesiyle çözülebilir. İçe bakış, içgörü, gerçeği değerlendirme ve öğrenme, temelde bilişsel süreçler olduğu için, nevrozlara karşı bu yaklaşım bilişsel terapi olarak adlandırılmıştır (Beck, 2001).
Beck’e göre bilişsel model depresyon tedavisine ilişkin birbirleriyle ilişkili üç kavrama vurgu yapmaktadır. Bunlar, bilişsel üçgen, bilişsel şema ve hatalı bilgi işleme sürecidir .
Bilişsel üçgen Bilişsel üçgen; bireyin kendisine, geleceğe ve yaşantılarına-çevresine ilişkin bilişsel örüntülerini içerir. Bilişsel üçgendeki ilk unsur bireyin kendisine ilişkin negatif örüntüleridir. Birey kendisini değersiz, yetersiz ya da istenmeyen birisi olarak görür ve bundan dolayı kendisini eleştirme eğilimine girer. İkinci boyutunda bireyin ilişkilerinde yoksunluk yaşadığını düşünmesi yer alır. Birey sosyal ilişkilerinde kendisini istenmeyen birisi olarak görür. Yalnız kalacağına inanır. Hayatının kontrolünün, çevresinin elinde olduğunu düşünür. Bilişsel üçlünün üçüncü boyutu da bireyin geleceğe ilişkin olumsuz görüşlerini içerir. Birey, yaşadığı güçlüklerin gelecekte de devam edeceğine inanmaktadır.
Bilişsel şemalar (cognitive schema) Bilişsel modelin içerdiği ikinci temel kavram bilişsel şemalardır.. Birey, herhangi bir durumla karşılaştığında o durumla ilişkili şeması aktive olur. Şema uzun bir süre aktif olmayabilir ancak özel bazı durumlarda (örneğin, stres) aktive olur. Olumsuz şemalar aktive olduğunda da danışan düşünce süreci üzerindeki kontrolünü kaybeder ve daha uygun şemalarını harekete geçirmekte zorlanır.
Hatalı bilgi işleme süreci Depresif bireyin düşüncelerindeki bu sistematik hatalar onun, karşıt kanıtlar bulunmasına rağmen inancını korumasını sağlar. Beck, düşüncedeki bilişsel hataları kuramını ilk geliştirdiği yıllarda hatalı çıkarsama, seçici soyutlama, aşırı genelleme, büyütme ve küçültme olarak tanımlamış, 1979 yılında da bu listeye kişiselleştirme ve kutuplaştırma hatalarını eklemiştir
Hatalı bilgi işleme süreci Depresif bireyin düşüncelerindeki bu sistematik hatalar onun, karşıt kanıtlar bulunmasına rağmen inancını korumasını sağlar. Beck, düşüncedeki bilişsel hataları kuramını ilk geliştirdiği yıllarda hatalı çıkarsama, seçici soyutlama, aşırı genelleme, büyütme ve küçültme olarak tanımlamış, 1979 yılında da bu listeye kişiselleştirme ve kutuplaştırma hatalarını eklemiştir
Beck’e Göre Bilişsel Terapinin Temel İlke ve Özellikleri 1) Bilişsel terapiler, duygusal bozuklukların bilişsel modeli üzerine durulmuşlardır. Belirli bir sorunun çözümünde, bir dizi müdahale tekniğinin kullanımından daha öteye anlam taşıyan bu yaklaşımda terapist düşünce duygu ve davranışlarla, bunların altında yatan semalar arasındaki ilişkiyi dinamik bir çerçeve içinde ele alır. 2) Bilişsel terapiler sorun odaklı, zamanla sınırlı, kısa terapilerdir. Kısa terapiler, hem hasta hem de terapistin sorun üzerinde odaklanmalarını ve hastanın terapi ya da terapiste bağımlılık geliştirmesini önler. Bağımlılık sorunu, uzun süreli tedavilerin önemli sorunlarından biridir
3) Etkili tedavi için iyi bir terapötik ilişki gerekir 3) Etkili tedavi için iyi bir terapötik ilişki gerekir. Terapötik model ne olursa olsun, iyi bir terapötik ilişki tedavinin başarılı olması için şarttır. Empati, etkili dinleme becerileri, esneklik, ilgi ve terapötik işbirliği tedavinin değişmez elemanlarıdır. 4) Bilişsel terapiler terapistle danışanın ortak çabalarını ve işbirliğini gerektirir. Beck, yaklaşımının en temel ilkesi olan işbirliğini danışanın kendi düşünce ve inançlarını incelemesi konusuna yönlendirmiş ve her bir inanç ve düşünceyi doğruluğu kanıtlanması ya da çürütülmesi gereken hipotezler gibi ele almıştır. Tedavinin hedefleri, hızı, oturumlar arasında yürütülecek ev ödevleri her zaman danışan ile birlikte belirlenir. Başka bir deyişle, bilişsel terapiler danışana uygulanan değil danışan ile birlikte yürütülen işlemlerdir. Bu işbirliği hep eşit düzeyde olmayabilir. Danışan ne kadar pasif, ne kadar deprese ise, terapistin işbirliğini sağlamadaki rolü o kadar artar. Tedavinin sonlarına doğru terapist daha az görünür olmaya ve sahneyi daha çok danışana bırakmaya baslar. Bu tutum danışana bağımsızlık duygusu vermesi yanı sıra, kendi sorunlarını çözmede sorumluluk almayı öğretir ve tedaviye uyum sorunlarının oluşmasını önler.
5) Bilişsel terapiler daha çok SOKRATİK SORGULAMA yöntemini kullanır 5) Bilişsel terapiler daha çok SOKRATİK SORGULAMA yöntemini kullanır. Bu yaklaşımda danışanın çeşitli soruların cevaplarını kendisinin bulması sağlanır. Yani terapist soruların cevaplarını vermez ancak bu soruların cevaplarını danışanın bulmasına yardımcı olur. Sorulan sorular danışanın; a) Kendi düşünce içeriği konusunda daha çok fikir sahibi olmasını, b) Kendi düşünce biçimlerini daha iyi anlamasını, c) Düşüncelerini çeşitli bilişsel çarpıtmalar yönünden ele almasını, d) Düşünce içeriği ve biçimlerinin daha uyumlu olanlarla yer değiştirmesini, e) Düşünce ve davranışları ile ilgili olarak geleceğe yönelik planlar yapmasını sağlar.
6) Bilişsel terapiler, direktif ve yapılandırılmış terapilerdir 6) Bilişsel terapiler, direktif ve yapılandırılmış terapilerdir. Kısa terapilerin en önemli özelliklerinden biri yapılandırılmış olmalarıdır. Bu özellik terapiste sorunun tümüyle aynı anda uğraşmak yerine , sorunun çeşitli yanlarıyla ayrı ayrı çalışma fırsatı verir. Başka bir deyişle, tüm yemeği bir lokmada yutmak yerine, her seferinde küçük lokmalar yutmak yemeğin daha iyi sindirilmesini ve tadının çıkarılmasını sağlar.
7) Bilişsel terapiler, soruna yönelik yaklaşımlardır 7) Bilişsel terapiler, soruna yönelik yaklaşımlardır. Önce soranlar hiyerarşik bir düzen içinde sıralanır daha sonra bu sorunlar üzerinde ayrı ayrı çalışılır. En sonunda ise birbirinden bağımsız gibi görünen sorunlar arasındaki bağlantılar ele alınır. Bu sorun oryantasyonlu olmayan terapilere göre, daha kısa sürede daha çok “is çıkartmak” anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım sorunun çözümüne terapistin istediği yerden değil, danışanın istediği yerden başlamak anlamına da gelmektedir. 8) Bilişsel terapiler, eğitim modeli üzerine kurulmuşlardır. Terapide, terapistin bilgisinin danışanla paylaşılması önemli bir özelliktir. Bir bakıma terapist danışan için kolay ulaşılabilir bir bilgi kaynağı olmaktadır. Karşılıklı olarak sağlanan bilgi alışverişi yalnızca danışan için değil terapist içinde eğitici olmaktadır
9) Bilişsel terapilerin teori ve teknikleri tümevarım metoduna dayalıdır. Teori sırasında hem danışan hem de terapist çeşitli hipotezler kurar ve bu hipotezlerin doğruluğunu araştırır. Bunu yaparken veriler toplanır, analiz edilir ve hiçbir hipotez yeterince araştırılmadan doğru kabul edilmez. Terapi bir bakıma danışanı bir bilim adamı gibi düşünmeye yönlendirir. 10) Ev ödevleri, bilişsel terapilerin en değişmez ve vazgeçilmez öğelerindendir. Danışanın haftada bir terapi oturumlarına gelerek sorunlarının üstesinden gelmesini beklemek gerçekçi değildir. Danışan kendisi için ne kadar çok çaba harcarsa, tedavi o kadar hızlı gider. Tedavi oturumlarında konuşulanların yasama geçmesi amacıyla, oturumlar arasında danışanın kendi kendine yürüttüğü aktivitelere ev ödevi denir. Ev ödevleri bilginin beceriye dönüştürülmesi için gerekli aktiviteleri içerir. Bu ödevler bilisel düzeyde (otomatik düşüncelerin incelenmesi gibi) verilebileceği gibi davranışsal biçimde (üzerine gitme gibi) de verilebilir (Beck ve Emery,2006 ).
İlk Terapi Seansının Formatı Bilişsel terapi uygulayan bir terapistin en temel hedefi, terapi sürecini kendisi ve danışanı için anlaşılır kılarak, terapiyi en etkili bir şekilde gerçekleştirebilmektir. Standart bir formata bağlı kalması ve danışana söz konusu terapinin yöntem ve tekniklerini öğretmesi bu hedefine ulaşmasını kolaylaştıracaktır. İlk seans için hazırlıklarını yaparken terapist önce, başvurusu sırasında danışandan alınmış bilgilerle oluşmuş ‘‘ ön görüşme raporunu’’ değerlendirir. Bu rapor, standart bilişsel terapinin o danışan için nasıl uyarlanması gerekeceği konusunda ipuçları verir
İlk seans için terapistin hedefleri; Güven oluşturma/İlişki kurma Danışanı bilişsel terapiyle tanıştırma Danışanı, bilişsel model ve terapi süreci hakkında bilgilendirme Danışanın sorununu ‘’çözülecek bir problem şeklinde’’ yeniden ifade etme, umutlandırma Terapiden beklentileri öğretme, yanlış olabilecek beklentilerini düzeltme Danışanın sorunlarıyla ilgili ek bilgileri araştırma Bu bilgileri kullanıp bir hedef listesi oluşturma
ilk seans için bu hedefler doğrultusunda önerilen format ise şunları içerir: Gündemin belirlenmesi (neden böyle bir gündem oluşturulduğunun açıklanması) Ruh durumunun kontrol edilmesi (objektif test puanlarının da dikkate alınması Danışanın o gün terapide konuşmak istediği sorunun kısaca üzerinden geçilmesi Problemlerin belirlenip gündemin oluşturulması Danışanın bilişsel model hakkında bilgilendirilmesi Terapiyle ilgili beklentilerin araştırılması Hastalığı konusunda bilgilendirilmesi Ev ödevlerinin belirlenmesi Özetleme Geribildirim isteme
İkinci Seans İkinci Seansta kullanılan format, daha sonraki tüm seanslarda aynen uygulanır Kısa özetleme ve ruhsal durum değerlendirilmesi (ilaç-alkol-madde kullanımına yönelik sorular) Bir önceki seansla bağlantı kurulması Gündemin belirlenmesi Ev ödevlerinin gözden geçirilmesi Gündemdeki maddelerin tartışılması ve yeni ev ödevlerinin belirlenmesi, periyodik özetlemeler Son özetleme ve geribildirimin alınması
Üçüncü ve Daha Sonraki Seanslar İkinci seanstan sonraki seanslarda format pek değişmez. İçerik ise danışanın sorunlarına, hedeflerine ve terapistin hedeflerine göre değişir. Terapist başlangıçta gündem maddelerini kendisi önerir, danışanın otomatik düşüncelerini yakalaması konusunda ona yardımcı olur, ev ödevlerini düzenler ve seansı özetler. Terapist ilerledikçe bu konudaki sorumluluk yavaş yavaş danışana aktarılır. Terapinin sonuna doğru gündem maddelerini danışan belirler. Fonksiyonel olmayan tutumlar ölçeği gibi araçlar kullanır, otomatik düşüncelerini kendisi değerlendirir, ev ödevlerini de kendisi belirleyerek, seansın özetlemesini yapar.
Seanslar boyunca ortaya çıkan değişme, otomatik düşünceler yerine, hem otomatik düşüncelerin hem de bunların temelindeki işlevsel olmayan inançların vurgulanmasıdır Depresyondaki bireyler daha başlangıçta çeşitli çeşitli etkinlikleri planlama ve daha aktif olma konusunda cesaretlendirilir. Terapist daha sonraki seanslarda, danışanın bazı düşüncelerini ya da inançlarını sınamak ya da atılganlık becerileri gibi yeni öğrendiği bazı davranışları pratik etmesi amacıyla, davranışsal değişimlere vurgu yapabilir Terapi son aşamasına doğru ilerlerken bir başka değişmede danışanın, terapinin sonlandırılması ve olası kötüye gidişler için hazırlanmasıdır
Otomatik Düşüncelerin Belirlenmesi Bilişsel modele göre, insanın duygularının ve bununla ilişkili fizyolojik ve davranışsal tepkilerini etkileyen şey, herhangi bir durumun kendisi değil, genellikle otomatik düşüncelerle kendisini belli eden, o duruma ilişkin yaptığı yorumlardır. Kuşkusuz, kişiye yönelik bir saldırı, başarısızlık ya da sevilenler tarafından itilmiş olmak gibi bazı olaylar evrensel olarak rahatsız edicidir. Ancak, psikolojik sorunları olan kişilerin genellikle nötr ya da olumlu durumları bile olumsuz olarak algıladıkları bilinmektedir. Sonuçta otomatik düşüncelerinde yanlı olduğu görülür. Bu kişiler, düşüncelerini düzelterek , kendilerini daha iyi hissedebilirler
Otomatik düşünceleri belirlemek öğrenilebilen bir beceridir ve her beceri gibi, pratik yapmayı gerektirir. Bazı kişiler bunu kolayca yapabilir. Diğerleri için ise biraz daha fazla yönlendirme ve pratik gerekebilir. Bu düşünceleri belirlemenin ilk yöntemi, danışanın seans sırasındaki düşüncülerini yakalamaktır. İkincisi ise ‘’ hatırlama’’, ‘‘imajınasyon’’, ‘‘rol yapma’’ ya da ‘‘ hipotez üretme’’ teknikleri aracılığıyla kişinin seanslar sırasında yaşamış olduğu problemli bir durumla ilgili otomatik düşünceleri bulup, ortaya çıkartmasını sağlamaktır.
Duyguların Belirlenmesi Bilişsel terapistler için duygular çok önemlidir. Çünkü terapinin temel hedefi kişiyi, yaşadığı rahatsız edici belirtilerden kurtarmaktır. Bunun gerçekleşebilmesi ise danışanın işlevsel olmayan düşüncelerinin değiştirilmesine bağlıdır. Duyguların belirlenebilmesi için; Otomatik düşüncelerle duyguları ayrıştırmak Duygular arasındaki ayrımı yapabilmek Duyguların yoğunluğunu belirlemek gerekmektedir.
Otomatik Düşüncelerin Değerlendirilmesi Danışanların gün içinde, kimi işlevsel olmayan pek çok düşüncesi vardır. Terapist daha ekonomik ve etkili olabilmek için, değerlendirmek amacıyla bir seansta bunlar arasından bir ya da birkaçını seçer. Terapist belirli bir otomatik düşünce üzerinde çalışmaya karar verdikten sonra, bu kararın ne kadar isabetli olduğunu araştırmak için danışana şu soruları sorar: 1. Bu düşüncelere şimdi ne kadar inanıyorsun (%0-%100)? 2. Bu tür düşünceler seni duygusal olarak nasıl etkiliyor? 3. Bu duyguların yoğunluğu nedir (%0-%100)?
Danışanın, bu düşünceye ait inancı çok kuvvetli değilse ve düşüncenin yarattığı sıkıntı çok fazla değilse terapist, bir başka konuya geçmeyi önerebilir. Eğer danışan bu düşünceye çok güçlü bir şekilde inanıyorsa ve yoğun bir sıkıntı yaşıyorsa, şu soruları sorarak o düşünceye odaklanır: Bu düşünce aklından ne zaman geçti? Ne olmuştu? O durumda aklından başka neler geçti? Bedeninde fark ettiğin bir şeyler oldu mu? (Özellikle kaygı düzeyi yüksek bireyler için) Daha sonra ne yaptın?
İşlevsel Olmayan Otomatik Düşüncelerin İşlevsel Olanlarla Değiştirilmesi İşlevsel Olmayan düşünce kayıt formu danışanın otomatik düşüncelerini daha etkili bir şekilde değerlendirerek, sıkıntısını azaltmak için kullandığı bir çalışma formudur. Problemli bir durumu belirledikten sonra, terapist önce, sadece sözel yöntemleri kullanarak danışana, durumla ilgili otomatik düşünce ve duygularını yakalamaya çalışır. İODKF nasıl doldurulacağın gösterir. Danışan, ilk dört kolonu kendi başına başarı ile doldurduktan sonra, terapist, bir sonraki haftaya kadar yapabileceği bazı ev ödevleri belirler. Sonraki seansta, danışanın otomatik tepkileri, fizyolojik tepkileri, duyguları ve durumları doğru bir şekilde tanımlayabildiği kontrol edilir. Eğer sorun varsa, tekrar açıklama yapılır
Eğer danışan ilk dört kolonu başarı ile doldurabilmişse, son iki kolonu nasıl kullanacağı öğretilir. Ev ödevi olarak verilir Daha sonra, forma bağlı kalmadan, sözel olarak yapması istenir Terapist daha sonra yine İODKF kullanıp, danışanın bir başka otomatik düşüncesi üzerinde pratik yapmasını isteyebilir ya da bir başka konuya geçebilir
Ara inançların Belirlenmesi ve Değiştirilmesi Terapistler ara inançları şu tekniklerle belirler: İnancın otomatik düşünce olarak belirtilmiş olduğunu fark edebilir Danışana, bir varsayım cümlesinin ilk bölümünü sunarak gerisini tamamlamasını isteyebilir Danışana bir kural ya da tutumunu doğrudan sorabilir Aşağı doğru ok tekniğini kullanabilir Danışanın otomatik düşüncelerini araştırarak, bunlar arasında ortak bir tema oluşturabilir Danışan tarafından doldurulmuş bir işlevsel olmayan tutumlar ölçeğine bakabilir
Ara inançların değiştirilmesinde kullanılabilecek bazı teknikler; İnançların Değiştirilmesinde Diğerlerinin Referans Olarak Alınması: Danışanlar, diğer insanların işlevsel olmayan inançlarına bakmaktadırlar. Başkalarına bakış açıları daha objektif olduğundan, kendileri için geçerli ya da geçersiz olarak gördükleri durumlarla, diğerleri için geçerli ya da geçersiz olarak gördükleri durumların, ne kadar farklı olduğunu fark etmektedirler. “Farz Edelim ki” Şeklinde Davranmak: İnançlardaki değişmeler, paralel olarak davranışlardaki değişmelere yol açarken, aynı şekilde davranışlardaki değişmeler de ilgili inançlardaki değişmeyi hızlandırmaktır. Eğer, herhangi bir inanç zayıfsa, danışan hedeflenen davranışı daha çabuk ve kolay bir şekilde, çok fazla bilişsel müdahaleye gerek kalmadan değiştirebilmektedir
Derine Doğru İnme Tekniği: Bu teknik, otomatik düşüncenin anlamını ve bunun olumsuz yanını sormaya dayalı bir yöntemdir. Danışana eğer, olumsuz otomatik düşünce doğruysa bunun nesi kötü ya da hasta için bunun anlamı veya zararı nedir diye sorulmaktadır. İnançları Değiştirmek İçin Bilişsel Cetvel: Bu teknik, çift kutuplu olduğu, diğer değişle “ya ak, ya kara” ya da “ya hep ya hiç” tarzındaki otomatik düşüncelerin ve inançların değiştirilmesi için yararlı olabilmektedir
Mantıksal-Duygusal Rol Yapma: Aynı zamanda “tez-antitez” tekniği de denilen bu teknik, terapist diğer teknikleri kullanıp da işe yaramadığında kullanılmaktadır. Özellikle de danışan, söz konusu inancın işlevsel olmadığını entelektüel olarak gördüğünü ancak, duygusal olarak kabul edemediğini, içine sindiremediğini söylediği zamanlarda yararlanılmaktadır. Terapist önce, danışandan belirli bir inancının “duygusal” yönünü oynamasını istemektedir. Kendisinin de “mantıksal” yönünü oynayacağını belirtmektedir. Bunun altındaki mantığı da açıklamaktadır. Daha sonra, terapistle danışan rollerini değiştirmektedirler. Rollerin bu şekilde değiştirilmesi sayesinde danışan mantıksal tartışmayı terapistin örneklediği gibi ifade etme fırsatını bulmaktadır. Terapist, danışanın kullandığı duygusal gerçekleri, aynen danışanın kullandığı sözcüklerle ifade etmeye çalışmaktadır. Danışanın kendi sözcüklerini aynı şekilde kullanıp, yeni eklemeler katmama suretiyle terapist, hastanın kendi zihnini kurcalayan sorunlarına karşılık vermesine yardımcı olmaktadır.
Temel İnançlar Temel inançlar, otomatik düşüncelerden daha derinlerde yer aldığı için, bu inançları ortaya çıkarmak daha zordur. Buna göre, temel inançları saptamanın en önemli yöntemi, danışanın otomatik düşüncelerindeki ortak temalardan yola çıkmaktır. Bu yöntemin daha çok tercih edilmesinin nedeni, yorumdan çok bilgiye dayalı olmasıdır. Burada yapılmaya çalışılan şey, danışanın otomatik düşüncelerindeki ana temaların sevilmeme, çaresizlik, değersizlik ana gruplarından hangisine daha çok uyduğunu saptamaktır. Temel inançları saptamada bir diğer yöntem, değişime dirençli otomatik düşüncelere dikkat etmektir. Bu düşünceler bireyin temel inançlarıyla örtüşüyorsa, bunların üzerinde ne kadar iyi çalışırsa çalışılsın danışan hala böyle hissedebiliyorum diyebilmektedir. Böyle düşüncelerle karşılaşıldığında bunların içerik olarak danışanın temel inancıyla aynı olabileceği akla getirilmelidir Ara inançların değiştirilmesinde kullanılan birçok teknik Temel inançların değiştirilmesinde de kullanılmaktadır
Temel İnanç Çalışma Formu: Terapist, eski bir inancı belirleyip, yenisi üzerinde de çalıştıktan sonra, danışana“Temel inançlar Çalışma Formu” ile tanıştırmaktadır. Temel inançların değiştirilmesi işlemi, ancak danışan otomatik düşüncelerini belirlemeyi öğrendikten, işlevsel olmayan düşüncelerini değiştirebileceğini anladıktan ve terapistle iyi bir terapötik ilişki kurulduktan sonra başlatılmalıdır. Temel İnanç Çalışma Formu‟nun iki bölümü vardır: Üst kısmında, danışanın eski ve yeni inancına ne kadar inandığı saptanmaya çalışılmaktadır. Terapist ve danışan bu formu, artık her seansın başında birlikte doldurmaktadır. Alttaki bölüm ise, eski inancını destekleyen kanıtlara yeni bir bakış açısıyla bakmaya başlayan danışan tarafından, hem seans sırasında hem de seanslar arasında ev ödevi olarak doldurulmaktadır.
Terapiyi Sonlandırmak ve Belirtilerin Tekrar Ortaya Çıkmasını Önlemek Bilişsel Terapinin amacı, danışanın sorunlarının terapist tarafından çözülmesi değil, danışanın kendi kendisinin terapisti olmasını sağlamak ve belirtilerin tekrar ortaya çıkmasını önlemektir. Kendisini danışanın her türlü sorununu çözmekle yükümlü gören bir terapist, danışanın kendisine bağımlılık geliştirmesi ya da gelişmiş olan bağımlılığı pekiştirme riskini göze almaktadır. Ayrıca, danışanın kendi becerilerini sınama ve güçlendirme olanağını da elinde tutmaktadır
Başlangıçta terapi seansları genellikle haftada bir kez olarak belirlenir. İdeal bir durumda, danışan, belirtilerde ki azalmayı fark edip, bilişsel terapi tekniklerini uygulamayı öğrendikten sonra, terapi seansları yavaş yavaş iki haftada bire, daha sonra da üç haftada, dört haftada bire doğru seyrekleşir. Ayrıca, terapinin tamamlanmasından sonra terapistin, 3., 6. ve 12. aylarda birer destekleme seansı yapmasında yarar vardır. Bu seanslarda, danışanın hayatında ortaya çıkan yeni sorunlarla danışanın nasıl başa çıktığı tartışılır.
BİREYSEL PSİKOLOJİ ALFRED ADLER (1870-1937)
Alfred Adler Alfred Adler, 7 Şubat 1870’ de Viyana’da dünyada geldi. 28 Mayıs 1937’de İskoçya’da konferans verirken öldü. Ticaretle uğraşan bir ailenin ikinci oğlu idi. Adler çocukluğunda zayıftı. Raşitizm hastalığına tutulmasına rağmen canlı ve uysaldı. Daha küçük yaşında ‘‘ölümle savaşmak’’için doktor olmaya karar vermişti. Ölüm zaman zaman onun üzerinde büyük etkiler yapmıştı.
Bireysel psikolojiye göre, insan kişiliğinde bütünlük ve devamlılık esastır. Birey sorunlarını çözebilmek için başarıya ulaşma çabası içindedir. Her birey aşağılık duygusuyla doğar ve yaşamı boyunca bu duyguyu gidermek için çabalar. Adler, psikolojik analizde 3 unsur üzerinde durur: Bireyin eski anıları, Ailenin kaçıncı çocuğu olduğu, Rüyalarını nasıl yorumladığı,
İnsan toplumsal bir varlıktır ve diğerleriyle ilişki kurarak yaşar İnsan toplumsal bir varlıktır ve diğerleriyle ilişki kurarak yaşar. Freud ve Jung’un üzerinde pek durmadığı toplumsal belirleyicilere önem verir. Freud un iç güdülere hizmet eden ancak gerçekte bir arabulucu olan ego kavramına karşılık, benlik kavramını ortaya atmıştır. Benlik, karar verme yeteneğine sahip ve bireyi amaçlı yaşamaya iten sistemdir.
İnsan, Bilinçlidir, Toplumsaldır. Geçmiş önemlidir ancak önemli olan geleceğe yönelik güdü ve amaçlardır. Bilinçli amaçlar hedef yönelimli davranışlara neden olur. Birey üstünlük çabası içindedir.insan davranışını anlamak için aşağılık duygusunu ve bunu telafi çabalarını irdelemek gerekir.
Terapötik Süreç Adler Terapisi, danışan ve terapist arasında kurulan karşılıklı bir antlaşma ve işbirliğine dayalıdır. Genel olarak terapötik süreç, karşılıklı saygıya, bireyin yaşam tarzı içindeki ‘‘yanlış hedeflerin ve yanlış varsayımların’’ belirlenmesine, araştırılmasına ve açıklanmasına dayanmaktadır. Terapi süreci daha çok, bilgilendirme ve kendini yalnız hissedenlere yardım etme amacını taşımaktadır.
1.Aşama:İlişki Kurulması Adler yaklaşımını benimsemiş psikolojik danışman, danışanların yaşantılarındaki sorumluluk duygusunun farkına varmalarını sağlamaktadır. Danışanla işbirliği içerisinde çalışmakta ve bu ilişki derin, ilgi ve yakınlığa dayanmaktadır. Terapist ve danışanın birlikte, açıkça belirttiği hedeflerin bir düzenlemesi yapılmadığı takdirde, terapinin ilerlemesi mümkün değildir. Etkili olabilecek bir psikolojik danışma süreci, danışanın önemli olarak gördüğü, tartışmak ve değiştirmek istediği kişisel sorunların üzerinde durmalıdır.
Danışma oturumuna ‘‘sorundan’’ başlamak yerine, danışanla kişisel bağlantı kurmanın yollarını araştırırlar. Psikolojik danışmanlar, terapinin ilk birkaç dakikasında beş duyuyu da kullanarak, mümkün olduğunca çok bilgi toplamak üzere kendilerini eğitirler. Danışana odaklanmak ve onu dinlemek, danışanın, ses tonundan, duruş biçiminden, jest ve mimiklerinden hatta konuşmasındaki duraksamalardan açığa çıkan mesajlara çok fazla dikkat edilmesi gerekmektedir.
Danışanların yetersizlikleri ve sorumluluklarıyla ilgilenmek yerine, sahip oldukları değerli özelliklerin ve güçlerin farkına varmalarını sağlamak. Terapistler, danışanlarda bulunabilecek umutsuzluğun ve cesaretsizliğin panzehiri olan desteği ve güveni sağlarlar. Terapistler, tekniklerin kullanılmasından çok, danışanın sübjektif deneyimlerine daha çok önem verirler. Tekniklerini, her bir danışanın gereksinimlerine uygun hale getirirler.
Psikolojik danışmanın başlangıç aşamasında kullandıkları başlıca teknik, empati kurarak danışanla ilgilenmek, dinlemek, danışanın sübjektif deneyimini mümkün olduğunca yakından izlemek, danışanın hedeflerini saptamak, açığa kavuşturmak, danışanın semptomları, eylemleri ve etkileşimlerindeki amaçları konusundaki düşüncelerini belirtmektir Terapist, danışanın hem sözlü , hem de sözsüz mesajlarını kavramak için çaba gösterir. Terapistin hedefi, danışanın yaşamındaki davranış kalıplarına ulaşabilmektir.
2.Aşama:Bireysel Dinamiklerin Araştırılması Danışanı yönlendiren psikolojik dinamiklerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Adler Yaklaşımına göre Terapistler, psikolojik danışmanın ikinci aşamasını, iki görüşme şeklinde gerçekleştirmektedir. Bunlar; Sübjektif görüşme ve objektif görüşmedir.
Sübjektif Görüşme Subjektij görüşmede danışman, hikayesini mümkün olduğunca tam anlatması için, danışana yardımcı olmaktadır. Bu aşamada sadece aktif dinleme yeterli değildir. Bu aşamada, merak, odaklanma, ilgilendiğini gösterme , danışana hissettirilmeli ve uygulanmalıdır. Danışmanlar, danışanın yaşama karşı verdiği mücadele ve yaşama olan yaklaşımının amaca yönelik yanları ile ilgili ipuçları yakalamak için dinlerler.
Subjektif görüşmede, kişinin yaşamındaki davranış kalıpları ortaya çıkarılmalı, kişi için nelerin işleyeceği konusunda hipotezler geliştirilmeli ve danışanın yaşamındaki çeşitli sorunlarla ilgili neyin daha önemli olduğunu saptanmalıdır (Bitter ve ark, 1998,s.98). Kısa terapi kullanan danışman, danışana: ‘‘Seni ve senin sahip olduğun güçleri daha iyi anlamam için paylaşmak istediğin başka şeyler var mı’’? sorusunu sorabilir.
Adler yaklaşımını benimseyenler, subjektif görüşmeyi genellikle: ‘‘Yaşamınız nasıl farklı olabilir ve bu semptoma yada soruna sahip olmasaydınız bundan başka ne yapardınız’’? sorusuyla sona erdirmektedirler. Danışmanlar bu soruyu ayırıcı tanı koymak için kullanırlar. Özellikle fiziksel semptomlar konusunda, bu ayırıcı tanı diğerinden farklı değilse, sorunun organik olabileceğinden ve tıbbi müdahale gerektirebileceğinden kuşkulanırlar.
Objektif Görüşme Danışanın yaşamındaki sorunların nasıl başladığı, Bu sorunları hızlandırıcı herhangi bir olayın olup olmadığı, Şimdiki ve geçmişte aldığı ilaçlar da dahil olmak üzere tıbbi geçmişi, Sosyal geçmişi, Şimdiki durumda danışanın terapiyi tercih etmesinin nedenleri, Kişinin yaşam görevlerine karşı verdiği mücadele, Yaşam biçimiyle ilgili bir değerlendirme, gibi bilgilerin elde edilmesi yolları araştırılmaktadır.
Aile Bütünlüğü Adler yaklaşımına göre değerlendirme, kişi daha küçük bir çocukken aile bireylerinin üstünlük durumunun, doğum sırasının, anne-baba ilişkilerinin, ailenin sahip olduğu değerlerin, geniş aile ve kültürün değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, büyük ölçüde danışanın aile bütünlüğüne ve aile sistemine dayanmaktadır. Değerlendirme sürecinde, danışanın çocukluluk döneminde ki aile atmosferi de dahil olmak üzere, doğum sırası, ebeveyn ilişkileri, aile değerleri, akrabalık ilişkileri ve aile kültürü beraber ele alınır.
Psikolojik Danışma Sürecinde Yanıt Aranan Sorular En sevilen çocuk kimdi? Babanızın çocuklarla ilişkisi nasıldı? Annenizin ilişkisi nasıldı? Babasını en çok seven çocuk hangisiydi? Annesini en çok seven kimdi? Hangi yönlerden Kardeşleriniz arasında sizden en çok farklı olan hangisiydi? Hangi yönden? Kardeşleriniz arasında sizi en çok seven hangisiydi? Neden?
Bir çocuk olarak ailedeki konumunuz nasıldı? Anne babanız nasıl geçinirdi? Anlaştıkları konular nelerdi? Anlaşmazlıkları nasıl çözerlerdi? Çocuklarına nasıl bir disiplin uyguladılar?
İlk Anılar Adler yaklaşımını benimseyen danışmanların diğer bir değerlendirme işlemi de olayları, duyguları veya anılarla ilgili tepkilerini hatırlayabileceği danışanın ilk anılarını sormaktır. İlk anılar, danışan tarafından açık ayrıntılarıyla bir defada görüntülenecek olgulardır. Adler, milyonlarca anı arasından, asıl inançlarımızı ve hatta yaşamımızdaki temel hataları yansıtan özel anıları seçebileceğimizi ileri sürmüştür.
Bu anıların anlatılmasını sağlamak için psikolojik danışman: ‘‘ ilk anılarınızı dinlemek istiyorum. Lütfen hatırlayabileceğiniz en erken yaşınıza giderek geçmişi düşünün ve bana bir kez olan bir şeyden söz edin’’ diyerek kendine özgü bir yol izleyebilir. Tüm anıları öğrendikten sonra, psikolojik danışman ayrıca ‘‘ Hangi bölüm sizin kontrolünüzün dışındaydı? Tüm anılarınızı bir film gibi gözünüzün önünden geçirebilseydiniz ve bir karede dondurabilseydiniz ne olurdu? Kendinizi o anı yaşıyormuş gibi düşünün, ne hissederdiniz? Tepkiniz ne olurdu’’ gibi sorular sorabilir.
Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, ilk anıları çok sayıda farklı amaç için kullanabilirler. Bunlar: Bireyin kendisi, diğerleri, yaşam ve etik ile ilgili inançların değerlendirilmesi, Danışanın psikolojik oturumu ve psikolojik danışma ilişkisiyle ilgili düşüncelerinin değerlendirilmesi, Mücadele kalıplarının saptanması, Bireyin gücünün, değerli niteliklerinin ve konuyla ilgili fikirlerinin değerlendirilmesi,
İlk anıların yorumunda, şu sorulara yanıt aranır: Birey anılarında en çok hangi bölümün üzerinde duruyor? Danışan gözlemci durumunda mı, yoksa katılımcı mı? Anılarında başka kimler var? Bireyle ilgili diğerleri hangi konumda yer almakta? Anıların egemen olduğu konular ve tüm kalıpları hangileri? Anılarla hangi duygular ifade edilmekte? Birey neden bu olayı hatırlamayı tercih etti? Bununla birey neyi ifade etmeye çalışmakta?
Kişilik Öncelikleri Adler yaklaşımın benimsemiş İsrailli psikolog Nira Kefir, temel olarak dört öncelik belirlemiştir: Üstünlük çabası Kontrol Rahatlık Hoşnutluk
Üstünlük çabasına odaklanmış bir kişi, zorluklarla karşılaştıkça, savunucu bir iletişime girerek, stres veya zorlamalı duruma karşı hızlı tepkide bulunur. Her öncelik, bireyin mücadelesinde kullandığı destekleyici inançlarla birlikte egemen bir davranış kalıbı içermektedir. Öncelikler, diğerleriyle ilgilenmek ve belirgin olma düzeyine ulaşmak için izlenecek yollar haline gelmektedir.
Öncelikleri Yansıtan Dört Davranış Kalıbı Üstünlüğü kullanan kişiler, liderlik veya başarı olma için çabalarlar. Genellikle çok çalıştıklarından ya da aşırı yüklenildiklerinden şikayet ederek, yaşamın anlamını kaybetmesini önlemeye çalışırlar. Kontrollü kişiler, alay konusu olmamak için garantiler arayan kişilerdir. Güvenliğe kavuşmak için toplumdan uzaklaşma bedelini ödemeye hazırdırlar.
Rahatlık arayan kişiler, bedeli ne olursa olsun, stres veya acıyı önlemek isterler. Sorunlarıyla başa ve bu konuda karar vermek eylemlerini erteleme eğilimlerindedirler. Hoşnut olmayı amaçlayan kişiler, sürekli onaylanma ve kabul görme yollarını araştırarak reddedilmeyi önlemek isterler. Sevilmeme korkularının yanı sıra, onay almak için aşırı kabul edici davranışlar içine girebilirler.
Bütünleştirme ve Özetleme Danışanla yapılan, hem subjektif hem de objektif görüşmelerden alınan danışanla ilgili materyal bir araya getirildiğinde, elde edilen verilerin bütünleştirilmiş bir özeti yapılır. Yaygın özetler, bireyin subjektif deneyimleri ve yaşam hikayesinin öyküsel bir özeti; aile bütünlüğünün ve gelişimsel verilerin bir özeti; ilk anıların, kişisel güçlerin ve değerli niteliklerin bir özeti ve mücadele stratejilerinin bir özetidir.
Mosak’ın 5 Temel Hatası Aşırı genelleme’’dünyada adalet yok’’ Yanlış veya imkansız hedefler ’’Sevilmek istiyorsam herkesi mutlu etmeliyim’’ Yaşamın ve yaşam taleplerinin yanlış algılanması ’’ hayat benim için çok zor’’ Bireyin kendi değerlerini yadsıması’’Ben çok aptalım, neden insanlar benimle bir şey yapmak istesinler ki’’ Hatalı değerler’’Kim zarar görürse görsün, zirveye yerleşmeliyim’’
3.Aşama:Kendini Anlamayı ve İç Görü Kazanmayı Cesaretlendirme Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, insan yaşamında neredeyse her şeyin bir amacı olduğuna inanmaktadırlar. Kişisel farkındalık ve kendini anlama, ancak davranışın gizli amaçlarının ve hedeflerinin bilinç düzeyine çıkarılmasıyla mümkündür. İç görü, terapötik ilişki içerisinde değişimin temelini oluşturan, kişisel farkındalığın özel bir formudur. İç görü, sonuca ulaşmanın bir aracıdır. Sadece iç görü kazanılması sağlamak amaçlanan bir sonuç değildir.
Kendini açma ve iyi zamanlanmış yorumlarda bulunma, iç görü kazanma sürecini kolaylaştıran tekniklerdir. Adler yaklaşımına göre yorumlar, psikolojik danışma sürecinde de incelemeye açık olacak şekilde birer olasılık olarak sunulan açık uçlu sorulardır: ‘‘bana öyle geliyor ki….’’ ‘‘bu şöyle olabilir mi…’’ veya ‘‘ bu durum bana böyle görünüyor….’’ gibi ifadelerdir. Bu süreç boyunca danışanlar, sorunlarının sürmesine katkıda bulunan güdüleri ve bu durumu düzeltmek için ne yapabileceklerini anlamaktadırlar.
4.Aşama:Yeniden Oryantasyonla Yardımcı Olmak Terapötik sürecin son aşaması, yeniden oryantasyon ve yeniden eğitim olarak bilinen ve iç görünün uygulamaya geçildiği, uygulamaya geçirildiği süreçtir. Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, kendini küçümsemeye, tecrit etmeye ve inzivaya çekilmeye karşı koymakta ve danışanların cesaret kazanmalarına ve içlerindeki güçle, diğerleriyle ve yaşamla bağlantı kurmalarına yardımcı olmanın yollarını araştırmaktadırlar. Bu aşama süresince, cesaretlendirmekten başka hiçbir müdahale önemli değildir.
Cesaretlendirme Süreci Cesaretlendirme psikolojik danışmanlığın tüm aşamalarında odaklanılan ve Adler yaklaşımının en ayırt edici özelliğidir. Kişilerin yaşamlarında değişiklik yapmayı dikkate almalarını sağladığı için özellikle çok önemlidir. Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, danışanın cesaret göstermesini ve cesaretinin güçlenmesinin güçlenmesini sağlayacak tüm fırsatları değerlendirirler. Terapistler, cesaretsizliğin insanların işlevselliğini engelleyen temel olgu olduğuna inanmaktadırlar ve cesareti bir panzehir olarak görmektedirler.
Değişim ve Yeni Olasılıkların Araştırılması Sorumluluk üstlenme, yeniden oryantasyonun en önemli bölümüdür. Danışan değişmek istiyorsa, kendileri için görevler oluşturmaya ve sorunları için belirli eylemlerde bulunmaya istekli olmalıdır. Psikolojik danışman ve danışan, olası alternatifler ve bunların olası sonuçları üzerinde dururlar, bu alternatiflerin danışa ait hedefleri nasıl karşılayacağını değerlendirir ve belirli eylem biçimi konusunda karar verirler.
Bir Fark Oluşturmak Farklılık, davranışlarda veya düşüncelerde veya algılamada yapılan değişikliklerle ortaya çıkabilir. Değişimin gerçekleşmesi için kullanılan tekniklerden bazıları, ilişkinin şimdi ve buradalığı, öneride bulunma, mizahtan yararlanma, paradoksal müdahaleler, eğer öyleyse türü sorular, kendi kendini yakalama alıştırması, düğmeye basma tekniği, dışsallaştırma, yeniden yazma, tuzaklardan kaçınma, yüzleştirme, hikayeler kullanma, ilk yaşam anılarının analizi, sorumluluk üstlenme, ev ödevi vermedir
Varoluşçu Psikoterapi Viktor Emil Frankl (1905-1997) 26 Mart 1905′de Viyana’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi Prag’in ileri gelenlerinden; babası ise Kuzey Marovyalı zanaatkâr bir ailedendir. Frankl’ın babası Gabriel, sosyal hizmetler müdürüydü. Frankl, geçim zorlukları nedeniyle Viyana’da sürdürdüğü tıp öğretimine son vermek zorunda kalan babasının gerçekleşmeyen bu arzusunu, hayatının en büyük hedefi edinmişti. Daha orta öğretimde hocalarına sorduğu sorular onun tıb’a ve felsefeye son derece yatkın olduğunu gösteriyordu
Rollo May (1909-1994) Rollo May,Avrupa’da filizlenen varoluşçuluğun ve varoluşçu psikoterapinin Amerika’da yayılmasının öncülerinden olmuştur..Kimi zaman adı “humanistik psikoloji” ile anılırsa da May,insan varoluşunun trajik boyutunu öne çıkarmasıyla Carl Rogers ve Abraham Maslow gibi bu ekolün temsilcilerinden ayrılır Rollo May; 1950 yılında “Anksiyetenin anlamı” (The Meaning of Anxiety), 1953 yılında “Kendini Arayan İnsan” (Man’s Search for Himself), 1969 ‘da “Aşk ve İrade”(Love and Will) 1975’de “Yaratma Arzusu” (The Courage to Create) ve 1991 de “Mitsel Arayış”(Cry for Myth) isimli ses getiren kitapları yazmıştır.
Varoluşçu Psikoterapi Varoluşçuluk 19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılan ve 20.yüzyıl içersinde önemli ölçüde taraftar bulan bir felsefe akımıdır.Bireysel varoluş,özgürlük ve seçim yapabilme kudreti gibi temel varoluşçu esaslar çerçevesinde eser vermiş pek çok yazarın ortak çabalarının bir ürünü gibi görülebilir. Bununla birlikte bu kategoriye dahil edilen pek çok düşünürün, Heidegger örneğinde görüldüğü üzere “varoluşçu” oldukları şeklindeki düşüncelere açıkça karşı çıktıkları da görülmüştür.Varoluşçu yazarlar düşüncelerini açıklarken sistematik bir yöntem takip etmezler. Felsefelerini aforizmalar,manzum eserler, roman veya tiyatro oyunları gibi sanat eserleri aracılığıyla ortaya koymuşlardır.
Varoluşçu ilke temelde temelde, büyük ölçüde ne olacağımızı kendimiz belirlediğimiz için koşulların kurbanı değiliz düşüncesindedir. Terapinin temel hedefi, yaşam üzerinde düşünmeleri, çeşitli alternatiflerin farkına varmaları ve bunların arasından birine karar vermeleri için danışanların cesaretlendirilmesi sürecidir. Yalom(2003), terapötik ilişki içerisinde birinci adımın, danışanların sorumluluklarını kabul etmeleri olduğunu ifade eder. ‘‘ Danışanlar yaşam güçlükleri üzerinde kendi rollerini fark ettiklerinde, aynı zamanda ve sadece kendileri, bu durumu değiştirecek gücü de kendilerinde görebilirler’’ Danışanlar, koşulları ve çevrenin kontrolünü hiçbir tepki göstermeden kabullendiklerini fark ettiklerinde, yaşamlarını bilinçli olarak şekillendirmeye başlarlar.
Terapötik Süreç Varoluşçu yaklaşım, terapötik süreçte bir çok tekniğin kullanımına yönelik olmadığından diğer yaklaşımlara benzememektedir. Varoluşçu psikolojik danışmanların müdahale yöntemleri insan varlığının temel özelliği konusunda ki felsefi görüşlere dayanmaktadır. Varoluşçu psikolojik danışmanlar, birçok diğer akımdan gelen teknikler arasında istediklerini seçmekte özgürdür. Bununla birlikte, birbirleriyle uyumlu olmayan teknikleri kullanmaktan uzak dururlar. Danışanlara olan müdahalelerinde kendilerine yol gösteren bir dizi varsayım ve davranış biçimleri bulunmaktadır
Deurzen-Smith varoluş çalışmasının temel kuralı olarak terapist ve danışanın bireysel ilişkilerinde açıklığı ve samimi oluşu vurgulamaktadır. Aynı zamanda Varoluşçu yaklaşımı benimseyen uygulamacıların kullandıkları teknikleri, kendi kişisel tarzlarına uygun olarak seçmelerini ve teknikleri kullanırken, her zaman danışanın bu tekniğin kullanımına hazır olup olmadığını ve danışanın gereksinimlerini göz önünde bulundurmaları gerektiğini belirtmektedir. Bu konuda temel kural her danışanın kendine özgü oluşu ve her bir danışan için ayrı bir müdahale biçiminin olduğudur (Corel,2008)
Terapistin kendisini bir terapötik araç olarak kullanması terapinin en önemli unsurudur. Psikolojik danışma sürecinin iyiye gitmesini sağlayan olgu, terapistin en derin varlığıyla, danışanın en derin parçasının bütünlendiği zaman, ben ve sen karşılaşmasının gerçekleşmesidir. Terapi, üç genel aşamada kavramsallaştırılabilen, araştırmanın yaratıcı ve geliştirici bir sürecidir
Başlangıç aşamasında danışman, dünya ile ilgili varsayımlarını belirlemesinde ve açıklığa kavuşturmasında, danışana yardımcı olmaktadır. Danışanlar varoluşlarını nasıl algıladıklarını ve nasıl bir mantık kurduklarını belirlemek ve sorgulamak için davet edilirler. Geçerliliklerini belirlemek için danışanlar kendi değerlerini, inançlarını ve varsayımlarını gözden geçirirler. Bu durum, başlangıçta neredeyse tüm sorunların dış etkenlerden kaynaklandığını düşündükleri için, birçok danışan için zor bir görevdir. Diğer insanların ‘‘ kendilerini nasıl hissettiklerini’’ veya eylemlerden ve etkileşimlerinden büyük ölçüde diğerlerinin sorumlu olduğu üzerinde odaklanabilirler. Psikolojik danışman danışanlara kendi varoluşlarını nasıl yansıtacakları ve yaşam sorunlarının oluşumundaki rollerini incelemesini öğretmektedir.
Varoluşçu psikolojik danışmanın gelişme aşamasında danışanlar, şimdiki durumda sahip oldukları değer sistemlerine ait kaynakları ve etkilerini tam olarak incelemeleri için yüreklendirilmektedir. Kendini araştırmak olan bu süreç, tipik olarak yeni iç görülerin kazanılmasına ve bazı değerlerin ve davranışlarının yeniden yapılandırılmasına yol açmaktadır. Danışanlar, ne tür bir yaşam yaşamaya değer gördükleri konusunda daha iyi bir fikre sahip olmakta ve içsel değerlendirme sürecinde daha açık görüşler kazanmaktadır.
Varoluşçu psikolojik danışmanın son aşaması kendileri hakkında ne öğrendiklerini sindirmeleri ve bunları eyleme geçirmeleri danışanlara yardımcı olma üzerinde odaklanmıştır. Terapinin amacı danışanların inceledikleri ve içlerine sindirdikleri değerleri somut bir şekilde uygulama yollarını bulmalarını sağlamaktır. Psikolojik danışma sürecinde danışanlar kendi kişisel güçlerini keşfetmekte, bu güçlerini kullanarak amaçlı bir varoluşsal yaşamda bunları kullanmanın yollarını aramaktadırlar
Faydalanılan kaynaklar Alfred Adler.”Kişilik Bozukluları ve Toplumsal Bütünleşme” Gerald Corey. ’’ Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları’’ Üstün Dökmen.”Varolmak Gelişmek Uzlaşmak” Irvın Yalom.”Varouşçu Terapi” Engin Geçtan.”Varoluş ve Psikiyatri” Engin Geçtan.”Psikanaliz ve Sonrası”