4.BÖLÜM GAZETECİ KİMDİR? TUĞBA EKŞİ 120506012 GZT-3
Gazetecilerin Ekonomik Durumları Türkiye’de gazeteciliğe başlayan gençlerin durumunu açıklamaya en uygun sözcük kölelik olabilir. Gazeteciler başlangıçta tamamen sosyal güvenceden yoksun olarak çalıştırılıyorlar ve eğer bir para alıyorlarsa bu komik miktarlar oluyor. Bir gün kadrolu olabilmek umuduyla, para almadan uzun süre çalışabiliyorlar, bazen 1-2 yılı geçen deneme süreleri sonucunda başarısız bulunup işe alınmayabiliyorlar.
Gazetelerle kıyaslandığında, özel televizyonlarda ücretlerin çok daha yüksek olduğu görülür. Bunun belki de ne önemli nedeni televizyonların çok daha az personelle çalışmasıdır. Atina’da Türk gazetesinde çalışan bir gazeteci iki ülkedeki durumu şöyle karşılaştırıyor; ‘’Burada sokak röportajlarına gönderilerek işe başlatılan bir gazeteci Türkiye’deki denginden üç misli fazla kazanır. Gazetecilerin çoğu iki-üç işte çalışır. Tabii iki-üç işte çalışmalarının nedeni ellerine fazla paranın geçmemesidir. Hem bu yöntemle, patronlarına da gazeteci çalıştırmak ucuza gelir.’’
Kadın Gazeteciler Toplumdaki erkek egemen yapı kadınlar için genellikle doğurduğu sorunları gazeteciliğe ve medya kurumlarına da aynen taşıyor. Her iki ülkede de kadın gazetecilere pek rastlanmaması kadınların meslekte bazı engellerle karşı karşıya oldukları şeklinde değerlendirilebilir. Haberin tüketimindeki erkek egemen yapı, haberin üretim sürecinde de geçerli oluyor. Hem Yunanistan’da hem Türkiye’de özel bir kadın medyası ortaya çıkmıştır. Kadın medyası okuyucularına daha yüzeysel ve renkli ürünler sunar. En önemli konuları; moda, aşk, çocuk bakımı, güzellik, dekorasyon vb.
Yunanistan’da kadın gazetecilerin oranının Türkiye’ye kıyasla daha fazladır. Ancak, mesleki hiyerarşi içinde yukarılara tırmanabilmeleri açısından pek avantajlı oldukları söylenemez. Türk gazetelerinin künyelerini incelersek, yönetici durumunda daha çok kadın gazeteci olduğunu görülmekte. Yunanlı kadın gazeteci; ‘’Mesleğimizde cinsiyetçi bir sorunla karşı karşıyayız. Erkek arkadaşlar kendilerini daha önemli görüyorlar. Belki de öyledirler. Sırf onlarla rekabet etmemek için ben de kendime yabancılarla röportaj yapmak gibi bir alan seçtim.’’
Öte yandan kimi erkek gazeteciler ise editörlerin daha çok kadınları, özellikle güzel kadınları işe alma eğiliminde olduğu iddiasındalar. Başka bir iddia da, haber kaynaklarının kadın gazetecilere daha cömert olduklarıdır. Bir erkek gazeteciye göre; bazı kadın gazeteciler haber almak ve mesleki hiyerarşi içinde yükselmek için cinsiyetlerini önemli ölçüde kullanıyorlar. Hem Türkiye’de, hem Yunanistan’da, kadın gazetecilerin mesleğe girişlerinde, meslekten kaynaklanan bir güçlülük duygusunun etkin. . Erkek egemen bir toplumda gazeteci olarak bir kadın daha fazla özgür olabiliyor ve kendini çok daha güçlü hissedebiliyor.
Mesleki Pratiğin Sorgulanması Türk ve Yunanlı gazetecilerin ezici çoğunluğu kendi ülkelerindeki gazetecilik pratiğinden hoşnut değiller ve bunu ifade ediyorlar. Mevcut pratiği şiddetle eleştiriyorlar. Bu yüzden mesleği sorgulayan soruları sormaları bekleniyor. Bu türden bir sorgulamanın, Yunanistan’a oranla Türkiye’de daha gelişmiş olduğu söylenebilir. Son yıllarda Türk gazeteciler küçük gruplar halinde de olsa bir araya gelerek mesleğin sorunlarını tartışıyorlar. Bu tartışmaları gazete sütunlarına ve televizyonlara da taşındığı gözleniyor.
1995’de kendiliğinden bir araya gelen gazetecilerin ’’Basında Sorumluluğa Çağrı’’ adı altında bir bildiriyi imzaya açtıklarını ve buna 500 kadar gazetecinin imza verdiğini görüyoruz. Ancak, bunları mesleği sorgulamak açısından yeterli ve sonuç verici çabalar içinde saymak zor. Yunanistan’da ise bu tür tartışmalar, daha dar gruplar içerisinde ve arkadaş çevrelerinde yapılmakta. Genel bir tartışmanın varlığından söz edilemiyor. Türkiye’de durumun Yunanistan’a oranla daha vahim olduğu ve bu yüzden tartışmaların daha yoğunlaştığı iddia edilebilir. Bu iddia, ancak gazetecilerin iş güvenliği, örgütlülük durumları ve üzerlerindeki baskılar açısından geçerli olabilir. Bir mesleki çürümeden söz edilecekse, bu açıdan Türkiye ve Yunanistan’ın birbirinden pek farklı olduğu söylenemez.
Mesleğe ilişkin bir sorgulama daha çok mesleki hiyerarşinin altındaki gazeteciler tarafından yapılmakta, üst düzeydeki gazeteciler ise bu tür tartışmalara genellikle prestiji yüksek televizyon programlarında ve panellerde ve çoğunlukla da içtenlikten yoksun bir şekilde katılmaktadırlar. Yunanlı gazeteciler sürekli olarak halkın kendilerini yalancılar olarak görmelerinden yakınıyorlar. Gazeteciliğin toplumsal prestijini yitirdiğine inanıyorlar. Bu açıdan, daha saygın bir durumda oldukları cunta dönemini özleyenlere bile rastlanıyor. Öte yandan ne gazeteciler örgütlerini mesleki bir sorgulamanın platformu olması için zorluyor, ne de örgütler gazetecileri böyle bir tartışmaya özendiriyor.
Türkiye’de mesleğin sorgulanmasına ilişkin tartışmaların daha canlı olduğu söylenebilir. Bu tartışmanın yansımalarını bazı köşe yazarlarının yazılarında görmek mümkün. 22.11.1995’de Sabah yazarlarından Hasan Cemal medya sisteminin değişmesi zorunluluğuna değinmiştir. Yazarın vurguladığı önemli bir başka nokta da basın dışı alanlara sermaye birikimi oluşturmuş özel sektörün medya gücünü kendi çıkarları için kullanmak üzere bu sektöre girdiğiydi. Bir süre Dışişleri Bakanlığı da yapan Prof. Mümtaz Soysal da Hürriyet’teki köşesinde 9.11.1994 muhabirleri kendilerinden gazetecilik ilkelerine ters işler yapmalarını isteyen patronlara ve başka güçlere karşı direnmeye çağırıyordu.
Türkiye’de 1995 ortasında bir grup gazeteci tarafından hazırlanan ‘’Sorumluluğa Çağrı’’ bildirisi aslında temel mesleki ilkelerin ilan edilip gazeteciler tarafından imzalanasını sağlamayı amaçlıyordu. Bildiride mesleki dejenerasyon vurgulandıktan sonra; Ticari ve siyasal çıkarlara alet olmayacakları, Yalan haber yapmayacakları, Kendilerini yasalardan üstün görmeyecekleri, Başka işlerle uğraşmayacakları, Şiddete tolerans göstermeyecekleri, Siyasal, etnik, dini ve cinsi ayrımcılık yapmayacakları konusunda gazetecilerin topluma söz vermeleri isteniyordu.
Türkiye’de gazeteciliğin sorgulanmasında öne çıkan konulardan birinin yaygın promosyon kampanyaları olduğunu da belirtmek gerek. Türkiye’de gazetecilerin çoğunluğu mesleğin yeterince sorgulandığı kanısında değiller. Medyanın hakim sahiplik yapısı ise, kendi pratiklerini sorgulama noktasında, gazetecilerin karşısına çıkan en önemli sorunlardan. Gazetecilerin neredeyse tümü işlerinin doğruyu söylemek olduğu noktasında anlaşıyorlar. Medya sahiplerinin çıkarlarının gazetecilik pratiğinin hakkıyla yerine getirilmesine izin vermediği konusunda kuşkuya yer bırakmıyorlar.
Gittikçe ticarileşen medya ortamından rahatsızlık duyuyorlar Gittikçe ticarileşen medya ortamından rahatsızlık duyuyorlar. Olup bitenlerden rahatsızlık duymayanlar, tepede mevcut yapıyla bütünleşmiş bir tür elit menejer grubunu oluşturuyorlar. Aşağıdaki gazetecilerin ise yükselebilmek, hatta işlerin koruyabilmek için onlara yakın durmak ve onlarla iyi geçinmekten başka çareleri kalmıyor. Pek çok gazeteci sonuçta düş kırıklığı ve mesleki doyumsuzluk yaşıyor. Gazeteciliğin toplum için gerekli olduğu konusunda kuşkuya düşmüş gazeteciler bile var.
Gazetecilerin kişiliği sık sık işverenlerin talepleri tarafından baskı altına alınmaktadır. Gazetecilik tarihi birazda bu baskılara dayanamayan ve karşı çıkıp istifa eden editörlerin tarihidir diyebiliriz. Ancak. Özellikle 1980 sonrasında, Türkiye ve Yunanistan’da gazetecilere yapılan baskılar eskiye oranla epeyce arttığı halde, ilkelere dayanan istifalar iyice azalmıştır.