MEŞRUTİYET DÖNEMİ OSMANLI HUKUKU Meclisin kabul etmiş olduğu kanunlara karşı, padişah 1876 Anayasası’nda olduğu gibi mutlak veto yetkisine sahip değildi. XIX. yüzyılın başlarından itibaren adli alanda düzenlemeler yapılmasına rağmen nitelikli eleman ihtiyacını karşılamayı amaçlayan okullaşma geç başlamıştı. Adliye teşkilatında yaşanan nitelikli eleman sıkıntısını çözmek amacıyla 1875’te “Galatasaray Sultanisi”nin bir şubesi olarak “Mekteb-i Hukuk-i Sultani” kuruldu. Bu okulun kapatılmasından sonra, 1880’de Mekteb-i Hukuk adıyla yeni bir okul açıldı. Günümüzdeki İstanbul Üniversitesine başlı Hukuk Fakültesinin temelini oluşturan bu okulun kuruluş amacı Batı hukukunu bilen hâkim ve avukat yetiştirmekti. Adli teşkilatlanmada eğitim almış uzman kişiler yetiştirilmişse de mezun öğrenci sayısının azlığından dolayı tam olarak ihtiyacı karşılayamamıştır. Meşrutiyet yanlılarının çalışmaları sonucu 1908’de meşrutiyet yönetimine ikinci kez geçildi. 1909’da kanunuesaside bazı değişiklikler yapıldı. Osmanlı Devleti’nin geleneksel yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş, görev ve yetkilerinde önemli değişmeler oldu. Hak ve özgürlüklerin sınırları genişletildi. Padişahın mutlak otoritesi sınırlandırıldı. Yeni hazırlanan anayasa ile padişah, anayasayı uygulayacağına, devletin ve milletin haklarını koruyacağına yemin edecekti. 1909’da kanunuesaside yasama organının oluşumunda bir değişiklik yapılmadı. Padişahtan izin almadan kanun çıkarma yetkisi kazanan parlamento, devletin en güçlü organı hâline geldi. Mebuslar Meclisi padişahın iznini almaksızın kanun teklifi getirebilecekti. Böylece yasama, padişahın tekelinden çıkmış, milletin temsilcilerinden oluşan meclisin görevleri arasına girmişti. Osmanlı Devleti, meşrutiyet yönetimine kanunuesasiyi ilan ederek geçti. Devlet yönetimi yeniden yapılandırıldı. Türk tarihinde ilk defa anayasal sisteme geçildi. Buna göre halkın seçtiği temsilcilerden oluşan parlamento, padişahın yetkilerinden bir kısmına ortak oldu. I. Meşrutiyet yönetimine 1878'de padişah tarafından son verildi. Kanunuesasi ile vatandaşların temel hak ve özgürlükleri anayasal güvence altına alındı. Kanun önünde eşitlik, kamu hizmetine girme, basın özgürlüğü ve mülkiyet hakkı Osmanlı tebaasına tanınan temel hak ve özgürlüklerin başlıcalarıydı. Meşrutiyet Döneminde hukuk alanında atılan en önemli adımlardan biri de Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’nin hazırlanmasıdır. 1868-1878 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki ilmî bir heyet tarafından, İslam hukukuna bağlı kalınarak hazırlanan Mecelle, şeri mahkemelerde 1877-1926 yılları arasında hukuki kaynak olarak kullanılmıştır. Bu kanun, modern konuları (şahıs, aile ve miras) içermektedir. Mecelle, adliyede hukuk birliğinin temelini de atmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİ HUKUKU Anayasalarda Yasama, Yürütme ve Yargı Büyük Millet Meclisinin açılması Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması açısından son derece önemliydi. BMM’nin 24 Nisan 1920 tarihli toplantısında Mustafa Kemal Paşa, yaptığı konuşmada Mondros Mütarekesi’nden BMM’nin açılışına kadar ki süreci değerlendirdi. Türk milletinin yüzyıllardır özenle koruduğu bağımsızlığının devamı için İstanbul’un işgaliyle ortaya çıkan hukuki durumun acele düzeltilmesi gerektiğini belirtti. Millet egemenliğine ara verilmesinin düşmanların hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştıracağını söyledi. Bu nedenle milletin haklarını korumak ve idari boşluğu doldurmak gerektiğini “... İşte, anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu bu zorunluluk dolayısıyla, millî egemenliğin her şeyden önce sağlanması için Büyük Meclisimiz olağanüstü yetki ile toplanmıştır.” sözleriyle ifade etti. Laik Hukuk Sistemine Geçiş Yasal düzenlemelerin yalnız millet iradesine dayandırılması aynı zamanda hukuk inkılabının başladığının bir delilidir. Çünkü BMM’nin açılışı, saltanat ve hilafetin konumlarının sorgulanmasına neden olmuştur. Mutlak biçimde millete ait olan egemenlik ilkesinin padişahlık ve hilafet kurumlarıyla bağdaşmaması ileride yapılacak olan hukuk inkılabının en önemli basamağını teşkil etmiştir. 1921 Anayasası’nda hâkimiyetin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ifade edilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin halk adına TBMM tarafından kullanılacağı ve belirtilmiştir. “Türkiye Devleti’nin TBMM tarafından idare olunduğu” Böylece, egemenliğin Osmanlı hanedanından TBMM ye hukuken geçtiği ifade edilmiştir. Lozan Antlaşması’ndan önce saltanatın kaldırılması, egemenliğin millete geçmesi, Cumhuriyetin ilanıyla demokratik bir devlet sisteminin benimsenmesi ve hilafetin kaldırılarak teokratik yapıya son verilmesiyle hukuk inkılabının ön hazırlıkları tamamlanmıştır. Hukuk Alanında Yenilikler BMM’nin, Millî Mücadele’nin temelini oluşturacağı ve buna yönelik kararlar alacağını belirterek BMM başvurulacak tek yetkili makam kılındı. Türk milletinin varlık yokluk mücadelesi olan Millî Mücadele Döneminde bile kararların Mecliste alınarak gerçekleştirilmesi, kanun gücünün üstünlüğüne dikkat edildiğini göstermektedir. BMM’nin 23 Nisan 1920’de açılması, yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasının yanında “egemenliğin sadece Türk milletine ait olduğu” nun da göstergesidir. Cumhuriyet Döneminde yapılacak yeni kanunlarla tüm vatandaşların kanun önünde eşitliğinin sağlanması ve diğer inkılapların da güvence altına alınması amaçlanmıştır. Bu amaçla Avrupa ülkelerinin medeni kanunları incelendikten sonra İsviçre Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu ile birlikte tercüme edilip düzenlenerek yürürlüğe girdi. Medeni Kanun’la evlenme, boşanma, miras gibi konularda var olan eşitsizlik giderilmiştir. Kişinin hak ve özgürlükleri güvence altına alınmış, kişinin devlete karşı olan ödevleri yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca resmî nikâhla kurulan modern aile yapısı hedeflenmiştir. Kadın ve erkek bütün vatandaşlar medeni ülkelerin vatandaşlarıyla aynı haklara kavuşmuş, yeni mahkemeler ve barolar kurulmuştur. Cumhuriyet ile birlikte Türk kadını, ekonomik özgürlüğüne, siyasi haklarına pek çok Avrupa ülkesinden daha önce kavuşturularak demokratik katılım ve kanun önünde eşitlik sağlanmıştır. Atatürk, Batılılaşmayı tüm ilkeleriyle birlikte sistemli kalkınma ve aydınlanmanın bir aracı olarak görmüştür. Bu nedenle diğer alanlarda olduğu gibi hukuk alanındaki çalışmalara da ayrı bir önem vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ilk hukuki düzenlemeler “var olan hukuk düzeninin yenilenmesi” amacına yöneliktir. Bu nedenle 1923 yılında Adalet Bakanlığı yürürlükteki kanunların yenilenmesi amacıyla komisyonlar kurmuş, Batılı kanunlar incelenmiş ve ülkemizin ihtiyaçlarına uyarlanarak yeni kanunla oluşturulmuştur. Cumhuriyet ilan edildiğinde 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yürürlükte bulunuyordu. Bu kanun, TBMM’nin varlığını yasal hâle getirmek ve yeni devletin dayandığı temel ilkeleri belirlemek amacı ile ilan edilmişti. 23 maddelik kısa bir kanun olan Teşkilatı Esasiye, Osmanlıdan devralınan kanunuesasiyi de yürürlükten kaldırmamıştı. Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından sonra yeni devletin ihtiyaçlarını karşılanacak bir anayasanın yapılması gerekmiştir. Bu sebeple 20 Nisan 1924’te Cumhuriyet Döneminin ilk anayasası kabul edildi. 1924 Anayasası, kanunuesasiyi yürürlükten kaldırmıştır.