İSMAİL HAKKI TONGUÇ VE KÖY ENSTİTÜLERİNDEN GÜNÜMÜZE EĞİTİM TARTIŞMALARI Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sunum Planı İsmail Hakkı Tonguç’un Yaşam Öyküsü İsmail Hakkı Tonguç’un İlkeleri ve Hedefleri Köy Enstitüsü Düşüncesinin Kaynakları ve Köy Enstitülerinin Kuruluşu Köy Enstitülerinin Programları ve Sonu Köy Enstitüleri Sisteminden Alacağımız Dersler ve Günümüzde Eğitim Sistemi Tartışmaları
İsmail Hakkı Tonguç’un Yaşam Öyküsü Bulgaristan'ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin bugünkü adı Sokol olan Tatar Atmaca köyünde 1893 yılında dünyaya geldi Baba adı: Hacı Veli Oğlu İdris Anne adı: Vesile Kendinden küçük bir kız altı erkek kardeşi vardır Ailesi Kırım kökenlidir ve köyün yoksul ailelerinden sayılırdı
Okul öncesi çocukluğu, diğer köy çocukları gibi tarla ve ev işleri arasında koşuşturma ile geçti Bu dönemde aklında kalan, İstanbul’da medresede okuyup köye dönmüş, ailenin gündelik yaşamında hiçbir işe yaramayan, iş yapmayı beceremeyen sarıklı molla amcasıdır
1901 yılında köydeki ilkokula gitmeye başladı Dört yıllık köy ilkokulunu iyi okudu Okulu bitirince Silistre’deki rüştiyeye (ortaokula) gönderilerek öğreniminin sürdürülmesi için diretti Rüştiyede okuması için, köyün en varlıklı ailelerinden birinin çocuğu ile birlikte rüştiyede okumak üzere Silistre’ye tanıdık yaşlı bir kadının evine gönderildi Silistre Rüştiyesi’nde çoğunluktaki sarıklı hocaların yanı sıra, Abdülhamit yönetimince sürgün olarak buraya gönderilmiş özgürlükçü bazı öğretmenler de görev yapıyorlardı
Rüştiye bitince köyüne döndü Babası, İstanbul’a okumaya gitmesine razı olmuyordu; bir sermaye vererek onu yumurtacılık yapmaya zorladı Sonra Bulgar yönetiminin genel nüfus sayımı hazırlıklarında, rüştiyeyi bitiren bir arkadaşıyla birlikte Bulgarca kişisel fişlerin belirli bir ücret karşılığı doldurulması işini yaptılar
1914 yılı ilkbaharında annesinin verdiği para ve rüştiyedeki ders kitapları ve birkaç parça çamaşırla İstanbul’da okumak amacıyla köyünden ayrıldı Büyük olasılıkla 1914 yılı haziranında İstanbul’a geldi
İstanbul’da ilk iş olarak yardımlarını umduğu, Fatih medresesinde okuyan hemşerisi mollaları buldu Hemşerisi mollalardan umudu kesince, babasının başı sıkışırsa başvurabileceğini söylediği avukatı buldu Daha sonra, babasından ve İstanbul’da medresede okumuş amcasından adını duyduğu hemşerileri bir Paşa’yı buldu “Türkiye’de aracısız, iltimassız iş başarılamaz” ön yargısından kurtulup kendi işini kendisi görmeye karar verdi
Eğitim Bakanlığı’nın yakınındaki bir kahveye gitti, oturup kendisi bir dilekçe yazdı Bakanlığa girdi, Bakanın odasını buldu, kapıdaki hademenin bir ara oradan ayrılmasını fırsat bilip içeri girdi Ünlü Maarif Nazırı Şükrü Bey’e “Göçmen çocuğuyum, affınızı dilerim, istirhamım var” diyerek dilekçesini verdi Bakan dilekçedeki Silistre sözcüğünden ve sözlerinden duygulandı Onu öğretmen olması için kendi memleketi olan Kastamonu Öğretmen Okulu’na yatılı öğrenci olarak göndereceğini, beğenmez de sonra kendisine yazarsa İstanbul’a aldıracağını söyledi Hemen görevlilere gereken emirleri vererek seksen kuruş yol parası sağladı
Vapurların Karadeniz’e kalkmadığını öğrenmesi üzerine en kısa yol olan Adapazarı-Bolu-Gerede yoluyla gitmeye karar verdi ve binbir zorluklarla beş günde Kastamonu’ya vardı Kastamonu Öğretmen Okulu’ndaki öğrenciliği 1,5 yıl kadar sürdü 1916 yılı başlarında Bakan Şükrü Bey’e bir mektup yazarak kendisini İstanbul’a aldırma sözünü anımsattı ve oraya naklini istedi
Mayıs 1916’da İstanbul’un yolunu tuttu İstanbul Öğretmen Okulu’ndan verilen kimlik kartına adı İsmail Hakkı olarak yazıldı. Nüfus kütüğüne de İstanbul Öğretmen Okulu’ndayken yazıldı İstanbul Öğretmen Okulu’nda düzenli ve başarılı bir öğrencilik yaşamı sürdü; Yabancı Dil dersi Fransızca olduğu halde kendi kendine Almanca da öğrendi
1918 yılında son sınıfı bitirip diplomasını aldıktan sonra öğrenimlerini sürdürmeleri amacıyla Almanya’ya gönderilecek öğrenciler için yaz aylarında açılan Almanca kursuna alındı Kurs sonunda 20 arkadaşıyla birlikte 1918’in Eylül ayının sonuna doğru Almanya’ya gitti Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Ettlingen Öğretmen Okulu'nda yedi aylık bir programa devam etti
Mayıs 1919 başında Almanya’dan dönerken bavulunda birçok kitap vardı Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu Resim-Elişleri ve Beden Eğitimi Öğretmenliğine atandı Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu’nda yapmak istediği her atılımda bin engelle karşılaştığını yazmıştır Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu öğretmeniyken çok önem verdiği bir uygulama çevre gezileriydi; öğrencilerle birlikte Eskişehir yöresini geziyorlar, yakın köylere gidiyorlardı
Temmuz 1921'de Yunan işgalinden hemen önce bir öğretmen arkadaşı ile birlikte Eskişehir’den ayrıldı ve Ankara'ya geldi Daha sonra yarım kalmış öğrenimini tamamlamak üzere yeniden Almanya’ya gönderildi 1921-1922 ders yılı boyunca Karlsruhe Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na devam etti. Burada tüm parasını kitaplara veriyordu
Haziran 1922’de Almanya’dan ayrılarak İstanbul’a döndü Ekim 1922 başında Konya Erkek Öğretmen Okulu ve Konya Lisesi Resim-Elişleri ve Beden Eğitimi Öğretmeni olarak göreve başladı Resim-Elişleri Dersliği kurdu, bulabildiği ders araç ve gereçlerini buraya topladı ve Almanya’da öğrendiği ders yöntemlerini uygulamaya çalıştı
Nisan 1924’te Ankara Erkek Öğretmen Okulu Resim-Elişleri Öğretmenliği’ne atandı ve kısa süre sonra bu okulun müdür yardımcılığı görevine getirildi Ekim 1924’te Adana Öğretmen Okulu’na öğretmen olarak atandı Mart 1925’te Bakanlıktan beklemediği bir emir aldı Almanya, Fransa ve İngiltere’deki mesleki eğitim kurumlarında İncelemeler yapmak üzere Avrupa’ya gönderiliyordu
Almanya’da daha önce de ilgilenmiş olduğu deney okulları ve kır eğitim yurtlarını yakından tanıma olanağı buldu Bavyera’da Ammer Gölü yakınındaki küçük Schondorf Köyü’nde 30 hektarlık bir arazide kurulmuş kır eğitim yurdu özellikle ilgisini çekti
Avrupa’dan dönüşünde Eylül 1925’te yeniden Ankara Öğretmen Okulu Resim-Elişi ve Beden Eğitimi Öğretmenliği’ne getirildi Mart 1926'da öğretimin çağdaşlaştırılması bakımından yeni ders araç ve gereçlerinin öğretime sokulması amacıyla Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi (Okul Müzesi) Müdürlüğü'ne atanarak artık merkezdeki yöneticilerden biri oldu
Okul Müzesi Müdürlüğünde 1926’da yeni ilkokul programlarını uygulayacak öğretmenleri yetiştirmek için, öğretmen okullarında çalışan resim-elişleri öğretmenleriyle istekli ilkokul öğretmenleri bir “İş İlkesine Dayalı Öğretim Kursu” açıldı Bu kurs, daha sonra Köy Enstitülerinin temel ilkesi, sloganı durumuna gelecek "iş için, iş içinde, işle eğitim" anlayışını geliştirmesinde önemli olmuştur
1926 yılı sonbaharında İsmail Hakkı’nın özel yaşamında önemli bir değişiklik oldu; “İş İlkesine Dayalı Öğretim Kursu”nda tanıdığı ilkokul öğretmeni Nafia Kamil ile nişanlandı. 26 Ocak 1927'de de evlendiler 1928'de İsmail Hakkı ve eşinin ilk çocukları dünyaya geldi. Oğlana Engin adını ailenin büyüğü Nafi Atuf koydu İsmail Hakkı, Temmuz 1927 ayında yeni ilkokul programlarının uygulanması ile ilgili olarak ilköğretim müfettişlerinin yetiştirilmeleri için Sivas ve Ankara’da açılan kursların hocaları arasındadır
1929 yılı içinde Okul Müzesi’nde bazı öğretmenler için açılan Tahnit Kursu’nu yöneten İsmail Hakkı, katılan öğretmenleri sık sık topluyor, iş eğitimi, iş yaparak öğrenme ve öğretme üzerine konferanslar veriyordu Ekim 1929 başında yeni ders araç ve gereçlerinin alımı için Avrupa’ya gitti; iki aylık görev gezisinden de daha öncekilerde olduğu gibi bir yığın kitapla döndü Kısa bir süre sonra kendisine ek görev olarak Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-Elişi Öğretmenliği verildi
3 Ağustos 1935’te Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirildi Eğitim Bakanının az nüfuslu köylerde açılacak 3 sınıflı okullara öğretmen bulmak için askerliklerini çavuş olarak yapmış olanlardan yararlanma düşüncesi üzerine incelemelerde bulunmak üzere Nisan 1936 ayında Kayseri, Yozgat ve Çorum köylerinde bir inceleme gezisine çıktı
İncelemelerinin sonuçlarını Bakan’a anlatmasıyla köklü, düzenli bir denemeye karar verildi ve Köy Enstitülerine varan çalışmalar Eğitmen kurslarıyla başlamış oldu 1936’da Eskişehir Çifteler (Mahmudiye) Devlet Çiftliğinde dört aylık ilk Eğitmen Kursunun açılmasıyla başlayan süreç İsmail Hakkı Tonguç için çok yoğun bir çalışma temposuyla geçti, birçok sorunla karşılaştı ve hepsiyle bazen tek başına mücadele verdi
İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü çalışmalarından dolayı İsmail Hakkı Tonguç’u takdir etmiştir Ancak, çok desteklediği Köy Enstitüleri sevdasından seçimleri kaybetmemek için vazgeçen İsmet İnönü, onu, 25 Eylül 1946'da görevinden alarak Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirdi Daha sonra Türkiye'nin değişik yerlerinde sürgün olarak öğretmenlik yaptı 1954'te kendi isteğiyle emekli oldu 1956'da Avrupa'yı gezdi ve İsviçre'deki Pestalozzi Çocuklar Köyü'nü inceledi 1958'de hastalandı 23 Haziran 1960'ta yaşama gözlerini yumdu
Ölümünden sonra, adına kitaplar yazıldı; adını taşıyan okullar açıldı
İsmail Hakkı Tonguç’un İlkeleri ve Hedefleri “İş insanın hem mimarı hem miyarıdır” Çalışma odasında asılı duvar yazısıdır İş, sadece geçim sağlamak için değil, tüm insani değerleri yaratmaya yönelik bir etkinliktir
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insanı eğitmek için önce onu tanımak gerekir Köy insanını tanımak ise çok zordur, onun yaşamı adeta bir “sır” gibidir Köylüyü anlayabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lazımdır Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, köy meselesi mihaniki surette “köy kalkınması” değil, manalı ve şuurlu bir şekilde “köyün içten canlandırılmasıdır” Köylü insan öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin; ona esir ve uşak muamelesi yapamasın
İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insan kişiliğini yaratan bir eğitim anlayışının, bir başka söyleyişle tüm eğitim ve öğretim etkinliklerini kuşatan bütüncül yaklaşımın adı “iş eğitimi”dir İş eğitiminin kapsamına atölye ve tarım çalışmaları olduğu kadar, Türkçe, toplumbilim, güzel sanatlar eğitimi gibi eğitim-öğretim etkinlikleri de girer. Yeter ki bunlar insan kişiliğini geliştirmeye yarasın
İş eğitimi, bilgi yükleyen, ezberleten, yaratıcılığı körelten, merkezine programı ve öğretmeni alan geleneksel eğitime karşı bir tepki özelliği gösterir İş eğitiminin gerekçeleri arasında; bireyde sorumluluk duygusu geliştirmek, ona daha çok duyu organını kullandırarak bilgi ve becerileri daha kalıcı biçimde öğrenmesini sağlamak, yardımlaşmayı öğretmek, yaşama azmi ve zevki kazandırmak, daha önce öğrendiği bilgi ve becerileri pekiştirmek gibi noktalar bulunmaktadır
Eğitimle ilgili iş denilince oyun, spor, meşguliyet, şekillendirmeler, gözlem, inceleme ve araştırma ile ilgili zihni çalışma ve etkinlikler de anlaşılmalıdır İş eğitimi, bireye iş görmek imkânları yaratmak suretiyle onu iş içinde iş vasıtasıyla eğitmek demektir İsmail Hakkı Tonguç, iş eğitimini “İş Okulu” adıyla yeni bir sistemin, bir genel eğitim anlayışının adı olarak benimsemektedir
Tonguç’un “İş Okulu” anlayışı şu temel ilkelere dayanır - Gereksinme - İnsan kişiliğini çok yönlü geliştirme - Kuram-uygulama bütünlüğü Uygun aracın kullanılması Katılım ve demokrasi Paylaşım Değerlendirme Yeniden başlama Bu ilkelere göre Köy Enstitüleri kurulmuş, çalışmalarına bu ilkeleri temel yapmışlardır
Köy Enstitüsü Düşüncesinin Kaynakları ve Köy Enstitülerinin Kuruluşu Köy Enstitüsü düşüncesini besleyen en önemli kaynaklardan birisi, Ulusal Kurtuluş hareketidir Temmuz 1921’de Ankara’da, toplanan Maarif Kongresi’nde Fuat Gündüzalp, “Bugünkü öğretmen okulları ne kadar düzeltilirse düzeltilsin, bizim köylerimize göre öğretmen yetiştiremezler. Köyler bambaşka nitelikte öğretmen istiyor. Bu tip öğretmeni yetiştirmek için başka tür öğretmen okulları açılmalıdır…” diyerek köylere öğretmen yetiştiren ayrı öğretmen okullarının açılmasını savunmuştur
Atatürk’ün, 1 Mart 1922 günü, TBMM’de “Türkiye’nin gerçek sahibi, gerçek üretici olan köylüdür. Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çabalarını çağdaş iktisadi önlemlerle en üretken duruma getirmeliyiz.” demesi önemlidir Şubat 1923’te, İzmir İktisat Kongresi, yatılı okulların geliştirilmesi, tarım ve iş eğitimi konularında kararlar almıştır 18 Mart 1924 günü çıkarılan 442 sayılı Köy Kanunu, köye ve köylüye kimlik kazandırmış, köy kalkınmasına hukuksal dayanak hazırlamış ve köylüye kendi okulunu yapma ödevi vermiştir
1925 yılının Mayıs ayı içinde 20 gün süreyle toplanan Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişleri, öğretmen yetiştirme ve sağlama konusunda, köy öğretmen okulu açılmasını da kapsayan öneriler geliştirdiler Kasım 1925’te TBMM’nde köy eğitimi hakkında Milli Eğitim Bakanı Şükrü Saraçoğlu, “İlköğretimi bir an önce çözmek istiyorsak başka tipte bir okul, yani köy okulu adıyla çok az zaman isteyen ve çok az para ile ortaya çıkarılabilecek bir tip okul yapmak zorundayız, bu da köy yaşamına uyabilecek öğretmenler gerektirir.” diyor
İsmail Hakkı Tonguç’un müdürlüğünde Maarif Vekaleti Levazım ve Alatı Dersiye Müzesi (Okul Müzesi), “iş eğitimi” denemelerine iyi bir ortam oluşturmuştur Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 22 Mart 1926’da TBMM’nden çıkarmayı başardığı Maarif Teşkilatı Kanunu ile köy okullarının “köy yaşamı ile sıkı ilişki içinde olması” kuralı getiriliyor, üç yıllık köy ilkokulları ve köy yatılı okulları açılması kararlaştırılıyor, köy okullarına öğretmen yetiştirmek için de köy öğretmen okulları açılması öngörülüyordu
Prof. Kühne, çağrı üzerine yaptığı incelemeler ile ilgili olarak bakanlığa verdiği raporda zorunlu ilköğretimin öneminin büyüklüğüne değiniyor, bunun gerçekleşmesi için öğretmen yetiştirilmesi, onların eğitiminde iş eğitimine önem verilmesi üzerinde duruluyor; öğretmen okullarında uygulama bahçe ve tarlaları olmalı, öğretmenler pratik içinde yetişmeliler deniyordu
Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, 22 Nisan 1926’da “Muallim Mekteplerine Muavenet Kanunu”nu meclisten çıkarttı Kısaca Yüzde Onlar Yasası diye anılacak bu yasa ile 10-15 il merkezinde çağdaş yapı ve donanımla bölge öğretmen okulları açılacak ve her ilin Özel İdare bütçesinin yüzde onu bu işe ayrılacaktı 1927 yılı Nisan ayında bakanlık, köy okullarında öğretmen açığının artması ve yeni okullar açılmaması karşısında “Köy Muallimleri Kanun Tasarısı” hazırladı. Ama ne yazık ki bu tasarı yasalaşmadı
Maarif Teşkilatı Kanunu’nundan yararlanılarak 1926-1927 ders yılında Kayseri-Zencidere ve Denizli’de iki Köy öğretmen okulu açıldı Bu okulların uygulama için 30 dönüm tarla, 5 dönüm bağ, sebze bahçesi, arılık, fenni tavuk kümesleri vardı Yüzde Onlar Yasasından yararlanılarak da Gazi Eğitim Enstitüsü kuruldu. Enstitü, 1926-1927 ders yılında Konya’da Orta Muallim Mektebi adıyla açıldı, 1927-1928 ders yılında Ankara’ya taşındı. Öğrenim süresi iki yıldı
Gazi Eğitim Enstitüsü’nde İsmail Hakkı Tonguç, 1932-1933 yılında Resim-İş Bölümü’nün kurulmasına katkıda bulunmuş ve burada önemli denemeler gerçekleştirmiş; iş eğitiminin kuramsal olarak öğretilmesi yanında, dar çapta uygulanmasına da ortam hazırlamıştır İsmail Hakkı Tonguç, daha sonra kurduğu Köy Enstitülerinin yöneticilerini de Gazi Eğitim Enstitüsü’nde tanıdığı öğrencileri arasından seçmiştir
Mustafa Necati’nin 1929 yılının ilk saatlerinde henüz 34 yaşında iken, tanısının konulması ve operasyonu gecikmiş bir apandisit nedeniyle vakitsiz ölümünden sonra bu okullara önem verilmedi ve “köyler için ayrı öğretmen” yetiştirmeyi ayrılıkçılık sayan zihniyetin bakanlıkta ağır basması üzerine, başarılı olunmadığı gerekçesiyle 1933’te Köy Öğretmen Okulları kapatıldı
1935 yılına gelindiğinde ülke nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı köylerde okul sayısı yok denecek kadar azdır. Bu okullara kentlerden bulunup gönderilen az sayıda öğretmen de köylerde tutunamamakta ve başarılı olamamaktadır Kurtuluş savaşının ağır yükünü çeken köylüler henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamıştır Köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar
1935’de CHP Büyük Kurultayında köye yönelik çalışmalara önem verme politikası benimsendi Atatürk tarafından bu politikayı yürütmek üzere Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirildi Milli Eğitim Bakanı Arıkan tarafından da İsmail Hakkı Tonguç Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğüne atandı
1936 yılının ilk günlerinde Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Müsteşar, Talim Terbiye Kurulu Başkanı ve İlköğretim Genel Müdürünü bir toplantıya çağırdı Bu toplantıda Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, az nüfuslu köylerde açılacak 3 sınıflı okullara öğretmen bulmak için askerliklerini çavuş olarak yapmış olanlardan yararlanma düşüncesini açtı
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Nisan 1936 ayında Kayseri, Yozgat ve Çorum köylerinde bir inceleme gezisine çıkarak önce ciddi bir köy incelemesi yaptı Tonguç’un incelemelerinin sonuçlarını Bakan’a anlatmasıyla köklü, düzenli bir denemeye karar verildi 1936’da Eğitmen deneyimi başladı; Eskişehir Çifteler (Mahmudiye) Devlet Çiftliğinde dört aylık ilk Eğitmen Kursu açıldı
Eğitmenler, okula aldıkları çocukları kesintisiz üç yıl okutup onları mezun ettikten sonra yeniden öğrenci alan “geçici” öğretmenlerdi Eğitmenler ayrıca, köyde çıkan sağlık sorunlarını kaymakamlığa iletmek ve köylüye modern tarım tekniklerini öğretmek, akşam okulları ile yetişkinlere okuma yazma, hesap ve yurttaşlık öğretmekle de yükümlüydüler
Ankara köylerinde görevlendirilen ilk 84 eğitmen başarılıydı 1937’de Enstitü modelinin ilk temelleri başlatıldı: - 3238 sayılı Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarıldı - Eğitmen Kursları çoğaltıldı - 1937-1938 öğretim yılında Eskişehir/Çifteler ve İzmir/Kızılçullu’da iki Köy Öğretmen Okulu açıldı - 1938-1939 öğretim yılında Kırklareli/Kepirtepe Köy Öğretmen Okulu açıldı - 1939-1940 öğretim yılında Kastamonu/Gölköy Köy Öğretmen Okulu açıldı
7 Temmuz 1939’da 3704 sayılı yasa çıkarılarak Eğitmen Kursları ile yeni kurulan ve kurulacak olan Köy Öğretmen Okulları için arazi ve bu kurumlara döner sermaye sağlandı 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri sisteminin yasal düzenlemesi gerçekleştirildi: Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in üstün çabalarıyla 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi ve Köy Öğretmen Okulları, Köy Enstitülerine dönüştürüldü
Köy Enstitülerinin Programları ve Sonu Köy Enstitüleri Kanunuyla, köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Milli Eğitim Bakanlığınca Köy Enstitülerinin açılması; Köy Enstitülerine, köy okullarını bitiren yetenekli köylü çocukların seçilerek alınması esasa bağlandı
Henüz demokrasiyi yaşatacak cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamış, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksun köylüyü bilinçlendirip “köyün içten canlandırılması” için gerekli, köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipinin köylünün kendi içinden çıkarılabileceğini gören, kendisi de bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’tur İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü Sisteminin hem kuramcısı hem kurucusudur
Köy Enstitüleri Kanunu hükmüne göre, Köy Enstitülerinin görevi sadece köy öğretmeni yetiştirmekle sınırlı olmayıp öğretmenle birlikte sağlık görevlileri, teknisyenler vb. meslek elemanları yetiştirmektir
Hasan Ali Yücel, TBMM’nde yaptığı konuşmasında Köy Enstitülerinin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan farklılığını vurgular: “Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir. Biz Köy Enstitüsünü sadece içerisinde nazari öğretim yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük”
1940-1941 öğretim yılında 10 yeni Köy Enstitüsü daha açıldı 1940-1941 öğretim yılında 10 yeni Köy Enstitüsü daha açıldı. Bu sayı 1945-1946 öğretim yılına kadar 20’ye, 1948’de 21’e çıkarıldı
Köy Enstitüleri, bölge esasına göre kurulmuştu ve 24 Köy Enstitüsü kurulması planlanmıştı Her Köy Enstitüsünün sorumlu olduğu 3-4 il vardı. Köy Enstitüleri, bu illerin köylerinde eğitmenlerin yetiştirdiği öğrencilerden seçerek öğrenci alıyor, bu öğrenciler enstitülerde ilkokulu tamamlayarak enstitü öğrencisi oluyorlardı Köy Enstitüsü öğrencileri, üçüncü sınıftan sonra “öğretmenlik” ve “sağlık” kollarına ayrılıyordu Köy sağlık memuru ve köy ebesi yetiştiren sağlık kollarının öğrencisi daha azdı
1942 yılında çıkarılan “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”nda öğretmenlerin ödevleri belirlenmiş; “okul ve kurslarla ilgili işler” ve “köy halkını yetiştirmekle ilgili işler” diye ikiye bölünmüştür Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir
Köy Enstitülerinin en önemli sorunlarından biri, kendi yönetici ve öğretmen kadrosunu oluşturamamaktı Hizmete uygun yüksekokul, ilköğretmen okulu ve her türlü orta dereceli meslek okulları mezunları öğretmen olarak atandığı gibi, hiç okuryazar olmayan kişilerden Köy Enstitülerine yararlı becerisi olanlar da “usta öğretici” olarak atanıyorlardı 1942-1943 eğitim-öğretim yılında Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde, Köy Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek üzere, her Köy Enstitüsünün en yetkin öğrencilerini alıp yetiştiren üç yıl süreli Yüksek Köy Enstitüsü açıldı
1943 yılında Köy Enstitüleri Öğretim Programı yürürlüğe konuldu Bu programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır Köy Enstitülerinde beş yıl içinde okutulacak derslerin çeşidi 29’dur. Bunların 17’si genel kültür ve meslek dersleri (haftalık toplam 22 saat), 7’si tarım dersleri (haftalık toplam 11 saat), 5’i de iş dersleri (haftalık toplam 11 saat)’dir
Köy Enstitülerinde eğitim üretim içindir Köy Enstitülerinin haftalık toplam ders saati sayısı 44 (bazı ara etkinlikler buna dâhil değildir) iken aynı yıllarda İlköğretmen okullarının haftalık ders saati toplamı 29-30’dur
Köy Enstitülerinde öğrenciler, bir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım, el işi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı; diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak, müzik dinleyerek, tiyatro yaparak dünya değerleriyle tanışıyorlardı Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti
Köy Enstitülerinde eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi Her öğrencinin bir müzik aleti çalması zorunlu idi Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu Köy Enstitülerinde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, öğrenciyi merkeze koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu İsmail Hakkı Tonguç’a göre; öğrencilerin başarılı iş görmelerinin, istenen vasıfları kazanabilmelerinin, saptanan amaçlara kolayca ulaşabilmelerinin ana şartı arkadaşlarıyla iyi geçinmeleridir
Köy Enstitülerinde öğretmen adayları, devletin az bir yardımıyla, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazanmışlardır
Köy Enstitülerinde bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin “yaparken öğrenme” ilkesi olduğu söylenebilir Yaparken öğrenme, yaparak öğrenmeden faklıdır Yaparken öğrenmede yapılan iş gereksinimden doğar; iş içinde, işle birlikte, iş aracılığıyla öğrenme esastır; sonuçta sahip olma vardır Köy Enstitülerinde yaparken öğrenme sürecinde 700 bina yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir
Köy Enstitülerinde eğitimde süreklilik esastı Günlük, haftalık, aylık, mevsimlik gelişme programları yapılmaktaydı Bunlar, her enstitüde işlerin durumuna, öğrencilerin düzey ve sayısına, öğretmenlerin özelliklerine, iş araçlarının çeşitlerine, iş alanlarının genişliğine, hayvanların cins ve sayılarına göre ayarlanmaktaydı Köy Enstitülerinde işin saati, günü ille de saptanmış değildi Ancak, her iş bitmeden bırakılmazdı Karılan harç donup beton yığını olmadan kullanılırdı Dikilen fidanlar ölmeden gelişip yetişmeleri için çapalanıp sulanırdı Olgunlaşan meyveler çürüyüp bozulmadan toplanıp işlenirdi Ekinler tarlada bırakılmazdı
Köy Enstitülerinde öğrencilere bilgi verilmiyor, bilgiyi öğrenci alıyordu Öğrenci bir süreklilik içinde yaşayarak, yaparken, üretirken öğreniyordu
Köy Enstitülerinde öğrenciler anlıyor, düşünüyor, sorguluyor, üretiyordu; kendine güven ve mutluluk içindeydiler
Köy Enstitülerinde yaşam, tam “birliktelik, katılım, yetki ve sorumluluk” eksenlerine oturtulmuştur Köy Enstitülerinde kararlar, yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınır Okul yöneticileriyle öğrenciler her konuyu tartışabilirler
Köy Enstitüleri bütününün içinde İsmet İnönü’nün büyük ağırlığı olmuştur İsmet İnönü’nün desteği, II. Dünya savaşı bitene, memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi kurulana kadar sürmüştür Çok partili döneme girilince İsmet İnönü artık eski gücünü bulamamış ve gerekli desteği enstitülere verememiştir
1946 yılında yapılan genel seçim sonunda CHP’nin tutucu kanadı iktidara el koydu Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve ekibi görevden uzaklaştırıldı Köy Enstitüleri, 1946’dan sonra istismarcıların ve bazı çıkar çevrelerinin etkisiyle özgün yapılarından saptırıldı
1947’de İsmail Hakkı Tonguç’un “Enstitülerin Kalbi” dediği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı, öğrencileri başka okullara nakledildi Köy Enstitüsü Öğretim Programı ve Yönetmeliği değiştirilerek, öğrencilerin yönetime katılması, iş eğitimi gibi temel ilkeler ve etkinlikler kaldırıldı; mezunlara arazi ve teçhizat verme uygulamasına son verildi 1948 yılında Eğitmen Kursları’na son verildi, birçok eğitmen görevden uzaklaştırıldı, bu eğitmenlerin açtığı köy okulları kapatılarak yıkılmaya terk edildi
1950’den sonra Demokrat Parti iktidarında Köy Enstitülerindeki kız öğrenciler ayrıldı, sayıları azaltıldı; Kızılçullu ve Beşikdüzü Köy Enstitülerinde toplandı Sonra Kızılçullu Köy Enstitüsü, yeri ve binaları Amerikalılara verilerek kapatıldı, öğrencileri Bolu Kız Öğretmen Okuluna aktarıldı Bazı Köy Enstitülerindeki “Sağlık Kolları” kapatıldı 1952 yılında Köy Enstitülerinin öğretim süresi beş yıldan altı yıla çıkarıldı 1953’te Köy Enstitülerinin programları kökten değiştirildi. Köy Enstitüleri Programı ile İlköğretmen Okullarının programları birleştirildi 1954’de Köy Enstitüleri tümden kapatıldı. 6234 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulu’na dönüştürüldü
Köy Enstitüleri Sisteminden Alacağımız Dersler ve Günümüzde Eğitim Sistemi Tartışmaları Köy Enstitüleri Sisteminden alacağımız dersler çoktur: İnsan en yüce değerdir. Eğitim, bu değeri daha da geliştirme gücüne sahiptir - İnsan kişiliğini tam geliştiren ve özgürleştiren çok yönlü (kültürel, bilimsel, sanatsal vb. yönden) eğitim, en zor koşullarda bile uygulanabilir. - Katılımcı ve demokratik eğitim, birçoklarının sandığının aksine en zor koşullarda ve kırsal toplumda da uygulanabilir, yaşatılabilir
- Akılcı bir planlama, örgütleme ve yeterli bir motivasyonla, en güç koşullarda bile eğitim sorununu çözme olanağı vardır - Akılcı bir planlama ve programlama ve üretken bir yaklaşımla nitelikten ödün vermeden eğitimin maliyeti düşürülebilir - Eğitimde gerçek başarılar, maddi ve manevi yönden olumsuz rekabete ve yarışa yol açmadan da ödüllendirilebilir
- Eğitim, evrensel değer yaratmayı hedeflerken, yerel ve ulusal değerleri de geliştirebilir - Yurt sevgisi, yurdu sevilecek duruma getirerek gelişir. Köy Enstitüleri, insanımıza Anadolu bozkırını yeşerterek onu daha çok sevmeyi öğretmiştir - Gerçek bir ahlak anlayışı, insana saygı ve sevgi, lafla değil iş yaparak kazanılır
Günümüzde, eğitim sistemi hakkında toplum olarak endişeliyiz Çoğumuz “Eğitim sistemimiz çocuklarımızı ezberci yapıyor, sorumluluk kazandırmıyor.” diyoruz Her kesim kendine göre doğru çözüm önerileri ileri sürüyor Bu önerilerin hiçbiri üzerinde tam anlamıyla bir fikir birliği sağlanmış değildir Çözüm önerilerinin yanında neden ile ilgili görüşler oldukça az
“Sorun, çözümü görememelerinde değil, sorunu görememelerinde” İngiliz yazar Gilbert Keith Chesterton’un güzel bir sözü vardır “Sorun, çözümü görememelerinde değil, sorunu görememelerinde” Belki bizim eğitim sistemimiz ile ilgili durum da sorunu göremememizdir Sorunu görmek için, sistemin çocuklarımızı neden ezberci yaptığını, sorumluluk kazandırmadığını sorgulamalıyız
Eğitim sistemimiz ile ilgili sorunu görmek için, işe eğitimin kabul gören bir tanımından başlayabiliriz “Eğitim, insan davranışlarını istenen yönde değiştirmek için düzenlenip uygulanan bir sistemdir” Egemen güçler, sorgulamayan, araştırmayan, eleştirmeyen, problem çıkarmayan, verilen işi en iyi şekilde yapan bireyler ister Öyleyse, çocuklarımızın ezberci, sorumluluk kazanmamış, sorgulamayan, araştırmayan, eleştirmeyen, problem çıkarmayan, verilen işi en iyi şekilde yapan bireyler olarak yetişmeleri egemen güçler tarafından istenmiş ve uzun yıllardan beri devam eden sistematik politikalarla mevcut eğitim sistemi bilinçli olarak oluşturulmuştur
Eğitim sistemi içinde istenen davranışları sergileyen çocuklara verilen maddi-manevi ödüller ya da istenmeyen davranışları sergileyen çocuklara verilen cezalar da zamanla bireyleri sadece ödül beklentisi ya da ceza korkusu nedeniyle eyleme geçen bireylere dönüştürmüştür Eğitim sistemi içinde ödül-ceza beklentisi, bireyleri (öğrencileri), eğitim-eylem sürecinde ya da sonucunda elde edecekleri doğal hazdan uzaklaştırmaktadır
Bireyleri (öğrencileri) eğitim-eylem sürecinde ödül-ceza beklentisinden kurtarmak gerekir. Süreç içinde yaşanacak doğal hazza dikkat çekilmeli ve öğrencilerin bu hazzı duyacakları bir eğitim sistemi uygulanmalıdır Köy Enstitüleri Sistemindeki öğrencilerin eğitim süreci içinde doğal haz duyduklarını bir Köy Enstitüsü kız öğrencisi Ümmü Altan bir şiirinde çok güzel anlatıyor
Eğitim sistemi içinde ödüller-cezalar, eleştirel düşünme yetisini kaybetmiş, pasif, itaatkâr birey (öğrenci) modelinin ortaya çıkmasına da neden olmuştur Farkında değiliz belki ama bu öğrenci modelini seviyoruz ki arada eleştirel düşünme yetisi olan öğrencileri uyumsuz, asi öğrenci olarak görürüz
Eğitimin sadece bilişsel düzeyde gerçekleştiği vurgulayan bir tanımı da vardır “Eğitim, fiziksel uyarılmalar sonucu beyinde istenen biyokimyasal değişiklikler oluşturma sürecidir.” Bu tanıma göre, sayısal derslerde başarılı olmak zeki olmakla eşdeğer tutulmakta, başka alanlardaki beceriler göz ardı edilerek çocuklar çoğu zaman zeki ve zeki olmayan olarak kategorilere ayrılmaktadır Bu durum ise belki de farkında olmadan duygusal örselenmelere neden olmuş ve benlik duygusu düşük, kendine güvenemeyen bireyler yaratmıştır
Eğitim sistemimiz ile ilgili sorunları doğru olarak saptayabilirsek, öncelikle bazı tanımları, bazı düşüncelerimizi, bazı alışkanlıklarımızı ve şartlanmışlıklarımızı değiştirmeliyiz İsmail Hakkı Tonguç, Manisa Milli Eğitim Müdürü Rauf İnana yazdığı bir mektupta “… Bütün bunları yapabilmek için sana bir çare söyleyeyim: Evvela mevcut bilgileri, alışkanlıkları terk. Yeniden yeni işe göre aklıselimle hareket…” diye yazmıştır
Günümüzde eğitim, bireyin kendi potansiyellerini açığa çıkartıp bunları en iyi şekilde kullanıp geliştirdiği, tüm gelişim alanlarını içeren yaşamsal bir uğraş olarak değerlendirilmektedir Bu değerlendirmeyi benimsiyorsak, bireyi araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal sorumluluk kazandırmaya yönelik eğitim programlarımızı geliştirmeliyiz
Köy Enstitüleri Sisteminde uygulanmış olan, bireyi araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal sorumluluk kazandırmaya yönelik eğitim programları, günümüzde çağdaş eğitim programları olarak uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır Geleneksel eğitim programlarının bilgi temelli, öğrencilere bilgi depolamak ve bu bilgilerin gelecekte kullanılmasını sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmektedir Çağdaş eğitim programlarının ise öğrenci temelli, öğrencinin yeni bilgileri üretmesi, öğrenmeyi öğrenmesi, bilgiye erişimi öğrenmesine yönelik olması gerektiği ifade edilmektedir
Eğitim, okulla sınırlı değil; insan varlığını sürdürdüğü sürece devam eden etkinliktir Bugün yaşam, sürekli ve hızla değişmektedir Bireyin günümüzdeki hızlı teknik ve toplumsal değişime ayak uydurması beklenmektedir; kendi kendini yenileme, kendini aşma becerileri kazanması gerekmektedir Bu kapsamda eğiticilerin önce kendi kendini yenileme, kendini aşma becerileri kazanmalarının önemi büyüktür
Eğiticilerin teknik ve toplumsal değişime ayak uydurması; öncelikle kendi kendilerini yenileme, kendilerini aşma becerileri kazanmaları gerektiğini İsmail Hakkı Tonguç yıllar önce ifade etmiştir: - Öğretmenlik mesleği, devamlı ilerleyiş ve yükseliş isteyen bir meslektir Öğretmenlerin bilgilerini arttırmak, onlara olayları ve insanları tanıtmak bakımlarından daima başvurulacak vasıta iyi kitap, iyi yazıdır
Öğretmenler, iyi ve güzel eserleri seçerek çok okumalıdırlar Öğretmen, okuyan bir fikir adamı olmalıdır. Bu alışkanlığını idaresindeki öğrencilere de aşılayabilmelidir - Öğretmenler, hayatta karşılaştıkları önemli olayları bir ders gibi algılamalılar, bunların üzerinde durarak düşünmeye alışmalılar, onlardan mana çıkarabilecek bir duruma gelmeliler ve fırsat çıkar çıkmaz bunlardan öğrencileri faydalandırmayı bilmelidirler
- Öğretmenin görevi, öğrenci ile mesai arkadaşlığı yapmak, öğrencinin her türlü mesaisini düzenli olarak takip ederek yeteneğinin derecesini tespit etmektir - Öğretmenlerin öğrenci ile serbest konuşmaları ciddiyet, dürüstlük, onlara gerçekleri duyurmak, çocukların düşünme yeteneklerini genişletmek gibi asil gayelere yöneltilmiş olmalıdır
- Öğretmen, idaresine verilen çocuklardan, her birinin hayatıyla yakından ilgilenmeli, onların konuşma ihtiyacından başlayarak giyim, yemek, yıkanmak gibi bütün ihtiyaçlarını daima göz önünde tutmalı, bu bakımlardan onlara faydalı olmalıdır - Öğretmen, öğrencileriyle her şeyi konuşabilmeli, onların dertlerine ortak olmalı, sevinçlerine katılmalı, sık sık hatırlarını sormalı, hastalıklarıyla ilgilenmeli, aileleri geçim darlığı çekenlerin özel durumlarını bilmeli, onlardan hiçbir suretle uzak kalmamalıdır
- Öğretmen, öğrencilerle birlikte, türlü maksatlarla geziler, seyahatler, eğlentiler tertiplemeli, bunlara kendisi de katılmalı, çocukları bu münasebetle faydalanılması mümkün her şeyden faydalandırmalıdır Tabiatla, toplumsal hayatla gerçek temaslar olmadıkça öğrencilerle öğretmen arasındaki bağlantılar pek yapmacık olarak kalırlar Öğretmenler, suni olan her şeyden kaçınmalıdırlar
- Öğretmen, çocuklara hayatta kendi çalışmalarından başka hiçbir şeye güvenmemek lazım geleceği kanaatini, zihinlerinden hiç silinmeyecek şekilde benimsetmelidir Öğretmenlerin hiç ayrılmayacakları ilkelerden biri, hangi dersi okuturlarsa okutsunlar, bu dersin konularını çocukların zati faaliyetlerine dayanan bir iş içinde öğretmektir Çocuğu pasif, durgun vaziyette tutan, buna karşı öğretmeni faal duruma getiren öğretme şekli okullarda asla yer almamalıdır
ÖZET İsmail Hakkı Tonguç, özgürlükçü ve renkli düşün ortamında yetişmiş, düşüncelerini büyük bir azimle deneme ve uygulamaya çalışmıştır İsmail Hakkı Tonguç’a göre, insan kişiliğini yaratan bir eğitim anlayışının, bir başka söyleyişle tüm eğitim ve öğretim etkinliklerini kuşatan bütüncül yaklaşımın adı iş eğitimidir İsmail Hakkı Tonguç’un hedefi, manalı ve şuurlu bir şekilde “köyün içten canlandırılmasıdır”. Köylü insan öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin; ona esir ve uşak muamelesi yapamasın
Köy Enstitülerinin kuruluşu, birçok kişinin olağanüstü çaba ve çalışmalarıyla gerçekleşmiştir Köy Enstitülerinde uygulanan ilke ve yöntemler, dünya ve ülke eğitim tarihi içerisinde, birçok büyük eğitmenin çalışmaları, görüşleri sonucu ortaya çıkmış doğrulardır Köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipinin köylünün kendi içinden çıkarılabileceğini yakalayan, kendisi de bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç’tur
Köy Enstitülerinde bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin “yaparken öğrenme” ilkesi olduğu söylenebilir Yaparken öğrenmede yapılan iş gereksinimden doğar; iş içinde, işle birlikte, iş aracılığıyla öğrenme esastır Köy Enstitülerinde öğrenciler anlıyor, düşünüyor, sorguluyor, üretiyordu; kendine güven ve mutluluk içindeydiler Köy Enstitüleri, II. Dünya savaşı sonrasında memleketimizde ve dünyada yeni bir güçler dengesi kurulmasıyla, 1946’dan sonra istismarcıların ve bazı çıkar çevrelerinin etkisiyle önce özgün yapılarından saptırılmış ve daha sonra kapatılmıştır
Köy Enstitüleri Sisteminden alacağımız dersler çoktur Günümüzde eğitim sorununu çözmede bu dersler yardımcı olabilir. Bunun için önce sorunu doğru olarak belirlemeliyiz. Sonra bazı düşüncelerimizi, bazı alışkanlıklarımızı ve şartlanmışlıklarımızı değiştirmeliyiz Bireyi araştırmaya, sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, sosyal sorumluluk kazandırmaya yönelik eğitim programlarımızı geliştirmeliyiz. Günümüzdeki hızlı teknik ve toplumsal değişime ayak uydurabilmek için, kendi kendimizi yenileme, kendimizi aşma becerileri kazanmamız gerekmektedir Gençlere son söz: Çok okuyun, anlayın, düşünün, sorgulayın, üretin
KAYNAKLAR Tonguç E., Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç Yaşamı Öğretisi Eylemi, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, Ankara, 2007. Altunya N., Köy Enstitüsü Sisteminin Temelleri, Ankara, 2002. Aksarı M., Tonguç’a Göre Öğretmen ve Öğrenci Kimdir?, http://www.anafilya.org/go.php?go=7d865401e0ee8 (erişim 29.03.2009) Güven ED., Eğitim Üzerine Yinelenen Eleştiriler, Alternatif Öneriler. PİVOLKA, 4 (17), 6-8, 2005.
"Çalışmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, en sonunda da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar." M.Kemal ATATÜRK TEŞEKKÜRLER