Yrd. Doç. Dr. Yaprak Gürsoy İstanbul Bilgi Üniversitesi, TÜBİTAK 1001 Araştırma Projesi Proje No: 110K462 «TÜRKİYE’DE SİLAHLI KUVVETLER VE TOPLUM: AMPİRİK YAKLAŞIM» Yrd. Doç. Dr. Yaprak Gürsoy İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & Yrd. Doç. Dr. Zeki Sarıgil Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü 25 Kasım 2011
ARAŞTIRMANIN AMACI Asker-sivil ilişkileri literatürü askeri ve siyasi elit odaklı Toplum ve toplumsal faktörler ikinci planda kalıyor (Schiff 1995) Silahlı Kuvvetlerin toplum içindeki konumu, statüsü ve prestiji, askerin siyasal alandaki gücünü doğrudan etkiler (Huntington 1957) Birçok akademik çalışmanın da belirttiği gibi silahlı kuvvetlerin ya da askerin toplum içindeki konumu, statüsü ve prestiji askerin siyasal alandaki etkinliğini doğrudan etkileyen bir faktördür (bakınız Demirel 2004a:128; Huntington 1994; Jenkins 2007:355). Mesela asker-sivil ilişkilerinde oldukça önemli çalışmalar yapmış Huntington’a göre askeri kurumların ve liderlerin toplumdaki statüleri ve toplumun askere olan tavrı ve bakışı, askerin siyasal alandaki etkisini doğrudan ve önemli ölçüde belirlemektedir (1994:89). Bu açıdan bakıldığında, askerin toplumla olan ilişkisi, toplumun askere olan bakışı ve askerden beklentileri, asker-sivil ilişkileri alanında çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
MEVCUT ÇALIŞMALAR Türk Silahlı Kuvvetleri ve toplum arasındaki özel ilişki TSK’nın kendini devlet ve milletle özdeşleştirmesi Toplumun askere duyduğu güven Tarihsel nedenler Sosyal ve kültürel nedenler Güvenlik koşulları Bu bağlamda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) de hem siyasal alandaki etkin rolü hem de toplumla olan güçlü bağları nedeniyle çok özel ve önemli bir örnek teşkil etmektedir. Genelkurmay Başkanlığı’nın girişinde yer alan “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” ifadelerinde de görüldüğü gibi TSK kendini devlet ve milletle özdeşleştirmektedir (aynı zamanda bakınız Birand 1991; Demirel 2004a:140; Aydınlı 2009:593). Yine aynı şekilde, Ağustos 2008 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı devir-teslim töreninde, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un şu sözleri, askerin milletle olan özel bağını net bir şekilde ifade etmektedir: “Ordular temelde gücünü silahtan alır. Türk Ordusu ise, gücünün kaynağını ulusunun güven ve sevgisinden, halkının yüreğinden alır.” Bu ilişkinin öbür tarafında, yani Türk toplumunda da genel olarak askere karşı olumlu bir tavrın olduğu gözlemlenmektedir. Bilindiği gibi toplumun TSK’ya güveni ve verdiği değer kamuoyunda ve akademik çalışmalarda sıkça dile getirilen bir olgudur. Örneğin, 1990’larda yapılan çalışmalarda ankete katılanların değişik yıllara göre yüzde 81.3 ile 65.1 arasında değişen önemli bir çoğunluğu orduya güvendiklerini belirtmişlerdir. Politikacılara duyulan güven bu rakamların oldukça altında, değişik yıllara göre, yüzde 14.4 ile 26.5 arasında kalmıştır (Milliyet 1999). 2000’li yıllarda düzenlenen anketlerde de orduya duyulan güven diğer kurumlara oranla daha yüksek çıkmış ve listenin başını çekmiştir (örneğin bakınız Milliyet 2005, Hürriyet 2005; A&G Kurumlara Güven Araştırması, Ocak 2008). Benzer anketleri analiz eden akademik çalışmalar ve sonuçları da kamuoyunda yankı bulan bu haberleri destekler niteliktedir (Sarıgil 2009). Birçok akademik çalışma asker ve toplum arasındaki bu özel ilişkiyi incelemeye çalışmıştır (mesela Aydınlı 2009; Demirel 2004a, 2004b; Sarıgil 2009). Diğer kurumlarla karşılaştırıldığında halkın TSK’ya daha fazla güven duymasının sebepleri literatürde birbirine bağlı üç ana perspektiften açıklanmaktadır. Birinci bakış açışına göre Türk toplumu tarihsel olarak bir “asker millettir.” Türk tarihinde ordu her zaman, toplumda en önce gelişim gösteren ve daha sonra da toplumu değiştiren bir kurum olmuştur (Hale 1994:13-34; Heper and Güney 2000:636). Türk tarih yazımına göre, Türkler ilk olarak Orta Asya’da savaşçı bir topluluk olarak ortaya çıkmışlardır ve Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu özelliklerini kaybetmemişlerdir (Heper ve Güney 1996:619-621, İnalcık 1973:3-8, Jenkins 2007:340, Michaud-Emin 2007:33). Osmanlı İmparatorluğu, ordusunun fethettiği topraklarla büyümüş ve gelişmiştir, kaybettiği topraklarla da küçülmüş ve zayıf düşmüştür. Devlet askerle özdeşleşmiş ve ordu yönetimin en önemli kurumlarından biri haline gelmiştir (Hale 1994:2). 19. yüzyılda, gelişen Avrupa’yı yakalamak için Osmanlı ilk olarak ordusunu modernleştirmiş ve daha sonra bu modernleşen ordu 20. yüzyılda imparatorluğun yıkıntılarından yeni bir ulus-devlet kurmuştur (Heper ve Güney 1996:620 ve 2000:636). Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Silahlı Kuvvetleri’dir (Rustow 1959, Trimberger 1978). Literatüre göre, bu tarihsel açıdan bakıldığında, Türk halkının diğer kurumlara oranla, orduya daha fazla güven duyması anlaşılabilir bir olgudur (Aydınlı, Özcan, Akyaz 2006:77-80). Literatüre göre bu tarihsel gelişimin bir sonucu ve halkın orduya güven duymasının ikinci bir sebebi de Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısıdır. Özellikle yabancı yazarlar tarafından, zaman zaman Türkiye’de toplum Batı’ya nazaran bireyselciliği geri plana iten, ataerkil, hiyerarşik ve otoriter olarak tanımlanmıştır (Jenkins 2001:11 ve 2007; Michaud-Emin 2007:34). İlkokuldan başlayan eğitimle pekiştirilen bu kültür, bireylere bir yandan devleti ve ulusu korumanın önemini öğretirken, diğer yandan da, bireysel çıkarlarını ön planda tutan birer vatandaş olmak yerine, vatanı korumakla yükümlü bir asker olduklarını anlatmaktadır (bu kültüre eleştirel yaklaşan bir çalışma için bakınız Altınay 2004). Böyle bir eğitimin ve kültürün sonucu olarak halk nezdinde askerlik önemli ve değerli bir görev olmaktadır (Narlı 2000:118, Varoğlu ve Bıçaksız 2005). Literatüre göre, halkın gözünde askerlik bir vatani görev ve dolayısıyla onurlu bir vazifedir. Askere giden gençler yakınları tarafından kutlamalar eşliğinde gönderilirken (Aydınlı, Özcan ve Akyaz 2006; Kaplan 2002 ve 2006:173-216), askerlik esnasında hayatını kaybedenler şehit mertebesine yükseltilmektedir. Toplumda ancak askerliğini yapmış olanlar “erkekliklerini” kanıtlamış olarak kabul edilmektedir (Michaud-Emin 2007:33). Bazı yörelerde evlilik için askeriliği yapmış olmak bir ön koşuldur. Askerlik, aynı zamanda, Cumhuriyet’in ana prensiplerini vatandaşlara öğreten ve orduyla milletin arasındaki bağı geliştiren eğitimin de önemli bir parçası olarak görülmüştür (Birand 1986, Jenkins 2007:341). Kısacası, toplum (ve onu oluşturan bireyler) milleti kuran ve koruyan orduyla bir tutulmaktadır ve bunun sonucunda da TSK’ya olan güven, diğer kurumlara nazaran, daha yüksek seviyelerde çıkmaktadır. Mevcut çalışmalarda Türkiye’de orduya duyulan güvenin bir diğer sebebi de ülkenin içinde bulunduğu güvenlik koşulları olarak görülmektedir. Literatürde güvenlik meselesi iç ve dış tehditler olarak ikiye ayrılmaktadır. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan itibaren süregelen siyasi problemler iç güvenlik ana başlığı altında toplanabilir. Bu bakış açısına göre, siyasi İslam, bölücülük, Kürt meselesi, sol-sağ çatışması ve politikacıların başarısızlıkları sebepleriyle TSK 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında siyasete müdahale etmiştir. Bu müdahaleler halkı ve özellikle seçkin kesimleri ordudan soğutmak yerine tam tersi bir etki göstermiştir (örneğin 1980 darbesinden sonraki olumlu tepkiler için bakınız Dodd 1990:49, Mackenzie 1984:10). Kısa süren ve hiçbir zaman otoriter bir rejime dönüşmeyen bu darbelerin sonucunda, toplumun alt ve üst kesimlerini temsil eden gruplar Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ülkeyi iç tehditlerden ve tehlikelerden koruyan, demokrasiyi muhafaza eden ve bu görevi sivil politikacılardan daha başarılı bir şekilde yerine getiren bir kurum olarak görmeye başlamışlardır (Aydınlı 2009: 584-586). Tarihsel açıdan bakıldığında da, ordu Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kurucu ve laik cumhuriyeti koruyucu bir kurumdur (Harris 1965:54-56). Dolayısıyla, askerin siyasi müdahaleleri ve daha ileriki yıllarda Milli Güvenlik Kurulu vasıtasıyla oynadığı rol, özellikle elit kesim tarafından meşru ve hatta var olan tehditler karşısında gerekli görülmüştür. Literatür benzer bir bakış açısını dış tehditler üzerinden de geliştirmiştir. Toplumun büyük bir çoğunluğuna göre, Türkiye düşmanlarla çevrilmiştir. Hem doğudaki hem batıdaki komşuları, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne zarar vermekte (örneğin terörü destekleyerek) veya bunu arzulamaktadır. Bunun dışında, Avrupa devletleri ve Amerika Birleşik Devletleri gibi küresel güçler, Türkiye’yi zayıflatmak ve bölmek istemektedirler. Bu gibi tehditlere ise sadece Türk Silahlı Kuvvetleri karşı koyabilecek güçte ve iradede görülmektedir. Toplumun önemli bir kesiminde hâkim olan bu düşünce, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, kapitülasyonlar ve Sévres antlaşması gibi tarihsel olgulara vurgu yapan okul eğitiminin de bir sonucudur (Jenkins 2001:16-17). Halkın orduya güvenini açıklayan yukarıda bahsettiğimiz iki ana neden (tarih ve kültür), bu üçüncü sebeple, yani Türkiye’nin dış tehditlerle çevrelenmiş olduğu inancıyla da, yakından bir etkileşim halindedir. Özetlemek gerekirse, literatür orduya duyulan güveni Türklerin tarihsel olarak “asker millet” olmalarıyla, askerliği bir kutsal meslek olarak vurgulayan kültürleriyle, bugüne kadar öne çıkmış dış ve iç güvenlik tehditleriyle ve bütün bunları pekiştiren bir eğitim sistemiyle açıklamaktadır.
PROJENİN KATKILARI Geniş ve kapsamlı bir anket Toplumun askere karşı tavır ve düşüncelerini ampirik olarak tanımlamak Bu düşünceleri etkileyen siyasi, sosyal, ekonomik ve demografik faktörleri ve dinamikleri analiz etmek Daha sağlıklı ve istikrarlı bir asker-toplum ilişkisi ve demokratikleşme süreci için önerilerde bulunmak Fakat Türkiye’de asker-toplum ilişkileri konusundaki mevcut çalışmaların çoğu birkaç nedenden ötürü yetersiz kalmaktadır. Birinci olarak, halkın orduya olan güvenini açıklamaya ve anlamaya çalışan yukarıda üç başlıkta topladığımız yaklaşımları destekler nitelikte ampirik ve niceliksel ve niteliksel metotları kullanan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Birçok yazar gazete yazılarına, kendi gözlemlerine ve literatürde benzer argümanları geliştiren akademisyenlere atıfta bulunmaktadır. Kuşkusuz Türkiye’deki asker-toplum ilişkisinin anlaşılmasında bu tip çalışmaların katkısı büyüktür. Nitekim önerilen projenin belkemiğini de literatürün geliştirdiği bu açıklamalar oluşturmaktadır. Ancak TSK’nın toplum içindeki prestijli konumu ve popülaritesi artık birçok çevre tarafından kabul edilen bir olgu olsa da bu olgunun bileşenleri, bu olgunun ardındaki siyasi, ekonomik, kültürel ve demografik dinamikler ve faktörler konusunda şaşılacak derecede az ampirik bilgiye sahibiz. Türk halkı ve elitleri hakikaten, orduya kültüründen, tarihsel gelişiminden, eğitim sisteminden ve güvenlik meseleleri yüzünden mi destek vermektedir? Sosyal, ekonomik, ideolojik, bölgesel, etnik, dini ya da konjonktürel faktörler toplumun askere olan tavrını, askerden beklentilerini ne şekilde ve ne oranda etkilemektedir? Bu ve benzeri sorulara değinmeyi ve mevcut tezleri test etmeyi amaçlayan bir araştırmaya büyük ihtiyaç vardır. Bu çalışmada öngörülen, 3000 civarında kişiyle yapılacak ve literatürün ortaya çıkardığı sorular üzerine yoğunlaşacak olan ampirik araştırma, akademik yazındaki bu boşluğu ve açığı önemli ölçüde kapatmayı hedeflemektedir. Anketin akademik ve hakemli bir dergide incelenecek sonuçları, kendisinden sonra gelecek olan benzer çalışmalara da yardımcı olacak ve literatürün gelişimine büyük bir katkı sağlayacaktır. İkinci bir sorun ise asker-toplum ilişkileri ile az da olsa alakalı olan mevcut kamuoyu araştırmalarının oldukça sınırlı kalmasıdır. Zaman zaman gerçekleştirilen ve yankı bulan bu anketlerin ana sorunsallarını aslında asker-toplum ilişkisi oluşturmamaktadır. Bu tip anketler çoğu zaman Türk toplumunun siyasi eğilimlerini, değer yargılarını veya davranışlarını inceleme amacı gütmektedirler. Bu anketlerde katılımcılara yöneltilen ordu ile ilgili sorular sadece birkaç adetle sınırlı kaldığından, bu çalışmalar TSK’nın toplumla olan ilişkisinin farklı boyutlarını ve nedenlerini ortaya koyabilecek nitelikte değildir. Oysaki askere ne kadar güvenildiği gibi artık oldukça sık tekrarlanan sorunun ötesinde sorular sormak da gerekmektedir. Mesela toplum askeri müdahaleler hakkında ne düşünmektedir; askerden neler beklemektedir; askeri harcamalar, zorunlu askerlik hizmeti, profesyonel orduya geçiş konularına toplum nasıl yaklaşmaktadır? Son yıllarda AB sürecinde gerçekleştirilen ve askerin siyasi güçlerini hedef alan reformlar hakkında toplum ne düşünmektedir? Yine aynı şekilde son dönemde tartışılan askerin siyasete müdahele girişimleri hakkında toplumun yaklaşımı ve düşüncesi nedir? Benzer bir şekilde, daha önce yapılan anketlerdeki ana sorunsal asker-toplum ilişkisi olmadığı için, irdelenebilen bağımsız değişkenler de, aynı bağımlı değişkenlerde olduğu gibi sınırlı kalmaktadır. Örneğin, cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve siyasi ideoloji gibi kamuoyu araştırmalarında genelde yer alan bağımsız değişkenlerin toplumun askere olan güveni üzerindeki etkisi incelenebilirken (bakınız Sarigil 2009); ailede şehit olup olmaması veya askerliğin Türkiye’nin hangi bölgesinde ne zaman yapıldığı gibi konuya özel, bağımsız değişkenlerin asker-toplum ilişkisi üzerindeki etkisi incelenememektedir. Başka bir problem de şudur ki sınırlı olarak gerçekleştirilen anketlere verilen cevaplardan yola çıkılarak oldukça monolitik ve tek parçadan oluşan bir toplum tasarlanmaktadır. Ankete cevap verenlerin büyük bir çoğunluğu en güvenilir kurum olarak askeri gösterdiği için Türk toplumunun, bir bütün olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni meşru gördüğü varsayılmıştır. Hâlbuki etnik köken, din, dindarlık, mezhep, örtünme (türban), kırsallık/şehirlilik, siyasi ideoloji, siyasi parti tercihleri, eğitim, gelir düzeyi gibi bağımsız değişkenler dikkate alınarak yapılacak bir anket ve toplumun seçkin kesimiyle gerçekleştirilecek mülakatlar toplumun hangi kesimlerinin, hangi sebeplerle askere güven duyup duymadığını ve askere karşı tavrını daha kapsamlı bir şekilde ortaya koyabilecektir. Tasarlanan projenin amaçlarından biri de toplum hakkındaki monolitik yaklaşımların yarattığı sorunları gidermektir. Çalışmanın literatüre temel katkısı toplum ve asker ilişkisi ile ilgili olsa da, bununla bağlantılı olan demokratikleşme literatürüne de bu çalışma dolaylı yoldan katkı sağlayacaktır. Toplum ve asker ilişkisini inceleyecek akademik bir çalışma, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde ilerlemeye çalışan Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda da bizi aydınlatacaktır. Birçok akademisyenin liberal demokrasi tanımına göre, demokrasinin sağlamlaşması (consolidation) ancak bir siyasi sistemde bütün aktörler davranışsal ve tutumsal olarak da demokrasiyi destekler ve demokrasiyi tek meşru rejim olarak görürlerse mümkün olabilmektedir. Silahlı kuvvetler gibi seçimlerle görev almayan kurumların üstlendiği vesayetçi rol, demokrasinin sağlamlaşmadığına dair önemli bir göstergedir (Linz ve Stepan 1996:3-7; Przeworski 1995:26; Diamandouros, Gunther, ve Puhle 1995:12-19; Özbudun 2000). Eğer toplumun çeşitli kesimleri birbirlerine güven duymamakta ve sivil liderler fikirbirliğine varamamakta ise, vatandaşlar, toplumun önde gelen seçkinleri ve siyasetçiler askerin vesayetini meşru görebilirler ve bu da demokrasinin sağlamlaşmasına bir engel teşkil edebilir (Valenzeula 1992:88-93). Akademik çalışmalarda Türkiye’de de bu tip bir problemin yaşandığına dair bir kanı vardır. 1999 yılından 2005 yılına kadar AB uyum süreci içinde yapılmış reformların bir sonucu olarak sivil-asker ilişkilerinde oldukça önemli yasal ve kurumsal değişiklikler gerçekleştirilmiştir (mesela MGK reformu, bazı kamu kurumlarından askeri üyelerin çıkarılması gibi) (bakınız Güney ve Karatekelioğlu 2005; Jenkins 2007; Sarıgil 2007). Fakat bazı akademik çalışmalara göre bu yasal değişiklikler demokrasinin sağlamlaşması için yeterli değildir (Cizre 2004; Ünlü Bilgiç 2009). TSK’nın Türkiye siyasi tarihinde oynadığı rol ve toplumun alt ve üst kademelerinden aldığı destek, ordunun vesayetini sadece yasal yollardan elde etmediğini göstermektedir (Michaud-Emin 2007). Bu tarz bir analizin altında yatan toplum ve asker arasındaki ilişkiye dayalı tezler ve bu tahlilden çıkartılan sonuçlar açıktır. Birinci olarak, askere olan toplumsal destek devam ettiği sürece TSK’nın vesayeti de devam edecektir gibi bir sonuç çıkmaktadır. İkinci olarak, toplumun bir kesimi için TSK laiklik veya ülke bütünlüğü gibi ilkeleri koruyan bir güvence olarak görülüyorsa, toplumda demokrasinin sağlamlaşmasına engel teşkil eden bir kutuplaşma da var demektir. Demokrasinin sağlamlaşması için toplumun her kesimi arasında güvence ortamının doğması gerekmektedir. Türkiye’nin demokratikleşme süreci ile ilgili çıkarılan bu sonuçlar, toplum tarafından askere duyulan güven üzerinden hareket etmektedir. Fakat yukarıda belirtildiği gibi böyle bir tezi destekleyen kapsamlı bir ampirik çalışma henüz yapılmamıştır. Projede öngördüğümüz geniş kapsamlı kamuoyu araştırması ve mülakatlar, toplumun askerin vesayetçi rolüne ne ölçüde destek verdiğini gösterecektir. Ayrıca Türkiye’de askere duyulan güvenin demokratikleşmeye engel teşkil edebilecek toplumsal bir kutuplaşmayla bağlantısı olup olmadığını da ortaya çıkacaktır. Bağımsız değişkenler olarak incelenecek sosyo-ekonomik durum, bölgesel farklılıklar, dindarlık, laiklik ve etnik köken gibi etkenler eğer TSK’ya olan destekle ve ordunun siyasetteki rolünü meşru görmekle bağlantılıysa, bu Türkiye’de demokrasinin sağlamlaşması için gerekli olan koşullar konusunda da önemli bir ipucu verecektir. Özetle belirtmek gerekirse, Türkiye’de asker-toplum ilişkisi alanında kapsamlı ve detaylı bir ampirik çalışmaya ihtiyaç vardır. Böyle bir çalışma literatürdeki önemli iki boşluğu dolduracaktır. Birincisi, toplumun askere olan güveninin (varsa) sınırlarını, kapsamını ve sebeplerini gözler önüne serecektir. İkincisi de, bugüne kadar yapılmış askerin toplum gözündeki meşruluğunu ve popülaritesini açıklayan analizler ampirik olarak test edilecektir. Başka örneklerde (mesela ABD) asker-toplum konusunda istatiksel analizler ve çalışmalar yapılmıştır (bakınız Feaver ve Kohn 2001). Ancak böyle bir çalışma maalesef bugüne kadar Türkiye örneğinde yapılmamıştır ve projemiz de bu önemli boşluğu gidermeyi hedeflemektedir. Sonuç olarak bu çalışma, halkın ve elit kesimlerin orduya bakışının ve tavrının arkasındaki dinamikleri ve faktörleri olarak ortaya koyarak, yalnızca Türkiye’deki toplum ve asker ilişkisi üzerine yazılan literatürde bir boşluk doldurmayacak; aynı zamanda ordunun vesayetinin toplum tarafından ne kadar ve neden kabul gördüğünü de inceleyerek demokratikleşme literatürüne de önemli bir katkıda bulunacaktır.
ANKETİN OLUŞTURULMASI KONDA ve proje ekibi arasındaki toplantılar İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’da Mayıs ayında pilot test 1-2 Ekim Cumartesi ve Pazar günlerinde anket gerçekleştirildi 27 ilin 106 ilçesine bağlı rasgele yöntemiyle seçilmiş 154 mahalle ve köyde 2775 kişi ile yüz yüze görüşüldü Anket çalışması kapsamında öncelikle anket soruları oluşturulmuş ve daha sonra bu anket bir pilot çalışmada test edilmiştir. Bu amaçla yürütücü Yrd. Doç. Dr. Zeki Sarıgil ve Yrd. Doç. Dr. Yaprak Gürsoy olası konu ve sorular üzerinde çalışmış ve taslak şeklinde bir liste hazırlayıp bunu anket çalışmasını yapan KONDA araştırma şirketine göndermişlerdir. KONDA’dan Bekir Ağırdır ve ekibi ekte de sunulan bu taslak üzerinde çalışıp listeyi anket formatına getirmişlerdir. 8 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da KONDA’nın ofisinde proje ekibinin katıldığı bir toplantı organize edilmiştir. Bu toplantıda anket formu üzerinde çalışılmış ve pilot çalışmanın detayları kararlaştırılmıştır. Öncelikle soruların üzerinden geçilmiş ve soruları en anlaşılır ve kısa şekilde oluşturmaya özen gösterilmiştir. Taslak anket üzerindeki çalışmanın yanı sıra, bu toplantıda ayrıca bir pilot uygulaması yapılması da kararlaştırılmıştır. Anket şirketleri genelde pilot uygulamayı yalnız bir şehirde ve iki mahallede yaparken, proje ekibi tarafından bu yeterli görülmemiş ve birkaç bölgede test yapmanın gerektiği belirtilmiştir. KONDA ile ortaklaşa alınan kararda İstanbul, Ankara ve Diyarbakır illerinin her birinden 12 katılımcıyla (toplam 36 katılımcı) pilot anket uygulaması yapılmaya karar verilmiştir. Pilot uygulamasındaki amaç anket sorularının anlaşılırlığını test etmek, ortalama anket süresini belirleyerek gerekirse ona göre içerik ayarlaması yapmak (kısaltmak ya da uzatmak) ve öngörülemeyen ama oluşabilecek sorunları asıl anket uygulamasından önce tespit edebilmektir. Bu amaçlar doğrultusunda pilot uygulama İstanbul ve Ankara’da 15 Mayıs 2011 ve Diyarbakır’da 22 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Her üç ilde de iki ayrı mahallede toplam 36 katılımcıya taslak anket uygulanmıştır. Bu anketlerin hepsine proje ekibi bizzat katılmıştır (İstanbul: Yrd. Doç Dr. Yaprak Gürsoy ve bursiyer Özdeş Özbay; Ankara: Yrd. Doç. Dr. Zeki Sarıgil; Diyarbakır: Yrd Doç. Dr. Zeki Sarıgil). Pilot uygulama sırasında, proje ekibi KONDA’nın anketörleriyle birlikte gezip anketler sırasında gözlemlerini not etmiş ve pilot uygulama formlarını doldurmuştur. Aktif olarak gerçekleştirilen bu çalışma ve pilot uygulama anketin sağlıklı netice verebilmesi açısından oldukça yararlı olmuştur. Taslak anketin süresinin ortalama 10 dakika aldığı ve bunun ideal bir süre olduğu gözlemlenmiştir. Ancak taslak ankette bazı sorunların olduğu da anlaşılmıştır. Örneğin bazı soruların anlaşılmadığı, anketin dilinin kimi zaman karmaşıklıklara yol açtığı ve halkın anlayabileceği bir dilin kullanılmadığı fark edilmiştir. Birlikte çalışılan anketörlerin bazı hatalara rağmen genel olarak başarılı olduğu gözlemlenmiştir. Araştırma ekibi gözlemlerini ve raporlarını birbiri ile ve KONDA ekibi ile paylaşmıştır. Tespit edilen sorunlar doğrultusunda anket üzerinde tekrar çalışma yapılmıştır. Pilot uygulamadan çıkan sonuçların ışığında bütün sorular dikkatli bir şekilde yeniden ele alınmış ve anket değiştirilmiştir. Değişiklikler içerikten ziyade, daha çok soruların dili, formatı ve sırasıyla ilgili olmuştur. Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında anket üzerindeki çalışmalara devam edilmiştir. Anket, asker-sivil ilişkileri alanında çalışmalar yapmış diğer akademisyenlerle, yazar ve araştırmacılarla paylaşılmış ve onlardan alınan görüş ve önerilerle de değiştirilmiştir (Anketin son hali ile ekte sunulmuştur). Anket soruları kesinleştikten sonra proje ekibi anketin en ideal hangi dönemde gerçekleştirilebileceğini araştırmıştır. Anketi yaz aylarında yapmanın nüfus hareketleri dolayısıyla sakıncalı olacağı sonucuna varılmıştır. Bu doğrultuda en ideal zamanın sonbahar olduğu tespit edilmiştir. Anket planlandığı gibi 1-2 Ekim tarihlerinde 3000 kişiyle gerçekleştirilmiştir. Araştırma ekibi bu sürece aktif olarak dâhil olmuştur. Proje ekibinin bulunduğu illerde (İstanbul ve Ankara) anketi gerçekleştirecek ekip şefleri ve anketörlerle bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda genel olarak anketi gerçekleştirecek olan KONDA elemanlarına anketin amacından ve içeriğinden bahsedilmiştir. Ayrıca her bir soru birlikte detaylı olarak incelenmiş ve hangi sorularda nelere dikkat edilmesi gerektiği ve soruların neyi amaçladığı açıklanmıştır. Ayrıca proje ekibi, anketlerin gerçekleştirildiği hafta sonunda anketörlerin ekip şefleriyle gün boyu iletişim içinde olmuştur. Anket sorunsuz olarak başarıyla gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerin denetimi üç düzeyde yapılıştır. Görüşmelerin gerçekleştirildiği 1-2 Ekim 2011 günlerinde, anketörlerin üçte biri fiilen, görüşme mahallinde ekip şeflerince denetlenmiştir. İkinci düzeyde kontroller, 3-4-5 Ekim 2011 günlerinde fiili görüşmelerin gerçekleştirildiği hanelerin üçte birine fiilen tekrar ulaşarak deneklerle konuşularak yapılmıştır. Üçüncü düzeyde kontroller, veri girişlerinde her bir veri girişçinin veri girişi yaptığı mahalle zarfları içindeki anketlerin beşte biri kontrol edilmiştir. Örneklem, ADNKS (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) verilerine dayalı nüfus büyüklükleri, ADNKS verilerine dayalı mahalle ve köy eğitim istatistikleri ile 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin mahalle ve köy sonuçları katmanlandırılarak hazırlanmıştır. Yerleşim yerleri önce kır/kent/metropol olarak ayrıştırılmış ve 12 bölge esas alınarak örneklem tespit edilmiştir. 32,419 Köy ve 18,882 mahalle (toplam 51,301 mahalle ve köy), 18 yaş üstü yetişkin nüfus sayılarına göre ayrılarak, yetişkin nüfusu 4000 altı olan yerleşimler “köy”, 4-800 bin arası yerleşimler “kent”, bütünleşik kent nüfusu 800 bin üstü yerleşimler “metropol” olarak tanımlanmıştır. Katmanlama sonrası her bir kümeden gidilecek 154 mahalle ve köy, bilgisayar tarafından rastgele yöntemiyle seçilmiştir. Araştırma kapsamında merkez dâhil 27 ilin 106 ilçesine bağlı 154 mahalle ve köyünde 2755 kişiyle yüz yüze görüşmeler gerçekleştirilmiştir. (EK –Anket Soruları ayrıca gönderilmiştir)
İLK BULGULAR TOPLUMUN DEMOKRASİ ALGISI
“Her hal ve şartta ülke demokrasiyle yönetilmeli.” Grafiklerle ilgili notlar: Her grafikte Kırmızı “hayır” diyenler, yeşil “evet diyenler” Toplam rakam %100’e ulaşmıyor çünkü cevap vermek istemeyenler veya konuyla ilgili fikri olmayanlar var. Ankette sorular bu sıra ile yer almıyordu.
“Türkiye’de demokrasinin geldiği düzeyden ve demokrasinin işleyişinden memnunum.”
TOPLUMUN KURUMLARA DUYDUĞU GÜVEN
“Parlamentoya güveniyorum.”
“Polislere güveniyorum.”
“Askere güveniyorum.”
TOPLUMUN SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİNE ve ORDUNUN SİYASİ ROLÜNE BAKIŞI
“Gerektiğinde asker ülke yönetimine el koyabilmeli ve ülkeyi yönetebilmeli.”
“Askeri yönetimler sivil yönetimlere göre çok daha etkin ve başarılı olabilir.”
“Güvenlik dışındaki konularda da hükümet askerlerle konuşarak, onların fikrini alarak karar vermeli.”
“Türkiye’de son on yıllık dönemde askerin siyaset ve hükümet üzerindeki etkisi azaldı.”
“Ergenekon terör örgütünün varlığına inanıyorum.”
“Ergenekon davasında savcıların, hakimlerin, polislerin adil ve kanunlara uygun davrandığına inanıyorum.”
TOPLUMUN MECBURİ ASKERLİK HİZMETİNE BAKIŞI
“Türkler Asker Millettir.”
“Mecburi askerlik tamamen kaldırılmalı yani yalnızca isteyenler askere gitmeli.”
“Mecburi askerlik hizmeti olmasaydı, yani askerlik hizmeti isteğe bağlı olsaydı, askerlik yapmazdım.”* * Bu soru yalnızca erkeklere sorulmuştur.
“15 Aylık mecburi askerlik uygulaması devam edecekse bile süresi kısalmalı.”
“Parasını ödeyerek 1 aylık bedelli askerlik yapmak herkes için bir tercih olmalı.”
“Ordu, mecburi askerlik yapan askerler yerine, maaşlı ve memur gibi çalışan profesyonel askerlerden oluşmalı.”
“Kadınlar da erkekler gibi askerlik yapmalı.”
“Cinsel tercihi ne olursa olsun, eşcinseller de herkes gibi askerlik yapmalı.”
“Türkiye'nin asker sayısı olarak bu kadar büyük orduya ihtiyacı yok.”
“Vicdani ret ifadesi hakkında herhangi bir bilginiz, duyumunuz var mı
“İnançları nedeniyle askerlik hizmetini vicdanen reddedip, askere gitmemek bir tercih olmalı mı?”
TOPLUMUN DÜŞÜNCELERİNİ ETKİLEYEN BAZI SİYASİ, SOSYAL VE DEMOGRAFİK FAKTÖRLER Çoklu regresyon analizleri
GENEL DEĞERLENDİRME
ASKER-TOPLUM İLİŞKİSİ ve DEMOKRATİKLEŞME Toplumdaki militarist unsurlar Askerin siyasetteki rolü Demokrasinin konsolidasyonu Siyasi kutuplaşma Güven eksikliği Toplumun demokrasi algısı Toplumun eşitlik algısı Mevcut çalışmaları destekler nitelikte “militarist” diye tanımlanabilecek bir toplum olduğu ortaya çıkıyor. Özellikle askere duyulan güven, askeri müdahaleleri meşru görebilen bir kesimin varlığı, “asker millet” kavramının doğruluğuna duyulan inanç ve askerlik hizmetine pozitif bakan düşünceler bu izlenimi teyit ediyor. Konuşmanın başında da aktarıldığı gibi toplumun askere bakış, askerin siyasetteki rolünü de etkiler ve bu rolün ne yönde ve ne kadar değişebileceğine dair ipuçları verir. Sonuçlar ışığında Türkiye’de anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerin sivil-asker ilişkilerine pratikte de yansıyacak ve her dönem varlık gösterebilecek şekilde değişmesinin zaman alabileceği anlaşılıyor. Ayrıca askerin iç güvenliğin ve istihbaratın sağlanması gibi alanlardaki sivillerden bağımsız ve otonom bir şekilde hareket edebilme ayrıcalığı devam edebilir. Bu durum demokrasinin konsolidasyonu açısından bir sorun teşkil edecektir. Ancak, sadece sivil-asker ilişkileri alanında değil, genel manada da anket Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından karşı karşıya olduğumuz sorunları gözler önüne seriyor. Parti tercihi ve etnik kökene bağlı olarak askere bakışın değişmesi toplumdaki kutuplaşmaya işaret ediyor. Farklı kutuplar içinde yer alanlar birbirlerine karşı güven duymazken, meclise ve dolayısıyla siyasetçilere duyulan güven de sağlıklı işleyen demokratiksilerde beklenenin oldukça altında. Ergenekon davasının işleyiş şeklinden duyulan hoşnutsuzluk da toplum genelinin hukuk sistemine güvenmediğini gözler önüne seriyor. Bütün bunlara ek olarak toplumun demokrasi algısında da sorunlar çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Büyük bir çoğunluk kendini “demokratik” olarak tanımlıyor, ancak önemli bir kesimin demokrasiden gerçekten ne algıladığı bir soru işareti. Çünkü toplumun azımsanmayacak bir kesimi askerin sivil irade ile güvenlik dışı konularda bile birlikte karar alması ve bazı koşullarda müdahale etmesi gibi demokrasi tanımına ters durumları onaylıyor. Kuşkusuz bu Türkiye’de demokrasinin konsolidasyonu önünde önemli bir engel. Son olarak, demokrasi için yine önemli bir veri olan eşitlik meselesine değinmek gerekir. Toplumun büyük bir kesimi mecburi askerlik hizmetine pozitif bakarken, kadınların ve eşcinsellerin farklı nedenlerle de olsa askerlik yapmasına karşı çıkıyor. Buradan toplum gözünde, vatandaşların yarısından fazlasının aynı yükümlülüklere tabii tutulmamasının ve birey olarak aynı statüde görülmemesinin olağan bir durum olduğunu çıkartabiliriz. Bireylerin cinsiyetlerine ve tercihlerine göre farklı algılandıkları bir toplumda, herkesin eşit haklara ve değere sahip olması prensibini hedef olarak belirlemiş bir rejim olan demokrasinin yerleşmesinin maalesef ne kadar güç olduğu açık.